Güneş, fıstık ağaçlarının yeşil rengi üzerine parıltılar saçarak doğarken, Baran atı Doğana atlamış hızla sürüyordu. Bugün beklenen gündü. Akşam kız istemeye Karadoğan konağına gideceklerdi ve yaklaşan suçluluk duygusu Baran’ı uyutmamıştı. O da daha güneş doğmadan atına atlamış, soluğu fıstık bahçesinde almıştı. Zaten bir derdi varsa ya arkadaşı Firaz’a giderdi ya da buraya gelirdi. Merdiveninde oturduğu kulübenin duvarına sırtını yasladı. İçindeki suçluluk duygusunun yanı sıra bir de heyecan vardı. Annesi ve arkadaşının lafları yüzünden oluşmuştu bu heyecan ama istemiyordu. Sonunun hüsran olacağından emindi.
Oturduğu yerden kalkıp, atına doğru ilerledi. Yerlerdeki kuru otları burnuyla ittirip, yeşil olanları yiyordu. Atının yelesini okşamaya başladı yavaşça.
“Bugün büyük gün, Doğan. Hayatını karartacağım kızı istemeye gideceğiz. Bir yanım suçlulukla yanarken, bir yanım inanılmaz heyecanlı. Üç gündür düşünüyorum. Acaba nasıl biri? Çok güzel değildir, inşallah. Yani güzel olmasın derken…Of anladın işte sen beni. İyi biri olsun istiyorum. Yanında istesin beni. İğrenmesin, bakışlarını kaçırmasın, yüzüme baksın. Çok mu şey istiyorum? Hmm?”
At sanki derdini anlatmış gibi, burnuyla dokundu Baran’ın koluna. Yanındayım, istediğin olacak diyordu sanki. Gözleri doldu Baran’ın, dişlerini sıkıp, başını sağa sola çevirdi. Dudaklarını birbirine bastırırken, elleriyle gözlerini kapattı. Biriken yaşları akmadan sildi. Kaderinde sevilmek yoksa, ağlamanın ne çaresi vardı? Ellerini yüzünden çekip, atının yelesini bir kaç kere daha okşadı. Ardından dizginlerini eline alıp, atının sırtına atladı. Uçarcasına geçti, konağa giden yolları. Rüzgar her yüzüne vurduğunda, yanık izini unuttu. Kusurlu biri değildi o anlarda, Baran. İçindeki iyiliğe olan inancı her geçtiği toprakta yenilerini ekti yüreğine.
Konağa geldiğinde, ahıra gitti doğrudan. Atının sırtından indi. Kahyaya doğru yürüdü. Kahya gülümseyerek bakıyordu kendine. “Günaydın, Baran ağam. Yine mi uyku tutmadı?” O da biliyordu konaktaki herkes gibi, Baran’ı uyku tutmadığı zaman konakta da tutamazlardı. Binerdi atına giderdi alıp başını. Baran kahyaya bakıp gülümsedi. “Tutmadı. Gezeyim dedim bende.” Kahya bilmişlikle başını salladı. “İyi etmişsin Baran ağam. Doğanın da bacakları açılmıştır. Sevmiyor ahırda durmayı.” Baran’ın bakışları atına döndü. Sahibi gibiydi aynı. Kapalı yerlerde durmayı sevmezdi. “Bana çekmiş işte.” Kahya Baran’ın uzattığı yuları tuttu. “Aynen öyle ağam.” Baran atının yelesini bir kaç dakika daha okşadıktan sonra, konağın avlusuna doğru ilerledi.
******
Karadoğan konağında ise Meryemce, geri geldiği çocukluk odasında bacağında bir ağzıyla açtı gözlerini. Hızlıca başını kaldırdığında bir tane yumurcak vardı, bacaklarının üzerine oturan. Yüzüne baktığında anında anlamıştı, Meyran ablasının oğlu olduğunu. “Sen melek misin?” Küçük çocuğun sorduğu soruyla kaşları havalandı. “Onu da nereden çıkardın?” Çocuk yüzüne bilmiş bilmiş baktı. “Melekler çok güzel olur demişti annem. Sende çok güzelsin.” Meryemce duyduklarıyla gülmeye başladı. “Ama ben melek değilim. Annenin kardeşiyim.” Çocuk ters bir ifadeyle Meryemce’ye bakıp, kaşlarını çattı. “Hayır değilsin kuzenisin.” Yeni bir gülme sesi doldu odada. “Ha kardeşi ha kuzeni ne fark eder?” Çocuğun bakışları beğeniye döndü. “Fark eder çünkü büyüdüğümde seninle evleneceğim ben.” Meryemce yalnızca bebekliğini gördüğü, şimdi ise büyük biri gibi konuşan çocuğa hayretle baktı. “Ama olmaz ki, ben başkasıyla evleneceğim.” Küçük çocuk duyduklarıyla sinirlendi. “Olmaz, vermem seni. Ben büyüyünce evleneceğiz o zamana kadar beni bekle.” Meryemce tam cevap verecekken dışarıdan bir ses duyuldu. ‘Arslan neredesin?’
Meyran yana yakıla sabahtan beri oğlunu arıyordu. Kan yeter içinde kalmıştı. En son Meryemce’nin odasına yöneldi kapıyı çalıp açtı. İlk bakacağı yere en son bakmıştı. “Ah oğlum burada mıydın? Seni arıyorum her yerde. Ne işin var burada?” Arslan bir kere de annesine bakmış bilmişçe. “Ben bu melekle evleneceğim anne.” Meyran’ın ağzı bir karış açık kaldı duyduklarıyla. “Ne diyorsun oğlum sen?” Arslan utangaç bir bakış attı, Meryemce’ye. “Sabahtan beri onu izliyorum aşık oldum.” Dünde bakakalmıştı küçük çocuk, Meryemce’ye. Bu sabahta erkenden uyanıp soluğu burada almıştı. Meryemce uyurken hayran hayran onu izlemişti. En sonunda da uyanması için bacağının üzerinde zıplamıştı.
Meyran daha fazla sabredemeyeceğini anlayıp koşar adım gelip, Arslan’ı kucakladığı gibi, Meryemce’nin bacağının üzerinden kaldırdı. “Hadi hadi çok konuşma bakalım. Baban ev sevdiğin galetadan aldı. Koş çabuk.” Arslan, galeta lafını duyar duymaz annesinin kucağından atlayıp indi ve kapıdan koşarak çıktı. İki kadın da küçük çocuğun arkasından gülerek baktılar. Meyran’ın bakışları, Meryemce’ye dönünce konuşmaya başladı. “Uykunu alabildin mi canım?” Meryemce doğrulduğu yerde kollarını iki yanına açarak esnedi. “Dinlendim ablam. Afacan olmasaydı daha güzel bir şekilde uyanabilirdim ama.” Yeniden güldüler. Meryemce yatağından inip banyoya ilerledi. “Hadi sende git bende elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştireyim gelirim.” Meyran, başını sallayarak odadan çıktı.
Meryemce de önce elini yüzünü yıkadı ardından giyinip odasından çıktı. Kahvaltı masası avluya kurulmuştu. Neşeyle gidip önce yengesinin sonra da dayısının yanağına bir öpücük bırakıp yerine oturdu. Keyifli bir sohbetle, bazen şakalaşmayla yaptılar kahvaltılarını.
Kahvaltının ardından erkekler iş için konaktan ayrıldı kadınlar da akşam hazırlığı için kolladı sıvadı. Her yer güzelce temizlendi, ikramlıklar hazırlandı, şerbetli tatlılar yapıldı. Akşama kadar doğru düzgün dinlenmeden, çalışıldı. Akşam yemeğinden sonra geleceklerdi misafirler. Bu yüzden erkeklerde erkenden eve geldiler akşam yemeğini rahatça yemek için. Yemeğin ardından, Zilan ve Meyran, Meryemce’yi doğrudan odasına yolladılar hazırlanması için.
Odasına çıkan genç kadın, dolaptan aldığı beyaz ekmeyi yatağının üzerine bırakıp, soyundu. Elbisenin fermuarını dikkatlice açıp, yavaşça üzerine giydi. Fermuarı g bela çekip aynadan kendine baktı. Çok yakışmıştı elbise. Getirdiği makyaj malzemeleri eline alıp hafif bir de makyaj yaptı. Saçlarını serbest bıraktı. Toplamak istemiyordu. Beğeniyle kendine baktı. Kaç kişinin aklına başından alacağını bilmeyerek.
Narman aşiretinin altı arabası sırayla, Karadoğan konağının önünde durdu. Baran’ın istemesine neredeyse tüm sülale gelmişti. Elbetteki çoğu evlenecek olduğu kızı merak ettikleri için gelmişti. Aralardan indiklerinde, Adar ağa, oğlu Sidar ve damatları kapıda karşıladılar onları. El sıkışıp ayaküstü edilen hasbihalden sonra konağın avlusuna geçtiler. Kadınlar avludaydı. Gelenlerle görüşüldükten sonra konağın büyük salonuna yönlendirdi, Adar ağa misafirlerini. Büyük odada kadın erkek karışık bir şekilde oturdular.
Baran tekli koltuğa oturmuştu. Hemen sol tarafındaki tekli koltukta babası oturuyordu. Diğer yanında da Adar ağa. Hoş sohbet devam ederken ikramlıkları yenildi. Narman aşiretinin kadınlarının çoğu merakla gelin kızın gelmesini bekliyordu. Az sonra kontağın iki çalışan kadını ellerinde kahvelerle geldiler, Baran hariç herkese dağıtıldı kahve.
Konuşmalar halen devam ederken, Baran başını eğmiş öylece oturuyordu. Az sonra kesilen seslerle başını kaldırıp babasına baktı, doğruca karşısına bakıyordu. O da çevirdi bakışlarını ve olduğu halde dondu kaldı. Kapıdan beyazlar içinde bir kız girmiş kendine doğru elinde bir fincan kahve ile geliyordu. Sarı saçları bir şelale gibi omuzlarından dökülüyor, narin adımlarıyla süzülüyordu sanki. Başı hafif eğik taşıdığı kahveye bakıyordu. Baran’ın yanına geldiğinde hafifçe eğildi ve tepsiyi önüne doğru uzattı. Baran önünde eğilmiş kızın yüzüne bakmaktan alıkoyamıyordu kendini. Az sonra kızın da bakışları gözlerine çıktı. Hemen ardından yanık izine doğru kaydı. Şakağından, çenesine kadar gözleriyle izledi yanık izini. Baran kızın yüzünde bir iğrenme belirtisi bekledi ama olmadı. Kızım gözleri yeniden gözlerine değince hafifçe gülümseyip kahve tepsisini biraz daha önüne doğru yaklaştırdı. Baran şaşkınca kahveyi tepsiden aldı. Genç kız bir kere daha Baran’ın gözlerine bakıp gülümsedi ve doğrulup salonun kapısından çıktı. Baran şaşkınca arkasından bakıyordu. Babasının hafifçe gülerek koluna dokunmasıyla kendine gelip kahvesinden bir yudum aldı. Şerbet gibiydi. Onun da yüzüne bir gülümseme yayıldı.
Çıkan kızın arkasından bakakalan sadece Baran değildi. Azad da kız içeri girdiğinden beri bakıp kalmıştı. Bu kadar güzel birini beklemiyordu. ‘Ben nasıl bu kızı kaçırdım? Allah kahretsin.’ diye geçirdi içinden. ‘Keşke ilk kuma lafı ortaya atıldığında kabul etseydim’ diye devam etti. Baran’a dönen bakışları kızgın bir hal aldı. ‘Şanslı piç, anası Kadir gecesi doğurdu sanki.’ dedi.
O sırada, Rojin’in yanında oturan, Azad’ın teyze kızı Gülcan, dirseğiyle Rojin’i dürttü. Kendine dönen kadına sırıtarak baktı. “Kız Rojin şanslısın ha, Azad ağabeyim iyiki bu kızı kabul etmemiş. Yoksa yataktan çıkartmazdı, ben sana diyeyim.” Rojin’in bakışları sinirli bir hal alırken, başını eşine çevirdi. Kapıya doğru bakıyordu. Az önce o kızın çıktığı kapıya. Eşinin bakışları, Baran’a dönünce kızgın bir ifadeye büründüğüne de şahit oldu, aynı zamanda. Kıskançlıktan ve sinirden kudurmuştu, oturduğu yerde.
Salondan çıkıp mutfağa giden Meryemce’nin ise kalbi hızla atıyordu. Dayısı yüzünde bir kusuru var demişti ama Meryemce bir kusurun, bir yanık izinin birine bu kadar karizma katacağını bilmiyordu. İtiraf etmek gerekirse beğenmişti, Baran’ı. İşaret parmağı dudaklarına doğru gittiğinde utangaçça ısırdı. Gülümseyerek etrafına bakındı. İyi biri olduğunu zaten söylemişti dayısı. Nefesleri hızlanırken bir bardak su doldurdu kendine, hızlıca içti. Yetmedi bir bardak daha doldurup onu da içti. Heyecanla çağrılacağı zamanı beklemeye başladı.
Kahvelerini içmelerinin ardından Botan ağa, Adar ağaya bakarak konulmaya başladı. “Efendim sebebi ziyaretimiz belli. Kızınız Meryemce’yi oğlumuz Baran’a, Allah’ın izni, peygamberin kavliyle, istiyoruz.” Adar ağa kendi ailesine baktıktan sonra gülümseyerek başını salladı. “Bende Allah’ın izniyle verdim gitti. Hayırlı olsun.” Baran ayağa kalkarken ‘Meryemce’ diye düşündü. Demek kızın adı buydu. Annesine sormak hiç aklına gelmemişti. Bakışları annesine kaydığında gülerek bakıyordu. O da gülümsedi. Geldiğinden beri ilk defa gülümsemişti. Ezo hanım bu gülümsemeyi görünce yeniden Allah’a şükretti. İyi olacaktı bu evlilik biliyordu.
Zilan’ın gidip yanında Meryemce ile birlikte gelmesiyle, sırasıyla aile büyüklerinin elleri öpüldü. Ezo hanım eşine yaklaşıp çantasından çıkarttığı kutuyu uzattı. Botan ağa, Adar ağaya baktı. “Bizim hanım, bugün çarşıya gitmiş almış bu yüzükleri. Şimdilik takalım, isterlerse sonra değiştirirler.” Adar ağa başını salladı olumlu anlamda. Normalde evlenecek çift aileleri ile birlikte gidip seçerdi ama böyle bir şey planlamamışlardı. Botan ağa, ilk gelinine yaklaştı, kutudan aldığı küçük yüzüğü yavaşça geçirdi ince parmaktan. Sonra oğlunun eline uzandı, kutudaki diğer yüzüğü de çıkartıp oğlunun parmağına taktı.
Meryemce başını kaldırıp, Baran’a baktı. Baran’ın bakışları da onu buldu. Gülümseyerek başını eğdi, Meryemce yanakları da hafiften kızarmıştı. İlk defa hayatında böyle oluyordu. İlk defa bir erkekten utanıyordu. Kocası olacağı için miydi, acaba? Bilmiyorum ama bu durum hoşuna gitmişti.
Baran kendine bakıp utanan kızla, içine doğan heyecanı bastırmaya çalıştı. Allah dualarını duymuştu sonunda. Çok mutluydu.
Düğün gününü üç gün sonrasına ayarladılar. Çifte düğün yapılacaktı. Kaçan kıza düğün yapmak adette yoktu ama Adar ağa yapacağını ısrarla söylemişti. Sevip kaçmaktan başka kusuru olmayan bir kıza sanki çok büyük günah işlemiş gibi dışlamak istemiyordu. Meryemce ve Baran’da sevinmişlerdi, yapılacak çifte düğüne.
Misafirler artık saatin geç olduğuna karar verip ayaklanırken, Meryemce Baran’ın koluna dokundu. Baran hemen ona döndü. “Yarın gelinlik bakmak için buluşmamız gerekiyor. Diğer eşyaları ayarlamak için de. Yalnız olalım diye düşündüm ben. Sen ne dersin?” Baran karşısında, duyduğu en güzel sesle konuşan kıza baktı kaldı gene. Sesini de ilk kez duyuyordu. Meryemce bakakalan adamla güldü, bir kere daha koluna dokundu. Kendine gelen Baran, uysalca başını salladı. Zira konuşacak takati yoktu. Dili lal olmuştu bu güzellik karşısında.
Misafirleri kapıya kadar geçirdi Karadoğan ahalisi. Herkesin yüzünde mutlu bir ifade vardı. Hele Baran arabasına binip, konağın önünden ayrılıncaya kadar baktı, Meryemce’ye.