3. BÖLÜM
YANGININ ÇAĞRISI
Onun gözleri yangının çağrısıydı. Öyle ki, bir bakışıyla insanın dengesini bozuyordu. Ellerine taktığı yüzükler neyi simgeliyordu bilmiyorum ama içlerinden biri alevi simgeliyordu. Gözlerindeki ateş sanki yüzüğüne yansımıştı.
Uçakta yaptığı gösterisiyle bir daha oraya giriş yapmamıştım. Kızıl afet arada bir işime çomak atsa da ben ondan daha akıllıydım. Buket, bunların neyini sevmiş onu da anlamıyorum ya! Dillerinden 'Buket' adı düşmüyordu.
Uçak, Antalya'nın havalimanına iniş yaparken ayakta durmaktan yorulmuştum. Merdiveni aşağıya indiği gibi yolcular inerken en son onlar inmişti. Bana dönmeden gözlerimin içine uzun uzun bakınca, gözlerindeki ateş daha harlanmışa benziyordu.
O çekmedikçe ben de çekmedim. Meydan okur gibi bakmayı sürdüğüm an gözlerini çektiği gibi merdivenlerden tüm ihtişamıyla inerken şapkasını kafasından almıştı. Boş olan pistin ortasında duraksadığında ise uçağın içine geçerek üzerimi değiştirmiştim. Bir sonraki uçak seyahati bir buçuk saat sonraydı.
Üzerimi değiştirdikten sonra uçaktan hızla çıktım. Havası bile boğmuştu. Yavaş adımlarla pistte ilerlerken içeriye hemen geçmek istemedim. Pilot olan hâlâ orada dikiliyordu. Yanına doğru ilerledim.
Bembeyaz giyinişiyle bana döndü. Sert ifadesi yerli yerindeydi. "Kaç senedir bu işi yapıyorsunuz?" ağzımdan dökülen soruyla ben bile kendime şaşırırken, yüzündeki ifadenin değişmesi pek de şaşırmaya gerek yoktu.
Ah, Süveyda! Ne yapıyorsun kızım sen? Adama öyle sorulur mu, yanlış anlayacak.
"Biraz önce sorduğun sorunun farkında mısın?" haklıydı. Uçakta yaptıklarına bakılınca haklıydı.
"Doğru!" diye çıkıştım bir anda. "Uçağın hakimiyetini bana bıraktığınızda bunu fark etmem gerekirdi. Ama ne yaparsınız? Kin tutmayan bir yapım var. Neyse, içeriye geçeyim ben. Yolculuk acıktırdı." cevap beklemeden ardımda bırakırken kendime kızmayı ihmal etmiyordum.
"Süveyda kızım sen aptal mısın? Pilotla kırk yıllık arkadaş gibi sohbet etmek ne demek oluyor! Ayrıca unutma ki, uçak korkundan öldürebilirdi seni!"
"Kendi kendine mi konuşuyorsun sen?" arkamdan gelen muzip dolu bir sesle korkuyla çığlık attım. Arkama döndüğüm gibi onu görünce gözlerim kocaman oldu. Elleri, gövdesinde bağdaş kurmuş beni izliyordu.
"Beni mi dinliyorsunuz?" dediğimde, sıyrılmanın yollarını arıyordum. Tek kaşını kaldırıp bana bakmayı sürdürünce gözlerimi ona doğru sorar gibi diktim. "Arkamda ne işiniz var şey bey?" adamın adını bilmiyorum diye ayrı rezilim!
"Aynı yönden geçtiğimiz için kulak misafiri olmam normal değil mi Süveyda Hanım? Şey bey, demek yerine Pilot Bey demeni tercih ederim."
Allah'ım ismimle seslendi. Ağzına yakışmadı değil ha? Neyse, tavrını bozmadan "O ne öyle? Oldu olacak herkes yaptığı meslekle hitap edilsin. İsminizi bilmemem normal ayrıca!" dediğimde dudakları hafif yana kayar gibi oldu.
"Olur. Benim için fark etmez Hostes Hanım. İsimler sadece o kişiye verilen tutsaklıktan ibarettir ama hitaplar özgürlüğü simgeler. Adımı Pilot Bey olarak bilseniz incileriniz dökülmez." benim lafımı bana satmak?
O da bunu bildiğinden kullanmak çekinmemişti.
"Pilot Bey." dedim altını çizerek. Yüzüme gülümseme ekleyip devam ettim. "İsimler kişiye özel olduğundan, tutsaklık olarak görülmez."
"Öyle olsun bakalım." derken altında yatan alaycı tonu anlamamak mümkün olamazdı. Yanımdan geçip gittiğinde ise merakım daha da arttı. Ne demek istiyordu ki, isimler ve hitaplar hakkında?
Bekleme alanında bulunan büfeye doğru ilerlediğimde diğer pilotla yan masaya geçmişlerdi. İsimler tutsaklığı simgeler hitaplar ise özgürlüğü. Aklımı kurcalayan bu cümleyle telefonu çaldı. İlk başta açmayıp önündeki kahveye odaklanırken dalgın bir haldeydi. Bir eli sandalyenin üstüne yaslarken diğer eli ise dizinin üstündeydi.
Telefonu ikinci kez çalınca zorunlukla açıp kulağına yaslayınca yangının çağrısı olan gözleriyle göz göze geldik. Anında dikkatimi başka yere yönetirken hafif gülümsedim. Yan masadan gürültülü bir ses yayıldığında ne olduğunu anlamadığım bir şekilde yanımdan geçip geçen Pilot beyle yutkunmakta zorluk çektim.
Ne oluyordu Allah aşkına ya! Arkasından bön bön bakmayı sürdürdüm. O sırada yanıma gelen yardımcısıyla dikkatimi ona yönelttim. "Süveyda Hanım! Yemek saatinizi bölüyorum ama uçağa geri dönmemiz gerek."
Bunun Pilot beyle ilgisi olabilir miydi?
"Ama..." dedim hayıflanan bir tonla. "Daha bir buçuk saatimiz vardı hani?"
"Barlas beyin acil bir işi çıktığından dolayı geri dönmesi gerekti."
Barlas bey? Demek adı buydu. Pilot Barlas.
Başımla onayladım. "Peki Selçuk Bey."
"Bey mi?" dedi hayretle.
"Evet. Sonuçta." Sözümü hızla kesti.
"Bey lafından hoşlanmam Süveyda'cım. Sadece Selçuk." dediğinde yüzünde birazcık haylazlık vardı. Oh be! Valla ben de bey kelimesinden sıkılmıştım. Patronum da olsa en azından abi diyebilirdim değil mi?
Rahat bir şekilde güldüğümde derin nefes bıraktım. "Ben de öyle ciddi ortamı sevmiyordum. İyi oldu bu Selçuk."
"Bey kelimesinden nefret ederim ben de. Demek Buket'in öve öve anlatmakla bitiremediği Süveyda sensin!" dediğinde başımla onayladım.
"Aynen o kişiyim ama..." dedim tereddütle. "Biraz daha uçağa binmezsek o öve öve bitiremediği Süveyda ilk günden batmış olacak."
Gür bir kahkaha patlattığında bu kadar rahat olmanın iyi olmadığını çok geç fark ediyordum.
"Barlas'ın sakin durduğuna bakma. Sinirlidir ve sabrı taştı mı ben bile seni kurtaramam."
"Çok sağ ol ya! Ne güzel moral verdin!" huysuzca söylene söylene uçağa doğru ilerlediğimizde "Çok güzel moral veririm." dedi sanki içime su serper gibi söylese de daha çok tedirgine sokmuştu beni.
"Buket benden ne diye bahsediyor?" diye başka soru sorduğunda "Buket'in senden bahsettiğini nereden çıkardın?" diye kaşlarımı çatarak sordum. Selçuk bunu duyar duymaz bir çocuk gibi üzgünce kaşlarını indirirken "Sen dostusun ya! Anlatmıştır bir şeyler belki."
Ay kıyamam... Bu çocuk baya baya bizimkine yanık.
"Çok kurnazmışsın Selçuk. Ağzımdan laf almaya çalışamazsın."
"Çok mu belli oldu ya?"
"Eh yani..." geçiştirir gibi cevapladığımda o sırada yolculara anons geçilmişti.
"Harf versen." oldukça ısrarlıydı. Ama ben ondan daha ısrarcıydım. Yakında herkes bunu görecekti.
"Kendisine sormayı denesen daha iyi."
Birini sevmeye başladığında kalbinin hızı değişirmiş. Ben öyle olsun istemiyordum çünkü herkes duyacaktı onun için çarpan kalbi. Ben tek O duysun istiyordum.
Çok mu şey istiyorum...
Onun için çarpan kalp, bize özel olmalıydı. Bizim sevdamız bize ait olmalıydı...
Uçak yolculuğuyla beraber eve yorgun halde geçerken Arda'lar işsiz güçsüz gibi hâlâ sokaktaydı. Adam Kaptan oldu ama gemisine sahip çıkmıyor it herif! Ulan var ya o gemi benim olacaktı? Ben eve gelir miydim?
"Kız Çikolata Avaresi, nereden böyle?" diyen Arda'yla istemsizce ona çıkıştım.
"Sana ne be? Keyfimin kâhyası mısın?"
"Ooo, kaşlar çatılı, bu çirkeflik? Nerde görsem tanırım. Sen aşerdin mi kız yine?" alay edercesine çarpıkça dudak kıvırırken o kıvırılan saçlarını yolmak vardı.
"Ne aşermesi aa." diye caydığımda aslında çikolataya aşerdiğim doğrudur.
"Gel, gel bizim avare. Sana çikolata mahzenini göstereyim?" kıyamayan gözlerle yanıma ulaşırken gözlerim anında parladı.
Koluna yapıştığım gibi ileriye doğru ilerletirken gözlerinde muziplik çoğaldı. Yorgunluğum anında buhar uçup gitmişti.
"Hani nerede?" ağzım sulandı. Arda gür bir kahkaha patlattı. Ayda yanımıza geldiğinde Arda'nın gözleri onu buldu. İçi gidercesine gözlerine bakarken sözünü kesti. "Arda, annem senden perdeleri asmanı rica etti. Biliyorsun..."
"Hemen gelirim! Gülsüm teyze zaten yukarıya çıkamaz." ağzım o şeklini aldı. Ağzının içine düş istersen Arda.
"Arda?" diye imayla tısladım. Kaşlarımı sorarcasına çattım. Bana masum bir çocuk edasıyla bakarken "Avarem! Söz, çikolatanın fabrikasını sana satın alacağım ama şu an ki daha mühim." Dediğinde kolundan kolumu çekip Ayda'nın yanına depar attı.
Pislik!
Resmen beni ekip gitti ya! Yanar dönerci sahte kaptan! Oflayarak ayaklarımı yolda sürte sürte yürümeye devam ettim. Yan sokaktan aniden çıkan babamla sevinçle haykıracaktım resmen.
"Babaa!" koşa koşa boynuna sarıldığımda bana kollarını sarıp saçlarımı öptü. "Prensesim?"
"Babacığım, Allah seni karşıma çıkardı resmen ya! Yolda kaldım, Arda da beni ekti." deyince 'Allah Allah' dercesine gözlerini kısıp gülümsedi.
Tamam! Biraz abartmış olabilirim! Ama yolda kaldım doğru.
"Evin sokağındasın Prensesim? Ne yolda kalması?"
"Tabii senin tuzun kuru baba! İstediğin her yere arabanla gidebiliyorsun ama ben..." suratımı yalandan asıp mazlum ayağına yatarken "Sana da araba alalım?" dedi.
Yemedi tabi! Nasıl yesin ki? Kendimi çok az acındırdım.
"Ama babacığım."
Derin bir iç çektiği gibi göğsüne sardı beni. Eve doğru yürütürken "Yemezler." dedi zekâ fışkıran edasıyla. "Motor yok! Ya arabayla gidip gelirsin ya da otobüs ama motor yok."
Ofladım. Güldü halime. Nasıl ikna edecektim ben ya! Yengemi mi soksam araya? Ya da Arda'yı. Herkesten daha çok seviyor it herifi.
"Ama baba ya! Haksızlık!"
"Annenin bu konudaki tutumumu biliyorsun Prensesim. Yasaklıyor ki bir bildiği var." diyen babamla eve ulaştık. Kapıyı açan anneme küskün bir ifadeyle trip atıp içeriye geçerken arkamdan baktığını anlayabiliyordum.
"Sarışın'ım!" dediğini duydum babamın. Hoş annemin sarı saçlarından eser kalmamıştı ya!
"Bilal, sen niye geri geldin?" diye anlamayarak soran annemle, ben de bunun cevabını merak ediyordum. Babamın aklına yeni gelmişçesine aydınlanma yaşarken ensesini kaşıdı. "Doğru ya ben gidiyordum değil mi?"
"Ekmek diyorum Bilal! Hani evden ekmek almaya diye çıktın ya!" kahkaha atasım geldi. Babam bu yüzden mi evden çıkmıştı? Ahahhah!
"Sarışın sen de her şeyi bana kitliyorsun! Yaşlı başlı adamım ben, kızın alsın!" gözlerim kocaman oldu. Babama döndüğüm an annem kaşlarını çattı.
"Öyle mi?" sözlerin altında yatan imayı anlamak elde değildi.
"Öyle." demez olaydı. Annemin eline aldığı terlikle hızla kaçan babam bir oldu. Ardından bana dönen bakışlarla tedirgince sırıttım. Tüyme vaktim geldi de geçiyor. Yavaştan odaya doğru topuklarınken "Bir adım dahi attığın an terliği yersin!" tehdidiyle anında durdum.
Ne yapacaktı bana?
"Annem?" şirince sırıttım.
"Doğru mutfağa!" diyen despot sesiyle tıpış tıpış mutfağa geçtim. Annemin gazabıydı bu, kaçtığın an daha beter ederdi.
Yorgunum ana ben! Çalışıyorum ana, okuyorum ana! Kıyma bana!
İçimden dile getirdiğim serzenişleri dıştan söylemedim. Yer mi? Yemez tabii!
"Salata sen de." diyen annemle ofladım. Domates doğramak, soğan doğramaktan daha zordu benim için.
"Yemeği ben yapsam anne!" diye yalvarma moduna geçtiğimde bana döndü. Tezgâha yaslanarak ellerini göğsünde birleştirdi. "Yemekler hazır kızım."
"Ee, salatayı yapmayalım o zaman."
"Hadi hadi! Göreceğim yaptığını." dediğinde dolaptan malzemeleri çıkarıp önüme serdi. Bu kadının komutan olmasından hazzetmeyen tek ben miyim ya?
"Yorgunum ben ama?" ikna çabalarına devam ettiğimde tek bir bakışıyla susturdu. Tahtanın üstüne ilk soğanı koyduğumda anneme soru sordum. "Anne? Şırnak'a tekrardan gidecek misin?"
Annem, o an masayı kuruyordu ve benim sorduğum soruyla yerinde taş kesilirken "Nereden çıktı bu şimdi?" diye sorduğunda ifadesi değişmişti. Burun kıvırarak dudak büzdüğümde soğanın acısı gözyaşlarımdan çıktı.
"Hiç durmaksızın gidiyorsunuz ya. Ben burada yalnız kalıyorum. Bir kere de burada ailecek vakit geçirsek olmaz mı?" boğazım yandı.
Annem yanıma gelerek çenemden tuttuğu gibi yukarıya doğru kaldırdı. Gözlerimin içine içli içli bakıyordu. "Güzel kızım benim... Şırnak'a taşındık biz ya? Sen gelmek istemedin, burada kalmak istedin, isteğine saygı duyduk. Ben de isterim ailecek vakit geçirelim. Ama burası değil. Burası beni boğuyor." dediğinde ne demek istediğini anlıyordum. Teyzemin ölümü, annemi epey yakıyordu.
"Sen gelsen, Şırnak'a? Orada devam etsek? Olmaz mı ha benim göz ağrım?" dedi, bu istekten çok ihtiyaç gibi...
"Ben, sizin doğup büyüdüğünüz yerden kopmak istemiyorum annem. Burası sizin bana bıraktığınız yadigâr. Herkes buradayken elin yabancı şehrinde yaşamak istemiyorum."
"Gel buraya annesinin ilk göz ağrısı." der demez kendine doğru çekince saçlarımın ucuna dudaklarını yasladı. Ben de kollarımı beline dolarken özlemle kokusunu içime çektim.
"Bensiz mi?" diye mutfağa dalan babamla, annemle birlikte gülümseyip birbirimizden ayrıldık. Bakışlarımız babamı bulunca babam da yanımıza gelerek ekmeği masaya bıraktı ve sarılmaya babam da katıldı.
"Bir şeyden de eksik ol be adam!" diye sitemde bulunan anneme kıkırdadım. Bu sıcak aile tabloyu o kadar çok özlemişim ki...
"Sarışın'ımın ve Prensesimin olduğu her yerde ben de varım. Mahrum mu kalayım sizden." anneme yolladığı çapkın bakışıyla yaşı maşı önemsemiyordu. Her yaşında anneme yürümekle kalmayıp adeta koşuyordu.
"O saçlarını yoldurtma bana Bilal! Gitmişsin yine saçını sarıya boyatmışsın. O kadar göz kanatıcı olmuş ki, beyaz hali daha iyiydi."
"Sarı saçlarınla tav oldun ya bana, Sarışın. Ayrıca kıskançlığını bu kadar belli edersen ben sana daha çok âşık olurum. Sen de biliyorsun ki, bu beyaz saçları sırf senin sarıya boyattım." bunlar birbirine aşkla bakmaya başladığına göre benim mutfaktan çıkmam sinyali veriliyordu.
Sessizce onları yalnız bıraktığım sıra telefonumu çıkarıp Buket'i aradım. Saniyeler içerisinde cevapladığında sesi bitkince çıkıyordu.
"Süveyda'm?"
"Buket'im kop da gel, hadi."
"Ne? Ne diyorsun kızım. Kop da gel de ne demek?" anlamayarak çıkıştığında "Bize gel, yemeğe. Hem sana anlatacaklarım var." dediğimde yüzümde istemsizce bir sırıtış peyda oldu.
"Süveyda'm çok yorgunum. Üst üste sınav koymuş, zalımın matematikçisi. Onları çalışmaktan beynimi hissetmiyorum. Direkt uyuyacağım." diyerek esnediğinde onun uykusunu açtıracak şeyi anında söyleyince sesi canlanmıştı.
"Ama Selçuk'un sana karşı hissettiği duyguları öğrenmek istemiyor musun? Hem en yakın dostunun sana itiraf etmesi gerekenler var."
"Hemen geliyorum Süveyda'm!"
"Hangi dediğime canlandın sen?" yapay kıskançlıkla hesap sorarken "İlkine." diyerek yüzüme telefonu kapattı. Şaşkınlıkla kapanan telefona baktığımda "Ben burada bir şey itiraf edeceğim, diyorum! Buket hanım 'Selçuk' ile ilgili kısımla ilgilensin. Vay be!" diye serzenişte bulundum.
"Ne kendi kendine konuşuyorsun Prenses?" babamın aniden salona girmesiyle irkilirken elim damağıma gitti.
"Öyle bir anda çıkılır mı baba! Ödümü kopardın!"
"Yine kime kızıyordun?" diye sorarak yanına geçti. Dudak büktüm. "Buket'e."
"Hım... Kıskançlık mı?" babamın beni bu kadar iyi tanımasın arkadaş ya!
"Baba ya!" diye isyan ederken kocaman sırıttı.
"Kimden?" diye sorduğunda 'boş ver' dercesine el salladım. "Yemekler hazır mı?"
"Hazır, hazır." diyerek kollarıyla belimi sararak sohbet ede ede mutfağa ilerledik.
Yarım saat sonra yemekler neşe içinde yendiğinde Buket'le, anneme yardım etmiş ardından odamıza çekilmiştik. Yatağın kenarına oturan Buket'le, ben de duvar tarafına yaslanırken heyecanlı heyecanlı gözlerini bana dikti.
"Ee, Selçuk ne dedi? Bir şey mi dedi benim hakkımda?" gözlerinin ışıltısı o kadar parlaktı ki inşallah söndürmezlerdi.
"Bakıyorum, çok heveslisiniz Buket Hanım? Neye borçluyuz bu halinizi?" tripe karşı küskünce tavır aldığımda biraz daha uzatırsam kalpten gidecekti.
"Ya Süveyda! Çatlatma insanı! Selçuk hakkımda bir şey mi dedi? İyi mi kötü mü?" kıyamam. Valla kıyamam ya.
Kıvrandım. "Yani."
"Süveyda!" kızgınca söylenince gülümseyerek ayaklarımı yatağın boşluğuna uzattım. "Bana, senin hakkında bilgi almaya çalıştı. 'Benden bahsetti mi hiç.' dedi. Yani ağzımdan laf almaya çalıştı."
Hülyalı hülyalı sırıtan Buket'e hınzırca bakıp gözlerimi kıstım. Yüzüne doğru eğilerek "Aranızda muck muck oldu mu?" diye sorduğumda bana yastık fırlattı. Bir tane atışıyla yüzünün kızarıklığı artmıştı.
"Sussana ya! Çikolata Avaresi! Sen de sev, seni de göreceğiz! Peşinden nasıl koşturuyorsun!"
"Belki de koşuyorumdur..." dediğimde içimden söylediğimi zannederken Buket'in bana attığı tuhaf bakışıyla sesli düşündüğümün farkına çok geç varmıştım.
"Ne?" diye anlamayarak sorduğunda başka bir şeyden bahsettim. "Sen daha önce pilotların olduğu bölüme kahve mi götürdün?"
Gözlerini kaçırdı. Dudağını ısırınca "Şey." dedi utanarak. Normal değil mi Süveyda? Adama başka nasıl âşık olabilirdi ki? Görebildiği tek yer orasıydı. "Kim söyledi bunu?"
"Selçuk."
"Ne var ya! Patronlar bir nevi!" ani çıkışıyla sıyrılmaya çalışırken kıkırdayarak kollarımı iki yana açtım. "Tamam, tamam gel, aşık Buket. Bir şey demedim."
Kaplumbağa gibi yavaş adımlarla yanıma doğru sürünerek gelirken kollarımın arasına girmişti yanağıma bıraktığı öpücüklerle huylanırken sinir olmuşçasına yanağımı omzumun kenarıyla sildim. "Bukettttt!"
"Ama çok tatlı, değil mi?" dedikleriyle ona iflah olmayan bir bakış attığımda kendisi de kahkaha attı. Ardından yataktan kalktığı gibi masanın üstünden telefonu alıp müzik açınca son ses bırakmıştı. Vah vah, mahalleli yine bu sese maruz kalacak.
Saçlarını savurduğu gibi şarkıya girerken ben de yanına çekmişti. Neşeli haykırışlarımız odada yankı yaparken ikimizde aynı anda aynı nakaratı haykırdık.
"Deliyim gözü kara deliyim. Yakarım romayı da yakarım!"
Son sözle kendimizden geçerken kapının yanındaki duvara iki kez vurulmuştu. Buket'le birbirimize bakarken gülmemek için adeta dudaklarımızı ısırıyorduk.
Duvara vurma sesi son bulduğunda ise kahkahalarımızı koyuvererek yatağa bırakmıştık kendimizi. Saçlarımız yatakta dağılırken gözlerimizi tavana dikmiştik. Ondan sonrası uykuydu. Kapkaranlık bir görüntüydü.
🔥
Sabahın altısında sahilde her zaman ki koşusunu yapan Barlas, kulaklığının uçlarını kulaklarına takmıştı. Açtığı müzik ruhunun acısını simgelerken koşmaya son sürat devam ediyordu.
Sevmek, onun için sonsuzluğu temsil ediyordu ve Barlas o sonsuzluğu uzun yıllar önce sevdiğinin ihanetiyle kaybetmişti.
Yüreğine kazınan o sonsuzluk küle dönüşse de soğumak bilmiyordu. Tek çaresi varmış gibi koşmaya daha çok dalmıştı. Onun için kaçış yolu, koşmaktı. Son sürat, dur durak bilmeden koşmak....
Sahilin sonunda koşmayı kesip ellerini dizlerinin üzerine yasladı. Gözlerini kapattığı an önüne beliren siluetle kalbi, yangınların içinde deli gibi yanmaya başlamıştı. Alevdi. Alev alev. İsmi gibi cayır cayır yakan kadındı.
Sevmeyi kim bırakabilmişti ki şimdi Barlas bıraksın. Ağırdı belki de yaşadıkları, affedilemezdi hatta ama gönüldü bu.
Kolay kolay vazgeçilemiyordu.
Elindeki yüzüklere baktı. İçlerinden bir yüzük onların simgeliyordu ve Barlas o yüzüğü, parmağından çıkarmaya bir türlü kıyamamıştı.
İçli bir derin nefes çekişle acıyla fısıldadı. "Sevgimizi iki paralık etmek için miydi bu kadar engel? O melül melül bakışların bana bakarken hiç mi için sızlamadı? Ah, be Alev... Adını ağzıma aldığım an yanarken senin bu ihanetin çok koydu."
Karşıya baktı. Ellerini dizlerinden çekerken yavaş yavaş yürüdü önündeki banka doğru. Banka oturduğu gibi başını arkaya yaslarken sessizdi. Her gün bu acıyla uyanmak, hangi kalp buna dayanırdı ki...
Unutmamak adına, ihanetini ilk günkü acısını diri tutmak adına hatırlamak zorundaydı. Yüreği hiç soğumamalıydı bu gerçekle. Bir gün gelecek diri tuttuğu yangını öyle bir söndürecekti ki, bir kül kırıntısı dahi kalmayacaktı.
Askeriye geçmek için hazırlanan Barlas, sabah sporundan kalma eşofmanlarını değiştirip asker kıyafetlerini üzerine giydi. O vakte kadar saat bire beş vardı. Eline aldığı özel simgeli yüzüğü parmağına geçirirken silahını arkasına sıkıştırdı.
Bugün uçuş olmadığı için albayı yanına çağırmıştı. Gözlüğünü de taktığı gibi evden ayrılırken albayından bir mesaj vardı.
Albay:
Kaplan, sana atacağım adrese git. Sonay Vurdumduymaz Komutanı bul.
Dediğinden hiçbir şey anlamasa da dediğini yaptı. Zaten Sonay Komutanı tanıyordu. Aracı, mahalleye doğru süren Barlas birkaç dakika içinde varmıştı. Aracını mahallenin kaldırım kenarına park ederken kapısını ağır ağır açtığı gibi inmişti. Gözleri etrafı tararken birkaç meraklı bakışlar gördü. Umursamayarak arabasını kilitlerken bir iki kişi fısıldayarak konuşmaya başlamıştı bile.
İlerlediği sokakta kapı önünde halı yıkayan teyzelerle doluydu. Bakışları anında Barlas'ı bulurken tebessüm yollamışlardı ama Barlas hiçbirine karşılık vermemişti.
O sırada balkonunda çay içen Süveyda, mahallerinde onu görünce şokla çayı geri püskürttü. Sonay 'ne oldu' dercesine bakarken aceleyle su içirdi kızına. Süveyda, üzerine çöken şaşkınlıkla aşağıya doğru bakınırken fark ettiği asker kıyafetleriyle bir kez daha çay boğazında kalmıştı.
"Kızım, ne oluyor sana? Nefes boruna mı kaçırıyorsun?" annesi de sebebini anlayamamıştı. Ardından evlerinin kapısının önünde durduğunu görünce şoktan şoka girmişti. Ayaklandığı gibi terasta panikle dolanırken neden burada olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Niye gelmiş olabilir ki buraya? Bana gelmiş, desem? Hayalden bile imkânsız bu."
Kapı zili yukarıya kadar gelirken Sonay, kızına anlam veremeyerek kapıyı açmaya gitti. Süveyda dudağını ısırırken yukarıya çıkan adım seslerini duyarak bakışlarını oraya döndürdü. Ve o anda karşı karşıya geldiklerinde göz göze gelmişlerdi.
Kendisi kadar Barlas'ta şaşırırken "Hoş geldin Barlas'çım." diyen annesiyle daha çok şoka girdi. Öksürükleri ara ara nüksediyordu.
"Senin ne işin var? Ay aman sizin?" son anda düzeltme yaparken annesi Süveyda'ya döndü.
"Siz tanışıyorsunuz herhalde?" deyince ikisi de başıyla onayladı. Ama Süveyda bu şekilde tekrar karşılaşacaklarını beklemiyordu. Hele ki üzerinde bu asker kıyafetiyle. Bu haliyle bile o kadar göz kamaştırıyordu ki... Süveyda, gözlerini ondan çekesi gelmiyordu.
Barlas, Süveyda'ya cevap vermeyi es geçerek Sonay'a döndü. "Komutanım, Albayım beni buraya yolladı. Diyecekleriniz varmış sanırım."
"Evet Barlas." der demez kızına dönen bakışlarıyla "Göz ağrım sen dersine geç kalmıyor muydun?" dediğinde, Süveyda tamamen dersi olduğunu ikinci defa unutmuştu. Panikle sandalyeye astığı çantasını sırtına takarak annesine öpücük verirken bakışları ondaydı.
"Ben çıktım." dedikten hemen sonra yanından geçip gitti. Kafası o kadar allak bullak olmuştu ki ne yanlış ne doğru kestiremiyordu.
Ama tek bildiği vardı. O da bu adamın yangının çağrısı olan gözlerinde kendi yangını görmek.