1.Bölüm/Siyah
"Anneeee buldum! Aradığım elbiseyi buldum."
Bordo, sade ama vücuda kusursuz oturan elbiseyi kalbinden çıkar çıkmaz çok beğenmiştim. Aynanın karşısınnda bir süre kendime iyice baktım. Emindim bu elbiseyi giyecektim kuzenimin kına gecesinde. Ama yinede detaylarına ve sırt dekoltesinin yerinde olup olmadığına bakmam gerekirdi. Yoksa canım abim bu elbiseyi paspas bezine çevirmesini iyi bilirdi.
"Sonunda diyeceğim Balım ama sen bunu da beğenmeyeceksin. Kumaş alıp kendin dik artık."
Annem eline aldığı eşarba bakarak konuştuğunda yüzümde bilmiş bir gülümseme belirdi.
"İstersen bi bak annecim."
Annem daha bakmadan yorum yaptığı elbiseye baktı ve kaşlarını çatarak bir süre beni inceledi.
" Evet çok yakışmış. Boyu dekoltesi yerinde ama sırtını biraz açık buldum."
"Gözüken benim tenim değil anne altında astarı var. Ben buna bayıldım. Kınaya da uygun üstelik."
Biraz daha beni kararsız bakışlar arasında izlese de gerçeği sonunda itiraf etti annem. Bana kıyamayacağını biliyordum.
"Bordo zaten senin rengin dal gibi vücudunda kusursuz duruyor elbise. Abini bu seferlik idare edebiliriz."
Koşarak boynuna sarıldığım annemin kokusunu içime çektim ve yanaklarına sulu birer öpücük kondurdum. Gülerek çekildiğim annem söyleniyordu.
"Küçükken de böyle öperdin kızım. Biraz büyü yavrum yarın bir gün evleneceksin ağır dur bi"
Kabinde elbisemi çıkartırken annemin sözlerine gülüyordum. "Evlenmeyeceğim turşumu kurarsınız ne güzel." Şahane elbisemi askısına büyük bir mutlulukla taktım ve aynada gülen yüzüme gözlerim takıldı.
Bal rengini anımsatan gözlerim açık tonu ile bugün parlıyordu. Yanaklarım günün yorgunluğuna inat pembe pembe olmuşken turuncu kızıl arası saçlarım diken diken tepemde dikiliyordu. Günün koşturması bir tek saçıma yaramamıştı. Ellerimle düzeltmeye çalıştım ama nafile düzelmiyordu.
Koyu yeşil iç çamaşırlarım üzerime tam otururken fazla dolgun olmayan ama dik göğüslerime baktım. Biraz şiş duruyorlardı bugün sanki . Özel günün habercisi olan hormonal değişiklikle karnıma baktım. Dümdüzdü bir gram yağ yoktu ve bu bütün arkadaş ve kuzenler arasında kıskanılan imrelin Allah vergisi bir hediyeydi. İştahlı olupta göbeğimin olmaması neredeyse dayak yememe neden olacaktı. Tabi bir de ince belimden duyduğum rahatsızlıklar vardı. Orta yerimden kırılmış ve öyle gezdiğimi söyleyen çoktu. İnce kemiklerim olması narin gösterirdi beni ama yaptığım sporlarla kaslarım güçlenmişti. Kendimi inceler halime gülerken eskimiş kotumu ve tişörtümü üzerime geçirdim.
Güzelliğimi annemden huyumu babamdan aldığımı söylerlerdi geneliikle. Doğruydu. Babamın kızıydım ben. Hiç büyümeyecek babamın dizinde yaşlanacaktım.
Güzelliğin ise geçici olduğunu anneannenmin geçmişteki ve şimdiki fotoğraflarına bakarken rahatlıkla görüyordum. Kendi güzelliğime kör değildim ama ona aldanacak kadar aptal da değildim. Aklı ve ahlakı üstün tutan bir topluluğun içinde büyümüştüm. Bana getirileri oldukça fazla ve olgunlaşmak adına hızlı bir yol kat etmeme neden olmuştu. Biriktirdiklerim yürüdüğüm yolda en büyük ihtiyacım olan şeylerdi. Eğitimli, kültürlü ve bilgili bir genç kız olmayı vasiyet eden büyüklerim sayesinde gücümün gün geçtikçe farkına varıyor hayal ettiğim ne varsa gerçekleştirmek için can atıyordum.
Aynada son kez üzerimdekilere baktım ve kendimi gizlediğim kıyafetlerin sıradanlığını küçümseyen gözlerle inceledim. Yılların hocası dikiş hocam bu kıyafetlerle beni görse kotumu da tişörtümü de beni de hiç düşünmeden iğrenç mahluklar diye çöpe atardı.
"Kızım Balım! Hadi annem çık artık çok yoruldum."
Yorgun ve sıkılmış olan annemin sesiyle aceleyle çıktım kalbinden.
"Kıyamam annem. Sen arabaya git ben geliyorum. Aldıklarını koydun mu kasaya?"
Başını salladı. "Koydum ama dikkat et poşetlerken."
"Tamam annem hadi git geliyorum."
Annem mağazadan çıkarken elbiseleri klaflara koyan kadına gülümsedim ve "Ne kadar tuttu?" dedim birazcık korkuyu hissederek. Çanta ve ayakkabıyı önceden pahalı bir yerden aldığım için kredi kartın limiti yetmeyebilir.
"Yaklaşık olarak 749, 90 tutuyor."
Sınırda kalan fiyatla derin bir nefes aldım. Bugün bu karttan ateş çıkacaktı. Çıkmazsa eğer akşama uyarı mesajların hepsi tokat gibi yüzüme çarpıtılacaktı.
Elim kolum dolu dışarı çıktığım gibi gözlüğümü taktım. Cildim hassastı anlayabiliyordum peynir gibi beyaz oluşundan ama gözlerim inanılmaz bir derecede ağrıyordu güneş ışınları yüzünden. Doktorun tavsiyesi üzerine şapkasız ve gözlüksüz dışarı adım atamıyordum. Bir ara yine bunun için doktora gitmem gerekiyordu.
Ağırlığını fiyat ve yük olarak belli ettiren torbaları kızgın güneşin altında arabaya kadar erimeden görürsem büyük bir iş başaracaktım. Cadde üzerinde bir süre ilerledikten sonra uzaktan gördüğüm siyah arabayla adımlarım istemsizce yavaşladı.
Gözlüğümü hafiften burnumun üstüne indiğim de merak ve heyecanla arabanın giderek yavaşlamasını izledim. Arabaları severdim çocukluğumdan beri bebeklerle oynarken mutlaka bir arabamı da alır bebekleri bindirirdim. Büyüyünce de bu sevgim geçmemişti. Spor arabaları gördüğüm an dibim düşer bir sapık gibi okşayarak incerledim. Sanırım abimin arabalarıyla geçirdiği vakti kıskanarak onlarla oynarsam abim de benimle oynar mantığında düşünmüş ve yanımdan eksik etmemiştim. Sonuç abim yine benimle oynamamıştı.
Hemen yanımdaki trafik lambasının önünde duran siyah ejderhayı fırsatım varken incelemeye başladım. Dokunmayarak tabi.
Milyon dolarları bir araya getiren spor arabanın kaliteli ve pahalı duruşuna bir süre hayranlıkla baktım. Bunu sadece ben yapmıyordum iki delikanlı genç çocuğunda durup arabanın ismini, beygir gücünü, çıktığı hız limitini ve ayrodinamik sistemlerini heyecanla birbirine anlatırken bunu canlı versiyonu ile karşılaştıkları için şaşkın ve mutlu gözüküyorlardı.
Dergilerde gördüğüm bir modeldi ve yakından siyah parlak rengi gözümü kamaştırıyordu. Açık pencereyi fark etmekle yanından geçtim ve bordo deri döşemelerle kaplı olduğunu gördüm. Muhteşemdi. Az önce bayılarak aldığım elbiseyle bu arabada oturmanın nasıl olacağı hayal dünyam gelip geçti. Yakışırdı.
Ama bu hayal dünyamdan sert zemine hızla çakılmıştım. Öfkenin can bulduğu bir çift gözün kurbanı olmuştum. Güneşin aydınlattığı dünyayı bu adam gözleri ile geceyi yaşatabilirdi. Keskin ve bir o kadar tehlikeli gözlerin sahibi sinirli bir şekilde direk gözlerime bakıyordu. Neden böyle bakıyor demeye kalmadan arabasını taciz ettiğim aklıma geldi. Arabanı yemedik demek istesem de boğazımda düğümlenen kelimeler ile tedirgin oldum ve bir adım geri çekildim.
Gözlerini küçük adımımla kısınca yüzüne daha dikkatli baktım. Geceyi yaşatan gözlere sahip adamın sadece gözlerine güzel demek yetmiyordu. Yüzünün erkeksi hatlarıyla esmer tenin birleşimi yakışıklı ve aşırı çekici bir adamı ortaya koymuştu. Siyah kuzguni saçları parlak ve insanda dokunma isteğini oluşturacak kadar gürdü. Üzerine ikinci bir deri gibi yapışan siyah gömleğinin kolları katlanmıştı ve uzun parmakları direksiyonu sıkı sıkıya kavrıyordu. Hangi kadın bu adamı görse bir saat evire çevire inceler sonra şaşkın bir budala gibi ortada gezerdi.
Onun her detayını ezberleyecek gibi dikkatle incelerken öfkesini hala devam ettiren bakışlarını trafik lambalarına çevirdi ve sabırsız bir şekilde direksiyonuna asabiyetle vurdu. Bir yere yetiştiğini varsaydığım adamı artık bir sapık gibi süzmeyi bırakmayı ve yoluma gitmeyi düşündüm an tekrardan bana baktı. Ama bu kez siyah gözlerinde bir ifade vardı. Söylemek isteyip de söyleyemediği kelimeler varmışcasına içten yanağını ısırdı. Keşke görmeseydim. Çünkü bu vahşi görüntü ile içime çektiğim nefes bir girdap gibi ruhumu adeta ateşe vermişti. Bazen insan yok olmak ister son dem tutan duygusuyla bir ağaç kabuğuna saklanmak hislerini fazla dağıtmadan kıymadan içine çekmek ister. Şuan bunu yapmayı ne çok isterdim.
Kalbimi attıran ve sıcaklığı ile vücudumu saran adamın siyahı çaldığı gözleri ne yazık ki bir duvar gibiydi. Haline bakarak varsaydığım duygular belki gerçek değildi. Belki de bu adam da gerçek değil. Hayal ürünüm olabilirdi. Benim hayalimde ki Siyah Ejderhalı haşin adamdı.
Siyah ona bu takmıştım çattığı kaşları normal halini alınca utanmadan sıkılmadan gözlerimin içine en derinleri görmek ister gibi baktı. Asabiyet ve anlamsız bir ruh hali vardı ama bu bakışlar normal değildi. İlk ben onu taciz ederken şimdi onun bana taciz eden bakışlarını yollaması kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Taciz edilmekten hoşlanmam ne kadar yakışıklı, çekici, mükemmel, sert ve haşin olursa olsun.
Aleni korna sesleri ile büyük bir korku yaşadım ve yerimden zıplayarak gözlerimi kapadım. Geçen bir kaç saniyenin ardından Siyah ın gözleri yeniden ilk gördüğüm kadar acımasız bir öfkenin tutsağı olmuştu. Bir bana bir de trafik lambasına bakarak kararsız olduğu belli olan halinden sıyrıldı ve kararlı bir şekilde arabanın gazını kökleyerek boş yolda hızla ilerledi. Bilindik spor arabalarında olan kükreyiş kulaklarımı doldururken neden terk edilmiş gibi hissettiğimi düşünüyordum. Evet etkileyici bir adamdı hem de bir bakışıyla dünyaları alt üst edecek kadar. Ama samki hissededilen bundan daha fazlaydı.
"Balım! Kızım!"
Korku ve ağlamanın verdiği nefese nefese kalınmışlıkla annem kollarını bana sardığında şaşkınlık ve korkuyla anneme baktım. Hıçkıra hıçkıra ağladığı an yüreğime oturan yumru ile yerime çivilendim adeta. Konuşmak için cesaretimi ararken annem acı çekiyormuşcasına konuştu.
"Abin kaza yapmış! "
Abim! Göz pınarımda hazırda bekleyen göz yaşlarım firar ettiği gibi diğerleri de kendini birer birer bıraktı. Hüznü ve acıyı kemiklerime kadar hissederken kötü senaryoları üreten beynimi kontrol edemiyordum.
"Anne ne diyorsun?!"
Kendimi toparlamam gerekiyordu. Başını omzuma koyup oğlu için ağlayan annemi ayakta tutmak zorundaydım.
"Annem lütfen sakin ol. Nereden duydun? Kim aradı?"
Başını kaldırdı ve yıllar sonra kendini kaybederek ilk defa ağlayan anneme üzgün gözlerle baktım.
"Ekrem aradı 'Halit kaza yaptı hastaneye gidiyoruz.'dedi gerisini saatten sonra pek anlayamadım."
Umutla anneme sarıldım. "Kötü bir şey dememiş ki annem. Küçük bir kaza olabilir hadi hangi hastaneye gittiğini öğrenelim bizde gidelim."
Dirayetli olmayı kendime söyleyip dursamda yüreğime çöreklenen bir korku vardı ve ağırlığı o kadar fazlaydı ki altında ezilip kalmam an meselesiydi. Umudum da vardı ama zayıf güçsüz bir ışık hüzmesi kadardı.
Torbaları bagaja attığım gibi titreyen ellerimle annemi arabaya bindirdim. Direksiyon başına geçtiğimde titreyen elimi bacaklarımın arasına aldım ve sakin olmaya çalıştım. Bu halde araba kullanamazdım. Besmele çekip anahtarı kontağa yerleştirdim ve annemin sonradan aklına gelen hastaneye doğru hızla sürdüm.
Hastane önüne arabayı park ettiğim gibi içeri girdik. Annem yolda kendini heder etmişti. Solan yüzü ve mora çalan dudakları ile oldukça üzgün ve bitik bir haldeydi.
"Buyrun nasıl yardımcı olabilirim?"
Danışmadaki kadına korku dolu gözlerle baktığımızda ağzımızda dökülen abimin ismi olmuştu.
"Halit Karanlı bu hastanede mi? Trafik kazası geçirmiş."
Genç, sarışın kadın önünde ki bilgisayarı bir kaç saniye kurcaladı ve "Halit Karanlı isminde kayıt yok. Ama bir saat önce trafik kazası ile gelen bir hasta mevcut." diyerek bilgi verdi.
Aklım karışmıştı. Acaba yanlış hatırlıyor olabilir miydi annem? Bunu hisseden annem "Hayır hayır Ekrem bu hastanenin ismini verdi." dedi netlikle.
"Hm peki bu hasta şuan nerede görebilir miyiz?" dedim içimden bir ses olayların farklı olduğunu söylüyordu.
"Şuan ameliyathanede. Üçüncü kata çıkın sağa döndüğünüzde göreceksiniz."
Kısa bir teşekkürle annemle merdivenlere doğru hızla ilerledik. Korkunun esir aldığı bizler tegirdin ve merak içinde merdivenleri çıkarken çantamdan telefonumu çıkardım. Son medol cep telefonmu abim mezuniyet hediyesi olarak almıştı daha bir kaç ay önce. Her laf arasına markayı sıkıştırarak hediyemi ona tarif ediyordum. Mezun olacağım günün sabahı baş ucumda görünce çok mutlu olmuştum. Güzel günlerin aklımı deşmesine karşılık kendimi toparladım ve Ekrem abiyi aradım. Güzel günleri sadece bir aradayken yad edebilirdik başka türlü andığımız da bilirdim ki özlemin ve kaybın var olduğunu.
Merdivenlerin son basamağını çıkarken annem önde ben arkada çalan telefonun cevap vermesini bekliyordum. Açılan telefonla annemin köşeyi dönmesi bir olmuş ve iki yönden annemin Halit diye bağırmasını duymuştum.
Sükunetimin atına sakladığım korku canavar misali gerçek yüzünü gösterdiği an çenemin titreyişini hissettim. Vücuduma yayılan canavar ilk ısırığını zevkle kopardığında aklıma sadece abim geliyordum. Bir şey olmuştu.
Kötünün kat be kat üstünü beklerken döndüğüm köşeden ilerisi şaşkınlığınıma davetiye olmuştu. Annem abime sıkıca sarılmış ve ağlıyordu.
"Oğlum, aslanım! Halidim aklım çıktı kaza yaptığını duyunca. Çok şükür iyisin. Çok şükür, çok şükür...."
Yaklaştım onlara ama ilerledikçe gücüm tükeniyordu. O canavar beni ansızın terk ederken içimde ne var ne yok söküp almış boş bir akıl ve beden bırakmıştı. Yürüyecek gücü kendimde bulamadığım bir an kolumdan tutulmuştum. Kimin tuttuğuna baktığımda Ekrem abinin endişeli gözleri ile karşılaştım.
"İyi misin? Gel şöyle otur."
Oturmam için gösterdiği yere oturdum ve hala ayakta birbirine sarılan annem ve abime baktım. Annem oğlunu bırakmaya korkar halde sarılırken abim huyunun verdiği sertlikle elini annemin omzuma koymuştu. Göğsüne yaslı annem bir şeyler söylüyordu ama ağladığı için boğuk geliyordu kulaklarıma. Bir anne kaybetme korkusu yaşadığı evladına neler söyleyebilir ki!
Abime baktım yorgun ve kehribar gözlerine çöken gri bulutlarla oldukça durgun gözüküyordu. Üstüne serilen bambaşka bir ruh haliyle ilk defa bu kadar hayat belirtisi yoktu gözlerinde ve davranışlarında. Onu bu hale ne getirmişti?
Gücünü yeniden kazanan ayaklarımla abime yaklaştım ve bende annem gibi başımı omzuna koydum. Ne kadar kavga edip didişsek de o benim canım abimdi ve onu çok seviyordum. Gözlerimi kapattım ve kokusunu içime çektim. Babamın kokusunu andıran toprak kokusuna bulanan kederi hissetmek kalbimde büyük bir yara açmıştı. Omzuma sarılan bir kol ve başıma konulan bir öpücükle acı bir tebessüm dudaklarıma yayıldı. Söyleyecek bir sözüm dahi yoktu gördüklerim bütün sözleri reddediyordu. Acıyı yaşarken bazen sözcükler yetersiz kalıyordu. Şu an gibi.
"Balım! Abin iyi kızım gelin ayakta durmayın oturun."
Duyduğum sesle gözlerimi şaşkınlıkla açtım ve yeni fark ettiğim babama baktım. Görüntü olarak babamdı karşımda ki ama onun ruh dünyasını ele geçirmiş başka biri vardı. Sağlam ve dik duran babamı çelik kadar sert görmek gün yüzüne çıkmış korkularımı iyice harlandırıyordu. Benim babam bana baktığında gözlerine değen ışık dünyayı aydınlatırdı. Şimdi orda bir duvar vardı ve ben babama ilk defa nasıl yaklaşacağamı kestiremiyordum.
Annemle birlikte oturduk ama sanki diken üstüne oturmuş gibi gergin ve sıkıntı içindeydik. Abim annemi kanatları altına alırken babama sarılmayı ne çok isterdim. Çekiniyordum. İlk defa. Çünkü yüzümüze bakmadan karşıya bakıyor sert ve karanlık düşüncelerin esir aldığı bakışları ile elini tutmaya korkuyordum. Fısıldamaya yakın sesimle babama korkuyla sokuldum.
"Babacım neden böylesin? Bir şey mi oldu?"
Hissettiklerim o kadar ağır ve çekilmezdi ki gözlerimden yanağıma değen damlanın sıcaklığına bile ürker olmuştum. Kötünün yaşanmış olduğu bugünü hafızamdan silmek için uğraşacaktım ama şimdi o kötüleri duyma ve kaldırma zamanıydı. Ses vermeyen babamla abime baktım o da aynı şekilde dik duran ama ruhunun yolunu kaybettiği bir görüntü içerisindeydi.
Beklemek içimde ki korkunç canavarla yaşayacağım bir savaşın daha olacağını haber verirken can havliyle ayağa kalktım. Babamın önünde diz çöküp ellerini avuçlamak isterdim ama yapmamı engelleyen şeyi bir türlü bulamıyordum.
"Baba artık bir şey söyle lütfen! Çok korkuyorum. İyisiniz ama bir şey var. Sizi bu kadar yoran ne?"
İsyan edercesine söylediklerimle babam bakışlarını yüzüme sabitkedi ve öylece beni izledi. Sanki beni yeni görüyor gibi uzun uzun baktı.
"Annen ile eve gidin. Ekrem sizi bıraksın."
Ne sordum ne cevap aldım. Kocaman açtığım gözlerle babama baktım. Ben bir açıklama beklerken aldığım cevapla hafiften sinirlendiğimi hissettim ve abime baktım. Bari o bana istediğim cevapları versindi.
"Abicim sen söyle neler oluyor? Neden nasıl kaza yaptın?Burada niye bekliyoruz?" Aklima gelen ihtimalle kalbim korkudan teklese Ade yine de sordum." Yoksa birine mi çarptın? Ameliyatta olan çarptığın kişi mi?"
Abim gözlerime suçlu gibi baktığı an başımdan aşığı kaynar sular değil lavlar akıyordu. Artık ne canavar ne de savaş vardı içimde. Öyle bir yenilmiştim ki bedenimi paramparça etmişti korkum. Şimdi anlamaya başlıyordum bu ruh hallerini. İçerde ki kişiye bir şey olursa olacakları düşünmek bile azap gibiydi.
Karmakarışık duyguların esiri olmuş koridorda amaçsızca bir kaç adım attım. Midemin bulandığını hissediyor daracık koridorun etrafımda dönüp durduğunu görüyordum. Gerçekleri yakalamak için elimi uzattığım an gözlerime çöken ağırlıkla dizlerime binen yükü kaldıramayışım aynı anda oldu ve ben kendimi yer çekimine bırak zorunda kaldım. Gözlerimi huzursuzluğa kapatacağım an bedenimi tüy gibi hafif hissettiren tutuşu hissettim ve beni saran sıcak kolların içine ihtiyaçla gömüldüm. Başımı sert bir göğsün üzerine bırakırken yanağımı yalayan kumaşla bir gümbürtü kulaklarımı esir aldı. Ve her seferinde daha da hızla ve güçlü artıyordu bu ritim. Güzel kokan birinin kalp atışlarıydı bu. İçime çektiğim muhteşem kokuyla başım iyice dönerken son bir gayret kapanmak üzere olan gözlerimi açmaya çalıştım. Gördüğüm siluet ile karanlığın içine çoktan çekildiğimi fark ettim.
"Siyah."