35-Onay

1254 Words
Poyraz Telefonun titreşimi avuçlarımda yankılandı sanki. Ekrana baktığımda gördüğüm o iki kelime “Orman Gözlüm” kalbimin ritmini değiştirmeye yetti. Aramayı açtığımda, sesini duymadan bile yüzümde bir gülümseme belirdi. “Efendim, Naz.” “Efendim mi?” dedi kıkırdayarak. “Ne bu resmiyet, Komutan?” Ah, o gülüş… Sanki bir anda üzerimdeki bütün ağırlığı aldı götürdü. Gözlerimi kapattım, koltuğa yaslandım. “Bugün biraz ciddi, biraz yoğun bir gün geçirdim,” dedim. “Ama sesini duymak... iyi geldi.” “Yorgun musun?” “Yorgunluk değil de,” diye mırıldandım. “Sanki içimde iki adam var. Biri görevde, biri sana ait.” Bir an sessizlik oldu. Sadece nefes alışını duydum. Sonra kısık, yumuşacık bir sesle, “Ben o ikinci adamı daha çok seviyorum,” dedi. Gülümsedim ama içimde bir sızı büyüdü. Onun bilmediği bir şey vardı: birkaç gün sonra uzun süre görüşemeyecektik. “Naz,” dedim tereddütle, “bu iki adam da sana deliler gibi âşık.” “Tekrar o duymaya doyamadığım gülümseme... Ben de sana âşığım, hem de her şeyine.” “En kısa zamanda seni görmem gerek. Çok özledim, ayrıca konuşmamız lazım.” “Ben de seni çok özledim. Ne oldu, önemli bir şey mi?” “Yüz yüze konuşalım, olur mu?” “Olur. Ne zaman?” “Yarın uygun olur mu senin için? Ama tüm gün benimle olacaksın.” Naz iç çekti. “Poyraz, ben de çok istiyorum ama okul var, biliyorsun.” “Hadi güzelim, bir gün sadece...” “Poyraz, sana hayır demek istemiyorum ama” “O zaman hayır demiyorsun,” dedim kararlı bir sesle. “Yarın evden çık, bana gel. Tüm gün benimlesin.” “Senin askeriyede olman gerekmiyor mu?” “Yarın tüm gün sana aitim. Bence pişman olmayacaksın,” dedim gülerek. “İki gün öncesi benim odamı düşün biraz.” “Poyraz!” diye çığlık attı. “Tam bir uslanmazsın ve utanmazsın sen, duydun mu beni?” “Evet,” dedim kahkahasını duyarak. “Kabul ediyorum, uslanmazım. Uslanmamı sağla o zaman, güzelim.” “Poyraz,” dedi gülerek, “tamam, yarın tüm gün seninleyim. Sana hayır diyemiyorum ve bundan hiç memnun değilim.” Tam o sırada, ekranda başka bir isim belirdi: Serkan arıyor. “Nazım...” “Efendim, deli fırtınam?” “Şimdi kapatmam gerekiyor, güzelim. Serkan arıyor. Sabah seni bekliyor olacağım.” “Seni seviyorum, Orman Gözlüm.” “Ben de seni seviyorum, Poyraz.” Telefonu kapattığında derin bir nefes aldım. Ardından Serkan’a döndüm. “Hayırdır, aslanım,” dedim yarı ciddi bir sesle, “sen beni arar mıydın?” “Komutanım, uygunsanız sizinle konuşmak istediğim bir konu var.” “Söyle, dinliyorum,” dedim ama biraz da merak ettirmek istedim. “Yüz yüze konuşmamız gerekiyor, telefonda olmaz.” “İyi. Ahmet Usta’nın yerine gel. Ben de oraya geçiyorum. Şu çok önemli meseleyi orada konuşalım.” “Tamam komutanım. Kırk dakikaya oradayım.” Ahmet Usta’nın mekânına geçtiğimde, o tanıdık ses karşıladı beni. “Komutanım, buranın yolunu unuttunuz sandık.” Gülümseyip tokalaştık. “Olur mu öyle şey, Ahmet abi. Yoğunluk, biliyorsun bizim işi.” “Bilmez miyim,” dedi. “İnsan yaşlandıkça değer verdiklerini daha çok görmek istiyor.” “Sen mi yaşlısın abi? Sen hepimizi cebinden çıkarırsın hâlâ.” Yüzünde kısa bir hüzün belirdi. Ahmet abi eski askerdi. Görevdeyken bacağından aldığı bir yara onu mesleğinden koparmıştı. O yüzden geçmişe özlemi yüzünden hiç silinmezdi. “Eee Poyraz, sen nasılsın? Gözlerinin içi gülüyor, yüzüne renk gelmiş.” “Abi… var bizim hayatımızda da güzel şeyler.” “Anlat hele, senin sevincinle sevinelim.” Kadehleri doldurdum. “Âşık oldum, abi.” Bana baktı, gözleri büyüdü. “Ciddi misin?” Başımı salladım. “Vay be,” dedi. “Deli fırtınayı da dindiren biri çıkmış yani.” “Deme öyle abi. Bu başka.” “Nasıl başka?” “Beni benden aldı. Benden başka bir adam yarattı.” Tam o sırada Serkan geldi. Ahmet abi gülerek kalktı. “Hanım kızımızı da getirirsin bir ara, tanışırız,” dedi, sonra Serkan’a selam verip gitti. “Hoş geldin aslanım, otur bakalım. Senden önce başladım ama.” “Estağfurullah komutanım.” “Serkan, sivildeyiz, rahat ol.” “Tamam komutanım.” Yüzüne ters ters baktım. “Tamam, Poyraz abi,” dedi. Önce havadan sudan konulardan konuştuk. O kadar gergindi ki önce rahatlasın istedim. Üçüncü kadehten sonra iyice rahatladı. “Eee Serkan efendi,” dedim. “Anlat artık derdini.” Yutkundu. “Poyraz abi, beni yıllardır tanıyorsun. Sana da ailene de saygım sonsuz. Hiçbir zaman arkadan iş çevirmedim. Sadece doğru zamanı bekledim.” Devam etti: “Askeriz... hayat zor. Her operasyon, her görev bir risk. Vatan için can feda ama arkada bırakacaklarımız korkutuyor bizi. Bu yüzden hiç sevmedim, sevmemeye yemin ettim. Ama biri çıktı karşıma. Bütün yeminleri bozdurdu. Öyle bir girdi ki hayatıma... ondan başka yolum kalmadı. Âşık oldum abi, bir damla gözyaşına dünyayı yakacak kadar.” Sessizce dinledim. Sadece bardağımı kaldırıp onunla tokuşturdum. “Eee aslanım, hayırlı olsun. Bizim gibiler zor âşık olur ama olunca da sevdiği için dünyayı yakar. Şanslı kızmış sevdiğin. Gidip isteyelim, ciddiyseniz.” “Bilmiyorum abi…” “Neyi bilmiyorsun?” “Verip vermeyeceklerini.” Bir yudum daha aldı, elleri titriyordu. “Abi ben…” “Evet, sen?” “Abi... ben Esin’e âşığım. Biz birbirimizi seviyoruz.” Bir an sustum. Kaşlarım çatıldı, gözlerimi dikerek baktım ona. “Ne dedin sen?” “Evet abi. Esin’i seviyorum,” dedi, geri adım atmayarak. “Benim kardeşimi mi seviyorsun yani?” Başını öne eğdi. “Evet abi.” Derin bir nefes aldım. Sonra sakin bir şekilde, “Hayırlı olsun o zaman,” dedim. “Birbirinizi seviyorsanız kimseye söz düşmez.” Şaşkınlıkla yüzüme baktı. “Abi?” “Ne abisi, ilk günden beri anlamadığımı mı sandın? Seni bekledim, gelip söylemeni. Sen dürüst, delikanlı bir adamsın. Altı yıldır yanımdasın. Dürüstlüğünden hiç şüphem olmadı. Ben kardeşimi de sana gözüm kapalı emanet ederim. Vatanına böyle sahip çıkan, sevdiğine de sahip çıkar.” Gözleri doldu. Sarıldı bana. “Abi... çok korktum tepki gösterirsin diye.” “Olur mu öyle şey. Sevdaya saygım sonsuz, Serkan. Ama şunu unutma,” dedim ciddiyetle, “Esin benim gözümün nuru. Onu üzer, gözünden bir damla yaş akıtırsan... karşında beni bulursun.” “Olur mu abi? Esin benim de gözümün nuru. Söz veriyorum.” Bir süre daha oturduk, içtik, güldük. Sonra kalkarken, “Hadi git de ara, Esin’i meraktan çatlamıştır,” dedim. Onu taksiye bindirdim. Arabama geçtiğimde içimde bir huzur vardı. Umarım her şey onlar için de güzel olur. Eve doğru giderken Tunç’u aradım. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra açıldı. “Abi, uyuyorum. Saat gece yarısını geçti. Neden bu saatte beni arıyorsun?” dedi sitemle. “Tunç, sıkma canımı şimdi. Dinle beni.” “Emredersin, komutanım.” “Sabah Naz’ı alıp benim eve bırakıyorsun. Tamam mı?” “Abi, beni bir sal! Sen aşk yaşayacaksın diye ben niye koşturuyorum? Senin ev okula ters, geç kalırım.” “Tunç, beni tekrar ettirme. Sabah Naz’ı al, getir. Bu güzelliklerinin bir karşılığı olacak.” “Hmm… şimdi konuşuyorsun. Başka bir isteğin var mı, ağabeyciğim?” “Evet. Tüm gün ben söyleyene kadar eve gitmiyorsun. Naz seninle olacak.” “Offf... tamam abi, tamam!” “İyi. Sabah bekliyorum. İyi uykular.” Telefonu kapattım. Eve geçince uzun bir duş alıp yatağa geçtim. Sabah Naz’ı dinç bir şekilde karşılamak istiyordum. Sabahı iple çekiyordum. Birkaç saatlik uykudan sonra uyanıp kahvaltı hazırladım. Zaman geçmek bilmiyordu. Saatime baktım, birazdan gelirler diye düşündüm. Kapı çaldı. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Liseli çocuklar gibi yaşadığım şu heyecana şaşırıyordum. Kapıyı açtım. Ve karşımda, hayatımı güzelleştiren o kadın duruyordu. Naz... Bana gülümsüyordu. O an, dünyanın geri kalanı sessizleşti. Sadece onun gözleri vardı, bir de kalbimin ritm
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD