4

1076 Words
2018, Aralık Titreyerek kalktı oturduğu yerden Elif. Askılıktan uzanıp aldı paltosuyla çantasını aldı, sağa sola yalpalayarak çıktı ofisinden, mağaza sorumlusu Derya'ya bir el işareti yaptı müşteri ile ilgilendiği esnada ve çıktı mağazadan. Göğe baktı kapalı, yola baktı trafik tıklım tıkış, arka sokaktaki otoparktaydı arabası, ne oraya kadar yürüyecek gücü buldu kendisinde, ne de şu karanlık kış gününde bir adım daha atacak dermanı. Çantasından telefonunu aradı, bir iki üçüncü çalışta açıldı telefon. "Zahit." dedi daha karşı taraftan ses gelmeden. "Ablam kocasını öldürmüş." Ağlamaya başladı. Zahit ablasını hiç tanımıyordu. Sokakta görse, mağazasına müşteri olarak gelse, ne bileyim bir dost meclisinde karşılıklı otursalar bile onun karısının kız kardeşi olduğunu tahmin dahi edemezdi. En son bundan on sene evvel düğünlerinde görmüştü. Ona da görmek denmezdi, çevresiyle o kadar az ilgili bir insandı ki Zahit, düğününde evleneceği kadının ailesinin suretleri birer hayaldi. "Hangi ablan?"diye sordu bir gafletle. Karşısında ağlamaktan ne dediğini duyduğu yoktu Elif'in Allah'tan peşi sıra ekledi. "Nerdesin?" "Eve..." nasıl gideceğini bilmiyordu. Bir çırpıda ablasını katil ilan etmiş, kocasının öldüğüne mi, onun elini kana buladığına mı, Can'ın karşısına çıkmış olmasına mı, yoksa şimdi nerede olduğu bilinmeyen ablasının on yıllık yokluğuna mı ağlıyordu? Hepsine birden... "Cenaze morgdaymış." "Ben mağazaya yakınım Elif, alayım mı seni?" "Lütfen." Bir omuz buldu ağlayacak, içi dışına çıkana, gözlerine kan oturana kadar ağladı. Bir ilaç verdi Zahit ona, Elif'le evlendikleri ilk yıllardan bu yana zaman zaman kullanırdı bu ilaçlardan karısı. Kronik uykusuzluk günleri olduğunda, olur olmaz ağlama nöbetlerine tutulduğunda, içine kapanıp sus pus kaldığında ve her birinde. Elif uyandığında geceydi. Günlerdir uyuyormuşçasına ağır bir hisle toparlandı yataktan. Her yer, burnunun değdiği yastık, üzerindeki pijamalar, bütün mobilyalar, tavandaki avize, duvar kağıtlarının rengi... Her şey ziyadesiyle tanıdıktı. İç içe geçmişlerdi seneler içerisinde. Ayaklarını yataktan aşağı sarkıttı, elleri yatağın kenarında durdu, bekledi. Kızların neşeli sesleri vardı içeride, Zahit, "Anneniz uyuyor."diyordu ısrarla. Ayağa kalktı, yatak odasının kapısını araladı ve o aralıktan seslendi. "Zahit bir bakar mısın?" Kızlarının sesi bir anda kesildi. Kulak kabarttılar annelerine ancak babaları bir parmağı dudağında onlara sessiz olmasını işaret edince salondaki koltuklara sessizce yerleştiler. Bir çizgifilm kanalı açtı onlara babaları ve arkalarına yaslanmalarını söyledi. Uslu çocuklardı bebekliklerinden beridir, dinlerlerdi annelerini ve babalarını. Zahit, yatak odasından içeri girdiğinde içerisi hala karanlıktı. Işıkları açtığında karısı ellerini ovuşturarak odanın ortasında dikiliyordu. Kapıyı ardından kapattı adam. "Ablamı bulmamız lazım Zahit. Polislerden evvel onu bulmalıyız. Ne halde, kime sığındı, ne kadar korkuyor bilmiyoruz ve onun benden başka kimsesi yok bu hayatta." Çekik koyu gözlerini bir yumdu bir açtı Zahit. Hiç bilmediği birini nasıl bulacaktı ki? "Memlekete gitmiş olabilir mi?" Dudaklarını kıvırdı Zahit. "Bizim ev, babamın evine girmiş orada saklanıyordur belki." Başka da bir yer gelmiyordu aklına. "Küçük yer, konu komşu mutlaka görür, gitmez oraya. Amacı saklanmaksa gitmez." "Nereye gider?"diye haykırdı acı içinde Elif. Yeniden ağlamak, çırpınarak uykuya dalmak istedi. Başka türlü hep çıkmazda hissedecek bu gidişle de aklını kaçıracaktı. "Düşünsene Zahit, burada, aynı şehirde yaşıyormuşuz onunla ve ben bundan bihabermişim. Ablam Belçika'da yaşıyor diyordum ailemi soranlara. Kızlarıma bir teyzeniz var yurt dışında demedim mi hep? Benim ablamdan başka kimsem kalmadı ailemden. Şimdi ona yardım edebileceksem de edemiyorum." "Emniyet'e gidip polislerle konuşmaya ne dersin? Belki bir şeyler söylerler, fikir olur." Polisler... Can! Bu fikrin karşısına çıkardığı zorluklarla mücadelede anında pes edip geri oturdu, başı önde sessiz kaldı. Kocası yanına oturdu, bir elini sırtına koydu ve usul usul konuştu. "Gidecek hiçbir yeri yoksa eninde sonunda yakalanacaktır. Dua edelim de başına bir bela gelmesin." "Dua edelim." Boğazında bir yumru bu tavsiye ile duruldu Elif. Kocasının en iyi bildiği şeydi dua etmek. Sükut bir adamdı onu tanıdığı ilk günden bugüne, bin düşünüp bir konuşurdu her şeyden evvel, yanlış adım atmamak için aceleye getirmezdi hiçbir şeyi. İlk zamanlar yaşından diye düşünürdü Elif, aralarındaki on yaş farkın karakterleri arasında da bu denli farklılıklara sebep olduğu yönündeydi kanaati. Zamanla emin olduğu tek şey şuydu: Zahit'in tabiaatıydı bu. Duru bir adamdı, yüzüne bakarak görürdün kalbini, gizli kapaklı işleri bilmezdi, peşin hüküm vermezdi, kanatkar ve şükürcü bir adamdı. Eğer dua etmek diyorsa yapılacak tek şey biliyordu ki Elif buydu. "Çocuklara annenizin başı ağrıyormuş der misin? Ben uzanayım, içeri gelirsem ağlarım, ağlarsam endişe ederler, ikna da edemem." "Merak etme." Sıvazladı sırtını kocası. "Sana yiyecek bir şeyler getireyim mi?" "Aç değilim." "Dinlen hadi, ben de memlekete dayıma haber göndereyim, sizin evin oralara bakınsın." Kalktı yanından, şefkatle baktı yüzüne, esmer tenine vuran ışıktan başka bir aydınlık görürdü Elif kocasının koyu teninde. Yakışıklı bir adamdı, yaşı ilerledikçe de oturmuş ifadesi, aklı başında bir hava katmıştı ona. Babası olsa, hey gidi rahmetli Muammer, damadı için şöyle derdi: namazın nuru vurmuş suretine. Bir vakit namazını yapacağı tüm işlerin önüne koyardı Zahit, düzenli kılardı namazını, orucunu tutar, payına düşen zekatın çok çok üzerinde hayır yapardı. Odadan çıkmadan kapadı ışıkları, geniş sırtında kaldı gözleri Elif'in ve ardı sıra dört büklüm uzandı yatağa. "Nerdesin abla?"dedi. "Bunca zaman ne haldesin?" *** Yeniden uyandığında Zahit'in nefesi yanındaydı. Kolu koluna değiyordu ve yatağın ona ait kısmında sağ taraftaydı. Derin derin soluk alıp veriyordu. Akşam boyunca çocuklarla uğraşmış, yemeklerini yedirmiş, sofralarını kaldırmış, bulaşıkları toplamış... Acaba bulaşıkları toplamış mı yoksa öylece tezgahın üzerine iteklemiş miydi? Ev işlerinden hiç anlamazdı Zahit, ne zaman hasta olup yatsa Elif, ev içinden çıkılmaz bir hal alırdı. Sabahtan mağazaya gidecekse bulaşıkları o saatte toplamak daha da zor gelecekti. Uykusu bölünmüşken... Ay ışığında gördüğü kocasının yüzüne baktı. Çıkık alnına, çukur gözlerine, suratına tezat ufak tefek burnuna, incecik dudaklarına... Onu gördüm demediği için huzursuzdu, Zahit'ten gizlenmemeliydi hiçbir şey, onun kadar pürü pak olmak imkansız da olsa söylemeliydi doğruyu. Gördüm, görür görmez bayıldım, bayıldığım için beni kucakladı... Sıkıntıyla iç çekti. Kalktı yataktan, söylemeyecekti, ülkenin onca polisinden karşısına çıka çıka o çıkmamıştı ya, nerden bilecekti ki Zahit söylenmedikçe. Sadece gördüm dese, bayıldım demek zorunda değildi, kucağına aldı demek zorunda hiç değildi. Geri döndü yatağa, kocasının başucuna oturup seslendi. "Zahit." Duymadı ilk seferinde onu, biraz daha yüksek sesle tekrarladı adını. "Zahit." Homurdanarak uyanışını izledi, bekledi gözlerini ovuştursun, bir gerneşsin. Hepsini adım adım yaptı kocası. "Sana söylemem gereken bir şey var." "Hayırdır inşallah." Şer olmasın istiyordu Elif de, inşallah hayırdı. "Bugün mağazaya gelen polislerden biri..." toparlandı yatağın içinde Zahit, sırtını yatak başlığına yasladı ve oturdu. "Oydu." Öylece baktı adam. Kimdi demedi, bir kez daha sorgulamadı, kaydı olduğu yerde, başını yastığa koyup sırtını döndü. "Bulaşıkları toplayayım."dedi Elif. "Adı neydi?" "Hı?" "Adını söylemiş miydin daha önce hiç hatırlayamadım. Adı neydi?" "Can." "Çocuk adı gibiymiş." Koca adam olmuştu halbuki, duruşu ciddileşmiş, fıldır fıldır bakan gözleri ağır azamdı. Neşesini yitirmiş ölümü bekleyen ihtiyarlar gibiydi. Güldü istemeden, Zahit duydu gülüşünü. "Sence de öyle değil mi?"dedi kocası bu gülüşü üstüne alınıp. "Çocuk adı gibi..." "Bir oğlum olsa bu ismi düşünmezdim." "Ben de."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD