📖 9. BÖLÜM – YARANIN ÜSTÜNDEKİ TOZ
Hayat, hiçbir yarayı tesadüfen açmaz.
Bazen canını acıtan şey, aslında görmekten kaçtığın gerçeğin sesidir.
Ben bunu geç öğrendim.
Hem de canım yandıkça, dizlerim çöktükçe,
içimde kimseye söylemediğim sorular büyüdükçe…
O sabah uyandığımda, içimde bir şey hafifçe kıpırdadı.
Sanki kalbimin en dip köşesinde unutulmuş bir şey beni dürtüyordu:
“Artık kaçma.”
Kaçtığım neydi?
İnsanlar mı?
Yaşadıklarım mı?
Kırılmış kalbim mi?
Yoksa kendimden duyduğum hayal kırıklığı mı?
Hiçbiri tek başına değildi.
Hepsi bir bütündü.
Ve o bütün… benim en büyük sınavımdı.
SAKLANAN GERÇEĞİN İLK SÖZÜ
Geçmişte yaşadığım bazı şeyleri düşünüyordum.
Hani insanın boğazına düğüm gibi oturan,
yıllar geçse bile kendini hatırlatan şeyler vardır ya…
İşte ben böyle şeylerin üzerine örttüğüm tozları üflüyordum yavaşça.
Anladım ki:
Acı, saklandıkça iyileşmiyor.
Üstünü örttüğün yara, kanamaya devam ediyor.
Sessiz kaldığın her yerde, kendinden eksiliyorsun.
Ben hep sustum.
Gücüm sandım.
Oysa sustuğum her şey
bir gün beni susturacak kadar büyüdü.
Ve ben o sabah ilk kez kendime şöyle dedim:
“Konuşma zamanın geldi.”
AĞRININ İÇİNDEKİ MESAJ
Her acının içinde bir mesaj olur.
Kimisi “git” der.
Kimisi “kal.”
Kimisi “büyü.”
Kimisi de “artık yeter.”
Benim acım ne diyordu?
Onu duymaya cesaret edinmeyene kadar anlamamışım.
Meğer acımın bana söylediği şuydu:
“Sen kendini unuttun.”
Herkesi memnun etmeye çalışırken
kendimden vazgeçmişim.
Herkesi korurken
kendimi kırmışım.
Herkesi sevindirmek isterken
kendi kalbimi susturmuşum.
İnsan kendi sesini duymazsa,
dışarıdan duyduğu hiçbir ses ona çare olmuyor.
Bu yüzden o sabah
ilk kez kendime kulak verdim.
İNSAN BAZEN KENDİNE ZARAR VERİR, FARK ETMEDEN
Düşündüm…
Beni en çok yoran insanlar değilmiş.
Benmişim.
Çünkü yanlış kalplere kendimi anlatmaya çalışmışım.
Değer vermeyenlerden değer beklemişim.
Kendi içimdeki yorgunluğu görmezden gelmişim.
Ve en önemlisi…
Kendime hiç şefkat göstermemişim.
“İyiyim” demişim olmadığım halde.
“Geçer” demişim geçmediği halde.
“Bir sorun yok” demişim içimde fırtınalar koparken.
Ben kendime zarar vermişim aslında.
Sessizlikle.
GERÇEK CESARET: YÜZLEŞMEK
Kaçtığım her şeyle yüzleştim o sabah.
Aklımdan kaçırdıklarım gözümün önüne geldi.
“Unuttum” dediklerim canlanıp içime oturdu.
Ama kaçmadım.
Çünkü anladım:
Cesaret, korkmamak değilmiş.
Korktuğun şeye rağmen adım atabilmekmiş.
Ben korkuyordum.
Hem de çok.
Ama yine de kendime şöyle dedim:
“Ne olursa olsun buradayım.
Kendimle yüzleşmekten kaçmayacağım.”
Kendi içindeki karanlığa bakmak kolay değil.
Ama insan orada kendi ışığını buluyor aslında.
İÇİMDEKİ YENİ SES
O sabahın en güzel yanı neydi biliyor musun?
İçimde yeni bir ses duydum.
Yumuşak, sakin, güçlü bir ses:
“Artık seni seçiyorum.”
Bu sesi duyduğum an
sanki içimde bir şey iyileşmeye başladı.
Yıllardır taş gibi oturan ağırlık hafifledi.
Kendimi ilk kez suçlamadım.
İlk kez yargılamadım.
İlk kez “neden böyle oldum?” demedim.
Sadece
“Böyle oldum ama artık böyle kalmayacağım.”
dedim.
YENİ BİR BEN DOĞUYOR
Ben bugün eski ben değilim.
Ve eski ben olmayı da istemiyorum.
Çünkü o eski ben:
Çok susmuştu.
Çok kırılmıştı.
Çok yalnız kalmıştı.
Çok çabalamıştı.
Bugünkü ben ise:
Daha farkında.
Daha güçlü.
Daha sessiz ama daha sağlam.
Daha az insanla ama daha huzurlu.
Öğrendim ki:
Gerçek iyileşme,
kendini yeniden kurmakla başlıyor.
Ben kendimi kuruyorum şimdi.
Tuğla tuğla.
Adım adım.
Sessiz ama kararlı.
Ve biliyorum:
Bundan sonrası çok daha güzel olacak.
Bu bölüm burada biter ama…
İçimdeki yolculuk yeni başlar.
YARANIN ÜSTÜNDEKİ TOZ
İnsan bazen geçmişe dönüp bakınca
“Ben bütün bunları nasıl yaşamışım?” diye kendine şaşar.
Ben de şaşırdım.
Çünkü yıllardır kendime güçlü görünmeye çalışırken
aslında içimde ne kadar yorgun olduğumu fark etmemişim.
Meğer gücüm başkalarını taşırken tükenmiş.
Meğer cesaretim, suskunluğun içine saklanmış.
Ve o sabah
gözlerimi açtığımda hissettiğim ilk şey
güç değil,
gerçekti.
Kendime ilk kez dürüsttüm:
“Ben yorulmuşum.”
Bu cümleyi kurmak zordu.
Ama insan kendine doğruları söylemedikçe yorulma bitmiyormuş.
İÇİMDEKİ SESSİZ FIRTINA
İnsan dışarıdan sessiz görünür ama
içinde fırtına kopar.
Benim içimde de yıllardır sesini duyurmak isteyen bir fırtına vardı.
Ama ben hep şunu düşündüm:
“Konuşursam kırarım.”
“Kırılırsam daha kötü olur.”
“Söylersem beni anlamazlar.”
“Derdimi anlatırsam yük olurum.”
Bu düşünceler
bir insanı dışarıdan sakin görünür yapar ama
içten içe bitirir.
Ben o sabah fark ettim:
Ben aslında kimseyi kırmamak için
kendimi kırmışım.
Kimse yük hissetmesin diye
bütün yükü omuzlarıma almışım.
Ve en kötüsü…
Kimse beni kaybetmesin diye
kendimi kaybetmişim.
BİR ANDA GELEN AYDINLIK
O sabah balkona çıktığımda
hava serin, gökyüzü açıktı.
Normalde hiçbir şey hissetmediğim sabahlardan biri olacaktı.
Ama bu kez farklıydı.
Sanki içimde biri hafifçe elimi tuttu:
“Artık korkma.”
Ve ben korkmadım.
İlk kez içimdeki sükûnet bana huzur verdi.
Çünkü anladım ki:
Susmak güç değildir…
Konuşmak da değildir.
Asıl güç,
kendi içindekini duyabilmektir.
Ben yıllardır dışarıdaki sesleri susturmaya çalışırken
kendi sesimi duymayı unutmuşum.
O ses,
o sabah bana şöyle diyordu:
YILLARIN YÜKÜNÜ TAŞIMAK
Bir insan, başkalarını taşımaya o kadar alışır ki
kendi yükünü fark etmez.
Ben yıllarca herkese yetişmeye çalışmışım:
Küstüm barışsın diye çabalamışım.
Kırıldım belli olmasın diye gülmüşüm.
Üzüldüm ama neşeli görünmüşüm.
Yoruldum ama kimse anlamasın diye
daha çok çabalamışım.
Sözde güçlü görünmek istemişim.
Ama kimse bilmiyormuş ki
ben o gücü her akşam yatağa uzandığımda topluyormuşum
gözlerim dolarken…
Meğer kimseye söylemediklerim
beni içten içe susturuyormuş.
O sabah aynaya bakınca
kendimde gördüğüm ilk şey
yorgunluk değil…
yaşanmışlık oldu.
Yaşadıklarımı inkâr ettikçe yoruluyormuşum.
Kabullendikçe iyileşiyormuşum.
İNSANIN KENDİNE DOKUNMASI
İyileşmenin ilk adımı acıya dokunmaktır.
Ben de korkarak dokundum sabah içimdeki yaraya.
Acıdı.
Yandı.
Beni yıllar öncesine götürdü.
Ama iyi geldi.
Çünkü yarayı saklamak
onyıllar sürer.
Ama yarayı kabul etmek
bir sabaha bakar.
Ben o sabah şunu söyledim kendime:
“Bütün bunları yaşadın, evet.
Ama bunlar seni bitirmedi.
Daha iyi bir hâle dönüştürdü.”
İnsan kendine bu cümleyi kurunca
bir şey değişiyor.
Omuzlarından bir yük iniyor.
Sanki kalbinin içinden hafif bir nefes yükseliyor.
İyileşmenin sesi sessiz olurmuş.
Ben o sesi duydum.
KENDİNİ SEÇME CESARETİ
İnsan büyüdükçe daha az kişiyi hayatında tutar.
Çünkü bilir ki:
Bazı insanlar gitmelidir.
Bazı cümleler susmalıdır.
Bazı kapılar kapanmalıdır.
Buna “kötülük” diyen olur.
Buna “bencillik” diyen olur.
Ama ben artık biliyorum:
Kendini seçmek bencillik değil, var oluşun en saf hâlidir.
Ben yıllarca kendimi sona yazmışım.
“Önce onlar” demişim.
“Onlar iyiyse ben de iyiyim” demişim.
Ama artık şunu biliyorum:
Herkesi mutlu etmeye çalışırken
kendini mutsuz edersen
kimse seni mutlu etmeye gelmiyor.
O yüzden ilk kez kendime söz verdim:
“Bu kez seni seçeceğim.”
YENİ BİR BEN: DAHA AZ İNSAN, DAHA ÇOK HUZUR
Kendimi seçmenin ilk adımı,
kimin gerçek olduğunu görmeyi öğrendim.
Eskiden herkes kalsın isterdim.
Şimdi değil.
Şimdi bilerek seçiyorum:
Kim huzur verir?
Kim alır?
Kim kalbimde yer hak eder?
Kim sadece gürültüdür?
Ve fark ettim ki:
Benim hayatım
herkese açık bir kapı değil.
Artık herkes için yer yok içimde.
Çünkü kalbimin sınırlarını korumak
kendi değerimi korumakmış.
Buna “soğumak” diyenler olabilir.
Ama ben adını koydum:
Büyümek.
KENDİNİ AFFETMENİN HAFİFLİĞİ
Geçmişte beni incitenleri affetmek kolaydı.
Zordu ama yapabildim.
Asıl zor olan
kendimi affetmekti.
Kendime kızmıştım:
“Niye bu kadar güvenmişim?”
“Niye o kadar susmuşum?”
“Niye kendimi korumamışım?”
Ama sonra şunu fark ettim:
Ben o zaman olduğum haliyle elimden geleni yapmışım.
Kimse geleceği bilemez.
Kimse kalbini yanlış yere bıraktığını fark etmeden anlamaz.
Kendimi affettiğim an
yıllardır üzerimde taşıdığım yük çözüldü.
Göğsümde bir sıcaklık hissettim.
Meğer affetmek
en büyük özgürlükmüş.
ZORUN BİTTİĞİ YERDE BAŞLANGIÇ BAŞLAR
“Bittim,” dediğin yerde başlamıyorsun aslında.
“Aslında yeni başlıyorsun.”
Hayat bana bunu defalarca gösterdi.
Her kırıldığımda sanmıştım ki
“tamam, bu son.”
Ama o kırılmalar beni eğitmiş.
Her acı beni güçlendirmiş.
Her düşüş beni toparlamış.
Ben bunu geç anladım.
Ama güzel olan şu ki:
Anladım.
Ve anladığım an
içimdeki her şey anlam kazandı.
Artık biliyorum:
Zor bittiğinde insan ölmez.
Sadece yeniden doğar.
ARTIK KENDİME AÇILAN YOLUMDAYIM
Bugün dönüp bakınca
“keşke” demiyorum.
Çünkü bütün o yaralar, kayıplar, yalnızlıklar
beni bugünkü halime getirdi.
Ve bugünkü ben…
Yorgun ama bilge.
Kırılmış ama sağlam.
Az insanlı ama çok huzurlu.
Sessiz ama güçlü.
Yalnız ama tamam.
Artık yol benim.
Yön benim.
Gücüm benim.
Ben kendi elimi tutmayı öğrendim.
Ve insan kendinin elini tutabiliyorsa
kimse onu deviremez.
Bu bölüm burada biter…
Ama içimde başlayan yolculuk
yeni bir hayata açılan kapının ta kendisi.