Malikanenin önünde duran siyah SUV’a Kenan’ın o keskin baş hareketiyle binerken, deri koltuğun buz gibi teması omurgamda bir ürperti yaydı; araç harekete geçer geçmez lastikler asfaltta çığlık attı, savrulurken emniyet kemeri göğsümü sıkıştırdı. Kenan’ın öfkeden mermere dönmüş çenesi, şakaklarında seyiren kaslar ve direksiyonu ölüm sıkıcısıyla kavrayıp beyazlaşan parmak boğumları, göz ucumda bir kâbus gibi titriyordu. Başımı dondurucu cama yaslayıp şehrin bulaşık ışıklarını izlemeye çalıştım, fakat zihnim Evren’in yüzü ve Kenan’ın tehditleriyle paramparçaydı. Aniden Kenan’ın sesi, zehirli bir yılan tıslaması gibi kabine doldu: "Evren’e gidiyoruz. Sabah olmadan onun boğazını kendi ellerimle sıkışını izleyeceksin." "Hayır! Bunu yapamazsın!" çığlığım, onun gök gürültüsünü andıran kahkahasıyla

