BİR YANIĞA SIĞMAK

1534 Words
Narman konağında yapılan, aşiret toplantısının bitmesiyle, gelen aşiret büyükleri konaktan ayrılırken, Azad da hınçla çıkıp gitmişti onlarla birlikte. İstediği olmadığı için o kadar öfkeliydi ki, sinirini nasıl geçireceğini bilmiyordu. Aşiretin ağası oydu ama doğru düzgün bir söz hakkı bile vermemiş, resmen kendi aralarında karar almışlardı. Son anda ortaya çakan yeğene de öfkeliydi. Baran’ı düşünmek bile istemiyordu. Kabul etmeyeceğine adı gibi emin olduğu teklifi sırf kendine karşı kabul ettiğini düşünüyordu. Ağalığı elinin tersiyle itmişti ama ağa gibi davranıyordu. Ona olan bu kini de kıskançlığı da bitecek gibi değildi, ömrü boyunca. Arabasını bağ evine doğru sürmeye başladı. Biraz kafa dağıtmaya ihtiyacı vardı. Yine de düşündükçe Baran’ın evleneceği kadının onu görünce kaçıp gideceğini biliyordu. Kim ömrü boyunca o yanık izine sahip biriyle evli kalırdı ki? Kadının Baran’ı görünce vereceği tepkiyi de merak ediyordu. Kesin önce korkacak sonra da tiksinerek bakacaktı. Saçma düşünceleriyle keyfi az da olsa yerine gelmişti. Bağ evine geldiğinde arabasını evin önüne park edip, indi. Eve doğru ilerledi. İçeri girdiğinde hemen salonda bulunan içki dolabına ilerleyip kendine bir viski doldurdu. Koltuğa oturup, elindekini yudumlamaya başlarken kendi kendine sırıtıyordu. Öyle kahraman gibi her şeye atılan kuzeni, layıkını bulacaktı sonunda. Aslında bir kaç defa öldürmeye de çalışmıştı, Baran’ı. Ama herif bir şekilde kurtuluyordu her şeyden. Kaç kere arabasının frenleriyle oynatmıştı, hepsinde de hafif sıyrıklarla kurtulmuştu. Ortadan da kaldıramıyordu bir türlü. ‘Şanslı piç’ diye geçirdi içinden dişlerini sıkarken. Bağ evinde gece olana kadar kaldı, Azad. İçti, düşündü, düşündü yine içti. En sonunda yeniden arabasına atlayıp konağa gitti. Yatak odasının kapısından içeri girdiğinde, eşi Rojin yatakta oturmuş bekliyordu. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, kaşları da çatıktı kadının. Ayağa kalkıp Azad’a doğru ilerledi. “Hoş geldin, Azad ağa. Şeref verdiniz. Geldiğiniz ne iyi oldu.” Azad, ağrıyan başını ovalarken duyduğu sesle yüzünü buruşturdu. “Bağırma be kadın! Başım ağrıyor zaten.” Rojin histerik bir gülüş bıraktı dudaklarından. “Neden içtin? Yoksa o kadını kuma almadığın için pişman mı oldun?” Azad sinirle baktı karısına. “Ben seninle zor baş ediyorum, yeni bir karıya nasıl dayanır kafam?” Rojinin yanından geçip, gömleğinin düğmelerini çözerek giysi dolabına doğru ilerledi. Gömleğini üzerinden çıkarttığında, karısı arkasından gelip, sarıldı. “Kızma hemen. Seni ne kadar seviyorum, kıskanıyorum biliyorsun. Üzerime kuma getirme diye arada başka kadınlara bile yüreğim yana yana gitmene izin veriyorum.” Azad karısının ellerini üzerinden çözerek pantolonunu çıkartıp, banyoya yöneldi. Bir cevap bile vermeden giden kocasının arkasından sinirle baktı, Rojin. Evet kocasını çok seviyor ve kıskanıyordu ama üzerine kadın getirmemesi için, başka kadınlara gitmesine izin veriyordu. Çünkü o kadınların gelip geçici olduğunu biliyordu. Değişik bir kafa yapısı vardı. Aşiret ilk kuma lafı çıkarttığında ne yapacağını bilememiş, kocasına böyle bir şey teklif etmişti. Kocası da sanki bunu bekliyormuş gibi arada gelmez olmuştu eve geceleri. Yine de bazı geceler gelmese bile, kocasının her sabah kendi yatağında olması bir nebze olsun rahatlatıyordu onu. Üzerindekileri çıkarıp en güzel geceliklerinden biri giydi. Yatağa uzanıp eşinin banyodan çıkmasını bekledi. **** Konağa gece gelen tek kişi, Azad değildi. Baran da Firaz’la o tepede sohbet ettikten sonra arkadaşının ısrarı ile Firaz’ın kahve dükkanına gitmişlerdi. Sohbetlerine kahve eşliğinde devam etmişler bir süre, sonra da sessizce oturmuşlardı. Konuşmadan da anlaşabiliyorlardı arkadaşıyla. Merdivenlerden çıkarken, gözleri annesi ve babasının penceresine kaydı. Işıkları yanıyordu. Annesi uyumamış onun gelmesini beklemiş olmalıydı. Derin bir nefes alıp odasına geçti. Odanın ışığını yakıp, biraz nefeslenmek adına yatağına geçip oturdu. Gözleri odayı tararken, kısa bir zaman sonra bu odanın içinde başka birinin daha yaşayacağı doluştu aklına. Kalbi istemsizce hızlandı, sağına soluna bakınıp elini kalbinin üzerine koyarken, odanın kapısı çalındı. Bir kaç saniye sonra da kapı açıldı ve annesi odaya girdi. Gülümseyerek oğluna yaklaştı, Ezo hanım. Anne yüreği işte, ne kadar yirmi sekiz yaşında kocaman adam olmuş olsa bile, eve geç geleceği zamanlar, uyuyamaz beklerdi oğlunu. Gözünde halen küçük bir çocuktu. Oğluna sarılıp, başına bir öpücük kondurdu. Baran da oturduğu yerden kalkmadan annesinin beline sarıldı. “Meraklandım gelmeyince. Nereye gittin?” “Firaz’la buluştuk. Dertleştik biraz.” “Oğlum biliyorum, için içini yiyor senin, ama güzel gelecek bu evlilik sana. Anayım ben hissediyorum, sen çok mutlu olacaksın.” Baran bir gülüş bıraktı dudakları arasından. “Ben belki mutlu olurum ana da, o kız mutlu olur mu?” Ezo hanım, oğlunun saçlarını okşadı. “Olur oğlum, neden olmasın?” Baran, başını eğdi. Omuzlarını silkti. “Böyle bir yüzü ömrünün sonuna kadar görecek ana! Nasıl mutlu olsun? Yazık olacak kıza.” Ezo hanım, kaşlarını çatarak baktı, başı eğik oğluna. Kendini hor görmesine dayanamıyordu. Ne olmuş yüzünde iz varsa, kalbi güzeldi ya. “Meryem’i bilirim oğlum. Eğer kızı da onun gibiyse, emin ol mutlu olursunuz.” Baran da istiyordu mutlu olmak ama…aması vardı işte. Yüzünün yandığı o günden beri kendine hak görmüyordu çoğu şeyi. O da isterdi biriyle evlenip mutlu olmak, sevdiğini de mutlu etmek ama hep çekinmişti bu yaşına kadar. Yüzünden dolayı kimseye de yanaşmamıştı. Anasını severdi, babasını severdi, ailesinden çoğu kişiyi severdi ama bir yari sevmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu. Çekinse de yabancı biri tarafından sevilmeyi öğrenmek istiyordu, işin garip tarafı. Sevdayı, aşkı yaşamayı çok istiyordu. “Belki olur be anam. Dediğin gibi olur. Olur değil mi?” Ezo hanım, şefkatle baktı oğluna, saçlarına kokulu bir öpücük bıraktı. “Olur oğlum. Sen kalpten iste yeter ki.” Orada bir müddet daha o şekilde sarılı kaldılar. Ardından Ezo hanım, oğluna iyi geceler dileyerek, odasına geçti. Oturduğu yerden kalkan Baran da üzerini çıkartıp banyoya girdi. Aynaya bakmamaya çalışarak. Çünkü bakarsa yine umutsuzluğa düşeceğini biliyordu. ******* Karadoğan konağında ise, oldukça kalabalık bir ortam vardı. Bütün aile salonda oturmuşlar, ortada oradan oaraya koşturan çocukları izliyordu. Adar ağanın kızları, Zilan ve Meyran haberi alır almaz eşleri ve çocuklarıyla birlikte gelmişlerdi hemen. Başta gözyaşı dökmüşlerdi ama konağa gelip de anne ve babalarını bir de kardeşleri Sidar’ı sağ salim bulunca rahatlamışlardı. Yol boyu korku yaşamışlardı, ya onlara bir şey olursa diye. Şimdi anneleri, babaları ve kardeşlerinin iyi olduklarına ne kadar sevinselerde, Meryemce’nin berdelle evleneceğini duyunca üzüntüleri ona kaymıştı. Kardeşleri gibi görürlerdi onlar, Meryemce’yi. Anne ve babaları onun daha çok üzerine titrerdi mesela ama bir kere bile kıskanmamışlardı. En güzel elbiseleri ona alırlardı ama bir kere bile bize neden böyle elbise alınmadı dememişlerdi. Yaralı bir kuştu Meryemce onların gözünde. Zişan hanım, mutfağa su almak için kalktığı sırada kızları da peşinden kalkıp, salondan çıktılar. Annelerinin arkasından mutfağa girdiler. Zilan daha fazla dayanamadı. “Anne, Meryemce ne dedi bu duruma? Pek konuşamadık çocuklardan.” Zişan hanım, doldurduğu bir bardak suyu içti öncelikle, ardından kızlarına bakıp bir nefes aldı. “Babanız konuştu. Ben o sırada yanında değildim. Onun anlattığı kadarını biliyorum. Olur iki güne gelirim demiş.” İki kadın anneleri konuştuktan sonra birbirlerine baktılar şaşkınca. “Nasıl kabul etmiş ya? Babam emin mi Meryemce ile konuştuğuna? Zorla bir şey yapmazdı, o.” Zilan’ın sorusuna, Meyran da başını sallayarak katıldı. “Sidar’ı duyunca hiç düşünmemiş işte. Bilirsiniz ne kadar sever.” Zilan ve Meyran başlarını sallayarak katıldılar annelerine. “Anne peki şey….şu Baran, gerçekten yüzü çok mu kötü?” Meyran merakla sormuştu bu soruyu, çünkü evlenip gitmeden önce de duymuştu bir kaç kere, Baran’ın yüzünün korkunçluğunu. Zişan hanım iki kızlarına baktı. “Pek net göremedim, o sırada kardeşinize ağlıyordum. Kızlarım merak eder diye bir baksaydım keşke.” Zişan hanım, lafını bitirip söylenerek çıktı mutfaktan. Kızlar birbirlerine baktılar hayretle. “Bu yaşında laf sokmayı da öğrenmiş, helal olsun.” Meyran’ın söylediklerine kahkahalarla güldüler. Gerçekten anneleri kafa dengi kadındı. Zilan ve Meyran anneleri gittikten sonra mutfak masasına oturdular. “Meryemce’yi de nasıl özledim var ya. Burnumda tütüyor.” Zilan’ın dediğini Meyran başıyla onayladı. “Geleceğim demişti bir de her sene. İki yıldır görmüyoruz.” Efkarla baktılar birbirlerine. “Mutlu olur mu dersin, o adamla?” Zilan, duyduğu soruyla başını sağa sola oynattı. “Bilmiyorum ama inşallah olur be, Meyran. Çok isterim ben mutlu olsun.” Meyran da hüzünle başını salladı. “Bende kardeşim bende.” Zilan, düşüncelere dalarken yeniden konuştu. “Yüzündeki izi falan bilmem ama bayağı mert bir adam diye duymuştum ben. Adaletli, iyi bir adammış.” Meyran, başını salladı, o da bir kaç kere benzer şeyleri duymuştu. “Sidar, dedi ya yakalandıklarında, Azad direkt vuracakmış bunları da hemen gelip olaya müdahale etmiş. Azad’ın adamları bile gık demeden dediklerini yapmışlar, Baran’ın.” Söylenilenlerin doğruluğunu da anlamış oldular böylece. Aslında Meyran’a göre tam da Meryemce’ye layık biriydi, Baran. Çünkü Meryemce de mert biriydi. “Şu Azad da ne biçim bir adam? İnsan kardeşini öldürmek ister mi hiç? Ona nasıl ağalık verdiler, anlamadım ben?” Meyran düşüncelerinden ablasının sorusuyla kendine geldi. Ardından başını salladı onaylayarak. “Baran istememiş diye duymuştum ben. O söylemiş babasına Azad olsun ağa diye.” Bir süre konuşmadan oturdular masada. Akılları kız kardeşlerindeydi. Kalplerinden de aynı dua geçiyordu. ‘İnşallah çok mutlu olur.’ İkilinin efkarlı hallerini yanlarına gelen çocukları bozdu. Uyku saatleri geldiği için huysuzlanmaya başlamışlardı. İki kadında kucaklarındaki oğullarını uyutmak için odalarına çıkardılar. Zişan hanım da salondaki koltuklardan birine oturmuş, yarın için yapılacak olan çiçek çikolata işlerini telefonla konuşarak ayarlayan oğluna bakıyordu. Sidar, telefonla konuştuktan sonra kapatıp cebine koydu. Annesinin yanına gelip oturdu. “Annem bana çok kızgınsın değil mi?” Zişan hanım, kızgındı elbet Sidar’a ama her yolu da denemişti, oğlu. Son çare kaçmışlardı. Tabi olmasa iyiydi de iş işten geçmişti artık. “Meryemce için kızgınım sadece oğlum. Aşkına sevdana değil. Ah yaralı kuşum benim. Anasının emaneti, canım, ciğerim.” Sidar üzgünce başını annesinin omzuna yasladı. Böyle hayal etmemişti. Yakalansalar bile ölürüz diye düşünmüşlerdi. Onlar yüzünden olan, kardeşi gibi sevdiği kıza olmuştu
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD