1. BÖLÜM: "YETİM KALMIŞ HAYALLERİN DÖKÜLMÜŞ KANI"
ARTAN BASAMAKLAR
1. BÖLÜM: "YETİM KALMIŞ HAYALLERİN DÖKÜLMÜŞ KANI"
?
Gökyüzü, kimsesiz sanılanların kandan ibaret gibi görülen sessiz mabedidir.
Gökyüzü, herkesi olanların aktan ayrılmayan gürültülü sefaletidir.
Gökyüzü, herkestir fakat kimsesizdir.
Şu an gökyüzü belirsiz bir ev benim için. Her mevsim farklı bir renk, her mevsim farklı bir his olan gökyüzü, müphemin bağrından kopan bir çığlık. Müphem olması, onu bir kadına benzettiğim gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü bir kadın gibi, bir kadının gözyaşları gibi yağıyor yağmuru. Bir kadın gibi, bir kadının acıyla çağlayan çığlığı gibi haykırıyor. Bir kadın gibi, bir kadının sessizliği gibi yuva oluyor.
Tıpkı bir kadın gibi hissettiriyor.
Bir anne gibi sığındırıyor.
Milyarlarca ruha gebe kalmış olan gök, bana rahmine düşen günahmışım gibi davranıyor. Cehennemden bir parçayı içinde saklayan gök, günah işlediğimi bana göstermekten çekinmiyor.
Gökyüzü bana tokat atıyor, avucunda ise günahın kendisi olduğum yazıyor.
İliklerimizi dondurarak ruhlarımızı bizden çalmaya çalışacak gibi dondurucu olan kış soğuğu, körpe toprağı bile yerinden kaldırmış gibiydi. Aslında bu havaya hepimiz körpeydik çünkü yirmi dört yıllık yaşamımda böyle soğuk gördüğümü, ikinci bir deriye böyle ihtiyaç duyduğumu hissetmemiştim. İstanbul'a bir ceza niyetinde gelmiş fırtına, her kış hissettiğim gibi sanki benim cezam olarak gelmişti. Bana cezaydı çünkü bu hayat bana reva değildi.
Gök annenin koynundan kopan kar taneleri öyle hırçın bir şekilde yer yüzüne iniyordu ki, kanından birini korurmuşcasına beraberinde gelen dolu taneleri, can acıtmayacak büyüklükte olmasına rağmen altında kalınca derimin yandığını hissetmiştim. "Niye böyle oldu ki?" diyen ikizimin sesi dolunun ve rüzgarın uğultusunu yararak ortaya bir yıldırım gibi düştü. "İstanbul'da ilk kez böyle bir kar fırtınası görüyorum. Nasıl kaçacağımızı şaşırdık yahu."
Ilgar'ın alaylı sesi, bir hışırtının ardından duyuldu, sanırım montundaki karları silkeliyordu. "Buzullara sormak lazım, Berca. Eriyin mi diyelim, ne diyelim?"
Bakışlarımı tenteyle korunan bahçenin ardında kalan caddeden alarak onlara çevirdim. Alışverişe diye yola koyulmuştuk fakat aniden gelen dolu resmen arabanın camını kırmakla bizi tehdit edince en yakındaki kafeye sığınmıştık.
Baristaların yanında dikilen ve Ilgar'ın lacivert montundan dökülen karları sevimsizce izleyen adamı gördüğümde homurdanarak, "Şu karları içeriye silkeleyip durma. Kafenin sahibi seni öldürecek gibi bakıyor." dedim Ilgar'a.
Ilgar duraksayarak elinde asılı montla kafasını çevirdi ve tezgah kısmına baktı. Adam, Ilgar'ın ona baktığını görünce aynı sevimsiz surat ifadesiyle gülümseyip başka yerlere bakmaya başladı. Bu Ilgar'ın nazikçe montunu sandalyenin arkasına asıp yerine oturmasına sebep olmuştu. Berca, sevgilisinin süt dökmüş kedi haline kıkırdadıktan sonra onu kolunun altına aldı ve saçlarını okşamaya başladı. Ilgar hiç düşünmeden sevgilisinin göğsüne yasladığı kafasıyla gülümsedi.
"Ecer," dedi Ilgar onların tepesinde dikildiğim saniyelerde. Hemen camın yanında oturduğumuz için karın beyaz ışığı buraya vuruyor ve Ilgar'ın kahve gözlerini kızıl gibi gösteriyordu. "Sen ne zamana kadar böyle sap gezeceksin, balım?"
"O yalnızların kraliçesi, balım," diyerek gülen Berca ona ters ters bakmama sebep oldu. "Ne, yalan mı?"
"İnsanlar sevgili yapmak zorunda değil," kendi söylediğim lafa yüzümü buruşturdum. "Bakın sizin yüzünüzden sevgili yapmak diyorum. Sevgili yapmayacağım, seveceğim ve gerisi gelecek."
"Ha, hazırsın yani?" dedi Ilgar alayla. "Sana bakınca, ay ne aşkı ben evlenmeyeceğim, diyen kız tipi görüyorum." sırıttı. "Böyle dedikten sonra ilk evlenen hani?"
"Uğraşma ikizimle ya," dedi Berca hafifçe onun saçlarını çekiştirdikten sonra. Ardından çekiştirdiği yerleri tekrar okşadı. "Yalnız olmak istiyor belki."
"Yo," dedi Ilgar sevgilisine göz ucuyla bakıp. "Geçen sene sevgilisi vardı?"
"Adı üstünde, geçen sene," diye homurdandım. Ardından çatık kaşlarımla beni bekleyen sandalyeye oturdum. "Ayrıca, Ferman hakkında böyle konuşmak istemediğimi biliyorsunuz."
"Güzelim adamın dedikodusunu yapmıyoruz ki," diye doğruldu Ilgar. "Ayrıca benim de arkadaşım. Hem Ferman'la senin ki... nasıl desem..."
Berca sevgilisini tamamladı şüpheli bir sesle. "Mantık ilişkisiydi?"
"Aynen!" diyerek parmağını şıklattı Ilgar. "Bunu herkes biliyor. Sizin aranızda aşk diye bir şey yoktu. Yani.."
"Bana göre yoktu," dedim kıvranan haline bakarak. "Biliyorum, o beni seviyordu. Ama ben onu yalnızca arkadaş olarak seviyordum. Bunu bile bile bana yalvardı." omuz silktim. "Ben başından benden bir şeyler beklememesi konusunda onu uyarmıştım. Sonuç olarak, ayrıldık. Şunu yüzüme vurmayı devam ederseniz, sizi şu dolunun altına atarım."
"Vov vov vov," dedi Ilgar ellerini kaldırarak. "Sakin ol şampiyon. Ben sadece sen bir daha hata yapma diye gözden geçirtiyorum olanları."
Bunları eğer ki başka biri söyleseydi, onu terslerdim büyük ihtimalle. Ne de olsa kimse benim özel hayatıma karışamazdı ama dostlarım benim özelimin tam ortasında deri, rahat bir koltukta oturmuş gibiydiler ve tuhaf bir şekilde şikayetçi olamıyordum.
"Sence Ferman bir hata mıydı?" diye sordum saf bir merakla. Üniversitenin son yılı sevgili olmuştuk, aslında Ferman'ın bana hep bir ilgisi vardı fakat ben hep göz ardı ederdim çünkü arkadaşlığımız bozulsun istemiyordum. Fakat Ferman Sezer beni öyle güzel seviyordu ki, göz ardı etmek imkansız hale gelmişti. Daha sonra çıkmaya başladığımızda ona dostluk sevgisinden başka bir şey veremeyeceğimi fark etmişti. Dayanabileceğini düşünmüştü ama hayır, aylar süren ilişkimiz bomba misali patlamış, yaralanan ise bir tek Ferman olmuştu. Ayrılığımızdan sonra yüksek lisans yapmak için yurt dışına çıkmıştı ve başarılı bir mühendis olma yolunda ilerliyordu. Onu neredeyse bir senedir görememiştik ama hala irtibattaydık.
Bizim sıkı bir dostluğumuz vardı; Ilgar, Berca, ben, Onat ve Ferman yıllar önce lisenin ilk yılında tanışmıştık. Daha doğrusu, Ilgar, Berca ve ben birinci sınıftaydık çünkü Ferman bizden bir yaş, Onat ise iki yaş büyüktü. İlk sene birbirimizi görsek bile pas vermemiştik ama hepimizde aynı spor okuluna gitmeye başladığımızda işler sarpa sarmış, sıkı bir dostluğun temeli atılmıştı. Her ne kadar Ferman eğitim için yurtdışında, Onat ise doktorluğunun zorunlu görevi sebebiyle Şırnak'ta olsa da bizim kopmayan bağlarımız vardı ve anca ihanet, bu bağların arasına bilenmiş bir jilet gibi düşebilirdi.
"Aksine," dedi Ilgar anlayışlı bir sesle. "Bunun ikiniz içinde bir ders olduğunu düşünüyorum. O mantık ilişkisi gibi saçma bir şeyin olmayacağını anladı, sen ise bu işlerin adamı olmadığını kanıtladın."
Sohbetimizi yorumsuz bir şekilde dinleyen Berca, sevgilisini başıyla onayladı. Yeşil gözleri yerdeyken bana çevrildi, bana benzeyen sureti, benimle alakası olmayan nazik bir tebessümle çerçevelendi. Berca'nın tıpkı benim ki gibi orman yeşili olan gözlerinden gözlerimi çekerek Ilgar'ın kahvelerine baktım. "Ben bu işlerin adamı değil miyim?"
Ilgar cevap verecekti ki Berca bir şeye takılmış gibi atladı. "Mantık ilişkisi gibi saçma bir şey derken?" derken sesi onaylamaz çıkıyordu. "Günümüzde fazlasıyla sağlıklı bir şekilde mantık ilişkisi sürdüren insanlar var."
"Tabii ki de öyle, bebeğim," dedi Ilgar kadrajına Berca'yı alırken. "Ama mantık ilişkisi dediğin iki taraflı olur. Bunların ki o yüzden saçmaydı; Ecer, işe mantık ilişkisi gözüyle bakıyordu. Ferman ise zıttı, kör kütük aşıktı." bu sözleri nedense kalbimi sızlattığında bunun vicdanımın acısı olduğunu biliyordum. Ondan ayrıldığım gerçeği vicdanımı inim inim inlettiriyordu ve bunun tek sebebi Ferman'ı üzmüş olmamdı. "Ayrıca, balım," diye bana döndü Ilgar bu sefer. "Sen ilişki adamı değilsin. Mantık ilişkisi adamı, hiç değilsin!" kaşlarını kaldırdı. "Bunu hepimiz biliyoruz, sen yalnızlığı seversin. Ama eğer bir ilişkiye gireceksen bence senin aşkı, en azından sevgiyi tatman gerekiyor."
"Bak gör," dedi Berca gururla. "Enişten ilişki terapisti olunca böyle beleşe terapi alabiliyorsun."
Bu yalnızca Ilgar'ı güldürdüğünde ben Ilgar'ın dediklerini düşünüyordum. Ben sanırım cidden ilişki adamı değildim keza çok fazla bir ilişkim de olmamıştı. Aslında Ferman dışında bir ilişkim olmamıştı, yalnızca bir iki konuştuğum ve bu yolda adımladığım kişiler olmuştu, onlar da yine benim konuşma bilmezliğim sayesinde sonlanmıştı.
Ilgar cidden haklıydı, anca aşk kadar kuvvetli bir duygu beni bir ilişkide tutabilirdi ki eğer o aşk, elimi kolumu bağlayarak beni tutacaksa, hiç tutmasındı daha iyiydi. Aksine aşk, pranga vurmamalı, bilakis var olan prangaları koparıp atmalıydı. Aşk özgürlük olmalıydı ama aşk çok acıtacaktı.
"Bak bak, nasıl daldı," Ilgar'ın alaylı sesiyle ne ara pencereye döndüğünü bilmediğim bakışlarımı dostuma çevirdim. "Aşık olasın geldi, değil mi?"
"He sorma," diye homurdandığımda bakışlarımı ikisi üzerinde dolandırdım. "Olan olmuş, bende sizi izlerim."
"Sen baldızsın, baldız," dedi Ilgar ayıplarcasına. "Karşı çık ilişkimize, ne bileyim bir çomak sok. Çok sıkıcısın. Hiç aksiyon yok ya, bu ne? Şu ilişkiye bir kalp masajı yapın."
Homurdanan sevgilisine şaşkınlıkla bakan Berca, "Ben sana bir aksiyon gösteririm, bir daha göremezsin öylesini. Tom Cruse'un adını duyunca kaçarsın, beni deli etme, oğlum!" diye çemkirdi ve bana aynı bakışları yöneltti. "Ben bu çocuğu döverim, ayır bizi diyor resmen!"
"Oğlum mu?" dedi Ilgar şaşkınlıkla Berca'ya bakarak. "Çocuk mu? Bu ne Berca? Mahalledeki çocukların attığı top eve girmiş de, tehdit ediyor yaşlı nine sanki. Meslek lisesi çıkışı bekleyen emo oturuşu yap, tam olsun, hayatım."
"Lafı da nasıl kıvırtıyor," dedim kaostan beslenen tarafımla pis pis sırıtarak. "Bence bir ayrılın, güncellemesi gelmiş bunun, Berca."
"İlişkimiz heyecansız mı?" dedi Berca trip moduyla arkasına yaslanarak. "O zaman akşam eve gelmeyin Ilgar Bey," Ilgar'ın gözleri büyüdü. "Tüm arkadaşlarını da arar, seni eve almamalarını söylerim. Sokakta kalırsın. Al sana heyecan!"
"Aşkım ben öyle demek istememiştim," dedi Ilgar panikle. "Ne demek eve almam ya? Bugün maç var. Yapma, yanarız."
"Ay bir de maç için eve girmek istiyor, delinin zoruna bak!"
"Ben aynı eve çıkmayın, Berca seni sürekli evden atar dedim," diyerek omuz silktiğimde Ilgar bana göz devirdi.
"Ben bir tanem, aşkım, gülüm Berca'mla aynı evde yaşamaktan gayet memnunum."
Berca ile aynı anda, "Gülüm mü?" dediğimizde yine aynı anda ekledik: "O ne ya?"
"Cidden ikizmişsiniz," diye şaşkınlıkla gülen Ilgar bakışlarını dışarıya çevirdi. "Dolu durmuş. Kar var ama sorun olmaz, çıkalım mı?"
"Kar fırtınasının altında kalırsın inşallah, Ilgar," diye ayaklanan Berca hızla kurumuş montunu giydi. "Ne diyeyim."
Berca çıkışa yürümeye başladığında Ilgar montunu kaptığı gibi arkasından koştururken seslendi. "Berca balım, dur gözünü seveyim."
Ben arkalarından öylece bakakaldığımı fark ettiğimde toparlanarak ayağa kalktım ve yünlü deri ceketimi üzerime geçirdim. Yünlü olsa da sadece bir deri ceketle çıktığım için üşüyeceğimi düşünmüştüm ama şimdilik idare edebilmiştim. Çantamı da koluma taktıktan sonra çıkışa yürürken önümü az önce ki mekan sahibi kesti. "Hesap ödenmedi."
"Hesabı bana kitlediler resmen," diye adamın duymayacağı bir şekilde homurdandıktan sonra nezaketle tebessüm ederek kasaya ilerledim. İçtiğimiz üç sıcak çikolatanın parasını ödedikten sonra dışarı çıktığımda keskin soğuk, yüzüme küçük cam parçalarının dağılışı gibi çarptı. Bu üşütmekten ziyade canımı acıttığında kanın çekilmeye başladığı yüzüme çarpan kar taneleri pek de yardımcı olmuyordu.
Ellerimi ceketimin cebine bastırarak yavaş ama dikkatli adımlarla kafenin bahçesinden çıktım. Ilgar'ın arabası görünürlerde yoktu, biraz uzağa park etmiştik zaten ve park ettiğimiz yer ezberimde değildi. Onları soğuğun yuva yaptığı buz gibi havada beklerken telefonumdan duyulan melodik ses kar tanelerinin arasından süzülerek bana ulaştı. Ilgar'ın ya da Berca'nın olacağını umarak telefonu elimle sıkıştırdığım cebimden çıkardım. Ekranda ikisinin ismini değil de bir yabancı numarayı gördüğümde kaşlarım çatıldı.
Aramayı merakla yanıtlayarak telefonu hâlâ sıcaklığını koruyan kulağıma dayandığımda duyduğum ilk şey cızırtı sesiydi. "Ecer Benan!" diye bir ses duydum hemen ardından. Kaşlarımı çatmama sebep olan şey, sesin robotik, kalın bir sesten olmasıydı. "24 yaşında, genç, güzel işsiz bir bilgisayar mühendisi! Berca Benan'ın biricik ikizi!"
Kirpiklerim sanki etrafı göremiyormuş gibi kısıldığında kaşlarım hayretle havalandı. Bu neydi böyle? Biri şaka mı yapıyordu?
"Kimsin?" dedim anlam veremez bir sesle. Sesimin dalgasından kopan yankı, yine sesimin oluşturduğu derin kuyuda yankılandı. Sesimdeki sorgu ve merak, o kuyuya giremeden yok oluyordu. "Ne saçmalıyorsun?"
"Ecer, Ecer..." dedi düşünceli bir sesle robotik ses. "Saçmalamak mı?" başta ayıplar gibi çıkan sesi kesildi ve aynı robotik sesle bağırdı. "Saçmalamak mı?!" makine sesine rağmen sinirli olduğunu anladım. Bu neydi böyle? "Hiç ama hiç bir şey, olanları saçmalamak olarak tasvir edemez."
"Tasvir et o halde," dedim sıkkın bir sesle. Kim benimle dalga geçiyordu, bilmiyorum. Bizimkilerden birisi olması imkansızdı. Böyle şakalardan nefret ettiğimi bilirlerdi ve asla kalkışmazlardı. Numaramın da akrabalarımdan ve aşırı yakın çevrem dışında kimsemde olmadığını var sayarsak... Geriye bir şey kalmıyordu.
"Kan," dedi. Ölümün bağrından kopmuş gibi olan sesi, mezar taşında parçalanmış gibi çınladı kulaklarımda. "Ölüm." konuşma sırası ondaydı, farkındaydım fakat eceli dilinden düşürmeyen bu biri beni ürkütmüştü. "Zindan."
"Kapatıyorum," dedim kaşlarım gözlerime gölge düşürürken. "Oyunlarını başkasına oyna."
"Oyun mu?" derken sesi keyifliydi. Kapatmama kalmadan devam etti. "Doğru, bu bir oyun olacak, Ecer Benan." tüylerim diken diken olurken konuşmaya devam etti. "Fakat bu oyunun kuralları kanla yazıldı."
Sözleri beni irkilttiğinde etrafıma bakındım nedensizce ama arabasını ilerletmeye çalışan bir kaç kişi dışında pek kimse yoktu caddede. "Babamın ya da annemin düşmanlarından biri misin?"
Babam ve annem ünü yaygın iki başarılı avukattı ve bu tarz mafyatik davalara baktıkları için çokça düşman edinirlerdi. Berca ile bu sebeple diken üstünde olduğumuz zamanlar çok sıktı. Babama ya da anneme bilenip hıncını bizden çıkaranlar olmuştu. Belki bu robot sesiyle konuşan aptal da onlardan biriydi?
"Ne? Hayır," derken sesi alaycıydı. "Eğer ki öyle bir dava meselesine girersem, böyle oynamam. Kelleni alır ve babanın kapısının önüne bırakırım."
Sözleri boğazıma bir bıçak dayanmış gibi beni gerdiğinde nedense işlerin beni işletmeye çalışılmasından öte olduğunu düşünüyordum. Ailemle ilgili değildi. O halde mesele neydi? Biri benimle ne diye uğraşsındı ki?
"Peki o zaman," derken sesimi rahat tutmaya çalışıyordum. "Derdin ne?"
"Sensin, Ecer," derken sesi kısık geldi. Ardından daha güçlü bir sesle konuştu. "Dakikalar önce gökyüzüne bakıyordun, değil mi?" dediğinde beni izlediği gerçeği kalakalmama sebep olmuştu. "Belki de umutla izliyordun kar tanelerini. O halde sana söyleyeyim; o umutla izlediğin son gökyüzüydü. Bundan sonra göğün dahi sana yüzünü göstermeyeceğini hayattan yediğin tokattan sonra anlayacaksın." derin bir nefes aldı. "O tokatı yemeni de ben sağlayacağım."
"Bir şeyler zırvalıyorsun ama," dediğimde sesimdeki soğukluk beni bile ürküttü. "Umarım bu telefon sapıklığının bir sonucu olacağını biliyorsundur!"
"Babana mı söyleyeceksin, Ecer?" güldü. "Böyle tehdit ediyorsun ama," dedi aynı benim gibi. "Bir şeye yaramayacağını biliyorsundur."
"Belli ki ailemi tanıyorsun," etrafıma bakındım ama bana bakan ya da dikkat çeken birini göremedim. "O halde seni bulabileceğimi de biliyorsun."
"Dün ki çocuk değilim ben, güzelim. Senin o kendini bir şey sanan ailen bile bana ulaşamaz."
"Sen öyle san."
"Sanmıyorum, biliyorum."
"Biliyor musun?" derken gergince alnımı ovaladım. "Sabahtan beri beni neden rahatsız ettiğini söylemedin?"
"Dedim ya Ecer; seni istiyorum."
"Sapık mısın be sen?!" dedim patlayarak. Sesim her ne kadar sinirli çıksa da korkuma engel olamıyordum. "Ne istiyorsun benden?"
"Senden seni istiyorum," derken karanlık sesi, ruhuma sızmak istiyormuş gibiydi. Ruhuma kan akıtmak istiyormuş gibi. "Senden tüm hayatını istiyorum. Senden çıplak bedenini değil, soyunamayan ruhunu istiyorum."
Ben hâlâ etrafıma bakınıyorken, buraya gelen Ilgar'ın arabasını gördüm. Ilgar arabayı sürerken bile bir tartışma eşiğindeydiler. Ben onlara can kurtaran görmüş gibi bakarken yüzümün boğuluyormuş gibi olduğuna da emindim.
Çaremi bulduğumu anlayan robotik ses cık cıkladı. "Boşuna sevinme. Onlar sana yardım edebilecek son insanlar." beni izliyordu. "Ayrıca eğer onlara beni söylersen neler olacağını biliyor musun, güzelim?"
"Ne saçmalıyorsun?" dediğimde Ilgar cipini tam da önümde durdurdu ama başı Berca'ya dönüktü ve bir şeyler anlatıyordu, bu yüzden Berca'yı da göremiyordum.
"Eğer ki onlara söylersen, pek de iyi şeyler olmaz diyorum. Çünkü bu oyun iki kişilik, Ecer. Oyuna üçüncü kişiler girerse, bum!" dedi yükselen sesiyle. "Hepsi ölür!"
Kaşlarım daha fazla çatıldığında, arabaya hâlâ binmediğimi fark eden Ilgar, camını aşağı indirerek bana baktı. "Hadisene kızım, donmak mı istiyorsun?"
"Ilgar..."
"Ecer!" diye yükseldi kulağımdaki ses. "Bana inanmıyor musun? Ha?" bağırdı. "Söyle! İnanmıyor musun?" o sustuktan hemen sonra cızırtı sesi de kesildi. Bir şey demek istedim ama Ilgar'ın suratına boş boş bakmaktan başka bir şey yapamadım.
Ilgar, "Ecer diyorum-" diye bana tekrar seslenmişti ki, karların hakimi sandığımız caddeyi bir patlama sesi esir aldı.
Bu benim gibi bir çok kişiyi sıçrattığında, yalnızca silah sesi olduğunu fark ettim. Ilgar ve Berca'nın da bakışları etrafta geziyor, kim patlattı diye bakıyorlardı. Yanımdan geçen bir adamın, "Maganda her yerde maganda, şehir içinde yaptıkları artistliğe bak!" diye homurdandığını duymuştum.
"İnandın mı, Ecer?" dedi kulağımdaki cızırtı tekrar geri geldiğinde. O robot sesini tekrar duyunca, irkildim. "Bir sonraki silah sesini duymak ister misin? Ama mermi havaya değil, Berca'nın yüzüne patlar."
Kanımın donduğunu hissettiğimde dudaklarım aralandı. Ölümün ferdadan gelen çağrısı, kulaklarımı sağır etmiş gibiydi. "Tamam!" dedim bir çırpıda. Ilgar ve Berca'nın anlamaz bakışları bana dönsede umursamadım ve "Tamam!" diye sesimi yükselttim tekrar. "İnanıyorum. Dur. Tamam mı? Dur."
Halbuki ben, ölümün bu kadar yakınımda olabileceğini bilmiyordum.
"Güzel," derken sesi, az önce bir silahın patlamasına sebep olmamış gibi sakindi. "O halde şimdi arabaya bin, dikkat çekme. Ben seni tekrar arayana kadar da kimseye tek kelime etme." başımı salladım. "Aferin. Beni duydun, değil mi, Ecer? Kimseye bir şey söyleme. Babana yapmak yerine, senin kapına bir kelle gönderirim."
Nefes almak zor geldiğinde başımı sallamakla yetindim. Ne de olsa beni görüyordu, yahut izliyordu, önemli değildi. Çünkü bu adam kaçığın tekiydi!
"Görüşmek üzere, Ecer."
Telefon yüzüme kapatıldığında tuttuğum nefesi bıraktım ve etrafıma bakındım. "Ecer, iyi misin?" Ilgar'ın arabadan çıkmak için hamle yaptığını fark edince, sabahtan beri bana seslendiğini anladım. Elimle onu durdurduğumda, "Bir arkadaş aradı da," derken titreyen bacaklarımla arka kapıya ilerledim. "Sinir etti. Önemsiz."
Ilgar anlamasada omuz silkmekle yetindi. Kendimi çoktan ısıtılmış arabaya attığımda gevşeyen eklemlerin ile bir kaç dakika öylece bekledim. Ilgar ve Berca kendi aralarında bir şey konuştukları için beni fark etmemişlerdi.
Vücudum tamamıyla ısındığında ve uzuvlarımı hissetmeye başladığımda, elimdeki telefonu sıkıca tuttuğumu fark ettim. Ekranın ortasında baskımdan dolayı bir beyazlık oluşmuştu. Sertçe yutkunarak telefonu tutan elimi gevşettim ve ekran eski siyah haline döndü.
O konuştuğum robotik ses kimdi? Ailem ile ilgili değilse, benimle ne gibi bir derdi olabilirdi ki? Şu an tüm hayatımı gözler önüne getirmeye gerek yoktu çünkü kendimi biliyordum, kendimden emindim, birinin canını benimle böyle oynayacak, beni ölümle tehdit edecek kadar yakmamıştım. Birilerinin canını yaktığımı, illa ki bir tane de olsa ah aldığımı biliyordum çünkü ben soğukkanlı biriydim ve bana doğru geliyorsa karşımdakine söylemekten çekinmez, karşımdakinin ne hissettiğini önemsemezdim. Fakat, kimsenin canını bu denli yaktığımı da düşünmüyordum.
Durduk yere insanlara bulaşan bir tip olmamam bir yana, insanlarla sıkı bir iletişime girdiğim de söylenemezdi. Birinin nasıl bir ahını almıştım da, beni kardeşimin ruhuyla tehdit ediyordu?
Suçsuz olabileceğim gerçeği de aklıma geldiğinde, bunu mantıksız bulduğum için aklımdan def etmeyi istedim ama telefondan o robot sesiyle konuşan adamın pek akıllı biri olmadığını düşünürsek, bu da bir ihtimaldi. Akıl sağlığının yerinde olduğunu düşünmüyordum keza o devamlı, durduk yere yükselen sesinin, ani duygu değişimlerinin başka bir açıklaması olamazdı. Belki de kendine bir kurban arıyordu ve nasıl denk geldiyse beni seçmişti.
Kendimden öte sevdiklerimin canının yanacağı ihtimalinin getirdiği korkuyla deli gibi düşünürken, zihnimin içi belkili varsayımlarla dolmuştu ama taşmasına daha çok vardı. Ben şu an bile bu akıl sınırı ihtimallere dayanamıyorken, taşmasını nasıl bekleyecektim haberim yoktu. Hem de o taşma sınırı neresiydi bilmiyordum bile, daha ne kadar bu okyanus sandığım bataklıkta çırpınacaktım?
"Ecer?" diye yükselen bir ses duyduğumda bedenim dolduğu korku sebebiyle tetikleyecek bir şey bulmuş gibi sıçradı. Bakışlarımı arabanın siyah zemininden çekerek kaldırdım ve arkasına hafifçe dönerek bana bakan Ilgar'a baktım. Anlamayan bakışları bendeydi ve tavrıma karşı kaşlarını daha da çattı. "Duymuyor musun? Sabahtan beri sana sesleniyoruz. Sen şu kafeden çıktıktan sonra bir tuhaflaştın, bir sorun olmadığına emin misin?"
Çok sorun var gibi Ilgar fakat bizim gücümüz bu sorunlara yeter mi, inan ki bilmiyorum. Robot sesin çaktırmamam konusundaki uyarıları ve tehditleri kulağıma doluştuğunda her zaman ki soğuk tavrımı takınarak başımı onaylarcasına salladım. "İyiyim," dedim hiç bir şey olmamış gibi. Çok şey olacak gibi. "Telefondaki kıza sinirlendim dedim ya, şu an kızı yumrukladığımı hayal ediyorum."
Sorgular yüz ifadesi, son cümlemle yumuşadı ve hafifçe güldü. "Lisansını yakmak istiyorsan buyur yak," diyen Berca, tıpkı Ilgar gibi arkasına hafifçe dönmüştü ve gülüyordu. O an durduğumuzu bile yeni fark etmiştim; etrafımıza baktığımda Berca ve Ilgar'ın evinin bahçesinin yan tarafında bulunan araç yerinde olduğumuzu anladım.
"Beni eve bıraksaydınız bari," dedim homurdanarak.
"Bu gece bizdesin, balım," dedi Ilgar emniyet kemerini çözerken. Kaşlarımı çattığım an bunu dikiz aynasından gördü ve aynı benim gibi kaşlarını çattı. "İtiraz kabul etmiyorum."
"Hem sürprizimiz var," diye cıvıldayan Berca, sevgilisinden ters bir bakış yedi. Yeşil gözleri bıkkınlıkla devrildi. "İçeriğini söylemedim ya canım! Ama sevineceğin bir sürpriz!"
Omuz silktiğimde çok geçmeden arabadan inmiştik. Kapalı park alanından çıktığımızda normalde yeşil çimenlerle kaplı küçük ön bahçesi, kardan çitleri bile görünmez haldeydi. Ilgar ve Berca'nın evini, daha doğrusu oturdukları mahalleyi seviyordum çünkü amerikan tarzı evlerin bir çoğu aynıydı ve yan yana dizilince emekli mahallesi gibi huzurlu bir görüntü oluşuyordu. Kapalı garajın bağlı olduğu iki katlı evin kapısına yürüdüğümüzde Ilgar hızlıca kapıyı açtı. Isıtıcıları kapatmamış olmalılar ki evin için ateşten bir parça gibiydi ve eşikten bir adım attığım an, yüzüme esen sıcak rüzgar, beni adım atmaya teşvik ediyordu.
Montlarımızı çıkarıp ayakkabılarımızı kurumak üzere bıraktıktan sonra, "Ben şu şömineyi de yakayım, harika bir akşam yemeği yiyelim." diyen Ilgar antreden çıkarak büyük salona ilerledi.
"Alışverişi de yapamadık ya," diye homurdandı Berca sıkkın bir tavırla. "Market yolları hep kapalıydı. Bari internetten sipariş edeyim."
Onu başımla onayladığımda salona ilerledim ve kendimi pofuduk üçlü koltuğa attım. Onların evinde her zaman rahattım, birinin kardeşim olması bir yana, Ilgar'ın da çocukluk arkadaşım olduğunu düşünürsek sorun edeceğim bir şey yoktu. Ben ayaklarımı uzatıp dinlendiğim süreçte Ilgar şömine ateşini yakmış, Berca'nın sipariş ettiği şeyler kapımızda bitmişti. Akşam yemeği için kolları sıvarken oldukça bol çeşitli ve lezzetli şeylerin tarifleri vardı önümüzde. Sürpriz ile alakası olduğunu düşünüyordum ama Berca zaten hep bol çeşit hazırlayan biriydi.
Aklımı dağıtmak için yemeğe katılacak olan biberleri hızla doğrarken, zihnime ateş damlası gibi düşen ihtimal ile, olduğum yerde kalakaldım ve bıçağı Berca ile Ilgar'a doğrulttum. "Bir dakika!" dedim sesimi yükselterek. Sessiz sakin bir müzik eşliğinde hazırlık yaptığımız için yükselen sesim ikisini de irkiltti. Ilgar elinde tuttuğu pirinçleri süzgeçten geçirirken, Berca da tava başında bir şeyleri kızartırken bana bakakaldılar. "Sürpriz falan dediniz.. Yoksa... sen hamile falan mısın kızım?"
Berca'nın gözleri kocaman olduğunda yanaklarına oturan kan ile bana balık gibi bakmaya devam etti. Ilgar ise musluğu kapatarak kocaman bir kahkaha attı. "Berca'ya bak!" dedi kahkahasının arasında. "Daha ben kendim çocuğum diyecek gibi bakıyor."
"Doğru mu?!"
"Ya hayır," dedi Berca güçsüz bir sesle. Utanmıştı. "Ne alakası var?"
"Ne bileyim," dedim dudak bükerek. "Heyecanlı heyecanlı sürpriz deyince, kardeş geliyor sana konuşması yapacaksınız sandım."
"Ay yok!" dedi Berca hayretle. "Daha o tarz şeyler için.. çok erken."
"Kırıldım," dedi Ilgar çocuk gibi dudak büzerken. "Benden çok iyi bir baba olur halbuki, değil mi, baldız?"
Kaç senedir birliktelerdi, hem de üniversite ikinci sınıftan beri aynı evde kalıyorlardı. Cidden çocuk meselesini hiç mi konuşmamışlardı? Evlenmeleri sorun değildi, evli çiftlerden farkları yoktu neticede, ki babamların her ne kadar itirazları olmuş olsa da, ama bu tarz çocuk meseleleri sevgililer arasında konuşulmaz mıydı?
Ilgar'ın cidden bir an kırıldığını görür gibi oldum, her ne kadar şu an biraz dalgayla bile konuşsa. Berca'nın yaptığı hataydı, çünkü tek başına karar veremezdi böyle şeylere, en azından dile o kadar kolay getirmemeliydi. "Valla tam aile babası tipi var sende, Gar," dedim alayla. "Atletle mangal başı yapabilecek bir tip."
"Değil mi?" diye dalgın bir şekilde güldü ve tekrar musluğu açarak işine devam etti. Ben hiç bir şey olmamış gibi önüme dönsem de o an Ilgar'ın çocuk meselesini düşündüğünü anlamıştım ve Berca'ya içten içe biraz daha kızdım. Hatta bunu yüzüme yansıtıp Berca'ya gözlerimi büyüterek baktığımda, pişmanlıkla omuz silkti. Aniden korkusuyla söylediği şeylerin Ilgar'ı kırdığını fark etmişti ama bunu sanırım daha sonra konuşacaktı.
Geri kalan bir saat boyunca sessiz bir şekilde yemekleri hazırlamıştık. Bu süreçte Berca ile bakışlarımız sık sık Ilgar'a kayıyordu ama o gayet normal gözüküyordu, belki de numara yapıyordu, bilmiyorum. Şöminenin etrafına dizilen koltuk takımın ve kapının arasında kalan ahşap yemek masasına hazırladıklarımızı yerleştirmeye başladığımızda hava çoktan kararmıştı. Bir kaç loş ışık ve harlanan ateşiyle şömine gayet hoş bir ortam oluşturmuştu. Evin içine dolan zil sesi, arka planda kalan müzik sesini bastırdığında kimin geldiğini merak etmiştim.
Kapına bir kelle gönderirim, Ecer, sözleri zihnimde yankılandığında ister istemez korkuyla nefesimi tuttum ve elimdeki şarap şişesini dikkatlice kavradım. Korkuyla ince, kıvrılan kısmı sıkıca tuttuğumda Ilgar, "İşte sürpriz geldi," dedi keyifli bir tınıyla ve kapıya ilerledi. Kapıyı açtığında zihnim bana oynadığı oyunla yerde yatan ve kanlar fışkıran bir kelle görmemi istedi. Fakat kapının hemen önünde, kararan havaya tezat evden yansıyan ışığın yüzlerine vurduğu iki heybetli beden vardı. Karanlığın gölge vurduğu suratları içeri attıkları bir adımla yok olduğunda, dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
Bölüm Sonu