1. Bölüm
Tuğçe kızımızdan anlatım...
Ne çok isterdik değil mi?
Peri masallarından oluşan bir hikayenin içinde yer almak. Zalim bir cadı bize kan kustursun ama beyaz atlı prensim bir gün beni katıldığım bir baloda kaçarken ayağımdan çıkan ayakkabı ile beni bulsun ve mutlu sonla bitsin yaşam. Çektiğin her türlü çileye değsin yaşamın ve o günleri hatırladığında sadece burukça bir tebessüm olsun yüzünde.
İşte gerçek hayat öyle değildi. Bu düşüncelere bile izin verilmeyen insanları tanımıştık. Gökyüzü yasaktı mesela, yağan yağmuru izlediğimiz ve yakalandığımız an aç kalırdık. Cezamız belliydi açlık ve soğuk ile terbiye edilenlerdendik. Annem ve babam kim bilmiyorum. Bilmek ister miyim? Asla!
Bir kadın dokuz ay on gün hamile kalıp, her anını karnındaki canı ile yaşarken nasıl olur da onu doğurduğu gün yalnızlığa mahkum eder?
Bunu yıllarca düşünmüş ama bir türlü cevabını bulamamıştım. Şimdi ise beni daha yedi yaşında o cehennem yuvadan kurtaran ailemin yanında, bana verdikleri odada sıcacık yatağımda uzanıp yine o lanet günleri düşünüyordum. İnsan ne kadar kurtulmaya çalışsa da başaramıyordu bazen. Yedi yaşıma kadar yediğim onca dayak, onca aç ve susuz kaldığım gece varken unutmayı nasıl başarabilirdim ki?
Sıkkın bir soluk alıp yatağımdan kalktım ve o günlerin bir korku kalıntısı olan yatağı hemen topladım. Eğer ki bunu her sabah yapmazsam falaka ile dayak yer, bir de tüm gün boyunca karanlık ve soğuk kömürlükte aç bir halde fareler ile arkadaşlık yapardın. Annem yani beni evlat edinen kadın Seray hanım pamuklara sarmış, ölen kızının acısını benim varlığımla gidermişti.
Oysa ben hiç anne hayal etmemiştim ki. Geceydi benim annem, karanlık ve soğuk odalardı anne dediğim varlığın kolları. Yağmurdu şefkati ve ıssızlığıydı en büyüleyici sesi.
Yirmi yıldır alıştığım ne varsa anne diyebildiğim hepsini yıkıp değiştiren Seray hanımın şefkati olmuştu.
Türkay bey babam.
Onunla daha çok arkadaş gibiyiz. Birlikte kahve içip tavla oynamamızın yanında benim Galatasaraylı, onun ise Fenerbahçeli olması ayrı bir olaydı. Hele ki iki sene üst süte şampiyon olmamız onu fena halde demoralize etmişti. Aklıma gelen anı ile dudaklarım yukarı kıvrılırken bir de dünya yakışıklısı bir abim olduğunu hatırladım.
Abim Hakan adının hakkını veren bir adamdı. Aramızda dokuz yaş vardı ve hala daha bekar bir adamdı. Hem başarılı bir iş adamı, hem de oldukça zengin olmasına rağmen gönlünün sultanını hala daha bulamamış olanlardandı. Çok prensip sahibi biri olsa da biz hem kardeş, hem de sırdaştık. Yıllar önce sevdiği bir kız arkadaşını kan kanseri rahatsızlığından ötürü kaybetmiş olması belki de onu soğutmuştu aşktan. Dışarıdan yıkılmaz bir dağ gibi dursa da, abimin içi heyelanlarla doluydu aslında.
Yine biri hayatına girer, belki de yine ölür gider korkusu saklıydı kalbinde. Ama hayatın bir gerçeğiydi ölüm. Ve hep şu söylenirdi 'olacak ile ölümün arasına girilmez' derdi büyüklerimiz. Öyleydi gerçekten olacak olan olayların kendiliğinden gelişmesine izin vermek istemesek de gelişir ve en sevdiklerimizi alırdı hayat.
Hayat;
Acımasız bir sahneydi. Hatta sen bir boğasın ve karşında sayısızca matador keskin kılıçları ile sırtını hedef alıp saplıyordu. Koca arenada herkes matadoru alkışlarken bir yaşamın acı dolu çığlıklarına sağır ve hatta kanlı bu ölümden keyif alır halde çığlıklar atıyorlardı. Çünkü biz insan oğlu çiğ süt emmiş yaratıklardan ibarettik.
İyilik zor, kötülük ise en kolay yoluydu bu hayatın.
Seray annem küçükken tatile her gittiğimizde sahil kenarına oturur bıkmak usanmak bilmeden bana o kumdan kaleleri sevdirmek için uğraşırdı. Ben hiç ev, anne, baba, abi, hayat hayal etmemiştim ki. Üstelik o kadar yara bere içerisindeyken bu mümkün de değildi. Aradan geçen yirmi yılda değişen pek de bir şey olmadı zaten. Ben hala daha o kumdan yapılan kaleden nefret ediyordum.
Yüzümü buruşturup saçlarımı toplamaya koyulduğum an telefonum çalmaya başlamıştı. Ekrana baktığımda gözlerimi devirmek istedim. Telefonu açıp "efendim" dediğim de "günaydın sevgilim" demişti Yaman. Tebessüm edip "sana da canım ama şu balım diye kendini telefona kaydetmenin hesabını soracağım" dedim. Yaman kahkaha atıp "bende sevgilimin telefonun da adım ile kayıtlı olmak istemiyorum bayan çilli" dedi.
Bu sitemine kıkırdarken "bir daha çillerimden öpmeyeceksin Yaman" diye uyarıda bulunmuştum ama "sana ait olan her şey benim Tuğçe. Buna çillerin de dahil" diyerek bariton bir sesle uyarmıştı. Kıkırdayıp "tamam kovboy sakin" diyerek karşılık verdim. Yaman "hazırlan kahvaltı yapacağız beraber" dedi. Aslında evden çıkasında yoktu ama "peki" dedim. Birkaç gündür devamlı uzak duruyordum ondan. Yaman "seni çok özledim" dediğin de "bende canım" demiştim.
Kısa bir konuşmanın ardından hemen telefonu kapatıp giysi dolabını açtım. Ne giyebilirim diye bakarken öyle çok fazla kokuş bir havaya bürünmek istemedim. Üzerime günlük basit bir şeyler giyip makyaj masama oturmuştum. Hafif bir makyaj yapmak istedim. Gözlerim bu sabah haddinden fazla ağrıyordu. Annem her ne kadar doktora gidip bir dinlendirici gözlük almam konusunda uyarsa da vakit bulup bir türlü gidememiştim.
Hazır olduğuma kanaat getirdikten sonra kabanımı üzerime giyip çantamı ve telefonumu alarak odadan çıkmıştım. Aşağıdan abim ve babamın sert sesleri kulağıma dolarken daha hızlı inip salona doğru yürüdüm. Abim "hata benim ve ben altından kalkabilirim. Ne demek başka ortak?" diye sorunca babam "bu hemen toparlanacak bir hata değil Türkay. Bu senin tecrübene de yakışmayan bir hata" diye söylenmişti. Şaşkınca onlara bakıp "günaydın" dedim cılız çıkan sesimle.
Bu tabloya o kadar uzaktım ki şaşırmamak elde değildi. Annem "gel kızım kaldım bu iki deli arasında" diyerek elini bana uzatmıştı. Babam "benim için uygun olan tek koşul bu" diye itiraz istemeyen bir sesle konuşurken abim "o holdingde tek imza yetkisi bana ait baba. Bu hakkı tam on yıl önce kendi ellinle bana veren sensin ve herkes gibi sen de benim çizdiğim yolun neticesini bekleyeceksin" demiş hiç birimizin yüzüne bakmadan önce salondan, ardından da evden kapıyı gürültülü bir şekilde çarpıp çıkmıştı.
Babam öfke ile soluk alırken annem "Türkay artık rahatlar mısın? Hakan bu güne kadar bizi hiç yanıltmadı, şimdide yanıltmayacak" demişti. Babam ise "bu yaştan sonra pataklarım onu Seray. Bir kez daha bu üslupla benimle konuşursa canını fena halde yakarım" demişti. Derin bir nefes alıp "hey, hey biraz sakin olur musun baba? Resmen içinden ejderha çıktı yakışıklım" dedim. Babam yine sert bir soluk alıp "sen eşek sıpasına bak, bana kafa tutup kapı çarpıyor zibidi" dediğin de tutamamıştım kendimi ve kollarımı babamın boynuna dolayıp kıkırdayarak "eee armut dibine düşermiş babacım" dedim.
Babam ilk ter bir bakışla gözlerimin içine bakmış, ardından dudaklarını birbirine bastırıp başını çevirmişti. Annem tebessüm ederek "çok şükür" derken ben "sen de zamanın da dedeme az kök söktürmemişsin" diye kulağına fısıldadım. Babam köşeye sıkışmışlıkla "o ayrı, bu ayrı" diyerek kendini savunmuştu ama "hayır baba hepsi de aynı. Sen nasıl babanın sana güvenmesini, inanmasını istiyorsan, abim de aynı şekilde. Ayrıca kaybedeceği koca bir servet olsa da o bizin canımın" dedim.
Onların hiç biri ile aynı kanı paylaşmadığım halde onlar benim canım olmuş insanlardı.
Babam kollarını belime dolayıp "şeytan tüyü var sende yer cimcimesi" diyerek sağ yanağıma bir öpücük kondurmuş ve tek kaşını kaldırarak "sabahın erken vaktinde sen nereye?" diye sormuştum. Tebessüm edip "damat bey kahvaltıya götürecek" demiş tatlı bir ifade ile. Babam "damat bey diyoruz ama daha bir söz kesmedik kızım" diye uyarı dolu bir sesle söylenmişti.
Başımı sağa sola sallayıp "o bir an önce olsun istiyor ama ne demişler, kız tarafı naz tarafı" dedim. Annem kahkaha atarken babam "bu iş daha fazla uzamasın kızım. Bu hergelenin evlenmeye niyeti yok, bari sen evlen de torun sevelim" demişti. Onun bu haline gülümseyip "tama babacım hadi sen de annemle baş başa güzel bir kahvaltı yap" dedim ve yanaklarına kokulu birer öpücük kondurdum. Babamdan ayrılıp anneme de sarılarak "merak etme ben abime ulaşır konuşurum" dedim.
O da sırtımı sıvazlayıp "tamam kızım Yaman'a bizden de çok selam söyle" dedi.
Olaylı bir sabah selamından sonra evden çıkmış ve kapının önün de ağaç olmuş Yaman'a tebessüm ederek bakmıştım. O ise çatık kaşlarla yüzüme bakıp direkt araca binmişti. Olduğum yerde duraksarken sert bir şekilde kornaya basması ile yerimden sıçramış ve arabaya doğru yürümemi sağlamıştı. Yolcu kapısını açtığımda yavaşça araca binmiş ve sertçe kapıyı kapatmıştım.
Onu bekletmiş olsam da sebebini bilmeden bu şekilde davranması canımı sıkmış ve gerilmeme neden olmuştu. Yaman sertçe gaza basıp ani hızla kalkış yapınca öne doğru savrulup tekrardan sırtımı oturduğum koltuğa çarpmıştım. Bu sert davranışı fiziki açıdan da canımı yakınca "durdur arabayı" dedim. O ise beni duymamış gibi daha çok yüklenmişti gaza. Uzatmamak için susmuş ve sadece hızla geride bıraktığımız yola odaklanmıştım.
Araç aniden yine durunca bu sefer ellerimi devreye sokup torpidoya yaslayıp zarar görmemi kendim engellemiştim. Hala daha sert soluklar alırken "dinlemeyi öğrenemediğin sürece seninle evlenmeyeceğim" dedim ve araçtan indim. Her zamanki boğazda bulunan kahvaltı salonuna gelmiştik ama ben sinir içinde ve bu soğuk havada sadece sahile doğru yürümeye başlamıştım. Aklıma gelenle çantamdan telefonu çıkartıp abimi aradım hemen.
Çok uzun çaldıktan sonra "şimdi değil Tuğçe" demişti. Derin bir nefes alıp "abi benim de tepem atık, abi kardeş günü yapsak olmaz mı?" diye sordum. Abim "olmaz Tuğçe, bugün doru bir gün değil abicim. Akşam geldiğim de söz sırf seninle ilgileneceğim" demişti. Sıkkın bir soluk alıp "tamam" dedim ve kapattım telefonu.
Bir adım atacaktım ki kolumdan tutulmam ile olduğum yerde duraksadım. Hala daha sert soluklar kulağıma dolarken "tam tamına otuz beş dakika seni bekledim Tuğçe" dedi. Derin bir nefes alıp "neden kapıda bekledin? İçeri girip yanımızda olmak varken neden dışarıda bekleme gereği duydun?" diye sordum. Başımı ona çevirip "abim ve babam tartıştı. Babamı sakinleştirdikten sonra çıkmak istedim. Her seferinde dinlemeden bana bu şekilde davranman canımı sıkıyor Yaman" dedim.
Kolumu ondan çekmek istediğim de buna izin vermeyip beni kendine doğru çekip "bana ait olana günlerdir dokunamıyorum. Kokusunu duyamıyor, yüzünü göremiyorum. Söylesene sence ne yapmam gerek?" diye sordu. Donuk bir şekilde onun gözleri içine bakıp "ben kimseye ait değilim Yaman. Çünkü ben satın alınacak bir eşya ya da bir mal değilim. İfadelerine dikkat et yoksa bu iş gerçekten de biter" dedim.
Yaman geri çekilip şoka uğramış gibi gözlerimin içine bakarken bu sefer ona bir adım yaklaşıp "sakın beni yalnızlıkla korkutma Yaman. Hele ki bakirelikle hiç korkutma. Hayat bu kadar adil değilken beni bir kusur işlemişim ve ortada kalacakmışım gibi sakın korkutmaya çalışma" dedim. Yaman bir adım atacaktı ki elimi kaldırıp "inan bana ben hiç korkmuyorum yalnız kalmaktan" dedim.
Yaman ise aniden yüzümden tutup dudaklarıma kapanmıştı. Ona karşılık vermedim ve beni bırakmasını bekledim. Yaman anlını anlıma yaslayıp "ne korkutması Tuğçe'm? Günlerdir bana uzak olan sensin, benden kaçan yüzünü bırak sesini bile esirgeyen" dedi. Sıkıntıyla soluk alıp "ailem için bir şeyler yapıyorum anladın mı? Yıllardır bana bakmış, büyütmüş en iyi şartları ve imkanları sunup okutmuş olan insanlara çalışarak destek oluyorum. Yeni yıl kış kreasyonu çizimlerini yetiştirmek için gece demeden gündüz demeden çizim yaptım. Neden anlayışlı değilsin sen? Neden bu kadar üzerime gelip birde üzerine dinlemeden canımı yakıyorsun?" dedim.
Yaman düştüğü hatanın farkındaydı ama fazlasıyla canımı yakmıştı. Kendimi sertçe ondan çekip "bencilsin Yaman gerçekten çok bencil bir adamsın. Ve ben senin o hayalini kurduğun romantik çiçek böcek seven kadın değilim" dedim yüzümü buruşturarak. Yaman ise ellerimden tutup "gel oturup sakince konuşalım" dedi ve peşinden sürükleyerek sahildeki banklara oturtmuştu beni. Önümde biz çöküp ellerimi defalarca kez öpmüş "özür dilerim sevgilim. Bencil bir adamım kabul ediyorum ama sen de beni anla" demiş ve aniden dudaklarıma bir öpücük daha kondurmuştu.
Gözlerinin içine bakıp "bana bak çocuk benim sinirimi bozma. Bak bir defolur giderim saçımın teline hasret bırakırım seni" dedim sinirle. O ise dudaklarıma yine kapanıp delicesine öpmeye başlamıştı. Ellerini saçlarıma geçirdiğin de oldukça sertleşmişti dokunuşları ve öpüşleri. Geri çekilip "yetti bu özlem" demişti. Kendimi geri çekip "olmaz Yaman bugün olmaz" dedim.
Yaman ise anlamaz gözlerle yüzüme bakıp "neden?" diye sordu. Bıkkın bir soluk alıp "okullar tatil" diyerek göz ucu ile aşağı göstermiştim. Yaman elini saçlarına daldırıp hafifçe kaşıyarak "kaç gün sürer?" diye sordu. Gözlerimi devirip "birkaç gün" dedim ve ayaklandım. Yaman beni kolunun altına alıp "sen şimdi tatlıda istersin" dedi. Başımı sallayıp "kahvaltı yapıp hemen ıslak kek yemek istiyorum" dedim.
Böyleydik işte dengesiz, sade ve tutkulu.
Fazla duygusallık bana göre değildi mesela. Romantizm haz etmediğim bir şeydi. Bana göre en can alıcı kavgalardan sonra susup bir anda tutkuyla sevişmekti aşk. Tarz meselesi diye düşünmüştüm ama ilgisi yok. Nasıl yetişirsen öyle de devam ediyordu hayat. Yaman benim aksime daha duygusal ve hırçındı. Ona ilgili olmadığım her an sertleşen tavırlarının yanında bir de alıngan hali ekleniyordu. Çoğu zaman güldürmüştü onun bu tavırları. Çünkü benim üstlenmem gereken rolü o üstlenince komik duruyordu dışarıdan.
Biz böyleydik çoğu zaman saçma olsak da bu günlere kadar gelebilmiştik.
Yaman "bir tatlı daha?" diye sorunca başımı olumsuzca salladım. Fazla kahvaltılık bir şey yemeden direkt tatlı istemiştim. Her ayın bu haftası benim için gerçekten de kabus gibiydi. Bazı kadınlar duygusallaşırken ben aksine daha çok buz dağına dönüşüyordum. Yaman "o zaman evimize gidelim mi?" diye sordu.
Kısa bir süre yüzüne bakıp sabah babam ile yaptığımız konuşmayı düşündüm. Artık vakti gelmişti onun da söylediği gibi. Başımı usulca sallayıp "eşya da bakalım Yaman" diyerek bir küçük sinyal göndermiş oldum. Yaman "eşya mı?" diye sordu inanmaz bir ifade ile. Başımı sallayıp "boş evde oturacak değiliz değil mi?" dediğim de ise arkasına yaslanıp "bu akşam istemeye gelelim seni. yeter bu kadar uzadığı bu işin" demesi ile kıkırdamaya başladım. Başımı olumsuzca sallayıp "yarın akşam" dedim.
Yaman "kabul bir an önce olsun da bugünü, yarını pek önemli değil" dediği an kahkaha atmaya başlamıştım. Yaman "sen gül bakalım, bir evlenelim o evden çıkacak derman bırakmayacağım sende" dedi. Başımı sallayıp "kabul" dedim ve çayımdan bir yudum daha içtim.
Mekandan çıkıp Yaman'ın babasının yaptırdığı taş eve gittik. Dekorasyon tamamen biterken bir tel köklü bir temizlik işi kalmıştı. Yaman "yeni yılın ilk ayında evleniyoruz" demişti bir coşkuyla. Başımı sallayıp "olur" dedim.
Bahçeye çıkıp etrafa baktım. Gerçekten de tam istediğim gibiydi. Öyle çiçekler ya da rengarenk ışıklar sevmezdim ben. Yeşil çimenler ve botanik ağaçlar. Beni en çok motive eden doğanın ta kendisiydi. Belime dolanan kollar ile yüzümde tebessüm peyda olurken ellerimi belime dolanan kolların üzerine yerleştirdim. Yaman "zaman su olup aksın çillim. Zaman seni bana bir an önce getirsin" dedi. Yavaşça ona dönüp tebessüm ederek "az kaldı biraz daha sık dişini" dedim.
Yaman ise anlını anlıma yaslayıp "tam iki senedir senin evet demeni bekledim. Son altı ay ise bana gel demeni bekliyordum. Bana ait olduğun o günden beri sadece seni istiyorum Tuğçe'm. Sadece sen". Başımı sallayıp "az kaldı şampiyon hadi şu eşyalara da bakalım" dedim ve elinden tutarak anlaşmalı olduğumuz mağazalara gitmek için yola çıkmamamızı sağladım.
Salon takımı, yemek odası, yatak odası, iki ayrı çalışma ve hobi odaları için çeşit çeşit eşyalar baktık ve kararımızı vererek satın aldık. İkimizin arasında da para söz konusu değildi. Hem ortak hem de ayrı holdinglerimiz vardı. Maddi açıdan hiçbir zorluğumuz yokken saçma sapan adetlerle de vakit kaybetmenin anlamı yoktu. Biz istediğimiz her şeyi planlayarak bir gün için de karar verip satın almıştık.
Günün büyük çoğunluğunu dışarıda geçirecek bizler için spor klasik bir ev olması daha mantıklıydı. Bazen kendi evimde o ihtişamlı varak mobilyalar, klasik gürüp perdeler ve kocaman elmas model avizeler içimi boğuyordu. Yaman ile paylaşacağım evde ise hiç biri yoktu.
Günü yorgunlukla bitirdiğimizde ısrarlarıma rağmen eve gelmemiş ve beni bırakarak tutkulu öpücüklerini sunarak gitmişti. Evin kapısına tebessüm ederek gelmiş ve anahtarımla da kapıyı açmıştım. İçeri girdiğim de yine babamın deli bir bağırışı yankılanıyordu. Annem "sakin ol Türkay" diye söylenirken babam "Allah kahretsin her şeyimizi kayıp ettik" diye bağırıyordu.
Hızla salona doğru yürüdüğüm de abim darmadağın bir halde tekli koltukta otururken, babam kırmızı görmüş boğa gibi salonu tavaf ediyordu. Annem gözünden akan yaşları silerek "Türkay otur artık bulacağız bir çare" demişti ama babam "HER ŞEYİMİZİ KAYBETTİK SERAY NEYİN ÇARESİ?" diye bağırdığı an beynimden vurulmuşa döndüm. Abim ilk kez bu kadar yıkılmış bir vaziyette "benim yüzümden" demiş ve başını daha çok yere eğmişti.
Derin bir nefes alıp "HERKES SAKİN OLABİLİR Mİ?" diye bağırdım. Babam ilk kez bana donuk ve öfke ile baktı. Onu es geçip hemen abimin yanına geçip "Mujer Valiente değil mi? (İspanyolca cesur kadın demek)" diye sordum. Abim başını hafifçe sallarken "sen kardeşini hiç tanımamışsın abi" diyerek rahatça yanına oturdum ve "Yaman ile bir belge ayarladık. O ihaleyi zaten biz kazanmamıştık ve bu olayı tahmin ettiğim için seni kandırmış oldum" dedim.
Abim anlamaz gözlerle "ne yaptın?" diye sorunca "senin ihaleyi kazandığına dair imzaladığın o belge Mujer Valiente holdinginin meçhul sahibi tarafından oynan bir oyundu" dedim. Babam "şu işi baştan anlat" diyerek karşıma oturduğunda derin bir nefes alarak "dört yıldır bu holdingle karşı karşıya geliyoruz baba. Her seferinde bir sorun, bir pürüz muhakkak çıkıyor. Yaman görevli olan kişileri araştırdığında pek de hoş geçmişleri olduğunu söylemedi" dedim. Annem de karşıma oturduğunda abimin kucağına kurulup "yani anlayacağınız sahtekarlar ve ava giderken avlandılar" diyerek kahkaha atmaya başladım.
Abim "peki o belge?" diye sorduğunda sağ elimi kaldırıp en uyuz olduğu şeylerden biri olan burnunu sıkıştırma hareketini tüm sevimliliğimle yapıp "bu olay için küçük bir paran şirketimiz olan Mudo'yu feda etmiş olabilirim ama holdingimiz ve diğer şirketlerimiz hala daha sapa sağlam" dedim. Abim beni kucağına alıp ayağa kaldırarak "seni şeytan" diyerek etrafında döndürmeye başlamıştı. Kahkahalar atarak kollarımı boynuna dolayıp "eee armut dibine düşer yakışıklım" dedim.
Babam ve annemin de rahatça nefes aldığını görünce "bırak artık beni başım döndü" diyerek çemkirdim. Abin yanağımdan öpüp "ipten aldın beni" dedi sevinçle. Babam "bak da kardeşinden örnek al biraz" diyerek abime yüklenmeye devam ediyordu ama buna izin verecek değildim. Hafif çatık kaşlarımla "abime laf yok, o benim en büyük aşkım" dedim. Abim arkamdan boynuma sarılarak "senin o çillerine kurban olayım ben" demişti.
Ortalık biraz daha sakinleşince "bu arada yarın misafirlerimiz olacak" dedim. Annem "bu kadar aksiyonun üzerine kızım hafta sonu gelseler olmaz mı?" diye sorunca "olmaz Seray hanım biraz daha oylarsam Yaman beyi ömrümün sonuna kadar turşumu kurmak zorunda kalacaksınız" dedim. Annem aniden ayağa kalkıp "ne istemeye mi geliyorlar?" diye hiddetlenince keyifle kahkaha atıp "annecim abartma lütfen basit bir isteme olacak ve Ocak ayı gibi de sade bir nikah" dedim.
Annem "Türkay bu kız niye bu kadar ruhsuz? Ay kalbim ağrıyor heyecandan, kızımız ise basit bir isteme diyor" demişti. Derin bir nefes alıp "ben yatıyorum sabah iki önemli toplantım var. Ayrıca çeyiz gibi saçmalıklar da istemediğimiz için bugün ne gerekiyorsa her şeyi gidip aldık" dedim. Annem "ay Türkay gerçekten kalp krizi geçireceğim" dediğin de babam "Seray yeter kız ne istiyorsa öyle olsun uzatma sende" demiş ve son noktayı koymuştu.
Annemin azarı, babamın söylenmeleri ardından abimi de kolundan tutup salondan çıkarak merdivenlere yöneldim. Abim "fıstık bu gece de bana izin ver. Kafam davul gibi" demişti. Başımı sallayıp "yarına bomba gibi olman gerekiyor ona göre iyi uyu" dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum. Odama girdiğim de ise hiçbir şey düşünmeden üzerimdekileri çıkartıp iç çamaşırlarımla yatağa girdim. Gözlerimi kapattığımda ise başıma geleceklerden bir haber öylece usul ve huzurlu bir uykuya daldım.
***
Sabah mı?
Tam bir kabustu. Abimin odama paldır küldür dalışı, deli gibi beni uyandırışı ve annemin ikimize de bağırışı. Şuan ise sinirden kudurur bir halde holdingdeki odamda sakinleşmeye çalışıyordum. Kapımın çalınması ile derin bir nefes alıp "gel" dedim. Kapı açılıp içeri asistanım Selen girmiş ve tebessüm ederek elindeki kara gülleri "size gelmiş efendim" diyerek masama bırakmıştı. Başımı sallayıp "Selen bana sert bir kahve getirir misin?" diye sordum. Her zaman ki naifliğiyle "tabi efendim başka bir arzunuz?" diye sorunca "yok canım" dedim.
Selen'in çıkışı ardından güllerin içindeki siyah küçük zarf ilgimi çekmişti. Bana Yaman'dan başka kimseden kara gül gelmezdi ve kesinlikle siyah değil, hatta beyaz ve istiridye model küçük not kağıdı olurdu. Sıkkın bir soluk alıp elimi kara gül buketine uzattım. Siyah zarfı aldığımda kapım çalınmış ve hemen açılmıştı. Selen elinde tepsi ile odaya gelip tebessüm ederek kahvemi ve suyumu masaya bırakmıştı.
Başımı sallayıp çıkması için başımla işaret verdim. Zarfı açıp içindeki yine aynı zarf gibi siyah olan kağıdı elime alıp üzerinde kırmızı kalem ile yazılmış yazılara baktım. Derin bir nefes alıp bakmayı bırakıp yazıları okumaya başladığımda hayatımı katilimin kollarına adayacağımdan bir haberdim.
"Bir şeye sahip olmak için ilk önce ait olmak gerekir küçüğüm. Aptalı iyi oynayan ufaklık, yakında sahibinin kollarında olacaksın. Ait olduğun hayatta" CİHAT BEY...