2. Bölüm/ Pişmanlık

3968 Words
Burnuma dolan ama ciğerlerime varmadan midemi allak bullak eden kokuyu bilincim yerine gelirken fark ettim. İlaç ve bir çok dezenfektan maddesi ciğerlerime işlenirken nerede olduğumu anladım ve kaşlarımı memnuniyetsizce çattım. Karanlığın hala esir aldığı gözlerim ışığa kavuşmamışken ani hareketimle başıma sonsuz bir ağrı saplanmıştı. Zorlukla hareket ettirdiğim sol kolumu delen iğne ucuyla acıya hazırlıksız yakaladım ve diğer kolumu kaldırarak gözlerime siper ettim. Başımdaki ağrıyı ve bilinçsiz beynimi bir süre sessiz kalarak hazmetmeye çalıştım. Bir hastane odasındaydım. Sessizlik bir uğultu gibi kulaklarımı doldurunca zihnimin bulanıklığı giderek çoğalıyordu. Bazı görüntüler kafamda dolanıp durdu. Önce silik daha sonra netlik kazanan görüntüleri anlamaya çalıştım. Göz kapaklarımı kaldırıp biraz olsun kendime gelmek istesem de midemde ki bulantı artıp ağzımın daha çok acı olmasını sağladı. Açılıp kapanan kapı sesini duydum ve ellerimi gözlerimden indirdim. Işığa alışmakta zorlanan gözlerimi bir kaç defa güçlükle kırptıktan sonra net bir görüntü yakalama fırsatı bulmuştum. Beyaz önlüklü bir adam yanıma yaklaştı ve ismimi seslendi. Boş ve anlamsızca adama baktım. "Kendinize yeni geliyorsunuz sanırım. Biraz baş ağrısı olabilir." Serumu kontrol ettikten sonra tekrardan resmi gülüşüyle bilgi verdi. "Serumunuz bitmek üzere. Ailenize haber vermemi ister misiniz?" Başımla doktorun dediklerini robotik bir şekilde onaylarken bir şeyi unutuyor yada anlamıyor gibi hissediyordum. Doktor odadan çıktı ve ben küçük pencereden gün ışığının parlak bir demetini izledim. Aile! Doktorun anlattıklarını bir süre analiz edince beynimde şimşek etkisiyle sahneler geçip durdu. İçime derin bir nefes çektim ve tek soluğumu abimi düşünerek hapsettim ciğerlerime. Başımı olabildiğince hızla yastıktan kaldırdım ve dolan gözlerimle etrafıma baktım. Neredeydi annem babam ve abim? Tam onları düşündüğüm an içeri merak ve korkuyla girdiler. Annem yine ağlamış heder etmişti kendini. Babam hüznü ta derinliklerinde yaşamış bir kaç saat önce gördüğüm adamdan daha beter duruma düşmüştü. Abim ise sırtına dünya kadar yükü taşımış gibi yorgun ve bitikti. Hepsinin gözlerinde tek bir duygu çırılçıplak ortada duruyordu. Kaybetme korkusu... "Kızım! Annecim iyi misin? Bak sana güzel haberlerle geldik." Annem acele ederek yanıma yaklaştı ve bana sarılarak yanağımdan öptü. Ellerimi tutarak yanımda oturunca gözlerine hüzünle baktım. "Bakma böyle bal gözlüm. Biraz olsun içimizi rahatlatacak bir haberim var." Bu durumda tek güzel haber abimin o kazayı yapmaması ve o adama çarpmamasıydı. İnanmak istesemde şu an iyi bir şey olacağını zannetmiyordum. "Evet abin birine çarpmış ama adamın sadece ayağı ezilmiş." Abimin adama çarptığını havada taklalar attığını kurmuştum aklımda oysa ama şimdi bu duyduklarımla yersiz korkularım yavaş yavaş beni terk ediyordu. Yüzümde oluşan şaşkın gülümseme saniyeler sonra sevinç çığlıklarına döndü ve koşarak abime sarıldım. "Öyle çok korktum ki gerçek anlamda adama çarptığını zannettim. Ama şimdi bu duyduklarıma çok sevindim." Yanlış bir şey söylemiş gibi hızla elimi ağzıma kapattım. "Yani şey... adama çarptığın için değil. Sadece ayağını ezdiğin için dedim... aman offf! Ayağını da değil." Aptalca hareketler yapmayı kestim bir anda. Çünkü abimin dikkatsizliğinin ve sorumsuzluğunun basitçe geçiştirilmeyecek kadar bizim için önemli olduğunu anlamıştım. Karşısına geçtim ve elimi belime koyarak direk konuya daldım. "Ucuz kurtuldun abicim bu sefer! Senin nasıl araba kullandığını biliyoruz! Hiç mi düşünmüyorsun arkanda olan insanları, bizi. Bu sorumsuzluğunu az kalsın bütün hayatını parmaklıklar ardında geçirerek ödeyecektin. Yeter artık annemi babamı ve beni böyle üzemezsin." Ona sarılıp ağlayan sevgisini açıkça belli eden ben boyumdan büyük sözleri söylerken çocukluğuma geri dönmüştüm. Annemin saksılarını da top oynarken hep kırardı. Babama baktım ve" Haksız mıyım baba? Kaç kere uyardın abimi!" diyerek onu da bu konuşmama dahil ettim. Sessiz kalarak bizleri dinleyen babam kavga eden küçük çocuklarını ayırır gibi aramıza girdi." Sakin ol Balım! Daha yeni ayıldın. Başın dönebilir yerine otur ve biraz kendini iyi hissedince annenle birlikte eve git." "Ne? Siz niye gelmiyorsunuz?" Abim ve babam bakışlarını benden kaçırınca kaza olayının hafife aldığımı fark ettim. Doğru düşünceler içinde olduğumu annem konuşunca anlamıştım. "Kızım evet abin adamın ayağını ezmiş ama yük fazla olduğu için ayağını kurtaramadılar ve kesmek zorunda kaldılar." Annem gözünden düşen bir damla göz yaşını silince kendimi az önce ki karanlığa tekrardan mahkum etmek istedim ve yatağa oturarak gözlerimi tekrardan penceredeki gün ışığına çevirdim. Bir insanın hayatına mal olacak kadar kötüydü. Yarınlarını eksik yaşayacak adamın yerine bir anlık kendimi koydum ve engelleri bir bir aşmayı hayal ettim. Zor ve kimi yerde imkansızı görmek yüreğimi parçaladı. Ama yine de bu düşüncelerim o adamın yaşadıklarının yanından hiç kalacaktı. "Şimdi ne olacak?" Umudunu kaybetmiş omzu çökmüş bir bedeni taşımak kadar ağır bir yük olamazdı. "Bir şey olacağı yok Balım. Siz eve geçin ama kendine dikkat et kan şekerin düşük çıkmış." Yanıma yaklaşıp ellerini saçlarıma koyan babamın şefkatini hissedince gözlerimi kapattım ve huzuru parmak uçlarında aradım. "Bu sorunla çok karşılaşıyoruz bu aralar. İyi bir doktor bulup gidelim. Neden sık sık şekerin düşüyor bakalım." Başıma küçük bir öpücük kondurdu ve kısa zamanda huzuru bana sunan babamla abim odadan çıkmaya hazır şekilde kapıya doğru yürüdüler. "İkinizi de ev de bekliyor olacağız baba!" Bu cümlemle iki adam sırtı dönük bir müddet beklese de abim bana döndü. "Geleceğiz" diyerek kendisinin bile inanmadığı sözü bana vermişti. Sonu iyi olmayacaktı bu işin. Ölüm kalım meselesi değildi ama hayat memat meselesi olduğu aşikardı. İkili odadan çıktığı gibi doktor içeri girmiş ve bana soru sormaya başlamıştı. Genç doktora bitkin gözlerle baktığımda sorduğu bütün soruları benim yerime annemin cevap vermesine şükrettim. Kısa süre önce tuhaf karşılanıcak bir durum yaşamıştım. İştahlı bir kız olmama rağmen kan şekerim olmadık yerlerde düşüp duruyordu. En son piknik yaptığımız sırada bütün aileyi endişeye düşürecek şekilde bayılmış memlekete kadar duyulmuş aramayan kalmamıştı. Sevenimiz çoktu tek iyi yanı buydu. Ve en sonuncusu da bugün gerçekleşmişti. Nasıl bayıldığım hatırlamaya çalışsam da bir türlü parçalar bir araya gelmiyordu. Bir yerimi kırıp morartmadıysam biri beni tutmuş olmalıydı. Aklıma getirmeye çalıştıkça başım ağrımaya başlamıştı. Anneme sordum. Hala doktorla konuşuyor bilgi alıyordu. "Anne kim tuttu beni? Hiç bir yerim ağrımadığına göre biri beni tutmuş olmalı. Abim mi?" Annem doktorla olan konuşmasını sorumla kesti ve tedirgin bir şekilde ellerini birleştirdi. Dudakları düz bir çizgi halini alınca bir sorun olduğunu hissettim. "Halit' in ayağını ezdiği adamın abisi." İnanamayarak sonuna kadar açtığım gözlerle tedirgin olmuş kadının suratına anlamsızca baktım. Hayretler içerisinde duyduğum cümlenin tezatlığına kısa garip bir kahkaha attım ve yerimden kalkıp odada bir kaç adım attım. " Aslında bir yerim ağrımıyor ama kontrol edesim geliyor. Belki bir tekme izi falan bulabilirim." Gülme ve ağlama modunda dönüp duruyordum. Ya da ağlanacak yerde gülüyordum. Kimdi ki abisi? Siyah... Gözlerimi daha sonra bütün vücudumu saran elektrik akımına benzeyen titreme ile olduğum yerde bir sallanıp durdum. O beni tutmuştu. O karmakarışık görüntüler onun beni tuttuğu ana aitti. Kollarıyla sardığı beden benim bedenimdi. Kollarında havalanan kuş misali uçan benim bedenim ve kalbimdi. Siyah harelerine baktığım orada kendimi gördüğüm gözler onun yakıcı gözleriydi. İçime dolu dolu bir nefes çektim. Tesadüf mi yoksa yoksa kötü bir talih mi desem bilemiyordum. Belki de şanssızlıktı. Bertaraf etmem gereken bir kaç başıboş duyguyu kalbimin derinliklerine gömdüm. Gömmek zorundaydım. Onu bir daha görme ihtimalim olabilirdi bu kapıdan çıkınca ama onun bana nefret saçan gözlerini görmeye dayanamayacak kadar karışık bir ruh hali içindeydim. Doktor son konuşması yapıp odadan çıkınca yanı başımda duran çantamı aldım ve kapıya doğru yürüdük. Yorgunluğun ham hali üzerimdeyken kısa mesafede kat ettiğim yol bütün gücümü sömürmüş gibiydi. Babamı abimi ve iş yerimizde çalışan abimin yakın arkadaşı Ekrem abiyi sandalyelerde yan yana otururken gördük. Yolumuzun üzeri olan yerde geçerken ameliyathanenin önünden geçerken de onu gördüm. Yaşla veya tecrübeyle alakası yoktu karşındaki insanın hangi duygular içerisinde olduğunu bilmeye. Kendini belli eden küçük de olsa kıpırtılar mevcuttu. Bazılarının gözlerinde sönen yıldızlar vardır ama yanmalarına bir kıvılcım yeterdi. Bazılarınınsa ışığı hep yanardı ve yanmalarına sebebiyet veren duygular o kadar da masum değillerdir. Evet bu gözlerde siyah yıldızlar parlıyordu ama güzel duyguların sebep olduğu parıltılar değildi. Bunlar daha çok karanlığın tehlikelerini anlatan yaklaşma yanarsın gibi uyarıcı tabelalar gibiydi. Tehlikeli bir adamdı. Yarım saat önce arabasında ki öfkesini ve gözlerine yansıyan bir kaç duyguyu zorlanarak da olsa anlayabilmiştim. Ama şimdi çatık kaşlarının ardına sakladığı duygularını rahatlıkla insanlardan saklayabiliyordu. Ya da saklanacak bir şey yoktu. Uzun boyuna ve yapılı vücuduna oturan siyah kumaş bir takım vardı üstünde. Temkinli bakışlar ve gergin duruşuyla sıradan bir insan gibiydi. Sıradanı buysa! Beni tutan oydu şimdi daha da iyi anlıyordum. Yanağıma değen gömleğinin serinliği kollarının sıcak tutuşu ve içime bayılarak çektiğim muhteşem kokusuyla unutmakta zorlanacağım biriydi Siyah. Hala kulaklarımda atan kalbinin sesi kalbimin atışlarına karışıyordu. Bu nasıl unutulur ki? Ben onu incelerken o da beni fark etmiş olmalı ki dikkat çekmeden ifadesiz bakışlarıyla gözlerime baktı. Sanırım beni sapık diye hatırlamıştır. Bunun utancı tekrar üzerime ağırlık olarak çökünce bakışlarımı kaçırma gereği duyarak aileme doğru yürümeye devam ettim. Yanına yaklaştığım ailemi kötü bir halde beklerken onlar öfke dolu gözlerle bana bakıyorladı. Abimin kehribar rengi gözleri olabildiğince koyulaşmış ve tek hissettirdiği korkuydu. Sinirli olduğunu çenesini sıkı sıkıya bastırdığında anladım. "Balım derhal annemle eve gidiyorsun!" diyerek dişlerinin arasında tıslayarak konuştu. Ne oldu benim şefkatli abime? Ağzımı açıp itiraz edecekken abimin yukarı kalkan kaşları ve yana doğru eğdiği başıyla daha da sinirlendiğini anladım ve konuşmaktan vazgeçtim. Anneme baktım ve onun da olanlardan bir şey anlamayan halini gördüm. Koluna destek alırcasına girdim ve yeni fark ettiğim asansöre doğru yürüdük. Asansörün düğmesine basacakken Ekrem abi benden önce davrandı ve düğmeye bastı. Belliki o bizi eve bırakacaktı. Son kez arkamı dönüp babamlara baktığımda abimi de babamın yanında otururken buldum. Az önce ikisi de sinirliydi ama şimdi omuzlarını dik tutmaya ve çaresizliklerini yansıtmamaya çalıştıklarını göreniliyordum. Bu hallerini izlerken içim acıdı. Her ne kadar bana nedensiz yere kızmış olsalarda abimle babamın bunu istemeyerek yaptıklarını biliyordum. Abimlerden bakışımı aldım ve yeni fark ettiğim topluluğa baktım. Ameliyathanenin önünde sırayla koltuklara oturmuş ellilerin de olan üç adam ve ayakta gergin bekleyişte olan Siyah vardı. Ayakta put gibi bekleyen birkaç adamda vardı ama bunlar daha çok korumaya benzer tiplerdi. Bakışları oldukça sert ve korkunçtu. Bir korumanın yana kayan gözleri ailemin olduğu kısma değince düşmanca bakışlar atmaya başlamıştı. Sanki zarar vermek isterken onu tutan görünmeyen kollar sayesinde durmuştu. Nasıl? Benim aileme zarar mı vermek istiyordu? Bu sefer ağzımda hissettiğim tat korkunun en acı tonuydu. Bu insanlar benim aileme bir şey mi yapacaktı? Gözlerimi açabilidiğim kadar açarak adama baktım ve konuşmak yada belki adama saldırmak için annemin kolundan çıkmaya hazırlanmıştım ki duyduğum sesle durdum. "Ahmet!" Dişlerin arasında dökülen isim seslenmekten daha çok uyarı niteliği taşıyordu. Bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde Siyah'ın daha da kısılan gözlerinden konuşan kişinin o olduğunu anladım. Adamın bakışlarını görmüş olmalı ki böyle bir uyarıda bulunmuştu. Bu içimdeki korkuyu biraz da olsa sakinleştirmişti ama devam eden tehlike merkezdeydi hala. Tekrardan Siyah' a baktım ve bir şeyler söylemek istedim ne söyleyeceğimi bilmeden. Ona karşı hissettiğim güvene inanamayarak suskunluğumu korudum ve ona bakmaya devam ettim. Düşüncelerime açılan asansör kapıları paravan çekerken bakışlarımı son kez Siyah ın yüzünde gezdirdim ve annemin kolunu çekerek asansöre sürükledim. Ekrem abi asansöre binerken ineceğimiz kata ve kapıların daha çabuk kapanması için bir düğmeye daha bastı. Kapılar kapanmadan son kez babamla abime baktım ve onları öyle görmek bir kez daha içimi acıttı. Ama en çok abime üzüldüm. Ameliyathanede ki adamın hayati tehlikesi yoktu ama sonuçta bir kaza vardı ortada ve o suçlu da abimdi. Ve o giderse de biz ölürdük. Annem ve ben daha ona bir şey olma ihtimaline bu kadar dağıldıysak kim bilir onu bizden alırlarken ne durumda olurduk. Babam... Babamsa ilk göz ağrısı evladını o halde görmeye dayanamazdı. Elinden gelen herşeyi yapardı. Canı pahasına. Onlarda benim ne düşündüğümü hissetmiş olacaklar ki ikiside aynı anda bana baktılar. Abimle babamın gözlerinde aynı duygu vardı. Kaybetme korkusu! Babamı anlayabilirdim abimi kaybetme korkusuyla baş ediyordu ama abimin kehribarları umutsuzluğu öyle derinden yaşıyordu ki somut bir varlık gibi boynuna asılmış gibiydi. Kapılar tam kapanırken onları biraz olsun rahatlatacak bir şeyler yapmak istedim ve aklıma tek gelen şeyi yaptım. Güven verircesine ikisine de gülümsedim. Onların bana kızmasını unutmuştum o dakikalarda. Ve bir daha hatırlamayacaktım büyük ihtimalle kızgınlığımı. İyi bir gün sonu olması için gereken bu olmalıydı. Tıpkı akşam hepimiz yataklarımıza uzanıp sapa sağlam ve bir arada olduğumuza şükredeceğimiz gibi. Asansör zemin kata geldiğinde hala kol kola olduğum annemle çıkışa doğru yürüdük. Yanımızda olan Ekrem abi annemin diğer koluna girince annem başını geniş omuzlara bıraktı. "Ah yavrum, demiştim ben! Dedim arabayı öyle kullanma! Ama o beni dinlemedi. Yavrum nasıl kaza yaptı, Ekrem?" Annemin sitem ve merak dolu sözleri abime değilde Ekrem abiye söylemiş olması Ekrem abinin daha çok detay verecek olmasıydı. Abim oldukça düz anlatırdı. "Mihriban teyze şimdi iyi değilsin. Arabaya binelim ben sana olan biten her şeyi anlatacağım söz." Ekrem abinin kaygılı sesiyle anneme bakma isteği uyandırdı. Başımı çevirip anneme baktığımda iyi göründüğünü anladım ama yinede kollarımı çekmedim. Dışarı çıktığımızda aceleyle park ettiğim arabam bahçede duruyordu. Arabayı görmesem otoparka giderdim bu kafayla. Arabaya doğru yürürken annemin kolundan çıktım ve çantamda arabanın anahtarını aramaya koyuldum. Telaşlı yada dalgın anlarımda neyi nereye koyduğumu genellikle unuturdum. Sonunda bulduğum anahtarla arabayı açtım. "İstersen arabayı ben kullanayım." Ekrem abinin konuşması arabadan çıkan kilitlerin açılma sesiyle bir çıkmıştı. Sesi yumuşak ve oldukça ilgiliydi. Genellikle bu ilgiden hoşlanmasamda arabayı kullanmasına izin verecektim. "Olur."Tek kelimelik yorgun cevabımla annemi yavaşça arabaya bindirdim ve yanına geçerek bitik bir şekilde oturdum. Aynada Ekrem abiyle gözlerimiz karşılaşınca bakışları yüzümde bir şeyler arar gibi dolaştı ve rahatsız olup kıpırdandım. "İyi misin? Bu aralar fazla olmaya başladı bayılmaların. " derken şefkatli sesi bana abimi hatırlamıştı ve burukça gülümsedim. "Ne kadar iyi olmam gerekiyorsa o kadar iyim." Aslında hiç iyi değilimdim. Abimin şu an geleceği belli değildi ve ben daha şoktan çıkmamışken gördüklerim ve duyduklarım beni kilitlemiş durumdaydı. Ne ağlayabiliyordum çaresizliğime ne de üzülebiliyordum karmaşık durumumuzun gidişatına. Annemin ellerini tuttum. Gözleri ağlamaktan kızarmış ve şişmişti. Yıllara meydan okuyan yüzü renksizdi ama eskisi gibi üzgün görünmüyordu. Halen arada birer yaş damlaları gözlerinde aksada açık kahvelerindeki ışık parıldıyordu.Abim şükürler olsun iyidi ve annemi teselli eden tek bu gibi duruyordu. Yolumuz öğrendiklerimle benim için oldukça stresli ve bir o kadar kafa karışıklığıyla geçmişti. Ekrem abinin anlattıklarına göre; abim bürodaki eksikler için ilçeden uzak bir yapı marketine gitmek için bu tür işler de kullandığı pikabı almış. Fazla hakim olmadığı pikapla yolculuk yaparken çalan telefona cevap vermek için telefonunu ararken önüne aniden çıkan adamın ayağını ezmişti. Eğer adam abimi fark etmeyip kendini çekmeseydi şuan adam ya komalıktı ya da ölmüştü. Ama adam kendini geri çekerken ayağı kaymış ve yere oturacak şekilde düşmüştü. Ve abimde o hız ve yükle adamın ayağının üzerinden geçmişti. Bunların sonucunda hastaneye yetiştirilen adamın ayağını kurtarmak için yollar aranmış doktorlar tarafından ama bulunamayıp mecburen adamın ayağını kesmek için ameliyathaneye almışlardı. Kemiklerinin sağlam bir yanı olmadığını söylüyorlarmış doktorlar. Anneme dönüp baktığımda solgun yüzünün üzüntüyle karardığını gördüm. Çatılan kaşları, kısılan gözleri ve gerilen dudaklarıyla acı çeken halini gördüm ve aynı acı benim içimde de yankı buldu. Evet ben de o adam için üzülüyorum ama benim üzüntüm ailesinin üzültüsünün yanında ne kadardı ki? Onun hayatı bir çok engele takılacak ve belki sebep olana-abime ne tür beddualar edecekti. Bunlara da üzülüyor kahroluyordum. Arabanın arka koltuğunda iki kadın olarak ailemizin ve başka bir ailenin üzüntüsünü derinden yaşıyorduk ama bizim üzüntümüz yaşayacak kimse yoktu. Tam tersine bizi daha da üzmek için elleriden gelen herşeyi yapabilirlerdi! Abimin geleceği o insanların elindeydi. Yanağımda hissettiğim ıslaklıkla ne zaman ağladığımı bilmiyordum. Sadece aklımda abim ve onun geleceği vardı. Abim daha evlenmemiş daha ben hala olmamışken onu parmaklıklar arkasına yakıştırmıyordum. Parmaklıklar... "Polis... Polis kazadan sonra gelmedi mi?" Bizim için can alan soruyu nefessiz kalmışcasına Ekrem abiye sormuştum. Annem yanımda harektlenip kendini öne doğru eğdi ve o da Ekrem abinin sözlerini duymaya hazırladı kendini. "Polisler geldi ama yaralanan adamın babası polislere Halit in daha sonra ifade vereceğini söyleyerek geri gönderdi. Zaten Halit adamı kan kaybettirmeden hastaneye getirdiği için kaza yerinde polisler anca kameraları topladı ." Kafam işte bu noktada karışmış ve hiç bir şeye anlam verememiştim. Nasıl olur da kaza yapan adamın babası polisleri geri gönderebilirdi!? Nasıl bir gücü vardı ki sonraya ifade aldırtabilirdi?! " Bu adamın babası kim ki?" diyerek hayretimi ve şaşkınlığımı belirttim. Ama sanırım daha çok merak vardı sesimde. Ekrem abinin az önceki suratı değişime uğrayarak kaygılı bir surat ifadesine büründü. Ayna da gözlerimiz karşılaşınca kalkan kaşlarıyla cevap verdi. "Adam aslen Mardinli İstanbul'da yaşıyor. Türkiye' nin en zenginleri arasında. Doğulu oldukları için saygınlığı oldukça yüksek bir aileye mensuplar . Belki duymuşsunuzdur HAZMEROĞLU holding sahibi Celal HAZMEROĞLU." Bakışları aynada tekrar gözlerimi bulunca devam etti. "Ayrıca Kazım amcaylada tanışıyorlarmış." Söylediği son cümleye karşı bizim gibi kendisi de hala hafif bir şaşkınlık hissediyordu. Anneme döndüğümde bir şeyler hatırlar gibi gözleri kısık bir şekilde karşıya bakarken bana döndü ve gözlerinde dağılan bulutlarla yüzüme baktı. "Celal denilen adam oğlu için üzüntüsünü dik duruşunun arkasına saklamıştı ama sizden hemen önce gelen diğer oğluyla ortalığın karışacağını sandık." Biraz duraklayıp aynada gözlerimiz karşılaştığında gülümsedi ve yoluna bakarken konuşmasını abartarak devam etti. "Adam arkasında mafya kılıklı adamları da getirince tedirgin olmadık değil. Ama babası oğluyla konuşunca sakinleşti biraz. Yoksa deli gibi bakan gözleriyle işimiz vardı." Ekrem abinin bahsettiği kişi Siyah olmalıydı ama pekte deli gibi bakan gözler görmemiştim ben. Sadece çok karanlıktı. Adamın kardeşi kaza geçirmiş sinirleri gergin olabilirdi ama ben o gözlerde karanlığına denk temkinli olmak dışında kötübir niyet okuyamamıştım. Ama bakışları bile ölüm saçan adamları o getirmişti. Beni kolları arasına alacak kadar iyi birine benziyordu aslında. Ben abimin başına böyle bir belayı açan adamın kardeşini ne yapardım bilemiyordum. Tekmeler miydim? Kulağıma kapının açılma sesi geldiğinde arabanın durduğunu bile fark etmemiştim bu kısa süreli kırgın düşüncelerimin durgunluğunda. Arabadan inen Ekrem abi annemin kapısını nezaketle açmış annemin inmesine yardımcı oluyordu. Duyduklarımın ağırlıyla yavaşça kapımı açtım ve annemin yanına giderek koluna girdim. "Ekrem, yavrum sen git Halit in yanına. Bir şey lazım olur. Onların yanında ol. Bir de" Annemin sıkıntıyla çatılan kaşları bir şeylerden şüphe ettiği anlamına mı geliyordu? "Dikkat et onlara. Bir olay falan çıkarsa -Allah korusun ama olursa sakin olan taraf olsunlar. Halit e söyle kendini fazla üzmesin. Tamam mı? Allah a emanet olun. " Annem Ekrem abiyle konuşurken aklıma babamların ne kadar savunmasız oldukları geldi. Adamlar kalas gibi korumalar getirmiş, bakışlarıyla insanı korkutan adamları yerleştirmişti çaresizce oturan babamların başına. Siyah'a sebepsizce güvenmiştim. O adama uyarı niteliğinde konuşmuş içime biraz olsun huzur tohumları atmıştı ama şimdi o tohumlar sular altında kalıyordu sanki. " Arabayı alıyorum. Babanla hastaneye taksiyle gittiğimiz için babanın arabası büronun garajında kaldı. Lazım olabilir." "Tamam alabilirsin. Deposu da dolu. Ama bagajda torbalarım var, onları alayım bi." "Sen dur. Ben alırım." Başımla tamam derken Ekrem abinin bagajdan çıkardığı elbiselerime bakıyordum. Ama Ekrem abi torbaları bana vermek yerine iki katlı, büyük bahçesi olan evimizin dış kapısına çeviklikle bırakıp yanımıza geldi. Her zaman böyle iyi olması insana pek rahat hissettirmiyordu. "Yorulmuşsundur şimdi dedim." "Teşekkürler." Ekrem abinin bakışları altında annemle eve doğru yürümeye başladık. Annemin yorgun olduğunu ağırlığının büyük kısmını koluma verdiğinde anladım ve koluna daha sıkı sarıldım. Güzel bahçemizden geçerken renk renk çiçeklerin bize sunduğu mis gibi kokular biraz olsun içimizi ferahlatabilmişti. Dış kapıyı açtım ve annem içeri geçerken torbaları tek elimle aldım. Büyük bir mutluluk ve heyecanla aldığım elbiseleri şimdi mutsuzluğumun ağırlığıyla taşıyamıyordum. Bu arada Ekrem abinin gitmediğini bizi beklediğini fark ettim. Demek biz eve girene kadar beklemişti. Bende biraz düşünceli olmak isteyerek başımla selam verdim ve hemen ardından kapıyı kapattım. İçeri geçtiğimde evdeki sessizliğin kulaklarımı acımasızca tırmaladığını hissettim. Ruhuma çöken karanlık sabahtan beri uğraştığım çaresizliğime yeni bir darbe vurmuştu. Evde benim bağırışlarım, abimin kızmaları, babamın uyarı dolu sesi, annemin yemeğin hazır olduğunu belirten tabak kaşık sesi yoktu bu huzurlu yuvada. Burnumun diğerini sızlatan buram buram yokluk ve çaresizlik kokuyordu. Ailemize huzur,sevgi ve mutluluk yakışırdı. Bu korku yoksunluk yakışmazdı. Ağrıyan başımla alt kattaki salona doğru ilerledim ve annemin yorgun bedeniyle karşılaştım. Annem... Bütün bir evi temizlesede of demeyen, duygularına esir düşmeyen, sakinliğini ve soğuk kanlılığını her daim koruyan annem şimdi karşımda yorgunluktan gözlerini bile açamıyordu. Sabah yediği öğünle ayakta duruyordu ve şimdi açlıkta etkisini gösterecekti. Annemin yanına giderek dizlerimin üzerine oturdum. "Annecim bir banyo yapıp daha sonrada birşeyler yiyip yatsan. Söz abimle babam geldiğinde seni uyandıracağım," diyerek resmen yalvarmıştım kısık çıkan sesimle. Gözlerini açıp gözlerimi bulduğunda "İkisi de gelecek!" dedi ve yüreğime çöken ağırlığa daha fazla dayanamayıp göz yaşları akıttım acıma. Evet ikiside gelecekti ve ben umutlarımı karanlığa teslim etmeyecektim. Elimin tersiyle o yaşları sildim ve ayağa kalktım, yeni bir benle. "Gelecekler tabi annecim. Kazım Batmanoğlu kimin kocası kimin babası? Halit Batmanoğlu kimin oğlu kimin abisi?" diyerek annemden çok kendimi inandırdım. Beyaz umutlarımı siyahtan kaçıracak gücü bugün annem verecekti bana. Bende ona umutlarımı anlatacaktım. Annemin koluna girerken ayağa kaldırdım. Yüzünde benim söylediklerime gülümseyen huzur veren bir gülümseme vardı. O da umutlarını beyaza emanet etmişti. Banyoya girdiğimizde annem beni kapı dışarı edince ona yiyecek bir şeyler hazırlamak için mutfağa indim. Anneme yemeğini verdikten sonra bende bir duş alacak ve cam kenarına oturup 'abimleri bekleyecektim. Buzdolabını açtığımda annemin maharetli olduğunu belli eden bir kaç saklama kabında yemek buldum. Yemeği ısıtmayı ve sofrayı kurmayı bitirdiğimde annem gelmişti. Oturmasını ve yemeğe başlamasını söyleyerek zorla masaya oturttum. Yemeğinin hepsini yiyememişti ama bir ağrı kesici içebilecek kadar midesinde yemek girmişti. Ağrı kesicisini de içirip yatağına yatırdım. Ama uyumayacağını biliyordum. Eve gelmeme olasılığı olan bir oğlu varken nasıl uyabilirdi ki? Soğuk bir duşun ardından rahat elbiseler içinde olmak iyi gelmişti ama başım, kötü geçen günün ağırlığıyla çatlıyordu. Mutfağa indiğimde masanın üzerindeki ilacı gördüm ve bir bardak su doldurdum. Ağrı kesiciyi ağzıma atarken elimdeki su dolu bardak, ne olduğunu anlamadan ellerimden kayıp düştü. Düşen bardağın parçalara ayrıldığını belirten ses mutfağın duvarlarında uyarı niyetine yankı buldu. Bense ağzımda erimeye başlayan ilacın buruk ve ekşimsi tadıyla düşen bardağı izlemiş ve kulaklarımı dolduran sesle aynı anda yerle bir olup dizlerimin üzerine çökmüştüm. Ağzımda olan ilaca aldırmadan hıçkırdığımda zehrin insana ölümü hatırlattığı tadını ve bütün benliğime büyük bir hızla yayıldığını hisderek küçüldüm. Acizliğimi yansıtan göz yaşlarımın hangi ara isyankarca akmaya başladığını anlayamamıştım bile. Günümü alışverişle heba etmekle sıradan bir günü geçirmek istiyordum. Ama sıradan geçen bir günüm hayatımın en berbat günü olmuştu. Abimin kaza yaptığını öğrenmiş canımdan can gitmişti ama kılına zarar gelmediğini görmemle bu sefer özgürlüğü için canım yanmaya başlamıştı. Abimi seviyordum... Ne kadar belli ettirmesem ona sevgim ve saygım sonsuzdu. Onun için herşeyi yapardım, yapmıştım da. Ama bilmiyordu, görmüyordu. Tartışırken ona karşı hep kötü yönümü göstermiştim ama bunu kendim istemiştim abime olan sevgimin görünmemesini istiyordum. Ama şimdi pişmandım. Ona sevgimi keşke gösterseydim. Onun aslında çoğu kez inatlaştığım kavgalarımızda haklı olduğunu keşke söyleseydim. Ona ne kadar değer verdiğimi keşke hissettirseydim. Geç miydi değil miydi bilmiyorum ama eğer gelirse boynuna atlar onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyecektim artık. Önceden yaptığım saçma sapan gurur meselelerine takılmayacak ona dürüstlüğümü ve sevgimi gösterecektim. Gelirse... Mutfakta beyaz fayansların üstünde dizlerimin üstüne oturmuş bir yandan ağlıyor bir yandan da bunları düşünüyordum. İlk başta ki hıçkırıklarım yerini şimdilerde iç çekmelere bırakmıştı. Fazla ağlamayan biri olduğumdan bu kadar ağlamak bile beni şaşkına çevirmişti. En fazla bir kaç damla beni sakinleştirirken şimdi bu hıçkırıklar bile içimi soğutmamıştı. Üstelik halen ağzımda olan ve eriyen ağrı kesicinin iğrenç tadı hislerime pareleldi. Bakışlarımı yerdeki kırık cam parçacıklarına çevirdiğimde kalbimden farksız olmadıklarını gördüm. Ailemin de paramparça olduğunu biliyordum ama bizim ayakta kalmamızın sebebi ve gücümüzün kaynağı birbirimize olan saf sevgimizdi. Ne olursa olsun bununda üstesinde kalkacaktık ama biraz zamana ve acımızı çıkartabileceğimiz sessiz bir ortama ihtiyacımız vardı. İçimizdekini kustuktan sonra kimse bizi yıldıramazdı. Evet bende içimdekini çıkarmış, rahatlamıştım ve şimdi ayağa kalkıp gücümü gösterme zamanıydı. Başımı yerden kaldırdım ve mutfak dezgahından destek alarak ayağa kalktım. Yerdeki cam kırıklarına bakarak bir bardak çıkardım ve su doldurup içtim ağzındaki zehrin gitmesi için. Daha sonra cam kırıklarını dikkat ederekte toplasamda bir tanesi firar edip canımı yakmıştı. Kanayan yarama aldırmadan camları çöpe attım. Elimin acısına baktığımda küçük bir sıyrık zannederken ucunda bir derin bir yara olduğunu gördüm. Evin küçük ecza çantasında bulduğum iki yara bandını elime yapıştırırken dış kapının ağır ağır açıldığını duydum. Babamla abim! Ya da sadece babam! Elimi boş verip kapıya doğru korku ve heyecan karmaşasını yaşayan zavallı kalbimle birlikte koştum. Koridorun sonuna geldiğimde gördüğüm iki bedenle sabahtan beri tuttuğum korku kokan nefesinimi verdim. Abim gelmişti! Zihnimin tamamını kaplayan kendime verdiğim sözler varken abimin pus çökmüş gözlerine daha fazla bakamadım ve boynuna atladım. Başımı omzuna iyice dayadım ve üç saatlik değil yirmi bir yıllık hasretimi giderdim. Günün yorgunluğu üstüne sinmiş hayranı olduğum parfümüne karışmış ve insanın burnunun direğini sızlatacak yokluk kokusunu sunuyordu. Belimi kaybetmekten korkarcasına sıkı sarılan uzun kollar inat daha sıkı sarıldım. Bundan sonra kayıp giden olmayacaktı. Biraz çatallaşan ve cılız sesimle "Seni seviyorum abi" diyerek ilk defa sevgi sözcüğünden bulduğum huzurla gözlerimi kapatım. Abimin içene çektiği sesli ve suçluluk kokan ağır nefesi kulaklarıma baskı yapmıştı. Pişmanlık. "Bende canım bende. Sevgini hak eden bir adam olacağım. Ne olursa olsun!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD