AĞANIN ESİRİ-OYUN-1

1983 Words
Bazı anların hep rüya olmasını isteyen insanlar olur. Bu hiç değişmez çünkü yaşanan anların kötülüğü buna nedendir. Ben İnci. Anne babamın ölmesini ve hatta buna çıkan yangının neden olduğunu yedi yaşına geldiğimde öğrendim. O zamana kadar amcamı ve yengemi anne babam zannediyordum. Kimse de aklım erdiğinden itibaren bunun olduğunu söylememişti. Hem de yaşadığım evin az ilerisinde artık bir harabeden döküntüden farksız olan o yıkıntının, beni hayata getiren anneme ve buna neden olan babama mezar olduğunu bilmeden kıyında köşesinde oyun oynadığım anlarda bile. Sonra bir akşam baba bildiğim amcam beni karşısına aldı ve “Sen aslında bizim kızımız değil yeğenimizsin. Abimin çocuğusun. O yanında oynadığı yıkıntı ev sizin evinizdi. Sen üç yaşındaydın. Dinçer ile oynamak isteyip bizde kaldığın bir akşam evde yangın çıktı ve anne baban öldü.” Dedi. Daha yedi yaşındaki bir çocuğa ölümü böyle anlatmak üstüne aslında anne babası olmadığını söylemek onun için de zor olmadıydı diye düşünsem de yüzündeki umursamaz ifadeyi hala hatırlıyordum. “Kemikleri bile küle dönmüştü o yüzden mezarları dahi yok. Seni kızımız gibi büyütüyoruz. Dinçer’den ayırmıyoruz ama senin de bize yardım etmen lazım. Yengen yoruluyor ona ev işinde ahırda yardım et. Yani İnci sana harcadığımız emeğin karşılığını ver kızım.” Karşılık vermek. Zihniyet galiba tam da burada devreye giriyordu. Amcama göre her şeyin bir karşılığı vardı. Bana bakmalarının karşılığı da benim onlara her konuda hizmet etmemdi. Böyle başladı zaten her şey ve ben yedi yaşından itibaren okuldan geldiğim her an artık yenge demek zorunda kaldığım kadına yardım etmeye başladım. Anne dememe o andan sonra kızmaya başlamıştı. Tavırları değişmiş bazı şeyleri mecbur olduğumu kafama vura vura öğretmişti. Dinçer abi benden iki yaş oğluydu. Bir de ben sekiz yaşına girdiğimde kızı olmuştu. Neşe. Çocuk halimle Neşe’ye de bakıyor altını almaya çalışıyor ağlamasın diye çoğu gece beşiğinin baş ucunda uyuya kalıyordum. O zamanlar kimse bu çocuğun içindeki yara nedir? Ailesini öğrendir ne hisseder dememişti. Hoş hala diyen yoktu. Biraz tombul bir kızken günden güne erimeye başlamış on yaşına geldiğimde yaşıtlarımın sıska ismini taktığı bir çocuk olmuştum. Kilolu halimle dombili derlerdi. Zayıfladığımda bunun geçeceğini düşünsem de çocuklar acımazsızdı. Köyün çocuklar okulda benim hakkımda konuşurken sıska aşağı sıska yukarı der hatta alay ederken ana babasız kız kendi de ölüyor diye ileri giderlerdi. Zaman geçti. On beş yaşıma vardığımda ilk kez adet nedir nasıl olunur öğrenmiştim. Yengeme söylediğimde kaşlarını çatmış ardından ne yapmam gerektiğini üstün körü anlatmış ve beni yaşadığım yeni ve garip durumla baş başa bırakmıştı. Halbuki yanımda olup destek olsa yardım etse bu kadar zorlanmazdım. On altı olduğumda artık Dinçer abi ile iletişimimden yengem rahatsızdı. Amcam sürekli azarlamalara başlamıştı. Oysa bir evin içinde kardeş gibi büyümüştük. Abimdi o benim ve bu Dinçer abi askere gidip geldikten sonra ne yazık ki kılıf değiştirmeye başlamıştı. Yalnız bulduğunda yaklaşıyor saçımı yanağımı okşuyor bazı zamanlar fark etmekte benim bile güçlük çektiğim şekillerde dokunuyordu. Sevmiyordum. Ondan ilk kez giyinirken odanın aralık kapısından beni izlediğinde korkmuştum. Çünkü gözleri daha önce görmediğim bir şekilde bakıyordu. Bilerek ve isteyerek uzak durduğum ve korkumun artık beni boğmaya başladığı ikinci sefer ağırda hayvanlara ot verip tezekleri temizlediğim o gündü. Çığlık atamamış ağzımı açamamış korkudan kaskatı kesilmiştim. Arkamdan geldiğini anlamamıştım. Belime sarılıp beni ot balyasının üzerine savurduğunda kapı çoktan kapanmıştı. “Abi, ne yapıyorsun?” dediğimde aldığım cevap şoka girmeme yetmişti. Hazır da girdiklerim yetmiyor gibi. “Sikerim abini kes sesini.” Kaçmak istediğimde daha sert bir şekilde savurmuştu ve ben o an yüzüstü düşmüştüm. Üzerime abanmış eteğimi yukarı sıyırırken bacaklarımı ellemiş sıkmış kalçama vurmuş üstelik onları yaparken “Of çok iyi çok güzel” gibi kelimeler kullanmıştı. Ağlıyordum. Bedenim istemsiz kasılıyor titremeye başlıyordum. Bağırmak istediğimde başımı ot balyasına bastırıyor “Sus yoksa gebertirim seni kimse de niye diye sormaz. Yakarım seni bu ahırda. Anan baban gibi geberip gidersin” diye kulağıma nefesini vererek konuşuyordu. Sonra bir şey yaptı. Kendi eşofmanını sıyırdı ve iç çamaşırımın üzerinden kendini bana yasladı. Korku boğazımdaydı. Ölüyordum ama ne sesim çıkıyordu ne de kımıldayabiliyordum. Güçlüydü. Benden kat be kat iriydi. Kalçası hareket etmeye başladığında üzerime abanıp saçlarımı öpmeye boynumu emmeye başladı. Sadece “Yapma” diyebiliyordum ama onu bile duyduğundan şüpheliydim. Dakikalarca kendini bana sürtmüş elini balya ile bedenim arasına sokup küçük göğsümü avuçlamış hatta parmakları ile en mahrem yerime dokunup dişleri arasından hırlar gibi soluklar almıştı. Ölmek istemek neymiş o gün öğrenmiştim. Hareketleri hızlanıp kendini daha fazla sürttüğünde kısık bir tonla inleye inleye pisliğini üzerime akıttığında rahatlamıştı. Ardından aletinin ucunu eteğime silmiş üzerini çekmiş başımın kıyısına kadar gelip saçlarımdan asılarak başımı yukarı kaldırarak ona bakmamı sağlamıştı. Bense nefes almayı bile unutmuş gibiydim. “Bundan birine bahsedersen önce kemiklerini kırar sonra da koynuma kendi girdi derim ya da bana iftira atıyor başka oğlanlarla sikişiyor derim kurtulurum. Akıllı ol. O kuru götünü bana siktirme. Hoş siksem zevk alırım işime gelir ya neyse. Bir dahakine bu kadarla kalmayacak haberin olsun. Şu göt sikme fikri hoşuma gitti. Kızlığını bozamam ama arka girişinden istediğim kadar sikebilirim. Hadi fazla oyalanma işini bitir eve geç. Annemler anlarsa işte o zaman her deliğini doldururum senin.” Demiş gitmişti. On sekizime gelmeden yaşadığım şeyin adı tacizdi. Alenen tecavüzdü ve ben bir ahırda ot balyasının üzerinde iç çamaşırımda onun pisliği ile nefes almaya çalışıyordum. Kime ne diyecektim? Kim inanacaktı ki bana? Kaç dakika geçti ne oldu bilmiyorum ama işini gördüğüm ineğin yavrusu yanıma gelip yüzümü yalamaya başladığında bende ağlamaya başladım. Kemiklerim kırılmış gibi ağrıyordu. Kalçam bacaklarım sıktığı göğsüm sanki etimi koparıyorlarmış gibi ağrıyordu. Keşke dedim ilk kez. Keşke anne babamla ölseydim. Ama ölmedim. Kalktığımda adım atacak halim yok gibiydi. Oysa birazdan neşe okuldan yengem komşudan amcam da kahveden gelecekti. Tiksinerek çamaşırımı çıkartıp köşedeki suyun altında öğüre öğüre yıkadım. Sonra yetmedi parçaladım. Kustum. Duvar dibine çöküp yine ağladım. Çaresizliği o an iliklerime kadar hissettim. Abi derdim ona. Severdim. O andan sonra deli gibi korkarken ölesiye nefret etmeye başladım. Ölse bir bardak su vermezdim. Çok sürmedi yengemin “Kız İnci neredesin gözün kör olmayasıca!” diye bağırması ile toparlandım. Mecburdum. Çünkü çok daha kötü şeyler olabilirdi. Hoş o zaman ki aklımla daha ne olabilir ki diye düşünememiştim. Üzerimi düzelttim. Leş gibi hissediyordum. Kaç kez yıkansam geçerdi pisliği ya da benim kirim hangi sabunla çıkardı. Ahırdan çıkıp eve girdiğimde yengem benim halimi görünce kaşlarını çattı. Yanıma kadar gelip “Ne bu hal” derken burnundan soluyordu. Kekeleyerek bir şey yok desem de inanmamıştı. Eski ebelerdendi yengem. Çocuklar olmadan önce çalışırmış köy sağlık ocağında ama sonradan vazgeçmiş. Bana inanmayıp odaya sürüklediğinde o pislik yoktu. Önce “Belden altını soyun geliyorum” dedi ve gitti. Duvar dibinde çöküp kalmışken yeni bir korku dalgası boğazımı sıktı. Yeniden odaya geldiğinde hala dediğini yapmadığımda kolumdan tutup yatağa fırlattı. Üzerime eski bir çarşafı fırlatıp “Çıkar belden altının çamaşırını beni çıldırtma” dediğinde kukla gibi dediğini yaptım. Eteğimi sıyırdığımda çamaşırımın olmadığını fark etmedi çünkü çarşafın altındaydım. Titriyordum. Ağlayamıyordum bile artık çünkü sadece ölmek istiyordum. Ayak ucuma çöküp çarşafı kaldırdığında dizlerimi yukarı kaldırdı ve kadınlığımı elleri ile yokladı. “Yenge dur yapma. Bir şey yok” desem de nafileydi. Ne gördü bilmiyorum ama “Şükür hala bakire” dediğinde hemen kendimi geri çektim. Bana kaşlarını çatıp “Her ay böyle kontrol edeceğim seni. Bir boklar yeme diye anladın mı? Bu evden bakire şekilde çıkacaksın. Kocanın seni becermesi dışında başka erkek el sürmeyecek duydun mu? Şimdi kalk giyin yemeği hazır et.” Derken ki nefreti öfkesi ve bir yandan da rahatlaması benim için miydi yoksa oğlunun yaptıklarını tahmin ettiğinden mi emin değildim. O günü atlattığıma ve aklımı kaçırmadığıma hala şükrediyordum. O olayın üzerinden iki ay geçmiş ben köşe bucak Dinçer denen pislikten kaçmıştım. Hep yanımda birileri oluyordu. Yanaşamadıkça sinirleniyor ufacık hatalarda beni anne babası yerine o dövüyor o haldeyken bir dokunarak taciz etmekten geri durmuyordu. Zaten annesi köyden bir kız bulup evlendirdikten sonra şehir merkezinde iş bulunca gitmişti. Hani insan suyun altından bir anda çıkar ve nefes aldığını hisseder ya bende öyle hissetmiştim. Sonuçta karısı vardı ve onunla istediğini yapabilirdi. Bana dokunmasından daha iyiydi. Yirmi iki yaşıma kadar tüm erkeklerden korktum hep ve çekindim. Biraz daha zayıfladım. Birkaç kız arkadaşım vardı ara ara sohbet ettiğim onlardan da kopmak zorunda kaldım çünkü yengem daha ağır biçimde işleri üzerime yıkıyordu. Haziran ayıydı. 20 Haziran 2010. Amcam yemekten sonra “İnci yanıma gel seninle konuşacaklarım var” dediğinde korku ile bakmış çekinerek oturmuş başım önde konuşmasını bekliyordum. “Biz aslen buralı değiliz biliyorsun.” Evet, biz aslen Urfalıydık. Dedem daha bekar bir adamken buraya yerleşmiş evlenmiş sonrasında biz de burada devam etmiştik. Karadeniz de. “Biliyorum amca.” “İşte, memleketten dedenin tanıdıklarından bir aile haber yolladı. Seni istemeye gelecekler.” Gözlerim büyüdü. İsteme diyordu. Bu evlenmem demekti. Bir adamın bana dokunması. O işi yapacak olmak. Bedeni kasıldı. Belli etmemeye çalıştım ama omuzlarım kollarım sızlıyordu. “Merak etme öyle çulsuz birine gitmeyeceksin. Zaten öyle biri istese asla vermem. Sonuçta o kadar emeğimiz var biz de karşılığını alalım değil mi?” Karşılık. Hala karşılık diyordu. Yirmi iki yaşına kadar yanlarında her tülü işi yapmış üstüne oğullarının pisliğini çekmek zorunda kalmış ruhumda kapanması imkânsız yaralar açılmışken hala karşılık diyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir an bu evlilik olursa onlardan kurtulacağımı düşündüm. Belki evlenen adam iyi biri çıkardı ve rahat ederdim. O işi de öyle ya da böyle yapmam gerekirdi. Alışırdım. Nelere alışmamıştım ki. Amcam devam etti. “Varlıklı bir aile. Köyden temiz iyi huylu sesi soluğu şimdinin kızları gibi fazla çıkmayan terbiye almış bir kız bakıyorlarmış. Babamla da ailesi eskiden tanıdıkmış. Kızın var mı diye sorular ama Neşe daha on ikisinde o olmazdı. Bende senin için tamam dedim. Haftaya gelecekler. Gelmişken hem imam nikahın kıyılacak hem de alıp gidecekler seni. Artık orada düğün mü yaparlar ne olur bilemem. Ona göre hazırlığını yap. Evleniyorsun.” Evleniyordum. Evlenmek. Odama geçtiğimde Neşe peşimden geldi. Bana sarıldığında irkilsem de gülümseyip karşılık verdim. Saçlarımı okşarken “Sen gidecek misin İnci abla?” dediğinde başımı salladım. “Ama ben seni çok özlerim.” “Bende seni özlerim kuzum ama belli mi olur belki yine gelirim ziyarete o zaman görürüm belki sen gelirsin.” Dudak büzüm yine sarıldığında gözlerimi kapadım. Bir kasırga kopuyordu ve ben savruluyordum. Nereye konup yeşereceğimse belli değildi. Şimdi ise yirmi sekiz haziran perşembe günü saat öğlenden sonra ikiydi. Üzerimde gelirken getirdikleri kirli beyaz bir elbise vardı. Boldu ama nereden bileceklerdi ki kırk kilo olduğumu. Sedirli odada nikah kıyılıyordu. Kapı aralığından bir kez görmüştüm evlendiğim adamı ve oldukça yakışıklı görünüyordu. Elbette korkuyordum ama en azından eli yüzü düzgündü. İmam nikahımız vekiller eşliğinde kılındı. O varken ben buradayken neden bunu yapmışlardı anlamamıştım. Oturduğum yerden geçmişimle şimdimi düşünürken Neşe kapıyı aralayıp “Abla seni çağırıyorlar” dediğinde heyecanlandım. Korktum. Kendimi yabani gibi hissettim. Yine de kalktım ve sakince odaya girdim. Başım önümdeydi. Bir kadın geldi karşıma ve dikildi. Elimi tutup kaldırdığında bileğime beş tane bilezik taktı ama neredeyse elimden sıyrılıp gidecek gibiydi. “Neden bu kadar zayıf? Bir hastalığı mı var?” Yengem hemen atıldı. “Bizim İnci’miz her zaman böyleydi. Hem kilolu olup kocasının gözünü dışarı kaydırmaz. Bakmayıp sıska durduğuna tuttuğunu koparır gücü kuvveti yerindedir.” Kadın elimi bırakırken “Neyse iyi bari” deyip kenara çekildi. Yengeme “Az gel hele sen benle” dediğinde yengem kolumdan tutup beni de götürdü. Bir kez daha bakamamıştım Cihangir Kandemir. Adını da yengem söylemişti. Ben de artık İnci Kandemir olacaktım. Bu his başkaydı. Adını koyamıyordum. Odaya geçtiğimiz de kadın alenen “Bakire mi?” diye sordu. Yüzüm kızardı. Utancımdan yerin dibine girmek istedim. Yengem ise sanki dünyanın en önemli konusuymuş da o halletmiş gibi “Merak etme Vildan Hanım. Ben eski ebelerdenim. Her ay kontrol ettim. Sana tertemiz el değmemiş bakire bir kız veriyorum.” Dediğinde kadın başını salladı. Süslüydü. En azından bana göre oldukça şık ve kendini bilen biri gibi duruyordu. Kısa bir el öpme merasimi sonrası amcam ve yengem Neşe ile bile zor vedalaşmama izin verip beni evden atar gibi çıkardılar. Büyük lüks arabaları vardı. Dört araba peş peşe dizilmişti. Biz ortadan ikinciye bindik. Cihangir ön koltukta annesi Vildan yani kaynanam yanımda çıktık yola. Bakışlarım camdan dışarıya dönerken doğup büyüdüğüm yaşadığım bu köyden şimdi yirmi sekiz haziran günü gelin olup gidiyordum. Heybemde korkularım travmalarım hayallerim içimdeki tuhaf ad verilmeyen duygularım ve küçük bir el çantamla yeni hayatıma kucak açıyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD