Demir
" Demek 4 gün sonra gideceksin" Annem hala ikna olmamıştı. Tüm doktorlar birleşse ortak bir açıklama yapsa " Demir sağlıklı artık " dese bile muhtemelen ikna olmayacaktı
" Anneciğim yapma böyle, duramam burada.."
Gözleri dolu dolu baktı, sanki kırılan hayallerimi ,onurumu , yaramı görüyor gibi
Hassas elleri yüzümü okşayarak " Peki, madem öyle iyi olacaksın kabul" dediğinde işin en zor kısmı bitmişti.
Aşağıdan gelen seslere dek de huzurumuz yerindeydi. Mete başkanın sesi mi o?
" Volkan, Demir'in bir bildiği olabilir mi?"
Merdivenden aşağı inerken cevapladım
" Neden bahsediyorsunuz?"
Aramızdaki tüm mesaferi koşarcasına gelip kapattı. Yakama yapıştığında evime o zibidi ile geldiğini fark etmiştim
" Söyle bir şey biliyorsun söyle"
Suratlarının hali ne bunların?
" Neden bahsediyorsunuz? ne bileceğim ben? "
" Baba bilmiyor bir şey, hadi gidelim" dedi arkadaki zibidi.
Mete başkanın elleri yakamdan düşerken kendini merdivenin basamağına bıraktı, babama bakarak " Nerede o zaman bu kız?" dediğinde gözüm tekrar Deniz'e döndü
" Ne kızı?"
Gözümün içine baka baka " Eylül Kayıp 36 saattir haber alınamıyor" dediğinde sanki aklım uçup gitti
36 saat... 36 saattir nerede olabilir?
" Sen, sen mi bir şey yaptın?" yakasına yapıştım
" Saçma sapan konuşma, karım o benim" Diye bağırarak kendini aklayıp ellerimden kurtulmaya çalışıyordu
" Ne demek 36 saattir yok lan, ne demek yok! nerede Eylül konuş"
Bir şey oldu, hissediyorum. Kötü bir şey oldu, kalbim bu kadar sıkışmaz yoksa!
Ne oldu sana Eylül ,neredesin?
2 saat oldu, herkes teyakkuzda. Poyraz ve timi de alel acele toplanıp geldi.
Deniz piçinden gözümü ayırmadan izledim ama onu izleyen tek kişi ben de değildim.
Masal kısmış gözünü bu piçi süzüyordu. Toplantı odasında bir sürü kamera kaydı oydu buydu değerlendirilirken en son kırsala aracı ile giderken olan görüntüsü dondu ekranda
" Son görüntü bu, arabasında bulunamadı, kamera kaydı yok... çevre arandı ama temiz. giren çıkan araç yok, yakında köy yok.. jandarma kapsamlı bir araştırma yapıyor "
Herkes nerenin aranacağını nasıl aranması gerektiğini sorgularken daha fazla dayanamadım
" Neden oraya gitmiş, ben bile Ankara'da böyle bir yer olduğunu bilmiyordum"
Herkes birbirine baktı. " Eylül'e birisi o adrese gitmesini söylemiş, o da gitmiş. güvendiği birisi demiş bunu! kim olabilir? Ona yakın olan birisi"
Poyraz ile göz göze geldiğimizde Poyraz öfke ile bağırdı " nerede o şerefsiz?"
İkimiz de aynı şeyi düşünürken Mete başkan " Kimse şüphelendiğini belli etmeyecek. Açık vermesini bekleyeceğiz eğer oysa açık verecek, izleyeceğiz"
Nasıl der bunu? kim bilir ne halde, üstelik hamile! Belki de bu şerefsiz ona... Belki son nefesini veriyor bizim onu kurtarmamızı bekliyor!
Gözüm ekrana bir daha döndüğünde O ağacı gördüm. Olabilir mi? Sadece ikimizin anlayabileceği bir iz bırakmış olabilir misin giderken?
" Konumunu atın, ben de gidip bakacağım" dediğimde herkesin gözü bana döndü
" Bakıldı Demir, aynı yeri bir kere döküp zaman kaybet..."
" Konum atın" diye bağırdım. Olabilir mi? gitmiş olabilir mi?
Gökham amcam bağ almak için biz çocukken bir yere götürmüştü. Issızda, susuz bir tarlaya bakmıştı, Eylül ile ben tabi durmadık duramadık yerimizde
Kaybolduk, bir teyze bulmuştu bizi. İzbe bir yerde evi vardı, bize süt sıcak ekmek vermiş, Gökhan amcamın yanına götürmüştü tekrar.
Olabilir mi? oraya gitmiş, hatırlamış olabilir mi? Peki ya ben, ben hatırlayabilecek miyim?
Konumu alır almaz yola çıktım. Görüntüde Eylül'ün arabasının durdurduğu yerde arabamı durdurdum.
İndim, baktım baktım... Hatırla Demir, hatırla.
Her yer çamur içindeydi, dün bardaktan boşalırcasına yağmur yağmıştı, yolda izi yok, demek ki yağmur yağmadan önce ayrılmış
Yağmurun başlama saatine baktım ve gözlerimi kapatıp hatırlamaya çalıştım. Allahım yardım et, bulayım onu... Sağ salim bulayım.
Masal
Gözü sürekli telefonda, sürekli birisine mesaj atıyor. Hiç hoşuma gitmedi
" Bir sorun mu var?"
Var, sen? gözüm tutmadı seni süt oğlan!
" Yo sadece fazla mı rahatsın sen?" Gözümü kıstım " Eylül'ün nerede olduğunu biliyor musun, kızı küstürdün mü?"
Hem sıcak hem soğuk, etkili bir sorgu yöntemidir?
" Ben Eylül'ü incitecek bir şey yapmam"
Göreceğiz onu süt oğlan. Bir kaç dakika sonra göreceğiz!
Ve telefonuma sistemden düşen bildirimler.
ohoooo, hooooov... yuh! Gözümü kapatıp okudum mesajları.
Sevgilisi mi var? Eylül kayıp, ve bu onunla görüşmek için randevulaşıyor mu?
Tekrar döndüm erkekler yana yakıla Eylül'ü ararken bir sürü kadının içinde oturan Deniz'e
Evet görünen o ki sadakatsiz bir adam ama bu Eylül'e zarar verdiğini göstermiyor
Sayısız kez aramış, mesaj atmış. Hatta Demir'e gittiğini düşünüp daha da hırçınlaşmış aramaları , mesajları.
Of, nerede bu kız?
Poyraz
" yok işte, hiç bir şey yok!"
İstihbarat, askeri personel herkes bir olduk bir kızın izini bulamıyoruz! Akıl alır gibi değil
Sahaya dağılmak en iyisi diye düşünüp sahaya dağıldığımda Demir'in olmadığını fark etmiştim
Benden izin de istemeden nereye kayboldu ki bu? Bir delilik yapmasa bari!
Sürekli konum istemişti, gerçekten herkesin didik didik aradığı yeri aramaya mı gitti yine!
Tüm timi toplayıp hızla bilgi geçip aramayı geniş çapa yaymaya karar vermiştik. Her bir adama ihtiyacım varken ortalıkta Demir'in olmaması ise can sıkıcıydı
Her zamanki gibi emir komuta siklemedi, sorumluluk aldı. Sanırsın kurmay albay piç!
Demir
Ayaklarım beni götürdü, götürdü ve nihayet görünce hatırladım, evet burası o oyuk!
İki tepenin arasında kalma oyukdan geçtiğinde bir alan var ve oradan girdiğinde...
Çocukken bu oyuktan geçip Harikalar diyarına gideceğimizi düşünmüştük. Bizi çok tatlı bir teyze karşılanmıştı, küçük bir bostanı tepenin içindeki ahırında ineği ile yaşam mücadelesi veren dünyalar tatlısı bir teyze
Karnımızı doyurmuş, bizi sağ salim Gökhan amcama teslim etmişti. Evinin yerini söylememizi istememişti.
O zamanlar anlamammıştık, sırrını korumuştuk ama şimdi durup düşününce bir şeyden kaçtığını, saklandığını asker kafamla anlıyordum.
Oyukdan geçtiğimde tıpkı çocukluk hafızamda canlandığı gibi bir sahne ile karşılaştım.
Annem yaşlarında ince bir kadın, bu o teyze. Saçını örmesinden anladım
Sofasını süpürüyordu, bir an bastığım yerdeki taşlar ses çıkarınca bana dönüp baktı.
Önce şaşkındı, sonra yüzünde bir gülümseme yayıldı
" güzel gözlü çocuk, sen misin?"
Kafamı sallayarak yanına yaklaştım.
" kömür gözlü için mi geldin?"
Çok şükür, çok şükür burada!
" O iyi mi?"
Sarıldı, neden sarıldı bilmiyorum belki de insan göremiyordur pek dağın başında ondan ama sarılması sıcak ve samimiydi.
" Daha iyi, içeride... gir hadi ben de çayı ocaktan alıp geliyorum"
Nasıl olabilir bu, in mi olduğumuzu cin mi bilmeden nasıl bir özgüvenle bizi böyle bağırna basabilir
Özgüven mi aptallık mı boşvermişlik mi? Yüzündeki yorgunluğa bakınca tüm cevabı almıştım oysa
İçeri tahta kapıyı iterek girdiğimde yere atılmış minder, yanan bir soba be sobanın yanında uyuyan Eylül'ü gördüm.
Üstünde eski püskü, her yeri yama ama tertemiz bir yorgan örtülüydü.
" Güzelim" Bir nefeste yanına vardım. Başını yastıktan kaldırıp yanına oturarak kucağıma çektiğimde güçlükle açtı gözünü
" Demir?" Elim yanağına alnına gitti, ateşine baktım. Hala biraz var, boynunda bir yazma sarılı belli ki boğazı ağrıyor
" Eylül çok korkuttun beni" Kaldırıp sarıldım "Nasıl yaparsın, öldüm... Sen beni öldürmeye doymuyor musun?"
Başımı boynuna, saçlarına gömdüm. Elleri beni hafifçe göğsümden iterken onu daha da gömdüm kendime
Ona öfkeli miyim evet, onu affedebilir miyim hayır, bir arada olmamız mümkün mü asla ama o iyi olsun.
O çok iyi olsun!
Saçını defalarca öpüp yanaklarını avucumun içine aldım, yüzünü kendime çevirdim
" Öldüm Eylül, ömrümden 10 yıl gitti"
Tekrar bastım bağrıma. Kapının açılma sesini duymama rağmen bırakmadım
" Tüm gece ateşlendi, yeni düştü ama aç. Hadi getir sevdiceğini de birşeyler yesin. Ben söylüyorum dinlemiyor seni dinler belki"
Göz göze geldik zeytinimle. Beni dinler belki... hiç sanmıyorum
" Yemek yemen lazım güzelim" alnını öpmeye başladım, neden duramıyorum. Ona sarılmadan dokunmadan neden duramıyorum?
Oysa durmam gerek, kahretsin Eylül ne yaptım ben? Seni bu kadar severken ne yaptım?
O güne dönsem, dönebilsem beni aldattığını bile bile, gururum şerefim yokmuşcasına sarar sarmalardım seni.
Kabul ederdim o bebeği, her şey için çok geç değil mi? kaçtı o tren!
" tamam" dedi masum çıkan sesi ile. Tamam.
Kahvaltıda her yuttuğu lokma ile yüzünü buruşturdu
" Çok mu acıyor bebeğim?"
Başını salladı gözyaşı sofraya düşerken. Ağlayarak koparttı ekmek dilimini.
Kolumun altına saklayıp bir daha öptüm alnını.
" Benim az işim var, bura böyle kalsın ben dönünce toplarım, sizin konuşacağımız vardır "
Tüm sevecen, korumacı tavrı ile çıkarken ardı sıra yine aynı soru takıldı aklıma. Kimden neden kaçıyor acaba?
Sonra ise gözüm benim kaçağıma takıldı
" Neden güzelim?"
Eylül
Nasıl söylerim, ya da evet söylerim... Beni buna o mahkum etti.
" Deniz" dediğimde gözünü öfke ile kapatırken dişlerinden ard arda sesler yükseldi.
" Ne yaptı?"
Derin derin solumaya başlamıştı. " Durmasını istedim..." dediğimde hızla yanımdan kalkıp odada dolanmaya başladı
" Canımı acıttı" deyip sustum. Belli ki yaşadıklarımı duymak daha ağırdı onlar için.
Bazı acılar sağırdır, dilsizdir... tıpkı benim acılarım gibi, tıpkı benim gibi!
Bir müddet daha dolanıp yanıma geldi
Hiç bir şey söylemeden acı çeken bir ifade ile bakıyordu yüzüme. Dolu gözleri, ağzını konuşmak için açıp son anda tuttuğu sözcükleri ile.
Sonra susmayı seçti, bana tekrar sarılıp başımı göğsüne gömdü
" Bana o adama dönmeyeceğini söyle, tamam bana da dönme ama ona da dönme"
Dönmek, dönecek bir yer var mı ki?
Ellerim benden izin almadan gitti bedenine. Neden ona sarıldığımda kendimi güvende hissediyorum.
Kokusunu çektim içime, çocukluğum kokuyor... Bu yüzden mi ondan bu kadar kolay vazgeçemiyorum.
Onla vedalaşmak çocukluğumla vedalaşmak çünkü.
" Ne kokuyor burası" dedi etrafa bakarak, çocukken de bu konuyu almıştık hatırladı mı acaba?
" küçükken.. yine sormuştun" dediğimde bir müddet kaşını çatış düşündü, sonra ise gözü hemen pencere önüne gitti... Mor eflatun çiçekler
" Tabi ya sümbül"
( Deniz ile aralarında geçen olaya sonraki bölümlerde Demir ile hesaplaşma kısmında işlenecek okuyucum.)