Poyraz
O günün üzerinden iki gün geçmişti. İki gündür Naz’la sadece telefonla konuşuyorduk. Onu o kadar özlemiştim ki; ondan ayrı geçen her gün bana zulüm gibi geliyordu. Yine de biraz daha beklemeliydik.
Askeriyede masasının başında otururken son zamanlarda yaşadıklarımı düşündüm: Naz’ın hayatıma bir bomba gibi düşüp merkezime yerleşmesi; hissettiğim yoğun, tarifsiz duygular. Bütün tabularımı, korkularımı, aşka dair inançsızlığımı silip süpürmüştü orman gözlüm. Şimdi geriye sadece o kalmıştı.Kaybolduğum orman gibi buğulu gözleri, onu her düşündüğümde dudaklarımda bir tebessüm belirten kadın. Benim kadınım. Sadece bana aitti; ona duyduğum özlem, açlık hiç bitmiyordu.
Naz’la birlikte bambaşka bir Poyraz keşfettim: kıskanç, o tek bir saç teline bile başkasının el sürmesini istemeyecek kadar sahiplenen; romantik, duygusal. Bu yönlerimin farkında bile değildim. Naz’la beraber onları da tanıdım; bana göre yalnız Naz’a ait şeylerdi bunlar.
Ondan önce hiçbir kadına böyle duygular beslememiştim. Lise yıllarımda bile, kadınlarla duygusal bir ilişki kurmak bana uzak gelirdi. Sonra ilişkilerde beklentim sadece cinsellik ve karşılıklı memnuniyetti; bundan şikâyetim yoktu. Ta ki Naz çıkana kadar. Artık onun dışında kimseye dokunamazdım. Onun masum teni, yüzü, vücudunun güzelliği ve en önemlisi o temiz, paha biçilmez kalbi kusursuzdu. Naz’ın her şeyi güzeldi: masumiyeti, iyi niyeti, yaşından büyük olgun tavırları; bazen küçük bir çocuk gibi inat edip fındık burnunu bana kaldırması; çalışkanlığı, başarısı, kararlılığı… Hepsine aşıktım. Bunları kendime itiraf etmem uzun zaman almıştı. Şimdi, benim gibi bir adam küçük bir kızın peşinde pervane olmuş, ağzından çıkacak her sözü emir sayacak kadar âşıktı ona.
Bütün bu güzelliklerin yanında, başka gerçekler de vardı ve bu gerçekler beni derinden üzüyordu. Bizi öğrenen herkes yıkılıyordu. Önce Selin’in o geceki hâli aklımdan çıkmıyordu: yıkılmış, kırgın, hayal kırıklığı dolu bakışları. Eğer Selin’in bana karşı bu kadar güçlü duyguları olduğunu daha önce fark etseydim, işlerin bu hâle gelmesine asla izin vermez, çok daha önce bitirirdim. Ama biz onunla cinselliğin ötesine geçmemiştik; bu yüzden ben de fark edememiştim. Bu tamamen benim hatamdı. Naz’dan uzak durabilmek için Selin’le daha yakınlaşıp onu aileme, arkadaşlarıma sokmam; annemin de ilgisini çekmesi, Selin’deki duyguların büyümesine yol açmıştı. Kendimi suçluyordum; Selin’e açtığım yara, onun kalbindeki en büyük pişmanlık olacaktı. Onu incittiğim için ömür boyu kendime kızacaktım ama ne zaman isterse bir dost gibi yanında olmaktan geri durmayacaktım.
Ve Can kan kardeşim bana son nefesinde bıraktığı emanetti. Onu da çok üzmüştüm. Lanet olsun, Naz’a olan duyguları ilk günden beri o kadar yoğun ve keskindi ki, Nazı ondan her duyduğumda kıskançlıkla çaresizlik arasında sıkışıp kalıyordum. Çocuk kalbindeki aşk acısının sebeplerinden biri olmayı asla istemezdim. Naz’a aşık olduğumu kabul etmediğim zamanlarda bile, Can’ın bana nazı anlatması bana azap gibi geliyordu. Bir yanda deli gibi aşık olduğum kadın, diğer yanda kardeşim dediğim çocuk bunu taşımak zordu. Ama Naz her şeyin üstündeydi. Evet, Can acı çekiyordu; ama biliyordum ki zamanla beni anlayacak.ve zamanla bu durumu kabullenecekti.Bu en büyük tesellimdi.
Önümüzde aşmamız gereken birçok engel vardı. Öncelikle Selim’le konuşmalıydım; bunu benden başka kimseden duymamalıydı. Aksi halde Selim kırılır, yıllara dayanan arkadaşlığımız zedelenirdi. Ona anlatmak zordu; bizim aramızda kız muhabbeti hiç yapılmazdı. Ergenlik döneminden beri ilişkilere bakış açımı eleştirirdi: Kadınlara duygusal bağ kurmadan sadece cinsel ihtiyaçlar üzerinden ilişki kurmam ona hep yanlış gelirdi. Şimdi yıllardır hiç aşık olamamış bir adam, kardeşine deli gibi âşık olmuştu; onu bu aşka inandırmak zorundaydım. İşim gerçekten çok zordu. Selim’in sürekli Naz’ı “kardeşim” olarak nitelendirmesi de işimizi güçleştiriyordu.
Beni en çok düşündüren ise Murat Amca’ydı. Askerlere ve görevimize sonsuz saygı duyduğu halde, asla bir askere kızını vermezdi. Babamla yaptığı sohbetlerden bunu bilirdim; Murat Amca bu konuda katı, otoriter ve tavizsizdi. Daha önce birkaç kez nedenini merak edip babama sormuş, ama babam ‘o Murat Amca’nın özelidir, anlatamam’ deyip konuyu kapatmıştı. Murat Amca için biz onun gözünde kardeş gibiydik; aramızdaki yaş farkı da sorun olabilirdi ama bunlar, onun sakladığı sebepler kadar karmaşık ve çözülemez değildi, en azından benim umudum buydu.
Bir de annem faktörü vardı. Nazı severdi ama annem onu gelin olarak kabul eder miydi, bilemiyordum.
Tüm bu düşünceler arasında boğulur gibi hissettim. Pencereyi açtım; derin bir nefes aldım. Mayıs sonlarına yaklaşmıştı; hava güzeldi, ama kafam hâlâ soğuk bir kış günü gibiydi.
Tam bu sırada kapım çalındı. “Gir,” dedim, otoriter bir sesle. Asker içeri girip selam verdi, sonra binbaşı Asım Köse’nin beni acil olarak 2 numaralı toplantı odasında beklediğini söyledi. İçimi bir dürtü kapladı; Asım Komutan beni böyle çağırmazdı hiç hayra alamet değildi. Toparlanıp toplantı odasına doğru yürüdüm, kafamdaki karmaşayı kenara bırakarak.
Toplantı odası, karargâhın en arka köşesindeydi: geniş, uzun dikdörtgen bir masa, duvarda asılı geniş haritalar ve operasyon alanını gösteren, uydudan alınmış birkaç siyah-beyaz görüntü. Masanın ortasında sararmış not defterleri, telsiz cihazları ve mühimmat listeleri vardı. Asım Komutan, yüzündeki çizgiler sertleşmiş, elinde bir çubukla harita üzerinde bazı noktaları işaretliyordu. Başında istihbarat subayı, lojistik şube ve birkaç saha komutanı vardı. Herkesin bakışı ciddiydi; odada bir gerilim, aynı zamanda soğukkanlı bir planlama hâkimdi.
Asım söz aldı: “Operasyon üç aşamalı olacak.” İlk aşamada istihbaratın doğruladığı hedeflerin yeri ve çevresel koşullar paylaşılacaktı. İkinci aşama olarak saldırı ve sürdürülebilir kontrol sağlanacak; üçüncü aşamada ise güvenli çekilme ve zayiat tahminiyle ilgili önlemler uygulanacaktı. Harita üzerinde kod adlarıyla belirtilmiş hedef noktaları tek tek gösterildi: iniş/çıkış noktaları, gözlem kuleleri, sivil yerleşimlere olan mesafeler. İstihbarat subayı, hedef bölgedeki düşman unsurların tahmini sayısını, ekipmanlarını ve muhtemel devriye rotalarını anlattı. Lojistik şube konuştu: yakıt, mühimmat, ilaç ve ikmal depolarının yerleri; destek helikopterlerinin uçuş pencereleri; yedek kuvvetlerin konuşlandırılacağı noktalar belirtildi. Her bir detaya karşılık sorular sıralandı komuta kademesinden küçük bir hata kabul edilmiyordu.
Asım, görev kurallarını, müdahele kriterlerini ve sivil-popülasyonla ilgili spesifik kısıtlamaları vurguladı. “Seyreltilmiş kuvvetle girilecek, sivil kaybı minimize edilecek, öncelik istihbarata dayalı hedeflere,” dedi, “zorunlu olmadıkça ağır silah kullanılmayacak; istihbarat kesinleşmedikçe bina içi arama-tarama sınırlı tutulacak.” Risk analizi masaya kondu: muhtemel pusular, mayın ihtimalleri, hava değişimleri ve gecikme senaryoları. Operasyonun takvimi belli oldu hareket üç gün içinde, görev süresi başlangıçtan itibaren iki hafta öngörülüyordu; acil dönüş ve tahliye için 48 saatlik pencereler bırakılmıştı.
Asım ayrıca insan kaynağı yönetimini anlattı: görevde hangi timlerin hangi rolleri üstleneceği, kimlerin ileri keşif yapacağı, kimlerin destek ateşi sağlayacağı, hangi ekiplerde tıbbi personel sorumlusu bulunacağı tek tek isimlendirilmişti. Haberleşme protokolleri detaylandırıldı: frekanslar, yedek kanallar, acil kodlar ve şifreli mesajlaşma talimatları. İstihbarat raporunun güvenilirlik dereceleri açıklandı; her raporun üzerinde bir güven skorunun bulunması gerektiği söylendi. Ayrıca, olası esir alma durumları, bilginin nasıl toplanacağı ve psikolojik operasyonların sınırları konuşuldu. Komutanların her biri görev sonrası rapor formatını, foto-dokümantasyonu ve sorumluluk zincirini kabul etti.
Toplantıda sorumluluk bana da düştü; Asım Komutan, “Poyraz, senin timin öncü olarak hareket edecek, keşif ve ilk müdahale fazında önemli rolün var,” dedi. Yüzümde istemsiz bir sertlik belirdi; görev bir onurdu ama aklımdaki Naz’ı üç hafta göremeyecek olmak bu onuru gölgeliyordu. Kaşlarım çatıldı, sorular sıralandı ikmal süreleri nasıl koordine edilecek, destek helikopterlerinin yaklaşma rotası değişirse alternatif planımız ne olacak, tıbbi tahliye kaç dakika içinde sağlanabilecek? Her soruya ayrıntılı cevaplar verildi; uzmanlar simülasyonlardan ve geçmiş operasyonlardan elde edilen verileri paylaştı.
Toplantı boyunca notlar aldım; her madde aklımda bir alev gibi yandı. Zihnimde Naz’ın yüzüyle haritadaki hedef noktaları arasında tuhaf bir çelişki oluştu: biri hayatımdaki tüm hassas noktaları, diğeri vatanın hassas noktalarını temsil ediyordu. Bir subayın kararları soğuk ve kesin olmalıydı, ama insanın yüreği bazen başka türlü atardı. Ben de hem komutan olmalı hem de insan; hem görevimi yapmalı hem de sevdiklerimi korumalıydım. Bu ikisi arasındaki dengeyi kurmak, şimdiye kadar yaşadığım en zor görevlerden biriydi.
Dört saatlik uzun bir toplantı oldu ama konuşulanlar saatleri aşmış, ayrıntılar defterime işlenmişti. Duyduklarım pek hoşuma gitmese de önceliğim her zaman vatan ve görevdi. Suriye sınırına yapılacak zorlu, uzun soluklu bir operasyon planlanıyordu. Normalde böyle zorlu görevleri severdim ama şimdi Naz’ı uzun süre göremeyecek olmak, onu bu karmaşık dönemde yalnız bırakacak olmak beni huzursuz ediyordu. Yine de bunun da üstesinden gelecektim.
Toplantıdan çıkıp hazırlanırken ekibimle yarın yapacağım toplantıyı kafamda netleştirmeye çalıştım. Sadece üç günümüz vardı; üç gün içinde detaylı bir plan hazırlayıp yola çıkmamız gerekiyordu. Vatan beklemezdi.
Arabama binip motoru çalıştırdığım anda telefonum çaldı. Ekranda “Orman Gözlüm” yazısını görünce içimdeki tüm sıkıntılar dağılıp gitti…