Soğuk mermerlerin acımasız kamçısını andırıyor nefesim. Adımladığım sessiz koridorda yalnızlığımı kutluyorum adeta. Birkaç dakika öncesine kadar ağzına kadar insan dolu değil miydi? Şimdi köşeden birisi çıkacak ve bana AVCI diyecekmiş gibi geliyordu. Onun yerine sessiz okulda kendi düşüncelerimin gürültüsü içerisinde sürükleniyordum. İşte o an, nedense avcı denmeyi yeğledim.
Yavaş adımlarımla birlikte okuldan çıktığımda ise kapıda beni bekleyen Range Rover'ım ve şoförüm ile gerçeklere yeniden gülümsedim. O araba benim değildi. Ama o araba benimmiş gibi muamele görmem de neyin nesiydi?
O an nedense kendi kendime bir söz verdim. Bu gücü sağlatan bir adam varsa karşımda ben neden onun gibi olamayacaktım ki?
Ben de saygıdeğer bir kadın olacaktım. Gerek 5 yıl, gerekse 10 yıl. Bunun için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Avlayan değil, avlanılan olacaktım. Kim kârlıydı bu durumdan işte orası araf. Ama kimin umurunda? Ne olursa olsun, avlanılanın haklı olduğu bir dünyada yaşamıyor muyduk?
"Hoş geldiniz Şilan Hanım!"
Kapımı açıp bana gülümseyen şoför ile şaşırdım. Normalde olsa, düğmelerini ilikler ve dümdüz bir surat ile beni karşılardı. Kapımı kapatır ve yine aynı düz suratı ile yolu izleyerek beni evime bırakırdı.
"Merhaba..." dedim ama adını bilmediğim işin tuhaf bir şekilde ona baktım.
"Nihat Efendim." demesi ile istemsiz yüzüme bir gülümseme kondurdum.
"Ah! Memnun oldum Nihat abi. Abi diyebilirim öyle değil mi?"
"Tabi Efendim." diyerek mahcup bir şekilde önüne bakması ile kendimi birkaç haftadır üzerimde birikmiş şaşkınlık ile baş başa bırakmaktan ziyade konuştum.
"O zaman siz de bana Şilan deyin lütfen. Benden yaşça büyüküsünüz."
"Ama, Erol Bey dediler ki..." Elimi kaldırdım ve onu susturdum.
"Erol Bey burada değil Nihat abi. Burada olduğu zaman, onun istediği gibi davranırız olur biter." dediğimde şaşkınlıkla bana baktı. Ardından ise tatlı bir şekilde gülümsedi. Yaşı, 30 üzerindeydi. Ama zaman üzerinde nasıl bir iz bıraktıysa göz kenarlarındaki kırışıklar gözlerimi alıyordu.
"Peki öyleyse Şilan, eve mi?"
"Hayır, eski okuluma gidiyoruz." dedim ve saate baktım. Biz Melda'lardan daha erken çıkıyorduk ama biraz zaman kaybetmeme karşın ona yetişmem zor gibi duruyordu.
Araba yola çıktığında Nihat abi ile biraz sohbet ettim. 2 kızının olduğunu öğrendiğimde şaşırmamak elde değildi. Daha genç duruyordu. Yaşı ise 43'müş Erol amcanın yanında 10 senedir çalışıyormuş ve annemi de çok severmiş. Eşi ise 3 sene önce vefat etmiş. Çocuklarının ikisi de ortaokulda okuyormuş ve buradan kazandığı para ile ikisine yetmeye çalışıyormuş.
Çok tatlı bir adamdı. Yol boyunca onunla sohbet ettik. Okulun önüne geldiğimde ise herkes yeni dağılmaya başlamıştı. Kapıda dikilmiş meraklı arkadaşım ise telefonu kulağına götürmüş beni arıyordu. Birçok insanın gözleri arabada merakla dolanıyordu.
"Şilan, neredesin? Daha çıkmadınız mı?"
Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Birkaç haftaya kadar senelerdir okuduğum okul benim okulum diyebiliyorken şimdi eski ve bana yabancı gelmesi normal miydi? Oysaki beni en çok resmeden görüntü burasıydı.
"Bebeğim, arabaya yandan bakınca daha fazla dikkat çekiyorsun haberin olsun." dediğimde merakla etrafına bakındı. Bense kapıyı açtım ve yavaşça arabadan indim. Neredeyse bütün gözler beni buldu. Melda da buna dahil. Beni görmesi ile bir çığlık patlatması bir olurken safoz hâlâ telefonla konuşuyordu.
"O araba sizin mi?"
"Benim, Erol amca bana bağladı." dedim onu daha da şaşırtmak için. Normalde olsa bunu söylemezdim ama Melda'nın şaşırdığında gözleri kocaman açılıyor ve oldukça tatlı bir hâl alıyordu.
"Şimdi telefonu kapat da yanıma gel akıllım. Özledim seni." dememle garibim yeni fark etmişti hâlâ telefonla konuştuğunu. Koşturarak yanıma geldi ve bana sarıldı. İkimiz de büyük bir özlemle birbirimize sarılmıştık. Gören de yıllardır görüşmüyoruz sanırdı. Alt tarafı 2 haftacık olmuştu.
"İnanamıyorum! Bu bebek senin mi gerçekten?" diyerek benden çok arabaya bakan Melda'ya gülüyordum ki arkamdan bir ıslık duydum. Başımı çevirip baktığımda ise en son beklediğim insanı gördüm.
"Şilan?"
"Mustafa?"
Mustafa okulun serserisi ve en belalı insanıydı. Arkasındaki arkadaşları ise onun yandaşları... Adı birçok kötü şeyde geçiyor olsa da şimdi gözüme ne kadar uzak gözüktüğünü fark etmeden edemedim. Bir aya kadar ona deli divane olan ben, şimdi ona bu kadar uzak hissediyordum. Ne garipti değil mi?
"Mahalleden gittiğini duydum." dedi bana doğru gelirken. Daha öncesinde dikkatini hiçbir zaman çekememiştim. Onun için Sinem vardı. Göz bebeği, hayatımda bana nefret etmeyi öğreten kız...
Ne kıskanırdım onu sırf Mustafa'nın yanında olabiliyor diye. Şimdi ise karşımda durmuş uzun zamandır umut ettiğim şeyin gerçekleşmesi üzerine bu kadar hissiz olabileceğimi düşünmezdim. Tamam, hâlâ heyecanlıydım. Ne de olsa 3 sene boyunca ona platoniktim.
"Evet."
Yavaşça arabada gözlerini gezdirdi. Sonra benim üzerime baktı. Okul amblemini görünce ise tek kaşı havaya kalktı.
"Zarifoğlu mu?" dedi ve dudaklarını yukarı kıvırıp adeta bana güldü. "Yakışmış." dedikten hemen sonra ise bana doğru bir adım attı. Kalp atışlarımın hızlanması mıydı beni korkutan yoksa onun bütün ilgisinin tahmin etmediğim bir anda üzerime toplanması mı? Melda'dan en son aldığım haberlere karşılık Sinem'le ayrılmışlardı. Sebebi ise komikti ki benim yıllardır beklediğim adamı aldatmıştı. Bir süredir ortalıkta gözükmeyen eski sevgilisinden bahsedeni ise haşat eden adam karşımda duruyordu.
"Sinem nerede?"
Kaşları çatılmıştı. Ben kimdim ki ondan korkmuyordum? Nereden geliyor bu cesaret?
"Ne yapacaksın Sinem'i?
"Tebrik edeceğim." dedim onun çatılmış kaşlarını altındaki gözlerine dik dik bakarken. Yemyeşil gözleri vardı. Ezbere bilirdim o gözlerin harelerini. Şimdi ise onlara dimdik bakıyor olmak aklımı başımdan alıyordu.
"Sebep?"
"Senden kurtulmuş ne de olsa." dediğimde ise şaşkınlık nidaları etrafta dolanıyordu. Ben de şaşkındım. Neden böyle konuşuyordum, başka bir yere gittim diye onun gazabının bana uğramayacağını mı düşünüyordum. Muhtemelen. Yine de 3 senenin fark edilmemişlik hıncını ondan çıkarmak isteyen bir yanım vardı.
"Onun yerine geçebilmen için mi?"
İşte bu beni dumura uğrattı. Ne diyeceğimi bilemez bir şekilde öylece ona bakarken tekrar gülmüştü. Geniş omuzlarını oynatıp bana doğru bir adım daha attığında hızlıca bedenini süzdüm. İri olan vücudunun güzelliği ile harmanlanırken tekrar gözlerini bulan gözlerim essiz olmam için yalvarıyordu.
"Neye dayanarak bunu soruyorsun?"
"Yapma, liseden beri peşimde seni fark etmem için dönüp dolanıyordun." demesi ile bedenimden aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim.
"Ne?"
"Yalan mı?" Değil!
"Kendini fazla büyütüyorsun." dedim bozuntumu fark etmemesi için hızlı bir şekilde konuşarak. Ama çok geçti. Çoktan görmüştü bile. Yüzündeki gülümseme ise bunun kanıtı.
"Senin büyüttüğün kadar değil."
Ne diyeceğimi bilemedim. Adeta içimi okurcasına konuşuyordu. Hayal kırıklığım ise cabası. Ne zamandır biliyor? Bilmediğini sanıyorken üstelik. Madem biliyordu, neden bir kez olsun bana bakmadı? Konuşmadı ya da beni her gördüğünde tanımıyormuş gibi her defasında adımı sorup durdu?
O kötü çocuk Şilan, ne bekliyorsun? İyi davranmasını mı? Ah! Aptal!
"Annen iyi yere kapak atmış."
"Öyle." dedim onun dilinden konuşmaya karar vererek. Yanımda sessiz sedasız duran şaşkın Melda ise kolumu tutuyordu. Sinirlendiğimi anlamıştı. Ama yanılıyordu ki karşımdaki bu acımasız çocuğun üzerine falan atlamayacaktım.
"Şilan Hanım!" diyerek kapıyı açan Nihat abi ile birlikte bütün dikkatim dağılmıştı. Bana yeniden hanım demesine takılmadım bile. Bilerek dediği barizdi. Yine de sesimi çıkarmadan benim için açılan kapıdan binen Melda'yı izledim. Ardından arkamı dönüp ona baktığımda, "Hanım demek?" dediğini işittim.
"Kendine iyi bak."
"Veda ediyormuşsun gibi geldi." dedi hâlâ dalga geçerek. Kaşlarım çatıldı. Gururum incinmişti. Unuttum desem de hatıralar gizliydi ne de olsa.
"Hiç olmayan bir şeye veda edilmez." dedim dudaklarım yukarı kıvrılırken. O ise gözlerimin içine öyle derin baktı ki ürperdim.
"Görüşürüz."
Ben arabaya binmeden önce duydum onu. Sanki bir daha görüşecekmişiz gibi görüşürüz demesi... Ne bileyim, yine de heyecanlanmıştım.
-*-
Eve geldiğimde yorgundum. Melda ile lunaparka gitmiştik ve hayatımda hiç eğlenmediğim kadar eğlenmiştim. Bağırmaktan boğazım acıyordu ama yine de uzun zaman sonra onun rahatlığı beni mutlu etmişti.
Anahtarımı vestiyere bırakırken annemin sesini duydum içerirden.
"Evet... Evet, yarın akşam. Saat 20.00'de..."
Benim geldiğimi gördüğünde kocaman gülümsemiş ve yine telefona dönmüştü. Önceden de böyle olduğundan alışkanlığım yüz gösterdi ve odama çıktım. Sıcak bir duş alıp üzerimi değiştirdiğimde rahatlamış, yatağıma uzanmıştım. O ana kadar her şey normaldi. Elime telefonu alana kadar.
Ekranda gördüğüm mesaj ile kaşlarım çatıldı. Çünkü bu mesaj YAKIŞIKLI adlı birisinden geliyordu. İlk önce afallasam da bugün telefonuma kendisini yakışıklı diye kaydeden çocuk geldi aklıma. Adı neydi? Burhan mı, Burak mı... Ah! Evet, Burak.
- İyi geceler
Yazmıştı. Kaşlarım çatılsa da cevap vermek yerine telefonu kapatmış ve uyumak için gözlerimi yummuştum.
-*-
"Aile fotoğrafı çekineceğiz."
Neredeyse 10 dakikadır bu cümlenin getirdiği gerginlikle masada büyük bir sessizlik vardı. Sabah, kahvaltıda görmeye alışık olmadığım Kuzah, bugün nedense tam takır kahvaltıdaydı. Tabi, bunun nedeni Erol amcanın zorlaması olsa gerek ki hâlinden hiç de memnun değildi. Benim de ondan bir farkım yoktu. Bu gece, aile fotoğrafı çekinecekmişiz. Ne garip bir âdet ise annem çoktan her şeyi ayarlamıştı bile. Kıyafetim, biz yemek yerken odama götürülmüştü. Günlük planım çoktan hazırdı. Okula gidecektim. Çıkışında ise güzellik merkezine gidip baştan aşağı ağda olacaktım. Bu garip gelmişti. Gören de beni gerdeğe yolladığını falan sanırdı ama bir şey soramamıştım. Ağdadan sonra ise kuaför randevum vardı. Sonra da eve gelip mutlu aile pozu verecektik. Bu garipti çünkü mutlu falan değildim ve bunu insanlara kanıtlama gereksinimi neden duyuyorlardı anlamamıştım.
"Fotoğraf magazin dergilerinin hepsinde basılacak. Bu gece, ikinizin de tam takır olmasını istiyorum."
"Bu gece idmanım var."
"İptal et o zaman." diyen Erol amca ile sesimi çıkarmaya korkar bir şekilde peynirimi didikliyordum. Anneme yavaşça baktığımda ise gözleri arada benim üzerimde dolanıyordu. Gözlerindeki ışıltıya sarılarak sesimi çıkarmadım. Onun verdiği güven beni mutlu ediyordu. Eğer o mutluysa, bunları yapmakta bir sakınca görmüyordum.
"İzninizle, ben doydum." diyerek ayağa kalkan Kuzah ile birlikte bulduğum ilk can simidine sarıldım ve "Ben de doydum." diyerek ayağa kalktım. Erol amca bu durumdan memnun olmasa da ikimizin aynı anda kalkacak olduğumuz gerçeği onları susturmuştu.
Annemi öptüm. Erol amcaya ise küçük bir gülümseme gönderip masadan ayrıldım. Kuzah ise çoktan dışarı çıkmıştı bile. Ama benim arabamın hazır olmasının aksine, onunki kapının önünde hâlâ duruyordu.
"Günaydın Nihat abi." diyerek Kuzah'ı görmezden geldim ve yanından geçip ilerledim.
"Günaydın Şilan, bugün dinlenmiş gözüküyorsun."
"Kesinlikle. Dün bizimle rokete binmediğin için çok üzgün olsam da atlattım merak etme. Bir dahakine söz verdin." dediğimde bana gülümseyerek kapıyı açmıştı. Yerime yerleşip başımı çevirdiğimde kaşlarını çatmış bize baktığını gördüğüm Kuzah ile derin bir nefes aldım ve tuttum. Onun tenini hissetmek istiyordum. Bu cinsellikle alakasızdı. Onun tenindeki sıcaklığı merak ediyordum. Benim gibi sıcak mıydı?
Başımı çevirdim ve tuttuğum nefesi bırakıp onu aklımdan silmeye çalıştım. Bu imkânsızdı evet. Yine de sabah sabah 1-0 geride başlayamazdım.
Okula geldiğimizde her şey normaldi. Birkaç insanın avcı sözlerine maruz kalmıştım. Ders de normal geçmişti. Ama normal günüm de onu görene kadardı.
Burak, kapıda durmuş öylece bana bakıyordu.
"Günaydın."
Kaşlarımı çatıp ona bakmadan edemedim. İyi miydi bu çocuk? Sabah da günaydın yazmıştı ama yine cevap vermemiştim. Yine de onu atlatmak için hızlıca gülümsedim ve "Günaydın." diyerek karşılık verdim. Tam yanından geçip gidiyordum ki kolumdan tutması uzun sürmemişti. Şaşkındım. Ne yapmaya çalışıyor diye ona döndüğümde ise tatlı bir şekilde gülümsemişti.
"Bu sabah da mesajla cevabı almayı bekliyordum."
"Görmemişim." dedim kolumu elinden kurtarırken şimdi istediği olmuştu. Durup, onu dinliyordum.
"Önemli değil. Bu gece meşgul müsün?"
"Evet."
"Ne planın var?" dedi hesap sorarcasına ama ondan çabucak kurtulmak adına acele ile konuştum.
"Aile fotoğrafı çektireceğim."
"Ah!" dedi bundan hoşnut olmamış gibi.
"Peki yarın?"
"Doluyum."
"Sonraki gün?" dedi ısrar ederek ama sabrım tükeniyordu.
"Bak, bütün programım bir ay öncesinden düzenlendi. Anlatabiliyor muyum? Doluyum. Git o arkadaşlarına söyle kendilerine başka bir eğlence bulsunlar." dedim ve yanından geçip giderken bana bir daha seslenmemesi adına matematik hocama koşturdum.
"Hocam!"
Onu arkamda bıraktım. Bana dönmüş merakla bekleyen yakışıklı matematik hocam ise benim aksime kocaman gülümsüyordu.
"Şilan, nasılsın iyi misin?"
"Evet hocam." dedim acele ile gülümseyerek. Şimdi birlikte koridorda yürüyorduk.
"Okula alışabildin mi?" başımı onaylar anlamda salladım.
"Kabul, biraz zor okuldur ama alışırsın."
"Tabi..." dedim ve hocaya ne diyeceğimi düşünmeye başladım. Birden bağırmış ve adamı durdurmuştum neticede.
"Bir şey mi istemiştin?" diyerek durduğunda bana yukarıdan bakıyordu. Başımı kaldırıp adama baktığımda ise tahmin edilmeyecek bir soruyu yönelttim.
"Kaç yaşındasınız?"
Bu da nereden çıktı kızım? Adama sorulacak soru mu bu? Poyraz hoca da bunu anlamış olmalı ki şaşkınlıkla bana baktı. Ardından ise yine sıcak bi gülümseme ile bana baktı. Normalde dersleri işleyen sert bir hoca olsa da bana karşı bu kadar sıcak kanlı olmasının sebebi yeni öğrenci ve Erol amcanın direktiflerine yordum. Ondan herkes korkuyordu ne de olsa...
"28 yaşındayım. Sen kaç yaşındasın?" diye sorması ile benim komik sohbetimi devam ettirmeye çalıştığını anlayarak utandım. Tanrım! Rezil bir kızdım. Yine de onun beni bozmamasına minnettarlıkla konuştum.
"18."
"En güzel yaştır."
"Ah! İnanın bana en zor yaş olarak tarihe geçebilir." dediğimde bana güldü. Gerginliğimin getirdiği telaşla ben de ona katıldım.
"Aslında ben size başka bir şey soracaktım."
"Neymiş?"
"Şey, özel ders veriyor musunuz acaba?" Bu soruyu sormamla şaşırsa da bozuntuya vermeksizin bana baktı.
"Veriyorum ama okul içindeki öğrencilerime değil." demesi ile hayal kırıklığına uğramam uzun sürmedi. Tamam, şu ana kadar aklımda matematikten özel ders almak yoktu ama son senemdi ve ben eski devlet okulumda öğrendiklerim ile yetinirsem bu sene mezuna kalabilirdim.
"Yardıma mı ihtiyacın var?"
"Evet. Biliyorsunuz ki bundan öncesinde devlet okulundaydım ve sizin kadar öğretici dersler geçirilmiyordu. Ne de olsa 34 kişilik sınıflar." dedim biraz da abartarak. Derslerim orada gayet de iyiydi. Hatta okulun ineği bile olabilirdim ama madem annem zengin bir adamın eşi oldu, bunu kendi yararıma kullanmakta bir sakınca yoktu.
"Anladım." diyen hoca ise etrafına bakındı ve derin bir nefes alıp bana gülümsedi.
"Aslında bakarsan bizim kendi öğrencilerimize ders vermemiz yasak ama bunu başkası duymazsa sana yardımcı olmak isterim. Çok çabuk kavrıyorsun. Bence bu işi hemen halledebilirsin." demesi ile kocaman gülümsedim.
"Çok teşekkür ederim. Gerçekten." demem ile bana güldü ve omuzuma elini koyup birlikte yürümemiz için beni yönlendirdi.
Öğretmenler kapısına gelmeden ise elindeki kağıdın köşesine numarasını yazdı ve bana uzattı.
"Bu da benim özel numaram. Ara, görüşelim programlarımızı. Ona göre de hareket edelim."
-*-
Eve gelmek için dua edeceğimi söyleseler buna kıçımla gülerdim. Onca insanın bana olan hürmetinin televizyonlardaki imrenilesi bir hayat olarak sunulması şöyle dursun, çok boktan bir durumdu. Her şeyinizi izliyorlardı. Yanlış bir hareket yapsanız, bunu fark edecek kadar size dikkat ediyorlardı ve bu korkunçtu bir ara tuvalete gitmek istediğimde hepsinin yüzüme bakıp bunu kabul etmesi ile az kalsın isyan edecektim ama gün içinde elli kere aradığım annem sonunda beni güzel bir bilgisayar ile kandırmıştı. Biliyorum, biliyorum. Kendimi şu an bulunduğum bolluk içerisinde oldukça dandik bir şeye sattığımı biliyordum ama kimin umurunda? Daha birkaç hafta öncesine kadar bunlar bana muhteşem geliyordu.
Eve geldiğimde ise son rötuşlar yapılıyordu. Kuaförüm saçlarım bozulmasın diye yanımda gelmiş, makyözüm ise yüzüme kullandığı makyaj malzemelerini toplayıp bana vermişti. Gerisini annem halledecekmiş. Bunun kadar sıkıcı bir şey olamazdı.
Elbisem ise tozpembesi rengindeydi. Sarı saçlarım omuzlarıma dökülüyordu. Tatlı bir renk olsa da oldukça düzenli ve kendinizi prenses gibi hissedeceğiniz tarzda bir dikime sahipti. Düz, sade ama asil... Annem bu tarzdan anlıyordu.
Yine de sıkılmıştım.
"Ne zaman bitecek bu?" dedim anneme aynadan bakarken. O ise saçlarımı oranlı bir şekilde iki yanıma atıyordu.
"Birkaç kare alacaklar. Orada sıkıntı çıkarmanı istemiyorum. Zaten Erol'un canını Kuzah yeterince sıkıyor." demesi ile aynada bir an kendime şöyle bir baktım. Göğüs dekoltesi vermese de küçük bir ayrıntı ile dokundurulmuştu her şey. Ve bir gerçek vardı ki dekolteden çok saklanılan ilgi çekerdi.
Sonra gözlerim etek boyuma gitti. Dizlerimden bir karış kadar yukarıdaydı. Belimde ise inci döşemeli bir kemer vardı. Annemin boynuma astığı zarif incili kolye ile takım oluşturmuştu. Saçıma ise küçük, şu Fransız kızlarının taktıklarından küçük bir şapka takılmıştı. Bunu rengi de pembeydi ve tam bir hanımefendi rolüme girişmiştim.
Tahrik ediciden ziyade kız kardeş gibi duruyordum.
Buna sevinmem gerekiyordu ama nedense içimde bir sıkıntı yer aldı. Onun beni kız kardeşi gibi görmesini falan istemiyordum. Annemler şöyle dursun, birlikteliklerinden önce bizim bir yaşanmışlığımız vardı. Kuzah için bir şey ifade etmiyor olabilirdim ama o benim ilkimdi ve hayatımda yaşadığım en güzel yaramazlıktı. Yaptığım yanlış, biliyorum. Ama kimin umurunda? Onu istiyordum.
Annem ve kuaförüm odamı terk ettiğinde sonunda rahat bir nefes alabilmiştim. Elbise'nin fermuar bölgesi biraz kaşındırdığı için de fermuarını açıp biraz rahat bir hâle girebildim. Melda'nın görüntülü arama isteğini geri çevirmezken ona şimdiki hâlimi resmedip duruyordum. İkimiz de gülüyorduk ki bunun aslında yapmam gerken en utanç verici şey olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kapımın açıldığını gördüğüm ayna ile arkamı dönmem uzun sürmemişti. Ama o çoktan benim burada ne yaptığımı bilirmişçesine küçümser bakışlarını üzerimde dolandırmıştı.
Onu en son beklediğim yer odamdı. Burası... Garip. Onunla bu odada birlikte olmamıza rağmen birkaç eşyayı değiştirmemle sanki ilk defa buradaymış gibi yabancılık çekiyordum. Ama şimdi, onca eşyanın değişmesi üzerine o gelince hâlâ o gecedeymiş hissiyatı yaşamam normal miydi?
Elimdeki telefonu unuttum. Zaten Melda da bir sorun olduğunu anlayıp hemen telefonu kapatmıştı. Anlayışlı bir arkadaşa sahiptim ama işler sadece bununla yürümüyordu işte.
"Ne işin var burada?"
Onun bana bakışlarını kesmek adına söylediğim sözlerle dikkatini sonunda verebilmişti.
"Aşağıda bizi bekliyorlar. Birlikte inmemiz gerekiyor." demesi ile kaşlarımı çattım. O an ne hâlde olduğum aklıma dank etti. Acele ile aynanın karşısından kenara doğru çekildiğimde kendi kendime bir an kızmadan edemedim. Ondan neyi saklıyordum? Zaten bunu yeterince görmemiş miydi?
İşte o an aklımdaki şeytanlıklar yerini korurken dudaklarımda bir gülümseme belirdi.
"Ah! Beni almanda ki incelik gözlerimi yaşarttı doğrusu kardeşim." Sesimdeki ima barizdi. O da anlamıştı zaten. Sıkılmış bir şekilde bana baktığında ise sabrının tükenmemesi adına hızlıca hamlemi yapmak adına ona doğru ilerledim.
"Bir sıkıntım var..." dedim ve içeri gelmesi için elimle işaret yaptım. Anlamadı ve dediğimi de yapmadı.
"Bana ne varsa. Hadi şu lanet işten kurtulalım ve ben gideyim. Sizin bulunduğunuz ortamın havasını soluyamıyorum."
Sözleri kırıcıydı. Gururuma dokunduğu da bir gerçekti ama kendimi toparlamam da uzun sürmedi. Onun böyle davranmasını ummuyor muydum zaten? Yine de hırsım ön plana geçti ve bana reverans yaptı.
"O zaman içeri gel ve şunu kapat. (arkamı döndüm ve saçlarımı bir yanda toplayıp ona arkadaki fermuarı gösterdim) Elim oraya uzanamıyor."