Bölüm 1
Gecenin zifiri karanlığında, karanlık odanın içinde klavye sesleri yankı yapıyordu. İmparator, pür dikkat sekmeler arasında gezerken, peşine takılan beyaz şapkalı hackerları atlatmak için yazılımda bir arka kapı arıyordu. Sürekli hayalet IP lerin arkasına saklanarak sızdığı yazılımın içinde bir iz bırakmadan ilerlemeye çalışıyordu. “Hadi oğlum!” diye kendi kendine mırıldandı. Yazılımdan yakalanmadan çıkmak zorundaydı. Ne IP adresinin, ne de kimliğinin ifşa olması işine gelmezdi. Elbette o, çok güçlü ailesinin onu her şekilde koruyabileceğini biliyordu. Ancak sanal alemin en güçlüsü yakalanırsa ailesinin onu korumasının bir anlamı kalmazdı. Zaten soyadının gölgesinde yaşamadığı tek yer siber dünya olduğu için buraya sığınmıştı. Ayrıca aile dostlarının aleyhine de çok iş yapmıştı. Kimseyi düşünmeden sadece kendi çıkarına çalışıyordu.
Alından süzülen ter damlasının yanağına inmesine aldırmadan denemeye devam etti. Tuzak bir arka kapı bırakmaları ve tek başına çalışan kendisinin, dijital dünyanın hakimi İmparator’un bile bu tuzağa düşmesi de çok olağandı. Tek başına çalışan herkes bu tuzağa düşerdi zaten. Her sistemin bir arka kapısı olurdu, olmak zorundaydı. Yoksa beyaz şapkalı hackerlar nasıl kendilerini iyilik meleği ilan edecek düzinelerce sayfa raporu yazıp şirketlere teslim edebilirlerdi ki? Bir süre daha uğraştıktan sonra, nihayet o lanet arka kapıyı bulmuştu. Derin bir nefes verip arkasına yaslanarak, delirmiş gibi kahkaha atmaya başladı. Dijital alemin hakimi olarak adlandırılan İmparator az daha yakalanıyordu. Ne büyük skandal olurdu ama. Dark webde bir anda tüm dengeler alt üst olurdu. Ama İmparator, buna izin vermeyecek kadar akıllı ve güçlüydü.
Gerçek dünyanın nasıl bir yeraltı dünyası varsa, dijital alemin de yeraltı dünyası hep oldu. Yoksa onca veri, onca kişisel bilgi nereye gidecekti ki? Her şeyin bir yerde depolanması, saklanması gereken bir alemdi dijital alem. Nasıl mafya babalarının kara kutusu olan sağ kolları varsa, dijital alemin de bir kara kutusu olması gerekirdi. Bir farkla.. Gerçek hayatta boş depolar, duvarlar ya da ormanlar olanları, konuşulanları, işkenceleri ya da şantajları kaydedemezken, dijital alemin kara kutusu her şeyi kayıt altına kolayca alırdı…
İmparator, koltuğunu dikleştirip masasının üstündeki peçete kutusuna uzanarak alnındaki teri sildi. Peçetesini çöpe atıp ellerini esnetti. Bu kadar kodu yazarken parmakları kasılmış, eklemleri de bir hayli acımıştı. Başını sağa sola yatırıp eklemlerini kütürdettikten sonra, bilgisayarına kapatma komutunu girdi. Yavaşça oturduğu yerden kalktı. Aynı anda kapısı tıklandı. “Gel” diye cevap verdi. Kapı yüksek sesli bir gıcırtıyla aralanırken, yüzünü buruşturarak içeri giren her zamanki gibi abisi İbrahim’di. Kapıda abisini görünce yavaşça koltuğuna geri oturdu. “Bu kapıyı ne zaman yağlayacaksın?” dedi. “Hiçbir zaman.” diye cevap verdi genç adam. Tavrı umursamazdı. Sesine de yansımıştı. Ailesi onu siber güvenlik ve yazılım konusundaki yetenekleri ile tanırken, kapıyı yağlayarak siyah şapkalı bir hacker olduğunu yakalatmaya hiç niyeti yoktu. İçeri girerken ses çıkması onun her zaman işine gelirdi. Ailesinin servetine servet katarken, gerekirse bilgi hırsızlığı yapabileceğini bilmelerini istemiyordu. Ailesinin, özellikle annesinin bunu hiç hoş karşılamayacağının farkındaydı.
Fatih’i çok seven abisi İbrahim, kendisinden 5 yaş büyük olmasına rağmen, yanında babası gibi duruyordu. Babalarının ölümüyle abisi daha çok genç yaşta işlerin başına geçmek zorunda kalmıştı. Aldığı her kararın ailesinin kaderini belirleyeceğini düşünerek hareket eden genç adam, artan stresinin de etkisiyle günden güne çöküyordu. Kardeşi de bunu görüyordu. Ancak işler konusunda yapabileceği pek bir şey yoktu. Şirketin siber güvenliğini sağlamaktan başka hiçbir iş bilgisi yoktu. Sanal alemde kurduğu iletişimler haricinde iletişim kurmuş bir çocuk değildi. Zaten bunu da sevmezdi.
Fatih öyle fiziksel kusuru olan bir genç de değildi. Birçok hackerın aksine o, zamanının çoğunu bilgisayar başında ve odasında geçirmesine rağmen, evin kot altı katını tamamen kendine ait kılmış ve kendisine burada bir yaşam alanı oluşturmuştu. Sürekli spor yapmaktan hoşlanmasa da arada bir egzersiz yapar, genelde dengeli beslenirdi. Uzun boylu ve iri yapılıydı. Abisiyle birbirlerine çok benziyorlardı. Ancak abisi, Fatih’in aksine kaslı bir adamdı. Fatih’in vücudu daha sıradandı. Fatih’in koyu kahve saçları, mavi gözleriyle kontrast yapıyordu. Çakır gözleri adeta ben buradayım diye bağırırdı. O yüzden Fatih, iş için herhangi bir görüntülü görüşme yapacağı sırada maskesini kullanmaktan kaçınmazdı. Vücudu ile ilgili hiçbir detay vermemek için komple siyah giyinir, her yerini kapatıp karanlığa gömülürdü. Henüz 22 yaşında olan bu adam bir hayli akıllıydı. Dijital alemin her yerinde nam salmıştı. Herkes onu arıyor, ama o istemedikçe kimse ona ulaşamıyordu. Adı İmparator ise bunun bir anlamı olmalıydı ve Fatih bu adın hakkını da anlamını da fazlasıyla veriyordu.
İbrahim, kardeşine bir bakış attı. Araları eskisi gibi değildi. Babaları öldüğü gün, ikisinin iletişimi de değişmişti. Fatih içine kapanmış, İbrahim ise işe gömülü kalmıştı. Eskiden sık sık birlikte vakit geçiren ikili, son beş yılda birbirinden bir hayli uzaklaşmıştı. İkisi de bunun farkındaydı. Ancak artık eski dertsiz çocuklar değillerdi. Haliyle birbirlerini de anlayamayacaklarını düşünüyorlardı. Aralarında değişmeyen tek şey, birbirlerine olan sevgileri ve saygılarıydı. İbrahim oturduğu yerden kalkıp kardeşinin yüzüne baktı. Bakışları kardeşine bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi. Ama Fatih bunu anlamamıştı. “Seni seviyorum ufaklık. Ve.. Dikkatli ol.” dedi. Fatih abisinin bu sözüne anlam verememişti. Belki de abisinin rakiplerinden biri yine tehdit savuruyordu. Nereden bilebilirdi ki? İstese öğrenirdi, ancak abisinin alanına her zaman saygı duymuştu. Abisi ona bilmesi gereken bir şey olursa söylerdi. Fatih, İbrahim’e kendisinden daha çok güveniyordu. Anlam veremediğini gösteren bakışlarını gizlemedi. Ama abisinin hiçbir tavsiyesinin de boşa olmadığını bildiği için kulağına küpe etmişti. “Ben de seni seviyorum abi. Olacağım. Söz.” dedi. Gülümseyerek birbirlerine kısa bir süre baktıktan sonra abisi kapıya yönelerek, Fatih’in kendisine oluşturduğu bu yaşam alanını terk etti. Fatih kalkıp, yaptırdığı büyük pencerelerden birini açtı. Kot altı bu bölümü kendisine yeni bir bahçe katı haline getirmişti. Bunun için ödediği paraya değdiğini böyle yorulduğu gecelerde anlıyordu. Balkon kapısı gibi olan pencereden geçerek bahçesine çıktı. Gecenin serinliğinde derin bir nefes alıp bir sigara yaktı ve içine çekti. Uzun saatler boyu beynine gitmeyen nikotin, şimdi beynine girince tüm kaslarında karıncalanma hissetmeye başladı. Gevşeyen kaslarıyla birlikte başı da hafifçe dönüyordu. Uzun zaman sigara içmediğinde aldığı bu hazzı seviyordu. Kendini koltuğa bırakıp kafasını kaldırarak yıldızları seyretmeye başladı. Gökyüzü, şehrin ve evin ışıkları olmadan, kendi bahçesinden harika görünüyordu. Dijital alemde onu herkes güçlü ve acımasız bilirdi. Tıpkı iş hayatında abisinin ve rahmetli babasının bilindiği gibi. Ama kendisi dahil hepsinin lirik yönleri vardı. Rahmetli babası çok güzel şiir yazardı. Abisi ise harika bir ressamdı. Kendisi her şeyi felsefi değerlendirir, dünyaya bambaşka bir yönden bakardı. Sigarasından derin bir nefes daha alıp verdi Fatih. Göğsünü dolduran sigara dumanı ciğerlerini oksijensiz bırakıp acıtırken, babasının yokluğunun kalbinde yarattığı acıyı unutmayı umuyordu. Ama başarılı olmuyordu. Bunu denerken anlıyordu ki, fiziksel hiçbir acı, boşluk hissinin verdiği acıyı bastırmıyordu. Sigarasındaki son dumanı da içine çekip üfledi. İzmaritini kül tablasına bastırıp iyice söndüğüne emin olunca elini kül tablasından çekti. Aklının içinde hala kodlar dönüyordu. Kaslarındaki gevşemeye iyice izin verip gecenin karanlığında kafasını dinlendirmeye başladı. Çocukken, kendisine, ailesinin içinde olduğu karanlığa bulaşmayacağının sözünü veren Fatih, dijital alemde karanlığın ta kendisi olmuştu. Bulamayacağı hiçbir şey yoktu. Elde edemeyeceği hiçbir şey yoktu ve bundan fazlasıyla memnundu. Sokaklarda, cafelerde, hatta şirketinde herkes İmparator’u konuşuyordu. Onu ona övüyorlardı ama kimsenin bundan haberi yoktu. Güç işte böylesine zehirli bir şeydir. Tadına vardıkça vazgeçmek de mümkün olmaz. Gücün görünen yüzü tehlikeli ve zehirlidir. Ama görünmeyen yüzü daha tehlikeli ve daha da zehirlidir. Ve korkunçtur..
Oturduğu sandalyede yorgunluktan uyuya kalan Fatih gözüne giren güneş ışıklarıyla gözlerini açtı. Sandalyesinin üzerinde her tarafı tutulmuş haldeydi. Kendi kendine mırıldandı. “Siktir ya uyuya uyuya burada mı uyudum!” dedi. Artık birilerine ve bir şeylere sinirlenme konusunda çığır açmıştı. Özellikle son dönemlerde, gücünü elinden almak isteyen bilgisayar korsanları onu iyiden iyiye delirtiyordu. Bunu başaramayacakları halde üzerine gelmeleri de ayrıca canını sıkıyordu. Kim olduklarını bulmak ve ailesinin gücüyle onlara müdahale etmek istemiyordu. Ama olayların gidişatı, süreçte ilk defa bunları yaşayacağını gösterir gibiydi. Bu da onun öfkesine öfke katan tek şeydi.
Fatih, sıcak havanın üzerinde bıraktığı o yapışkan histen kurtulmak için kendini soğuk suyun altına atmak üzere banyoya gitti. Banyodan çıktığında, telefonunda üst üste bir sürü cevapsız çağrı gördü. Belindeki havluya aldırmadan telefonunu alıp balkona çıktı. Abisinden gelen sayısız çağrıya geri dönmek için baisini aradı. “Fatıh nerdesin oğlum sen!” diye neredeyse bağırır tonda konuşan abisine kızmak istese de, adamın sesindeki endişeyi anlamıştı. Ters giden birşeyler olduğunu seziyordu. Zaten abisiyle araları iyice uzakken kavga çıkarıp aralarını iyice açmak niyetinde değildi. “Duştaydım abi, her şey yolunda mı?” diye sordu. Abisi çocuğun duşta olduğunu duyunca derin bir nefes vererek rahatladı. “Kardeşim, endişeliyim. Konuşmamız gereken konular var. Ben bu yükle yaşayamıyorum.” dedi. Sesi neredeyse ağlayacak kadar çok titremişti İbrahim’in. Fatih, onun bu durumuna yumuşakça ve endişeyle yaklaştı. “Sakin ol abi, ben hemen hazırlanıp şirkete geliyorum.” dedi. Üzerine hızlıca bir pantolon ve bir tişört geçirdi. Saçlarını eliyle geriye doğru taradı. Kaskını ve motosiklet ceketini eline alıp koşarak merdivenleri çıktı. Kapıdaki korumalardan birine baktı. “Annem sorarsa, Fatih bir iş için şirkete geçti deyin.” dedi. Koruma onu başıyla onayladı. “Tabii Fatih bey.” dedi. Fatih, bu korumayı yeni görüyordu. İlginç bir biçimde adamda garip bir şeyler sezmişti. Her ne kadar aralarındaki diyalog uzun sürmemiş olsa da adamda hoşlanmadığı bir şeyler vardı. Adamın özgeçmişini yeniden okumakta fayda olacağını düşünüyordu. “Adın neydi senin?” dedi korumaya bakarak. “Asaf Ediz Süer.” diye karşılık verdi koruma. Fatih, kafasını ileri geri sallayarak adamı onayladı. Son bir kere üstten aşağı adamı süzdü. Belki de abisi bunca yoğunluk yüzünden adamın özgeçmişini okumaya ya da başka bir sorun olup olmadığına dikkat etmemişti. İşlerle biraz daha ilgilenmesi gerektiğini düşünerek kafasını sağa sola salladı. BMW F 800 GS model motorunu çalıştırdı. Makina ısınırken çıkardığı o ses Fatih’e haz veriyordu. Fatih aksiyon adamıydı. Eğer abisi gibi gerçek hayattaki işlere odaklansaydı, abisi kadar sakin kalmaz, vurup kırardı. Biraz da bundan ötürü dijital alemde takılmayı tercih ediyordu. Motor ceketini giyip önünü kapattıktan sonra kaskını giydi. Dizlik ve dirsekliğini taktı. Kaskının vizörünü de indirip motorunun üzerine binerek yola çıktı.
Vızır vızır akan trafiğin arasında motoruyla yaptığı kısa yolculuk onu mutlu etmişti. Bir an, sadece bir an olsun abisinin diyeceklerini düşünmeden, rüzgarı teninde hissederek gitmenin hazzını yaşamıştı. Şirketin önüne gelip motorunu park etti. Bebeğine, biricik motoruna kimsenin dokunmasından hoşlanmıyordu. Ceketini, kaskını ve tüm diğer ekipmanlarını motorun üzerine bıraktı. Valelerden biri koşarak gelip ekipmanlarını aldı. “Hepsini döndüğünüzde getiririm.” dedi. Fatih adamı başıyla onaylayıp şirketin kapısından içeri girdi. Herkes, özellikle sekreter kadınlar ağzının suyunu akıta akıta Fatih’e bakıyor, cilveli tavırlarla hoş geldin demekten çekinmiyorlardı. İki kardeş, yakışıklılıkta babalarını aratmayacak kadar ön plandalardı. Bir çok kızın avlamak istediği türden adamlardı. Ama ikisi de aşktan bir kere nasibini almıştı. Bir daha ikisinin de bu toplara girmeye niyetleri yoktu.
Asansörde yazan numaralara bakıp en üst katın butonuna bastı. Abisinin ve odası tamamen bu koca katın kendisiydi. İkisinin en büyük ortak özelliği, fazla insanlarla haşır neşir olmayı sevmemekti. Bu da kendilerine annelerinden miras kalan bir huydu. Asistan kız asansörün sesiyle ayaklandı. Gelenin Fatih olduğunu görünce utanarak kirpiklerini eğdi. “Hoşgeldiniz Fatih bey, İbrahim bey sizi içeride bekliyor.” dedi. Fatih başıyla onu da onaylayarak içeri geçti. Kızın otururken düşen omuzları gözünden kaçmamıştı. Ancak kendisiyle iletişim kurmaya çalışan ve aldıkları sessiz cevaptan memnun olmayan ilk kadın bu değildi. Ve son da olmayacaktı. Fatih, abisinin kapısını çalıp içeri girdi. “Gel oğlum hoş geldin.” dedi abisi. Yerinden kalkıp Fatih’e sıkıca sarıldı. Fatih ile İbrahim, en son babalarının cenazesinde bu kadar sıkı sarılmışlardı. Sonra da hiç bu kadar yakın olamamışlardı. Fatih’in burnunun direği sızladı. İkisinin de birbirlerinin ne yaşadığından ne yaptığından hiç haberi yoktu. Canı çok yanmıştı Fatih’in. Omzuna düşen bir damla gözyaşından anlamıştı ki abisinin de canı yanıyordu. Fatih yavaşça geri çekilerek abisine baktı. Dolan gözlerindeki yaşı tutamıyordu. Canından bir parçaya, abisine bu kadar uzak olmanın içini nasıl dağladığını o anda anlamıştı. “Abimmm!” diyerek ağlamaya ve abisini sıkı sıkı kucaklamaya başladı. Aralarında sessiz bir konuşma vardı. O sıkı sıkı sarılmayla arayı kapatıyor, birbirlerini ve hislerini yeniden kucaklıyorlardı. Bir süre sonra ikisi birden geri çekildi. Abisi gülümseyerek kardeşine baktı. “Tamam lan düdük. İbrahim Kara ağladı dedirteceksin dosta düşmana.” dedi. Fatih kahkaha attı. “Sen İbrahim Kara’sın da ben onun bunun çocuğu muyum? Ben de Fatih Kara’yım.” dedi gülerek. İki kardeş karşılıklı sandalyelere oturdular. Abisi, edebi adabı iyi bilen bir adamdı. Kendisi kadar kardeşinin de şirkette hakkı olduğu için, kardeşi odadayken, ondan üst makamdaymış gibi patron koltuğuna oturmasının yakışık almayacağını bilirdi. Telefona uzanıp asistanını aradı. “Bize iki türk kahvesi. Sade olsun.” dedi ve kapattı. Kahveleri gelene kadar havadan sudan konuştular. İbrahim her zamanki gibi kardeşine kapıyı yağlamasını söyledi, kardeşi de reddetti. Kahveler, önlerindeki sehpaya bırakıldığında abisi asistana baktı. “Doğa, Fatih gidene kadar cumhurbaşkanı gelse içeri almıyorsun.” dedi. Kız onu başıyla onayladı. “Tabii İbrahim bey, sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı?” diye sordu. İbrahim başını sağa sola sallayarak kibarca kızı gönderdi. Kızın kapıyı kapattığına emin olunca kardeşine baktı. “Fatih.” dedi. Gözlerini kardeşinden ayırmadan kahvesine uzanıp, kahvesinden bir yudum aldı. Fatih de anisine ve hareketlerine bakıyordu. İkisi de çok iyi eğitimlilerdi. Bu psikolojik savaştan ikisi de galip gelemezdi. Abisi iç cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Masanın üzerindeki kumadaya uzanıp havalandırmayı, ve ofisin tavanından sarkan pervaneyi açtı. Fatih de aynı şekilde kot pantolonunun cebinde duran sigarasını alıp yaktı. “Aslanım ben senin saatlerce o bilgisayarın başında ne iş yaptığını biliyorum.” dedi abisi. Fatih’in kaşları çatıldı. Abisinin bunu nerden bildiğini anlayamıyordu. Dijital alemin en büyüğü olan adamı yakalamaya hiçbir bilgisayar korsanı cesaret edemezdi. Abisi gülümsedi. “Kimse seni bulmadı. Ben anladım. Nasıl saldıracağını bilmeyen, neye karşı savunacağını da bilmez. Doğanın kanunu bu aslanım.” dedi. Fatih başını ileri geri salladı. “Haklısın.” dedi. Yakalanmış olmaktan hoşlanmamıştı. Ama gerçekleri abisinden saklayacak da değildi. “Sanki sen çok temiz çalışıyorsun abi ha!” dedi gülerek. Abisi de kahkaha attı. Kahvesinden bir yudum daha aldı. “Nereden anladım sanıyorsun sıpa!” dedi. İkisi de gülüyorlardı. “Fatih, yapmak istemezsen anlarım. Dijital alemde işler nasıl yürüyor bilmiyorum ama bizde karanlık işlerin olmadan büyüyemiyorsun. Bana bazı bilgiler lazım oluyor. Bulabilecek misin?” dediğinde Fatih güldü. “Kimin neyi lazım söyle sana vereyim.” dedi. Bir gün lazım olur diye, her birlikte iş yaptıkları şirket hakkında bir şeyler topluyordu. Abisi şaşkınlıkla Fatih’in yüzüne baktı. “Ama..” dediğinde Fatih lafa girdi.
“Abi, iş dünyasında nasıl senin namın varsa, benim de dijital alemde bir namım var. Üstelik karanlık yüzünde. Dijital alemin hakimi benim.” dediğinde abisi güldü. “İyi ki varsın.” dedi. “Sen de iyi ki varsın. Yalnız adımı geçirmek yok. Orada beni kimse tanımıyor. Beni herkes İmparator diye anıyor.” dedi. Abisi yine güldü. “Fatih.. İmparator.. Bütün güçlü kudretli ne bileyim padişah isimlerini falan sen almışsın. Bana da işte peygamber adı vermişler.” dedi. Fatih içine çektiği dumanı üfleyerek karşılık verdi. “Sende peygamber sabrı olsun diye vermişler.” dediğinde ikisi de kahkahalara boğulmuştu. Biraz sonra en ciddi yüz ifadesini takınıp abisine baktı. “İçinde tutamadığın şey benim ne boklar yediğim değil.” dedi. İbrahim acı acı gülümsedi. “Değil. Baş edemediğim düşmanlarım var ve lanet olsun ki hiç açıklarını bulamıyorum.” dedi. Fatih başını salladı. “Gece geç saatte yanıma gel. İsim soyisim ver biraz izleyelim bakalım nelerimiz var.” dediğinde abisi gülümsedi. “Eyvallah.” dedi. Fatih başını sallayarak kahvesine uzandı. Kahvesinden bir yudum alırken abisine baktı. Abisi, onun sorgulayıcı bakışlarını hemen tanımıştı. Kardeşi, eskiden beridir tedirgin olduğunda sorgulayan bakışlar atardı. Göz kırparak kafasını salladı. “Noldu bakayım saksıda yetişme mafya.” dediğinde Fatih güldü. “Asaf Ediz Süer.” dedi. Abisi başını aşağı yukarı salladı. “Nolmuş Asaf’a?” diye sordu. “Diğer korumalardan farklı geldi. Özgeçmişini..” dediğinde abisi güldü. “Asaf, eski bir asker. Çok iyi eğitim almış. Ancak Irak sınırındaki operasyonlardan birinde askerlerinden birini kaybettikten sonra, TSK’dan ihraç olmuş. Ailesinin geçimi sağlamak için de işte özel güvenlik falan yapıyordu. Tesadüfen buldum.” dedi. Fatih kafasını ileri geri sallayarak abisini onayladı. Her ne kadar abisi adamın özgeçmişine fazlasıyla hakim olsa da, Fatih içgüdülerinin yanılmadığına defalarca şahit olmuştu ve bu adamda normal olmayan bir şeyler seziyordu. Yine de daha önemli işleri vardı ve buna harcayacak vakti henüz bulamamıştı. Düşüncelerini bölen şey, abisinin konuşması oldu. “Güven uyandırmadığını biliyorum. Ama iyice araştırttım. Evine kadar adam soktum. Tamamen güvenli.” dedi. Fatih gülümsedi. “Bizim bataklık ne kadar büyük.” dedi göz kırparak. Abisi gülümsedi. “Ucundan ya. Daha kimseyi vurmadık ya da adımıza silah almadık.” dediğinde Fatih güldü. “Yani temiziz.” dedi. Bu defa abisi onu kafasını ileri geri sallayarak onayladı. İbrahim, söylediklerinde tamamen dürüsttü. Herhangi bir pis işi olsa bunu Fatih’ten saklayamayacağını biliyordu. Eninde sonunda kardeşi bunu öğrenirdi. Elinde son kalan şey kardeşiydi ve onu da kaybetmek istemiyordu. Asistan kız kapıyı hızla çalınca ikisi de düşüncelerinden sıyrıldılar. İbrahim kaşlarını çattı. “Gel!” dedi sert bir tonda. Kız ellerini önünde bağlamıştı. Yaptığı şeyin İbrahim’i sinirlendireceğini biliyordu ama gerekliydi de. “İbrahim bey, şirketin güvenlik sistemi alarm veriyor. Bilgi işlem ciddi bir sızma olduğunu söyledi.” dediğinde İbrahim panikle kardeşine baktı. Fatih derin bir nefes vererek kafasını sağa sola salladı. “Maksimum DDoS atağı yapıyorlardır. Biz de bilgi işlemci, siber güvenlikçi diye yanımızda çoluk çocuk çalıştırıyoruz.” dedi ve sigarasını kül tablasına bırakarak ayaklandı. Kapıdan çıkarken asistan kıza baktı. Kızda garip olan bir şeyler görüyordu. Kısa bir an Ama önceliği şirketin sistemini düzeltmekti. Asansör beklemeye bile gerek görmeden, doğruca merdivenleri koşarak iki kat aşağı indiler. Fatih, bilgi işlem odasından içeri girdi. Fatih, bilgi işlem yöneticisini hiçbir şey demeden, bir el hareketiyle bilgisayarın başından kaldırdı. “Herkes sakin olsun, basit bir DDoS atağı, hızlıca savuşturacağız. Protokol ikiyi devreye sokun.” dedi. İbrahim, fırça yemeyi bekleyen bilgi işlem müdürüne baktı. “Protokol iki ne?” dedi. Bilgi işlem müdürü cevap verdi. “Atağı, farklı bir sunucudaki hayalet sisteme yönlendiriyorlar. Atağı yapanlar sistemin güvenliğini kırdıklarını zannediyorlar ve esas isteyen kişi bu sahte sisteme sızıyor. O sırada da bir kişi kimin sızdığını tespit ediyor. Yani Fatih bey, bunun ikinci plan olmasını istediği için de adına protokol iki dedi.” diye karşılık verdi. İbrahim başını sağa sola salladı. “Madem böyle önceden hazırlanmış planınız programınız var, ne demeye sorunu çözemiyorsunuz. Her şeyde Fatih’i mi buraya getirelim? Ya Fatih burada olmasaydı?” dedi. Fatih, kendisinin atacağı fırçayı üstlenen abisine minnettardı. Bu atak ciddi bir ataktı ve basit kod yazmayla olacak iş değildi. Fatih’in parmakları ışık hızıyla klavyede gezerken abisine seslendi. “Abi, şirketteki herkes çalışmayı ikinci bir habere kadar durdursun.” dedi. İbrahim, başıyla bilgi işlem müdürünü haber vermeye gönderince kardeşini hayranlıkla izlemeye devam etti. Fatih’in surat ifadesinden, işlerin ciddiye bindiği ve kızıştığı anlaşılıyordu. Kardeşinin yüzünde memnuniyetsiz bir ifade gören İbrahim, neler olduğunu sormak istese de sormuyordu. Şu an yaşananları bir silahlı çatışma gibi görmesi gerektiğini ve bu anda konuşmaması gerektiğini anlayabiliyordu. Yakınına gelen sekreterlerden birine seslendi. “Bir peçete getir.” dedi. Kardeşinin alnından süzülen terleri görebiliyordu. Fatih o kadar hararetli çalışıyordu ki, kısacık zaman diliminde sırtından ter akmıştı. Fatih’in içinde bir yandan da öfke kaynıyordu. Gece çökünce, bulduğu IP kime aitse onun tepesine çökmek, ve abisinin şirketine bunu yapmasının hesabını sormak istiyordu. Ancak bunu açıkça yapamayacak olmak da canını sıkmıştı.
İbrahim, sekreter kızın getirdiği peçetelerden birini alarak, kardeşinin alnından akan teri sildi. Bunu bir kaç defa tekrarladıktan sonra Fatih aniden arkasına yaslanıp gülmeye başladı. Kısa bir süre kendi kendine güldükten sonra, abisinin eline uzanıp peçeteyi aldı ve alnındaki teri tamamen sildi. Islanan peçeteyi, ayağının dibindeki çöpe atarken bir peçete daha istemek için elini açtı. Peçeteyi alıp boynunu silerken abisine baktı. Fatih’in gözleri ışıl ışıldı. Abisine gülümsedi. “Güvenlik duvarları devrede. Herkes işine dönebilir.” dedi. İbrahim kardeşine gururla ve sevgiyle bakıyordu. Kardeşini en son ne zaman bu kadar mutlu gördüğünü de hatırlamıyordu. Belki de 1 yıl önce ortadan kaybolan Ekin'den beridir böyle mutlu görmüyordu. Gururla kardeşinin omzunu sıktı. “Bu halde motora binme, motorunu aldırırız. Asaf Ediz’i çağırayım seni eve götürsün. Duş al, dinlen.” dedi. Fatih gülerek abisini başıyla onayladıktan sonra yavaşça ayağa kalktı. Fırça yemeyi bekleyen bilgi işlem müdürüne baktı. “Sana kendini toparlaman için bir hafta süre. Bir hafta içinde çözemediğin ikinci bir atak duyarsam kovulursun. Bilgi işlemci diye çoluk çocuk çalıştıracak halim yok.” dedi ve ekledi “Bu IP adresi ile ben bizzat ilgileneceğim. Siz işinize bakın ve buranın güvenliğini sağlayın yeter. Siber mafyalığa soyunmayın.”. Fatih, herkesin kendisini anladığına emin olana kadar, departmandaki herkese tek tek baktıktan sonra odadan çıktı. Yarım saatlik basit bir iş bile insanı bazen yorabiliyordu ki abisi saatlerce çalışıyordu. Tabii ki hep bu tempoda değildi, ancak yine de sürekli beyni bu tempoda olan bir adamın yaşlanmaması işten değildi. Bu yüzden abisinin düşünmesini ne kadar azaltabilirse, abisine o kadar yardımcı olabileceğini daha iyi anlayarak abisiyle birlikte asansöre doğru yöneldi. İki kardeş, son dönemde açtıkları aralarını kapatmak için sessiz bir anlaşma imzalamış gibi, havadan sudan konuşarak İbrahim’in ofisine girdiler.