YANGININ İLK KIVILCIMI

2774 Words
2. BÖLÜM YANGININ İLK KIVILCIMI Aneyyy! Babeyyy! Ben nereye gidem oyyyy! Bahtsız kaderim, şanssız ahlarım... "Tek ayak üstünde dur, Süveyda! O ayak inmeyecek!" sert bir diktatör eşliğinde uyaran annem sağ olsun geldiği gibi hünerlerini göstermekte gecikmemişti. Biraz daha geç kalsa incirleri dökülür sanki! Sabahtan beri tek ayak üstünde durmaktan belim ayrı kafam ayrı ağrıyordu. Neden oraların, diye sormayın. Ben de bilmiyorum. Yalvarma moduna geçtiğim anda ellerimi çenemin altında birleştirdim. "Anam, gül güzelim acı bana! Ne olur?" Bana diktiği ters bakışlar artınca sonuç alamadığım gibi babama sardım bu sefer. Tek ayak üstünde durmaktan yorulmuştum. Seke seke babamın kollarının arasına girdiğim vakit kıyamamış olacak ki belimden tuttuğu gibi sarıp sarmaladı. "Babacığım! Yap, bir güzellik de anam vazgeçsin ne olur! Kızına, bana bana kıymayacaksın değil mi?" melül melül bakan gözlerimle tam ikna yoluna girecekken babam da bana bir gol atmıştı. Kaşlarını muzipçe havaya doğru kaldırıp onaylamaz bir şekilde başını salladı. Oflayarak kollarından ayrıldığım gibi yerime geçerken kenarda anırarak kahkaha atan bizim öküzleri fark ettim. Çatık kaşlarla "Gülmeyin hainler!" diye çıkıştım. "Süveyda o ayak yere değdiği an bir tur daha tek ayak üstünde kalırsın!" diye tehdit vaki yaptığında gözlerim dehşetle büyüdü. Anında ayağım yukarıya kalkarken elimden geldiğince dik durmaya çalışıyordum. Bir tur demek bütün gün boyunca böyle kalmak, demekti. Bunu istemezdim! Babamdan bana ekmek çıkmayınca kızgınca baktım. Bana hafif alayla gülüyordu. İlk göz ağrımdım senin değil mi, baba! Hani, hani? Konu anam oldu mu ilk göz ağrına kıyıyorsun. Annem başımda komutan kesilmiş gibi bekliyordu. Ateş püskürten gözleri bir an olsun benden ayırmıyordu. Buna bir şey bulmam gerekti. Annemin kıyamadığı birine... Derken aklım hinlikle doldu. Yüzüme sinsi gülüşümü eklediğim gibi tek ayak üstünde Arda'ya doğru ilerledim. Arda bana anlamayarak bakarken başımı hafifçe yana eğdim. Masum bakışlar atarken ne yaptığımı anlayarak şeytanca sırıttı. "Ardaaaaaa..." diye seslendiğimde sesimi küçük bir çocuk gibi çıkarmaya özen gösterdim. Bıyık altından bu sefer gülünce annemin ve babamın bakışları yumuşayacak gibi oldu. Arda'nın yanına neden gittiğimi anlamıştılar zaten. Son kozumu kullanarak gür bir şekilde bağırdım. "ARDA, AYDA'YA DELİ GİBİ AŞIK. DELİ GİBİ AŞIK." Arda telaşla ağzımı eliyle kapatmaya çalışsa da inatla ağzım içimde bağırıyordum. "Sussana kızım!" diye uyardığında etrafına panikle bakıyordu. Görünürde Ayda'nın olmadığını görünce rahatlamıştı ama bu sefer ben boğulacaktım. Nefessiz kalarak yerimde çırpınırken sonradan idrak edebildi ve elini ağzımdan çekmişti. Havayı ciğerlerime solurken az daha eşek cennetine gidiyordum. Kuru kuru öksürdükten sonra kızgınca haykırdım. "Öldürecek miydin beni? Ha, itiraf etsene! amacın buydu değil mi?" "Ölsen yararıma ama işte ne yaparsın Sonay kraliçeye kıyamıyorum!" sertçe tısladığında yüzü kıpkırmızı kesildi. Babama doğru döndüğümde utanmasa yerde yatıp kahkaha atacaktı. "Aşk olsun size de! Kızınız kurban oluyordu, siz gülüyorsunuz!" "Prenses güzelim. Kıyar mıyım ben sana!" diyen babam yanıma geldi. Alnıma öpücük kondurduğunda küskün bir ifadeyle yerime geçtim. "Küstüm sizinle. Elleşmeyin bana!" "Motoru çalıp gitmeden önce düşünecektin! Bu oyunların bana sökmez Süveyda'cım." deyişiyle iyice surat astım. Haklıydı annem. Bu oyunlarım ona sökmezdi ama ne yaparsın? Bendeki de bir umut. "İzin verseydiniz araklamazdım amcamınkini." "Araba neyine yetmiyor." dedi bu sefer biricik annem. "Anneciğim." dedim tane tane. "Motorun verdiği hevesi araba vermiyor maalesef. O saçlar rüzgarla ahenk ahenk uçuşacak. Montun önü açık kalıp rüzgâr buram buram iliklerime erişecek." "Arabanın üstü açık modeli de var kızım. Onda yaparsın!" tek kaşını kaldırarak sözümü kestiğinde sinirden yerimde çocuk gibi tepinecektim. Çığlık atmakla yetindim. "Of anne!" "Anneye of denmez." "Baba ya!" dedim bu sefer. "Annen haklı prensesim. Motor tehlikeli." diyerek anneme daha yakınlaştı. "Sanki araba tehlikeli değil." diye homurdandığım sırada annem yine cevabını eksiltmedi. "Motordan daha tehlikeli değil." 🔥 "Buket ben ölüyorum! Buket ben ölüyorum. Buket. Buket ben." "Ay yeter içim şişti! Buket de Buket. Buket de Buket! Adımı mı ezberliyorsun? Ve canımsı hakkettin sen o cezayı, sonuna kadar. Sen de motor araklayıp satın almasaydın!" Buket'e öldürücü bakışlar attığımda dudaklarım bile yorgunluktan kayıyordu. Ayaklarıma yaptığı masaj, bedenimi rahatlatırken başımı arkaya attım. "Ne kadar iyi geldi bilemezsin Buket ya! ayaklarım yeniden can bulmuş gibiyim. Ayaklarım kopmaz değil mi?" diye saçma sapan bir şey sorduğumda bana beni boğacak gibi baktı. Omuz silkerek umursamadım. O an aklıma gelen şeyle yerimde aniden doğrulurken telaşa kapıldım. Buket bana 'ne oldu' dercesine bakıyordu. "Dersimi unuttum kız! On dakika sonra dersim vardı! Nasıl aklımdan çıkar ya!" panikle eşyalarımı çimenden alarak Buket'i arkamda bırakırken kendimden çoktan geçmiştim. Arkamdan bağıran Buket'i es geçerek yoldan geçen taksiye ışık hızıyla binerken panikleyerek acele etmesini söyledim. Nasıl unuturdum ya! Hep anamın suçu. Bana acımayıp bir tur daha ceza yardırmıştı. O amcamın da alacağı olsun! Annemin bir bakışıyla su koyuvermişti. Yengem de yardım etse de annemin inatçılığı daha öndeydi. Kampüsün önünde duran taksiyle beraber ücreti ödeyip indiğimde çoktan geç kalmıştım. Aceleyle içeriye girdiğimde kartımı okutup binaya giriş yaptım. Bazı öğrenciler dışardaydı. Dersleri daha başlamamıştı sanırım. "Boşuna derse girme Süveyda! Hoca geç gelenleri almıyor!" diyen çimenlerin üzerine uzanan Enes'le duraksamak zorunda kaldım. Bakışlarım onu bulduğunda nefes nefeseydim. Anlamayarak "Niye?" diye sorduğumda birkaç adımla yanına ulaştım. "Hoca değişmiş. İki dakika sadece geç kaldığım için beni almadı. Seni hiç almaz." dediğinde hüsranla çimenin üzerine kendimi bıraktım. Kinaye dolu bir sesle "Çok sağ ol ya Enes! Çok güzel moral veriyorsun! Ee, ne yapacağız, böyle kös kös oturacak mıyız?" dediğimde doğruldu. Yüzüne yerleştirdiği mıunzur ifade yine bir hinlik peşinde olduğunun göstergesiydi. "Kalk kız! Diğer hocanın dersine beş dakika kalmıştı ona girelim?" Ağzım şaşkınlıkla aralandı. İtiraz ettiğim gibi başımı olumsuzca sallarken bu adrenalini şu anda kaldıramazdım. "Enes, hiç o aksiyon havasında değilim. Boş ver ya. Bir derslik geç kaldık zaten. İkinci derse gireriz olur biter." Enes kolumdan tuttuğu gibi ayağa kaldırırken itiraz istemeyen bir tavırla gözlerini kıstı. İçeriye doğru sürüklerken ofluyordum. "Hocanın bir sözü; iyi dinle, ilk dersime geç kalan ikincisine de geç kalır. Ve dersime geç kalanı geçirmeyi düşünmüyorum." "Ee, ben bittim o zaman Enes! Bu hoca şimdiden böyleyse son senem çok sıkıntılı geçecek. Stajda zaten stres var bir de okulda olmasın ya." "O yüzden de diğer hocayı ikna etmemiz gerek." söyledikleriyle sınıf kapısının önünde dururken korkuyordum aslında. Enes kapıyı çaldı. İçerden 'gir' sesi yankılanınca tereddütle adım attım. Enes kapıyı açtığı an hocayla göz göze geldiğimiz an, son senemin hiç iyi geçmeyeceğini hocanın sert bakışlarından anlamıştım. "Süveyda Vurdumduymaz, Psikoloji son sınıf. Diğer sınıftan da kovulduğuna göre disiplinin çok kötü." hocanın sözleri bedenimde soğuk etkisi yaratmıştı. Bu hoca diğerlerinden daha beter olabilir miydi? "Hocam geçebilir miyiz?" diyen Enes'in koluna öyle bir yapışmıştım ki, tüm sınıf gülmeye başlamıştı. Ardından kolunu tutmayı bırakıp elimi omzuna samimi bir şekilde atınca tüm sınıfın kahkahası anında kesilmişti. Gözlerindeki kıskançlık, bizi yakın gördükleri için çoğalırken bu güzel oyunu bozmaya niyetli değildim. Çünkü Enes'i bu yamyamlara kaptıracak kız değildim. Hocanın sıkıntıyla iç çekişini duyunca "Geçin, geçin avareler." dediğini duyar duymaz yer bulduğumuz ilk sıraya yayılmıştık. Hoca ders anlatmaya başladığı an ben de konuya adapte olurken, Enes şimdiden bu sınıfın gözdesi olmuştu. Koluna çimdik attığımda bana inleyerek döndü. "Ne yapıyorsun kızım?" diye sessizce kızarken "Sen?" dedim onu göstererek daha sonra kendimi gösterdim. "Benim. Yavuklumsun." dediğimde içindeki şeytan adeta hunlarca kahkaha atıyordu. Enes'in gözlerinde geçen dehşeti görmeye değerdi. Hatta bu söylediklerimi arkamızdaki birkaç kız duyup üzgünce dudak sarkıtırken keyfim asıl şimdi yerine gelmişti. Aradan geçen dakikalarla beraber ders biterken Enes öfkeyle yan bir şekilde bana döndü. "Kızım sen ne yapıyorsun? Geleceğimin önüne geçmeyi bırak ya! Gitti fıstık gibi kızlar!" hayıflanarak ağlak bir şekilde davranırken yanağından bir makas kopardım. "Ben sana daha güzellerini bulurum annem! Altın gününde fıstık gibi gacılar var! Ayarlayım mı bir tane sana, gülüm?" girdiğim rollere cuk oturmak buna denir. Bir anne edasıyla Enes'e kız bakmam bence oscarlıktı. "İstersen pilav gününe de gidelim anneciğim! Orada daha çok varlar çünkü." sitemle söylediklerine karşılık heyecanla el çırparken haykırışım sınıfı doldurdu. "Ay gerçekten mi? Var mı şimdi? Gidelim o halde, ay çok eğlenceli olur!" "Süveyda?" adımı hayretle seslendiğinde cıvıl cıvıl bir coşkuyla karşılık verdim. "Efendim?" "Annen seni hiç düşürdü mü?" "Yoo, niye ki?" "Çünkü birkaç tahtan eksilmiş de... Neredeyse gidip alayım, diyecektim?" Sinirle "Ha ve ha!" diye çıkışıp "Çok güzel bir espriydi gerçekten." diye devam ettim. Önüme dönerken küskünce kaşlarımı çattım. "Hemen de küsermiş Süveyda kaçığı... Aman da aman. Çikolata alayım mı abisi sana!" yaptığı hareketlerle göz devirdim. "Çocuk mu avutuyorsun Enes!" "Çocuk olmayacak kadar bir bebeği avuttuğum doğru." alayla sırıtmasıyla "Enes!" diye bağırdım. "Sıcak çikolata?" diye teklif sunduğunda adi pislik vurucu yerden vurmuştu. Gözlerim anında ışıldarken "Duble olsun!" der demez ayaklanmıştım. "Çikolata avaresi seni?" dalga geçerek ayaklandı ve bir elini omzumun üstünde Atınca kantine doğru geçmiştik. "Yavuklum bana sıcak çikolatalar mı alırmış? Haniymiş? Haniymiş benim biricik yavuklum?" sululuk yapmak bir üstatlıktı ve ben de bunun en iyisiydim. Kızgın gözlerle "Süveyda şu kelimeyi söylemesene! Yanlış anlaşılacak!" diye uyardığında takmadım dediğini. Kolunu tuttuğum gibi boş masaya geçtik ve Enes üç tane içecek alıp geri geldiğinde yanımıza kızıl afet Nihal bodoslama gelmişti. Enes'i gördüğü gibi selam verirken koyu sohbete girecekti ki beni yeni fark etmiş gibi yalandan şaşırırken yapmacık gülüşü dudaklarına bulaştı. "Aa, sen burada mıydın? Hiççç farkında değilim." diyerek bakışları tekrardan Enes'i buldu. Ben yokmuşum gibi sohbet etmeye devam ederken omzuna dokundum. Bana 'ne var' bakışı atarken Enes geriye çekildi. İki kız arasına girmek en son isteyeceği şey bile olmazdı. Ben de onun gibi yapmacık bir gülüşle dudak bükerken "İnsan Azrail'ini nasıl fark etmez! Halbuki senin için simsiyah giyindim." dediğimde gözleri bir an korkuyla doldu. Enes bıyık altından gülerken kendini zor tutuyordu. Kızıl afete daha çok yaklaşarak yüzüne doğru konuştum. Gözlerim bir katil edasıyla ürkütücüydü. "İki saniye içerisinde buradan topuklamazsan..." daha sözüm bitmeden kalkıp gittiğinde sinirliydi. Enes kahkahasını dışa püskürttüğünde sıcak çikolatamı keyifle yudumladım. Sevmezdim kızıl afeti. Keyfimi kaçırmasına da müsaade edemezdim. "Yapma Süveyda artık ya! Her gün mosmor oluyor zaten." "Burnu havadaydı. İndirmezsem incirlerim dökülürdü." ona bakarak dudak kıvırdığımda kendisi de sıcak çikolatayı yudumladı. Enes iyiydi ya. Benim dostumdu. Bana kızdığı olsa da fazla umursamıyordu. İşine az çomak sokmamıştım ona rağmen iyiydik be. Telefonumun sesi kantinde yankılanınca elimdeki karton bardağı masaya bıraktım. Aramayı cevapladığım gibi Buket'in sesi kulağımda yankılanınca telefonu hızla kulağımdan uzaklaştırdım. "Süveydaaa! Acil yardımın gerek!" tiz bağrışı Enes'e de ulaşmıştı. Yüzümüzü ekşittiğimizde telefonu kulağıma doğru götürdüm. "Bağırmadan konuşamaz mısın?" "O senin işin Süveyda!" tekrar bağırınca kulak zarlarımız iflas edecekti. "Ne oldu?" diye sordum bu sefer sakince. "Dersin bitti mi senin?" bağrışı son bulduğu gibi sakinlikle sorarken Enes'e baktım. "Yok Süveyda." diye cevapladığı an Buket'e cevap verdim. "Yokmuş." "İyi, iyi. Benim acil bir dersim çıktı Süveyda! Bu dersi aksatamam da. Bugünün uçağı yoğun. Rica etsem bugünlük sen gider misin, ne olur! Hem bilginle var, yaparsın sen!" diye ricada bulununca ilk başta itiraz edecek gibiydim. Uçaklardan aşırı korkardım. Belli etmemeye çalışırdım. Hatta Buket bile korktuğumu bilmezdi. Sonra Buket'in derslerin yoğunluğu aklıma gelince korkumu bir an unutup onayladım. Onaylamaz olaydım! "Tamam. Giderim şimdi." diğer hattan çığlık sesi gelince sevinçle coşmuştu. Telefonu kapatıp ayaklandığımda ikinci sıcak çikolatama hüzünle bakındım. "Elveda, elveda." diyerek el salladım ve Enes'e öpücük atıp kampüsten ayrıldım. Kız ikinci üniversitesini okuyordu. Ben daha ilkimin son yılındaydım. Uçakları seviyordum ama bir o kadar korkuyordum. Şehirler ayaklarımızın altında eziliyordu sanki. Her bir şehir yeni bir başlangıçtı aslında. Ve her bir kendi içinde özeldi. Ama İstanbul benim için ayrı özeldi. Havalimanın önünde durduğumda yarım saatten fazla dakika geçmişti. Buket'in hosteslik yaptığı uçak on dakika sonra kalkacaktı. Hızlıca piste doğru ilerlediğimde bir yandan da uçağı gözüm arıyordu. Etrafta birkaç uçak vardı. Devasa kocaman boyutlarıyla bir şehri kaplıyorlardı sanki. Benim hosteslik yapacağım uçak az ötede dururken acele ettim. Merdivenlerinden çıkarken önüme çıkan beyaz giyimli adamı görmezlikten gelerek içeriye geçmiştim. Hemencecik yolcular daha binmeden kıyafetlerimi değiştirirken anons edilişler çoğalmış ardından eve bir mesaj atarak hosteslerin bulunduğu yere geçtim. Uçağın kapıları kapandığı an yerlerimize otururken kemerimizi bağlamıştık. Aramızdan bir hostes ise yolcuların arasına giderek talimatları seslendirirken bakışlarım kare cama döndü. Korkum gün yüzüne çıkmış benimle alay edercesine gülümsüyordu. Kalbim son hız atarken başka bir şey düşünmeye çalıştım. Uçak sarsıla sarsıla yükseldikçe içimden bildiğim küfürleri saydım. Buket, Allah kahretmesin seni emi! Birkaç kere hosteslik dersi aldım diye bu bana yapılmaz ya! Gözlerimi sımsıkı yumduğumda kendimi bir trenin içindeymiş gibi hayal ettim. Yerden hiç uzaklaşmamışız gibi hareket ettiğimi düşünürken yavaş yavaş gözlerimi açtım. Diğer hosteslerde yerine geçmiş sakince bekliyorlardı. Birkaç dakika sonra kemerimizi çözdüğümüzde yolcuların arasına karıştık. Koltukların hepsi ful doluydu. Demek ki çok öneriliyordu. "Kızım?" diye seslenen bir ablayla ona doğru döndüm. Güler yüzle karşılık verdiğimde "Çay verir misin?" diye ricada bulununca başımla onayladım. Bu üstümdeki kıyafetler beni rahatsız ediyordu. Hiç sevmezdim de ama ne yaparsın iş işte. Arka tarafa geçtiğimde iki hostes muhabbet açmış konuşuyorlardı. "Buket'in işi çıkacağı tuttu yine. Hayır yani bu kızla nasıl arkadaşlık ediyor anlamıyorum." diyen Sibel'le, Özge burun kıvırarak cevap verdi. "Öyle deme. Süveyda da iyi kızdır." sevdim seni kerata. Beni fark etmeleri için hafif öksürdüm. Gözleri anında beni bulunca ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Özellikle Sibel. Yanına doğru emin bir tavırla ilerledim. Ben gelince suskunluğu oyna. Çok iyi gerçekten. "Bu uçağa iki esmer fazla ya canım. Seni niye burada bırakmışlar ki, benim gibi esmer varken hiç yakıştıramadım." Yutkunuşunu boğazının yumrusundan anlarken alayla sırıtmaya devam ettim. Altta kalmayarak kendisi de cevap verince kıkırdadım. "Evet ya!" alayla sırıttı. "Bu uçağa iki esmer fazla. Ne yapsak? Hazır bulutların üzerindeyken bırakalım seni ait olduğun yere. Tam sana layık gösteri hazırlayacağız hiç merak etme." Gülüşüm büyüyünce diğer hostes ikimizin arasında mekik duruyordu. Kenarda meşrubatı görünce oraya doğru ilerleyip iki kahve hazırladım. Tam dibinden geçerek munzurlukla fısıldadım. "Patronlarım kahve bekler esmer hostes. Bundan mahrum kalmasınlar değil mi?" dedim içerdeki ablanın çay isteğini unutarak. Pilotların bulunduğu bölüme geçiyordum ki arkamdan seslendi. "Yalnız canım, patronlar iş üzerindeyken kahve içmezler." Saçlarımı savurarak yan bir şekilde döndüm. Alay dolu bir göz kırpışıyla laf soktuğum gibi pilotların yanına geçtim. "Ama ben verirsem içerler. Aramızdaki fark bu. Sen yapmacıksın ben ise doğalım." Pilot ve yardımcısını ilk defa görüyordum. Bu tarafa hiç geçmezdim. Ama o kız benim sinirlerimi bozunca girmek mecburiyetinde kalmıştım. Kendimi belli etme adına öksürürken yardımcısından cevap geldi. Yüzleri bana dönük değildi. O yüzden de tepkilerini göremiyordum. "Buket'çim. Kahve için sağ ol ama bilirsin, içmeyiz." Buket'çim, derken? Ah, Buket! Bana anlattığın zibidi bu muydu? "Ben Buket değilim. Buket'in acil bir dersi vardı." yardımcının yüzü hızla beni bulunca pilot hâlâ ciddiyetle önüne bakıyordu. "Sen?" diye şaşkınlıkla sorunca güler yüzle cevapladım. "Arada bir Buket'in yerine gelen kızım." "Süveyda'ydı değil mi?" "Evet." "Selçuk, hostesle konuşman bittiyse yolla. Yolcularla ilgilensin." diyen sert ses tonlu pilottu. Gözlerim onun koltuğunu bulduğunda kafasına taktığı şapkayı bile çıkartmamıştı. "Yolcularla ilgilenen iki kişi var Pilot Bey. Ben eksik olsam incirlerine bir şey olmaz. İki kahve de size versem yolcular kaos yaratmazlar." bakmıyordu. Hâlâ bana bakmıyordu. Sinirlerim gerilirken yüzünü bana döndürdü ve o anda bu kadar zamandır pilotu görmediğim için kendimi tokatlamak istemiştim. Bu adam pilot muydu gerçekten? Zihnimde yankılanan Burak Kurt'un 'Benimle Oynama' şarkısı benden bazı duyguların başlangıcını getirmişti. Gözleri, yangının çağrısıydı sanki. Yangında kalan o gözler, beni o anda etkisi altına almayı başarmıştı. Bu his bana yabancıydı bir o kadar da tanıdık... "Onlar işlerini yaparken senin burada boş boş durman onlara haksızlık." buz gibi sesi iliklerime işlerken benim kaytardığımı düşünüyordu. Ben bunun altında kalır mıyım, hayır! Elimde kahveleri kenara bırakarak yan bir şekilde bedenini bana döndüren pilota doğru arada mesafe bırakarak ilerledim. "Ben hiçbir zaman işimden kaytarmam! Siz burada ne yapıyorsunuz ki? Alt tarafı tuşlara basıp uçağı kontrol ediyorsunuz o kadar. Ama bizim iş daha zor." dediğimde soğuk soğuk sırıttı. Yüzüne yerleşen alay dolu ifadeyle daha çok sırıttı. Selçuk denen diğer pilot, bana şaşkınlıkla bakınırken sesini çıkaramadı. Yerinden doğrulan pilot tam dibimde biterken kendimden ödün vermedim. Bu adam gerçekten gözleriyle yangını çağırırdı. O kadar güzel gözleri vardı ki insanın baktıkça bakası geliyordu. Kolumdan tuttuğu gibi beni kendi yerine oturttururken şaşkınlıkla kalakaldım. Selçuk anında olaya engel olacakken gözleriyle engel oldu. Ben nefes nefese kalmışçasına koltukta oturmaya devam ederken yüzünü bana doğru eğildi. Hiçbir duygu belirtisi göstermeyen ifadesiyle gözlerini gözlerimde gezdirdi. Elleri koltuğun kenarlarını bulurken kendime lanet ettim. Kızım ne diye ahkam keser gibi davranırsın ki? Al, işte aldın başına belayı! "Alt tarafı bir uçak uçuruyorsam öyleyse sen uçur, bak, bakalım hangisi daha kolay." dediği an tuşlara bastı ve uçak bir anda sertçe sarsıldı. Anında çığlık çığlığa bağırırken ne yaptığını sonradan anladım. Uçağın kontrolünü bana bırakmıştı! hayır, hayır ben ölesiye korktuğum uçağı kontrol edemezdim. Sözlerimin bu kadar dokunacağını bileydim, söylemezdim. Bu çok... Çok ağırdı. "Abi ne yapıyorsun! Yerine geçer misin?" diyen Selçuk'la tedirginliğim artarken biraz daha böyle kalırsam ölecektim. "Sağ tarafındaki kolu tut!" diye talimat verdiğinde aceleyle sağdaki kolu tuttum. "Şimdi sola çevir!" deyince sola çevirdiğim an her şey kontrol altına alınmıştı. Derin bir nefes aldığımda hızla koltuktan kalktım. Dibimde duran pilotla tekrardan göz göze geldiğimizde bana ne kadar basit olduğunu çok güzel göstermişti. "Yolcuları riske attığının farkında mısınız?" diye çıkıştığımda "Otomatik hemen devreye girerdi. Ama tabii bunu biliyorsundur, değil mi?" dediğinde yerine geçti. Ellerimle birlikte tüm bedenim titredi. "Bilerek yaptınız değil mi? Bunu zaten biliyordunuz, bana küçük çaplı bir ders vermek istediniz!" "Akıllı olman hoşuma gitti. Bir şeyi söylerken iki kere düşün. Yoksa zararlı sen çıkarsın. Şimdi. O kahveleri içmek isteyenlere götür ve bir daha da bu kısma girme. Hostesler bu kısma giremez, diye tabela mı asalım artık!" "Ben bunun altında kalmazdım. Elbet bir gün bunu ödetirdim! Yangını çağıran gözlerin bir gün bir çift göze esir olacak!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD