Zeynep, İstanbul’dan ayrıldığında sabahın ilk ışıkları henüz gökyüzünü ağartıyordu. Elinde Aras’ın verdiği dosya, kalbinde onun bıraktığı ağırlıkla yola çıkmıştı. Gideceği yeri düşünmemişti; sadece uzaklaşması gerektiğini biliyordu. İçinden bir ses, kalıp savaşmasını söylese de Aras’ın bakışlarında gördüğü kırılgan koruma isteği ona susmayı öğretmişti. Aras onu uzaklaştırmak istememişti belki ama içten içe o dünyadan kurtulmasını dilemişti. Çünkü orada kalmak, sadece bir aşka değil, kendi hayatına ihanet etmekti.
Arabasıyla kuzeye, Karadeniz kıyılarına doğru sürdü. Sessizlik, yol boyunca onun tek arkadaşıydı. Radyo kapalı, telefon sessizdeydi. İçinde dönüp duran tek şey, Aras’ın son cümlesiydi: “Seni o ateşe veremem.” Ama Zeynep zaten o alevlerin içinden yürüyordu artık. Kendinden kaçamıyordu, sadece yön değiştiriyordu. Bir otele yerleşti. Denize bakan sade bir odada, bavul bile açmadan yatağa oturdu. Elindeki dosyayı masaya koydu ama açmadı. Çünkü biliyordu ki içinde ne varsa, sadece Aras’la değil, artık onun kaderiyle de örülmüş bilgilerdi.
İlk gece boyunca defalarca uyandı. Kimi zaman Aras’ın sesini duyduğunu sandı, kimi zaman yalının duvarlarını rüyasında gördü. Sonunda sabaha karşı dayanamayıp dosyayı açtı. İçinde haritalar, kişiler, isimler, kodlanmış belgeler, bazılarının üzerine kırmızı kalemle çizilmiş notlar vardı. Zeynep bunları anlamak için mimar kimliğinden fazlasına ihtiyaç duyuyordu ama bazı planlar doğrudan ona hitap ediyordu: gizli bölmeler, yalıya ait kroki parçaları, tuhaf semboller. Bunlar onu hedef haline getirmiş olabilirdi. Dosyanın en altındaki zarfı açtığında içinden çıkan tek bir belge onu kalbinden vurdu. Siyah-beyaz bir fotoğraftı bu. Aras çocukken, yanında genç bir kadınla. Kadının gözleri Zeynep’inkine çok benziyordu. Aras gülümsüyordu… ve bu, onun bugüne dek bildiği hiçbir haline benzemiyordu.
Zeynep kendini aynada izledi uzun süre. İçinde Aras’ın geçmişinden bir iz taşıyor olabilir miydi? Onun yitirdiği bir şeye benziyor muydu? Belki de bu yüzden ona bu kadar yaklaşmıştı. Onun gözünde bir hayalin devamıydı belki de. Ya da sadece… Aras’ın içinde unuttuğu bir insanlığın yankısıydı.
O hafta boyunca otelden çıkmadı. Aras mesaj atmadı. Zeynep de yazmadı. Aralarındaki mesafe sadece şehirler arasında değil, kalpleri arasında da giderek açılıyordu. Ama tuhaf olan, uzaklaştıkça daha çok bağlı hissediyordu. Aras’ın dünyasından uzaklaşmak, onun gözlerinden kurtulmak demek değildi. Aksine, şimdi daha net görüyordu. Her şeyin başladığı noktaya… yani kendi duygularına dönmüştü.
Yedinci günün sabahı otelin güvenlik görevlisi odasına geldi. “Hanımefendi, aşağıda bir adam sizi bekliyor,” dedi. Zeynep bir an dondu. Aras mıydı? Hayır… Bu onun tarzı değildi. Aşağı indiğinde, otelin önünde siyah camlı bir araç duruyordu. Kapısı açıldı, içinden çıkan adam tanıdık değildi ama bakışları tehditkârdı. “Zeynep Yalın?” diye sordu. “Buyurun?” “Bizimle gelmeniz gerekiyor.” Zeynep geri adım attı. “Kimsiniz?” “Polis değiliz. Ama size sorularımız var. Bu konuda ısrarlıyız.”
Zeynep istemsizce çantasına uzandı ama adamlar hızlıydı. Telefonunu aldı. Bir anda kollarından tutuldu ve arabaya bindirildi. Araç hızla otelin önünden uzaklaştı. Gözleri bağlanmamıştı ama camlar karartılmıştı. Gittikleri yeri kestiremiyordu. Kalbi hızla atıyordu. Gözleri dosyayı aradı. Yanına almamıştı. O bilgi şimdi odadaydı. Ve yalnızdı.
Bir saat süren yolculuktan sonra eski bir binaya girdiler. Beton, nem, demir… Zeynep kokuyu tanıyordu. Sığınak gibi bir yerdi burası. İçeri sokulduğunda bir masa başında başka bir adam onu bekliyordu. Yaşlıca, gri saçlı, ince sesli biri. “Siz mimarsınız değil mi?” diye sordu. Zeynep başını eğdi. “Siz kimsiniz?” “Kim olduğumuz önemli değil. Ama ne bildiğiniz önemli.” Dosyadan haberdarlardı. Aras’tan, yalıdan, gizli belgelerden… Zeynep ne kadar inkar etse de o belgelerin bir kısmının el yazısının kendisine ait olduğunu gösterdiler. “Bunları yazmadım,” dedi Zeynep, “Ben sadece planları çizdim.” “Planlar bazen devrimleri başlatır,” dedi adam. “Ve siz, bir kapıyı açtınız. Şimdi ya o kapının ardına geçeceksiniz... ya da sonsuza kadar sessiz kalacaksınız.”
Zeynep’in zihni bulanıyordu. Bu bir tehdit değil, bir karar anıydı. Gözleri karardı bir an. Ama sonra kapı açıldı. İçeri Aras girdi. Ceketinin düğmeleri açık, yüzü yarı gölgede. “Yeter,” dedi. “Onu bırakın. O hiçbir şey yapmadı.” Yaşlı adam başını çevirdi. “Senin hatan. Kadını kendi savaşına çektin.” Aras gözlerini kısmadan cevapladı. “Onu korumak benim sorumluluğum. Artık onunla oynamayacaksınız.” Zeynep nefes almayı unuttu. Bu sahne bir kabus gibi değildi. Gerçekti.
O gece, Aras onu kendi arabasına bindirdi. Göz göze geldiklerinde hiçbir şey konuşulmadı. Ama Zeynep anladı. Artık dönüş yoktu. Sadece Aras’ın karanlığında onunla birlikte yanmak vardı.