bc

Joseon İntikam

book_age12+
8
FOLLOW
1K
READ
revenge
love after marriage
tragedy
bxg
mystery
royal
childhood crush
enimies to lovers
lies
spiritual
like
intro-logo
Blurb

1600'lü yıllarda Joseon Kralı Lee Dong Joon hastalığı nedeniyle vefat eder. Oğlu, veliaht prens henüz 13 yaşındadır. Ölen kralın kardeşi, Büyük Prens Lee Dae Joon, onun tecrübesizliğinden yararlanarak tahta geçer. Buna rağmen veliaht prens ve yandaşlarının başına bela olacağından korkar ve içi rahat etmez. Eski kralın, yani ağabeyinin ailesini vatan hainliğiyle suçlayıp halkın gözleri önünde öldürür. Fakat aralarından birisi kaçmayı başarmıştır; Prenses Lee Min Young.

Lee Min Young (yeni adıyla Shin Yoora), yıllar sonra intikam almak için saraya cariye olarak girmeyi başarır. Amcası felç geçirdiğinden dolayı tahtta kuzeni Lee Hyun Joon vardır. İntikamını amcasının oğlundan alacaktır. Aşk ve intikam gelgitli bu hikayeyi okumaya ne dersiniz?

chap-preview
Free preview
Giriş, 1-6
Kraliyet askerlerinden kaçmayı başarsam da, ormanın derinliklerinde kaybolmuştum. En azından hayatta olduğuma şükrediyordum. Hava kararmıştı, ağacın dibine çöküp derin bir nefes aldım. Şimdi ne yapacaktım? Ailem, bütün halkın gözleri önünde öldürülmüştü. Buna uzaktan tanık olmuştum. Nereye kadar kaçacaktım ki? Elbette ki yakalanacaktım.  Elimi, alnımın sağ tarafına götürdüğümde bir şeyin aktığını hissetmiştim. Evet, kanıyordu. Bir süre sonra zaten bilincimi kaybettiğimden gözlerim kapanmıştı.  Gözlerimi açtığımda kendimi yumuşacık bir yatağın içinde bulmuştum. Neresiydi burası? Bütün bedenim acıyla kıvransa da, yavaşça kalkmaya çalıştım. Baş ucumda bir sürü merhem ve ilacın bulunduğunu gördüm. Nerede olduğumu bilmesem de, biraz olsun güvende hissetmiştim.  Odanın kapısını hafifçe araladığımda, savunma askerlerinin antreman yaptığını görmüştüm. Aman Allahım! İşte şimdi bitmiştim, kesin kraliyet askerlerine teslim edilecektim! Korkudan ayaklarım geriye doğru basmaya başlamıştı. En sonunda yere düşünce korkudan ağlamaya başlamıştım.  Kapının açılmasıyla farkında olmadan gözlerimi kapatmıştım. Korkuyordum. Henüz 10 yaşında bir çocuktum. Korkudan titriyordum. Başımı okşayan nazik bir eli hissetmemle birlikte gözlerimi yavaşça açmıştım.  "Korkma, artık benim korumam altındasın."  O zamanlar kim olduğunu bilmediğim bu adam, Binbaşı Shin Baek Soon'du. Hafifçe beni göğsüne bastırarak sarılmıştı.  "Sen artık bir prenses değilsin. Bundan sonra Binbaşı Shin'in kızı Shin Yoora olarak yaşayacaksın."  İşte o gün, Lee Min Young öldü. Shin Yoora doğdu.      *1*      Her yıl, babamın ölüm yıldönümünde tapınağa gelirdim. Ailemin öldürüldüğü günün ertesi gün, tapınaktan ayrılırdım. Yaklaşık iki hafta boyunca tapınakta kalıp tanrıya dua ve ibadet ederdim. Bu yıl da aynısını yapmıştım. Artık yirmi yaşındaydım. Binbaşı Shin sayesinde gayet iyi ve güzel bir şekilde yetişmiştim. Öz babam olmasa da yıllar boyunca ona içtenlikle "Baba" demiştim. Benim için manevi bir babaydı.  Evime döndüğümde askerlerin antreman yaptığını görmüştüm. Manevi babam ise aralarından geçerken onlara talimatlar veriyordu. Biraz daha yaklaşıp babama tebessümle el sallamıştım. Beni görünce onunda yüzünde kocaman bir tebessüm oluşmuştu. Askerlerin dikkati benim sayemde dağılmıştı.  "Siz devam edin!" diye gür ve sert sesiyle onların dikkatini tekrar antremana vermesini sağlayıp yanıma doğru gelmişti.  "Odama geçelim, Yoora."  ***  Odaya geldiğimizde, önce bana askerlerinin dikkatini güzelliğimle dağıttığım için şakayla kızsa da, çok fazla uzatmadan konuşmak istediği bir konu olduğunu belirtti.  "Yoora, artık genç ve güzel bir bayansın. Artık evlenme çağın geldi, sürekli soylu aileler tarafından sana evlenme teklifleri geliyor. Ne dersin?"  Evlilik? Her genç kızın hayalidir, değil mi? Ama benim hiçbir zaman böyle bir hayalim olmadı. Benim hayalim tamamen farklıydı.  "Bununla ilgili konuşacağımızı tahmin etmiştim. Bu zamana kadar benim için yaptığınız şeylere gerçekten minnettarım. Sizden başka bir şey isteyebilir miyim?"  "Elbette ki."  "Saraya cariye olarak girmem için bana yardım edin."  Binbaşı Shin, duyduğu şey karşısında kaskatı kesilmişti. Babamı öldüren herifin oğlunun sarayında cariye olma fikri onun bedenini sarsmıştı. Elbette ki, cariye olup onun koynuna girmek için gitmeyecektim saraya.  "İntikam almak istiyorum."  Söylediklerim karşısında şaşkınlığından tek kelime etmedi. Ben ise sözlerime oldukça soğukkanlı bir şekilde devam ettim.  "Aradan yıllar geçti, biliyorum. Ama bir gün olsun, içimdeki şu öfke dinmek bilmedi. Bende diğer genç kızlar gibi evlenmek, kocamı içtenlikle sevmek, aile kurmak isterdim. Lakin bir türlü on yıl evvel olanları unutamıyorum."  Binbaşı Shin derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı. Sesi titriyordu.  "Yoora, bunca yıl boyunca seni kendi evladım gibi gördüm hep. Kusura bakma, kendi evladımı bir ateşin içine atamam ben. Eminim öz baban da istemezdi zaten."  Başka bir şey söylemedi, benimde söylememe izin vermeden odadan çıktı.      ***      Bütün gece boyunca gerçekten bunu mu istiyorum diye düşündüm. Ama benim bu hayattan başka bir isteğim yoktu. Ne aşk, ne aile... Hiçbirini istemiyordum. Sadece intikam istiyordum. Annem, babamın diğer iki karısı ve dört kardeşim halkın gözleri önünde öldürülmüştü. Joseon tarihi boyunca ilk defa Kraliyet kanından insanlar bu şekilde ölüme tabii edilmişti ve hak etmedikleri halde.  Yıllar boyunca tanrının beni kurtarmasının sebebinin, ailemin intikamını almam için olduğunu düşündüm. Ben Shin Yoora, eski Joseon prensesi Lee Min Young... bu intikamı ne pahasına olursa olsun, alacaktım!      *2*      Manevi babam Binbaşı Shin'i ikna etmek fazlasıyla zor olsa da, daha fazla direnemedi ve kabul etti. Tahtta oturan kuzenim Kral Lee Hyun Joon ile aralarında samimi bir ilişki olduğunu biliyordum. Evet, olanlar şu anki Kralın suçu değildi. Hepsi babasının suçuydu. Lakin dört yıl önce geçirdiği felçten ötürü odasından bile çıkamıyordu. Tanrı, ona cezasını belki de bu şekilde vermişti kim bilir. Ama ben Tanrının verdiği cezayla yetinmeyecektim. İntikamını, olanların acısını, onun kirli kanından olan oğlu Lee Hyun Joon'dan alacaktım.  Saraya henüz yeni cariye almadıklarından dolayı, ricamdan ötürü Binbaşı Shin, Krala bu konuyu özel olarak açmıştı. Kral ise, onun kızını cariyesi olarak görmesinden hoşnut olacağını söylemiş. Aman ne hoş! İğrenç!  Saraya ilk defa gireceğim gün, sabahın erken saatlerinde kalkıp hazırlanmaya başlamıştım bile. Zarif gösteren bir hanbok giymiştim. Binbaşı Shin'in yanına gittiğimde gözlerinde kaygı vardı, benim için endişeliydi.  "Akşama geri döneceğim. Biliyorsun, yapma böyle."  Hafifçe başımı okşarken konuşmaya başladı.  "Sarayın entrika ve kötü insanlardan oluştuğunu unutma. Kendini iyi kolla! Madem hayatın pahasına da olsa intikamını alacaksın, intikamını almadan sakın ölme!"  Gözlerinden birkaç damla gözyaşı süzüldüğünü görmüştüm. Tebessüm edip hafifçe göğsüne yaslandım.  "Seni seviyorum, baba."      ***      Saraya geldiğimizde Binbaşı Shin, beni baş cariye Yoon Eun Hye'ye teslim edip gitmişti. Baş cariye Yoon, oldukça sert ve otoriter bir kadındı. Özellikle torpille geldiğimden dolayı olacak ki, bana oldukça kaba davranıyordu.  Sabahtan beri yapmadığım iş kalmamıştı. Mutfak, çamaşırhane, terzihane... her birine koşuşturmuştum. En sonunda yemek için ara verdiğimizde derin bir nefes almıştım.  Bütün bunlar arasında koşuştururken az kalsın amacımı unutuyordum. Kralı bir türlü görememiştim. Ben yemeğimi yerken iki cariye yanıma gelip benimle konuşmaya başlamışlardı.  "Ben, kraliyet sekreterinin büyük kızı Im Seo Jung."  "Bende kraliyet mektebi baş öğretmenin ortanca kızı, Nam Hye Mi."  Gülümsedim.  "Binbaşı Shin'in tek kızı, Shin Yoora."  İkisi de oldukça içten bir şekilde benimle sohbet etmeye devam etmişlerdi. Dediklerine göre en son cariye alımı bir ay önce yapılmış ve yarın bölümlere ayrılacaktık. Hye Mi terzihanede, Seo Jung ise mutfakta olmak istediğini söylemişti. Benim ise hiçbir fikrim yoktu.      ***      Eve geldiğimde, yorgunluğumdan dolayı hemen uyuya kalmıştım. Sabah uyandığımda Binbaşı Shin'i, arkası dönük bir adamla sohbet ederken görmüştüm.  "Baba."  Binbaşı Shin, oldukça keyifli bir şekilde bana döndüğünde karşısındaki sohbet ettiği adam da yavaşça dönmüştü. Bu... manevi kardeşim Shin Tae Soon ağabeydi!  Hemen gidip sarılmıştım bile. O da içten bir şekilde bana sarılırken "İncecik bir şeysin ama sarılırken kemiklerimi kıracaksın sanki!" diye şakalaştı.      ***      Ağabeyim, beni sarayın giriş kapısına kadar getirmişti. Bana dikkatli olmamı ısrarla söylerken endişeli olduğunu anlayabiliyordum. Ben sarayın dış kapısından içeri girene kadar, öylece beni izlemişti.  Saray cariyelerinin nerede çalışacağını belirlemek amacıyla hepimizi toplamışlardı. Baş cariye, sırayla kimi hangi bölüme atadığını söylüyordu. Hye Mi'ye dilediği gibi terzihane denk gelmişti, mutluluktan ağzı bir karış açılmıştı. Seo Jung'a ise ne yazık ki, çamaşırhane denk gelmişti. Şimdi sıra bendeydi.  "Shin Yoora, mutfak."  Derin bir nefes aldım, o kadar kötü değildi. Herkesin bölümleri belli olduğunda baş cariye, hangi bölümde olursak olalım yalnızca işimizi severek yapmamızı söyleyen klasik konuşmalardan birini yapmıştı.      ***      Mutfağa girdiğimde, eski cariyeler ve birkaç nedime öğle yemeği telaşesinde koşuşturuyorlardı. Yanımda benim gibi yeni atanan cariyelerden birisiyle gelmiştim.  "Af edersiniz, biz yeniyiz de acaba ne yapabiliriz?"  "Bulaşıkları yıkayın!"  Bulaşıkları yıkarken, benim gibi mutfağa yeni atanan Min Yi Jung ile sohbet ediyorduk. Kendisi, kraliyet baş hekiminin ortanca kızıymış.  "Siz, ikiniz!"  Elimizdeki bulaşıkları bırakıp bize seslenen aşçı cariyeyi selamladık. Konuşmasına devam etti;  "Yeni olduğunuz için, bugün krala siz hizmet edeceksiniz." Belki de, beklediğim fırsat buydu. Bunu en iyi şekilde değerlendirmelisin, Shin Yoora.      *3*      Kral Lee Hyun Joon'un karşısına çıkmama saniyeler kalmıştı. Kralın baş hizmetlisinin "Efendim, yemeğiniz geldi!" diye seslenmesiyle içeri girmiştik bile.  Okuduğu kitaptan başını kaldıran Kral Lee Hyun Joon'un oldukça yakışıklı bir yüzü olduğunu fark etmemek elde değildi. Sarayda oldukça yakışıklı olduğu hakkında dedikodular zaten dönse de, bu kadarını beklemiyordum açıkçası.  Yi Jung ile birlikte sofrayı yavaşça kralın önüne sunduğumuzda, yemekleri ilk başta tatmaktan sorumlu olan hizmetli de gelmişti.  Kralı selamladıktan sonra başım eğik bir şekilde konuşmaya başladım.  "Dilerseniz, yemeği sizin için ben tatmak isterim majesteleri."  Başım eğik de olsa tebessüm ettiğini hissetmiştim.  "Neden bunu yapmak istiyorsun?"  "Kralımın yemek yediği masadan yemek yersem, bununla ölene kadar gururlanabilirim."  Eliyle, yemekleri tadacak olan hizmetlisine -git- işareti verdikten sonra "Başla." dedi. Sofranın sağına tatmak için ayrılan tabağı alıp her yemekten birer lokma koydum. Yavaş yavaş hazırlanan yemekleri tatmaya başlamıştım.  ***  Gözlerimi açtığımda kraliyet doktorlarından birini baş ucumda görmüştüm, yan tarafında da arkadaşım Min Yi Jung vardı.  "Sonunda kendinize gelebildiniz! Şükürler olsun!"  Yi Jung elimi sımsıkı tuttu ve "Zehirlendin, Yoora. Birden terlemeye başladın, ardından da bayıldın. Senin için çok endişelendik. Babam, seni tedavi edebilmek için her şeyi denedi ve dünden beridir uyanmanı bekliyoruz." dedi.  Anlaşılan koskoca bir gün geçmişti ve ben daha yeni uyanabilmiştim. Kral Lee Hyun Joon'un gelmesiyle yerimden kalkabilmek için güçlükle doğruldum.  "Hoy! İstifini bozmadan yat. Bu bir emirdir."  Yi Jung ve babası, başlarını eğip kralı selamladıktan sonra odadan çıktılar.  "Efendim, ben çok özür dilerim..."  "Ne için özür diliyorsun? zehirli yemeğimi tatmana izin verdiğim için oldukça suçlu hissediyorum kendimi."  Birden aklıma Binbaşı Shin'in gelmesiyle tekrar doğrulmayı denedim ama, kalkamıyordum.  "Sana yat demedim mi? Kralım ben! Sen kralını nasıl dinlemezsin?"  "Efendim, ben... babam..."  "Endişelenme. Birazdan yanına gelecektir."  ***  Binbaşı Shin'in odaya gelmesiyle, Kral Lee Hyun Joon odadan çıkıp bizi başbaşa bırakmıştı. Binbaşı Shin hafifçe saçımı okşarken "Kendini zehirleyebilecek kadar ileri gideceğini bilmiyordum." diyebildi.  Güçlükle konuşmaya başladım.  "Bir şey olmayacağını biliyordum. Yemeğin içine kattığım otun tozları, zehirlese de öldürmüyor."  "Bir daha sakın!.."  "Endişelenme. Bu sayede onun dikkatini çekebildim."  Gözlerinin sulandığını görmeyeyim diye başka bir yöne bakmaya çalıştı.  "Bu gece burada kalacaksın, ağabeyin gelecek birazdan. Seninle ilgilenmek için o da gece boyunca burada kalacak."  ***  Sabah olduğunda üstümü giyinip hiçbir şey olmamış gibi mutfağa girdim. Herkesin beni konuştuğu, üzerimde gezen gözlerden belliydi. Im Yi Jung, endişeli bir şekilde yanıma gelmişti.  "İyi misin? Bugün dinlenirsin diye düşünmüştüm."  "İyiyim ben."  Baş nedimenin "Cariye Shin Yoora!" diye seslenmesiyle arkama dönüverdim.  "Kraliçe tarafından çağırılıyorsun!"  Yi Jung ile şaşkın bir şekilde birbirimize baktık. Kraliçe benimle neden görüşmek isteyebilirdi ki?      *4*       Kraliçenin odasına girdiğimde ana kraliçenin de orada bulunduğunu gördüm. İkisi birden benimle neden görüşmek istemişlerdi ki? Nazikçe onları selamladıktan sonra başım eğik bir şekilde kenara çekildim.  Ana kraliçe oldukça güler yüzlü bir tavırla "Neden oturmuyorsun? Birlikte bitki çayı içelim." dedi. Kocası her ne kadar kötü olsa da, yengemin oldukça iyi birisi olduğunu hatırlıyordum.  "Ben ne cüretle..." diyebildim. Kraliçede bana oldukça iyi bir tavırla "Lütfen gel, otur." diye gülümsedi. Daha fazla uzatmadan çekinerek yan taraflarına oturdum.  Kraliçe ve ana kraliçenin çaylarını fincanlarına dökerek ikram etmeye başladım. Kraliçe, çayın yanında bulunan kurabiyelerden bir tanesini alıp bana uzatmıştı.  "Lütfen utanmadan ye. Daha tam iyileşmemiş olmalısın."  Şaşkınlığımdan titremeye başlasam da belli etmemeye çalıştım. Başım eğik bir vaziyette nazikçe kraliçenin elinden uzattığı kurabiyeyi alıp küçük lokmalar halinde ısırarak yedim.  Kraliçe sözlerine devam etti.  "Majesteleri, senin için çok endişelendi. Hizmetlilerine, yemeğe zehir katan haini bulmaları için emir verdi. Endişelenme, araştırıyorlar. Elbet bunu yapan bulunacaktır. Nasıl böyle bir şeye cesaret edebilirler?" Sesinden endişeli olduğunu anlamıştım.  Elimdeki fincanı yavaşça bırakıp  "Ne kadar doğrudur fikrim bilmiyorum lakin, ben bunun majestelerini öldürmek niyetiyle yapıldığını düşünmüyorum. Yemeğin önceden tadılacağını herkes bilir. Bu, binevi göz korkutmak amaçlı olabilir." diye yanıtladım.  "Haklı olabilirsin, cariye Shin." Ana kraliçe çayından bir yudum daha içtikten sonra sözlerine devam etti.  "Binbaşı Shin'in kızı olduğunu duydum."  Bu gergin ortamda iki kraliçede içten bir şekilde benimle sohbet etse de benim için dayanılması güçtü. Ana kraliçe en son konuşmak istediği konuyu açmıştı.  "Seni baş yardımcım olarak istiyorum. Biliyorum, bir nedime değilsin ama bunu istiyorum."  Başım eğik bir şekilde "Emriniz olur." diye yanıtladım.  Ana kraliçenin yardımcısı olmak fikri o kadar kötü değildi. Kralı daha yakından takip edebilirdim.  ***  Bütün gün zehrin etkisinden dolayı midem rahatsızdı. Henüz tam iyileşememiştim. Sarayın avlusunda dolanırken Hye Mi'ye denk gelmiştim. Biraz oturup sohbet etsek de midemin şiddetli bulantısı yüzünden dayanamıyordum. Havanın bunaltıcı olması da bir etkendi.  "İyi görünmüyorsun, hekime gidip ilaç almalıyız."  Dağın zirvesinden kopardığım bu otun bu kadar etkileyebileceğini düşünmemiştim. Hekim kitabına göre etkilerinin sona ermiş olması lazımdı. Bünyemin zayıf olduğundan kaynaklanıyor olabilirdi.  "Sorun değil." desem de defalarca elimi ağzıma götürüp kusmamak için kendimi zor tutuyordum. Daha fazla kendime engel olamayarak kusabileceğim bir yer bulmak amacıyla koşmuştum.  Bu arada farkında olmadan Kral Lee Hyun Joon ile çarpışmıştım. Adamlarından biri "Bu ne cüret!" diye bağırsa da, kral elini -sorun yok- anlamında kaldırdı.  "Ben çok özür dilerim ama gitmem gerek."  Sağ elimle ağzımı kapatmaya çalışırken kral sağ kolumdan tutup kendisine doğru çevirmişti. O an göz göze geldiğimiz andı. Bu bir saygısızlıktı, hemen gözlerimi devirdim.  "Lütfen gitmeme izin verin, majesteleri. Yoksa..."  "Yoksa ne?"  Daha fazla dayanamayacaktım. Ani bir hareketle Kralı itip sağ tarafımda boş bulunan araziye kusmuştum. Kral ve adamları şaşkınlıkla bu iğrenç görüntüyü izliyordu. Koskoca Joseon kralının gözleri önünde kusmak, her cariyeye nasip olmazdı tabi!      *5*      Ana kraliçenin hizmetlisi olduğum günden bu yana bir ay geçmişti. Kral Lee Hyun Joon ile eskisinden daha çok karşılaşsak da yüzüme bile bakmıyordu. Onun gözleri önünde sarayın bahçesine kustuğum zaman aklıma geldiğinde yüzüm istemsizce buruşuyordu. Büyük ihtimal beni her gördüğünde aklına o an geliyor ve iğreniyordu.  Halkın merak ettiği, rüyalarını süsleyen Joseon sarayında oldukça sıkıcı günler geçiriyordum. Ana kraliçenin yanında olduğum için de sürekli rahatsız hissediyordum zaten. Çayından giyimine kadar her şeyi bana soruyordu. Baş nedimesi bile bu durumdan rahatsız olmuş olacak ki, beni köşeye sıkıştırdı bir gün. Tehdit mi etti desem azarladı mı desem öyle garip bir konuştu işte.  Havaların iyice ısınmaya başladığı günlerden birinde Ana kraliçe bahçesinde gezerken özenle büyüttüğü çiçeklerini suluyordu. Baş nedimeye dönüp, onun ve hizmetindekilerin biraz geride beklemesini söyledi. Ben hariç.  Elimde olmadan korkmaya ve endişelenmeye başlamıştım. Neden ben hariçti? Bir şey mi söyleyecekti? Ne söyleyebilirdi ki? Bana bakmadan konuşmaya başladı.  "Shin Yoora... Sana karşı neden bu kadar iyi olduğumu merak ediyor musun?" Başımı saygıyla eğdim.  "Bana eskiden tanıdığım küçük bir kız çocuğunu anımsatıyorsun." Bana dönüp baktığında gülümsediğini görmüştüm. Aradan yıllar geçmişti, beni tanımış olamazdı değil mi?  "O kız çocuğunun öldüğünü biliyorum. Ama elimde değil, ona biraz da olsa benzediğin için kendime engel olamıyorum. Çünkü elimde olmadan o kız çocuğuna mahcup oldum. Ailesini mahvettim."  Gözlerim dolmuştu ve bir damla yaş dökmemek için kendimi zor tutuyordum. Lee Dae Joon'un karısı olduğun için çok şanssızsın, üzgünüm yenge. Oğlun Kral Lee Hyun Joon'u eğer ömrün izin verirse gözlerin önünde yerle bir edeceğim.  "Lütfen bana karşı iyi olmanızın nedeni bu olmasın, ben mahcup olduğunuz o kız çocuğu değilim. Ben, hizmetinizde bulunan basit bir cariyeyim sadece."  Şu an karşında elindeki her şeyini, özellikle de en değerlisi olan ailesini aldığınız için yıllarca intikam ateşiyle yanan Shin Yoora var. O sevimli, masum, mutlu, her şeye sahip Lee Min Young değil. Yerinde olsam şu an sahip olduğum her şeye sımsıkıca tutunurdum, yenge.  ***  Güneşin tam tepe noktasından, dağların üzerine doğru indiği vakitte Ana kraliçenin kocasını ziyaret etme vakti gelmişti. Bizim içeri girmemize izin vermez, kendisi parmağını bile oynatamayacak derecede hareketsiz şeytan kocasıyla uzun bir süre konuşurdu. Her gün değil elbet, haftada bir gerçekleşirdi bu. Açıkçası ana kraliçenin ne konuştuğunu merak ediyordum.  Tanrı sesimi duymuş olmalı ki, kısa bir süre sonra "Cariye Shin Yoora, içeri gir." diye seslendi. Herkesin bakışları şaşkınlıkla üzerime çevrilmişti. Ana kraliçe, kocasıyla konuşurken oğlu dışında kimseyi yanına almazdı. Şimdi oğlu yani Kral yoktu ve beni yanına çağırmıştı.  İçeri girdiğimde fazla yaklaşmadan kapının yakınında durmuştum. Ana kraliçenin "Yaklaş!" diye emretmesiyle yavaş ve kısa adımlarla biraz daha yaklaştım. Lee Dae Joon koltuğuna yaslandırılmış, hareketsiz bir vaziyette oturuyordu. Bir heykelden farkı yoktu. Ana kraliçe yüzünde bir tebessümle konuşmaya başladı.  "Onun çehresi andırsa da, bazı hareketleri benzese de biliyorum, o senin yeğenin değil. Ama ben, ona karşı iyi olmaktan kendime engel olamıyorum. Belki de cennetteki yeğenin onu bizim için göndermiştir."  Bu neydi böyle? Cennetteki yeğenin? Amcam beni kendi elleriyle öldürmek istemişti ve bu da neydi?  "Shin Yoora, selamla ve yanıma otur."  Şu an bunu gerçekten yapmak istemiyordum lakin yapmak zorundaydım. Bedenim titrerken, içimden cennetteki ailemden bu durum için özür diliyordum. Benim için oldukça güç olan bu selamlamadan sonra Ana kraliçe konuşmaya devam etti.  "İşte Binbaşı Shin'in kızı Yoora. Oldukça zarif ve güzel bir kız değil mi?"  Bana dönüp "Başını kaldır ve onunla konuş, Yoora." dedi. Sadece ismimle hitap etmişti, soyadımı söylememişti. Bu samimiyet de neydi böyle?  "Merhaba, majesteleri. Açıkçası bulunduğum durum yüzünden biraz tedirgin oldum ve ne konuşmam gerektiğini bilemedim. Bunun için çok üzgünüm."  Ana kraliçe, ben konuşurken elimi tutmuştu. Bu durum beni şaşkına çevirse de, rahatlamam için olduğunu düşündüm.  "Konuşurken bile sana yeğenini hatırlatmıyor mu? Ben mi biraz fazla abartıyorum acaba? Ne düşünüyorsun?"  Lee Dae Joon gözlerini uzun süre kapatıp açtı. Ana kraliçe istemsizce gülümsemişti.  "Haklı olduğumu düşünüyor. Bir kere gözlerini uzun süre kapatıp açtığında bu haklısın, evet, tamam anlamlarına geliyor. Olumlu yani."  Daha ne kadar ailemin katilinin karşısında bu kadar bekleyebilirdim? Gitmek için izin istediğimde Kral Lee Hyun Joon içeri girmişti. Şaşkınlıkla bulunduğumuz duruma bakarken "Ben artık gitmeliyim sanırım." diyerek oturduğum yerden yavaşça kalktım.  Kral Lee Hyun Joon'u eğilip selamladıktan sonra kapıya yöneldim. Kolumdan oldukça sert bir şekilde tutup beni kendine çevirdi. Gözlerini, gözlerimle sabitlemek istese de gözlerimi ondan kaçırdım.  "Senin burada ne işin var?!" diye bağırmasıyla zannettim ki, kalbim yerinden çıkacak. Neden olduğunu anlayamasam da oldukça sinirli, soğuk ve gaddar görünüyordu. Ana kraliçe gecikmeden söze girdi.  "Ben onu burada istedim, ona iyi davransan daha uygun olur. Çünkü bir süre sonra aynı yatağa gireceksiniz."  Duyduklarım karşısında Kral Lee Hyun Joon, sımsıkı tuttuğu kolumu bırakmış, benim ise nutkum tutulmuştu.      *6*      Bir şey söyleyeyim mi? Açıkçası böyle bir şeyi, bu kadar çabuk elde edeceğimi düşünmemiştim. Hatta böyle bir şey çok zor olduğundan son birkaç gündür de, daha farklı neyi nasıl yapabilirim diye düşünmekten uyuyamamıştım.  Kral Lee Hyun Joon şaşkınlıkla "Böyle bir şeyi nasıl..." dedi ve duraksadı. "Kraliçem duyduğunda nasıl üzülecek, haberiniz var mı?"  Ana kraliçe oldukça ciddi bir tavırla "O yüzden mi beş yıldır hanımın olmasına rağmen bir veliaht veremedi?" diye sordu. Sarayda dönen dedikodulardan, Kral ile Kraliçenin çok nadiren birlikte olduklarını duymuştum. Kraliçenin Kral'ın lütfuna layık bulunamaması bütün sarayda çalkalansa da, Kral Hyun Joon bu zamana kadar saygısını korumuş ve herhangi bir cariyeye ilgi duymamıştı.  "Shin Yoora'ya iyi bak. Sen onu hanımın olarak görmesen de, ben onu şimdiden gelinim olarak görüyorum. İleride onu seveceğine de eminim."  "Saraya gireli bir buçuk ay olmuş bir cariyeden nasıl bu kadar emin olabilirsin?" Kral'ın sesindeki öfke kaybolmuş, yerini şaşkınlık ve endişeye bırakmıştı.  "Bilirsin ki, Tanrı bizden bir şey istediği zaman bunu rüyamızda gösterir. Ben Shin Yoora'yla ilgili bir rüya gördüm ve Baş Şaman'a bunu yorumlattım. Tanrı, sizin evlenmenizi layık gördü."  "Ana kraliçe, nasıl bir şamana danışabilirsiniz? Bu duyulursa sarayın otoritesi bakımından hiç hoş olmaz." Bana gözlerini çevirdi, bakışlarından "Bunu birine söylersen, ölürsün!" dediğini anlamıştım.  Ana kraliçeye baktığımda gözlerindeki umut ışığını görebiliyordum. Sen gerçekten bir şamanın sözlerine kanmamalıydın, yenge. Karşısında yere diz çöktükten sonra başımı eğdim.  "Majesteleri, Kralımız haklı. Bir şamanın sözleriyle hareket etmemelisiniz. Emrinize karşı çıkamam biliyorsunuz lakin hizmetinizdeki bu aciz kişi, sizden tekrar düşünmenizi talep ediyor."  Ana kraliçe, oturduğu yerden kalkmadan sürtünerek yanıma yaklaştı. Bir şey söylemeden saçlarımı okşamaya başladığında kendime engel olamadım ve gözlerimden bir damla yaş döküldü.  "Neden ağlıyorsun?"  "Yok, yok. Ağlamıyorum. Af edersiniz." diyerek gözyaşlarımı sildim.  "Ağladığını görebiliyorum." Ana Kraliçe, eliyle yanağıma dokunup gülümsemişti. O an, ağlamamın sebebi, uzun zamandır bir anne şefkati göremeyişimdi. Ana kraliçe, sanki kızıymışım gibi içten bir şekilde başımı okşamıştı. Üstelik oğlunun ve kocasının katili olacağımı bilmeden. Ağlayışımın sebebini de anlamış gibi bakıyordu bana şu an.  Daha fazla bana böyle şefkatli davranmasına izin veremezdim. İzin isteyip, diz çöktüğüm yerden kalktım. Tam gidecekken "Shin Yoora!" diye seslendi Kral Lee Hyun Joon.  "Ana kraliçemin söylediklerine itibar etme, senin özel cariyem olmana asla izin vermeyeceğim."  Daha fazla bir şey söylemeden odadan çıksam da, içim rahat değildi. Kral, saraya girdiğim ilk zamanlarda bana karşı oldukça iyi görünmesine rağmen şu an o halinden eser yoktu. Asla demişti. Cariyesi olamayacak kadar çirkin miydim? Hayır, olamaz. Saraya girmeden önce bir sürü soylu aileden benim için manevi babam Binbaşı Shin'e evlenme teklifi geliyordu. Peki ama neden asla?  ***  Bu gece de, olanları düşünmekten uyuyamamıştım. Binbaşı Shin'e hiçbir şey anlatmadım, iyiki de anlatmamışım. Ana kraliçe, bana hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Hatta eskisinden bile mesafeliydi. Bu durum beni düşündürse de, en sonunda Kral Lee Hyun Joon'un aşırı olumsuz tepkisi yüzünden vazgeçtiğini düşündüm. Bu kadar hızlı gelişmesi beni de şaşırtmıştı zaten. Haydi en baştan alalım, yeniden!  Sarayın bahçesinde dolanırken içinde bulunduğum durumdan oldukça huzursuz olduğumu fark ettim. Halbuki daha farklı hissetmeliydim, hırslı gibi. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım ve derin bir nefes aldım. Sarayın bahçesine göz gezdirdiğimde bazı eski anılar canlanmıştı kafamda. Küçükken yaşadığım bazı güzel zamanlar işte... Babamın beni kucağına alıp öptüğü zamanlar... Ağabeyim ile bahçede koşuşturduğum zamanlar... Annemin ikimizin de hasta olacağından endişelenip söylenmesi... Gözlerimden dökülen yaşlara, artık engel dahi olmak istemiyordum.  "Seni kabul etmediğim için gözyaşların sel olmuş. Durmak bilmiyor sanırım." Kendimi eski anılara nasıl kaptırdıysam Kral Hyun Joon'un geldiğini fark etmemiştim bile.  Başım eğik selamladıktan sonra izin isteyip tam gidecekken "Dur!" diye emretti, olduğum yerde kaskatı kesildim. Benim bu adama, ana kraliçenin yanından sonra ikinci defa gözyaşlarımı gösterişimdi. Bu berbat hissettiriyordu.  "Seninle ilgisi yok."  "Anlamadım?"  "Geçen gün gerçekleşen tepkimden bahsediyorum."  Oldukça soğuk ve ciddi bir tavırla "Anlıyorum, endişelenmeyin. Majestelerinin lütfuna layık olmak herkesin hayali olsa da, gönlü bende olmayan bir adamı Kral dahi olsa yanımda bende istemem." diye yanıtladım. Aslında şu an yaptığımın biraz saygısızca olduğu gerçeğini fark edebilmiştim. Bazen karşımdakinin Joseon halkı kralı olduğunu unutuyordum. Daha doğrusunu onu hiçbir zaman Krallığa layık görememiştim.  "Af edersiniz, bağışlayın." diyerek başımı eğdim.  "Açık sözlüsün. Bu hoşuma gitti."  "Ne?" Ağzıma vurdum, bu da normal halk dilinde söylendiği gibi çıkmıştı ağzımdan. Kral Lee Hyun Joon, bedenini bana iyice yaklaştırdı ve nefesi yüzüme değiyordu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu, bu da neydi böyle?  Bu anı bozan Kral Lee Hyun Joon'un karısı Kraliçe Yeun Ja'nın "Majesteleri." demesi olmuştu

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Kalbimin Derininde

read
7.9K
bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
6.1K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.4K
bc

Leyl Tutkusu

read
309.7K
bc

HÜKÜM

read
138.9K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook