Bölüm 5

3481 Words
"Nisa! Kalk hadi, okula geç kalacaksın," diyen sese karşılık Nisa nevresimi, başının üzerine biraz daha çekip gözlerine vuran güneşe siper etti. Uyanmamak için direniyordu fakat kulağının dibinde susmak bilmeyen ses adeta rüyasına girmiş, onu oradan çekip çıkartmaya çalışıyordu. Yine de direnmekte kararlıydı. Nisa’nın, "Beş dakika daha..." diyen sesi öylesine boğuktu ki bir uyanma klişesi olmasa söylediklerinin anlaşılması mümkün değildi. "Nisa! Hadi ama geç kalacaksın. Dersinin erken olduğunu söylemiştin," diyen ses ise Nisa'nın inadına karşın ısrarcıydı. Yine de son bir umut şansını denedi. "Tamam Güneş... Sadece beş dakika..." diye inledi adeta. Başının üzerinde duran yastığı kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı yastığına. Ondan ayrılmak istemiyordu fakat bir tuhaflık vardı. Yastık yurdun kaldırım taşı yastıklarına göre biraz yumuşaktı sanki ama önemsemedi. Sonra bir dürtü daha geldi karşı taraftan. “Peki, sen bilirsin ama benden söylemesi; bu kahvaltıyı kaçırdığın için pişman olacaksın.” İşte bu sıkı bir tehditti. Yine de yurtta verilebilecek en iyi kahvaltı bile beş dakikalık uykusundan daha değerli olamazdı Nisa için. Fakat aynı garip duygu bir kez daha sardı Nisa’yı. Yanlış olan bir şeyler vardı. O an beynine vuran bir balyoz onu kendine getirdi. Az önce duyduğu sesin kalınlığını yeni idrak etmiş olması ile jetonunun düşmesi aynı saniyeler içinde gerçekleşti. Başında onu uyandırmaya çalışan kişi kesinlikle Güneş değildi. Dahası ses bir erkeğe aitti ve yurdun odasına erkek cinsinden herhangi bir varlığın giremeyeceği de düşünülürse... Bir hayalet! Hadi ama Nisa, hayaletler gerçek değildir! Psikopat bir sapık? O da okula geç kalıyorsun gibi bir telkinle uyandırma eğilimine girmezdi. Doğrudan işini g... Her neyse! İyi de kimdi o halde bu sesin sahibi? "Sen kimsin be!" derken arkasına saklandığı nevresimi yavaşça aşağı indirdi ve adamı arayan gözleri odanın içinde dolaşmaya başladı. Fakat yine bir gariplik vardı. Yabancı bir nevresim, yabancı bir yatak, dahası yabancı bir ev! Nisa kesinlikle yurtta değildi. Bir an kaçırıldığını düşünüp çığlık atacaktı ki, uyku mahmuru zihni yavaşça berraklaşıp bir gün öncesinin perdelerini araladı. Serkan! "Hadi ama! Hepsi gerçek miydi yani?" deyip hızla başını yastığa gömerek tekrar nevresimin altına saklandı Nisa. Oysa yaşanan her şeyin bir kâbus olması için elinden ne gelirse yapardı ama insan hayatında geri gelmeyecek tek şey geçmişi ile birlikte yaşanmışlıklarıydı. Olanları değiştirecek sihirli bir değneği de olmadığına göre durumu kabullenmek zorundaydı. Nisa olmayacak duasına âmin dedikten sonra çaresiz nevresimin altından çıkıp ayağına terliklerini geçirdi ve sürünerek masaya yöneldi. Masada görmeyi beklediği şey sahanda yumurta ve birkaç zeytin iken gördüğü manzara karşısında birbirine yapışan göz kapaklarının kocaman açılmasına kendisi bile şaşırmıştı. Görmüş olduğu bu masa, bir sürahi suyun başına boca edilerek uyandırılması ile aynı etkiyi yaratmıştı. Nisa, mükellef bir kahvaltı sofrası ile karşı karşıyaydı. “Hadi geç otur, seyrederek doyamazsın,” dedi Serkan Nisa’yı dürtüklercesine. Nisa ise olduğu yerde çakılı kalmış, bir erkeğin elinden çıkmış olan böylesi bir kahvaltı sofrasının var olabilme ihtimalini zihninde tartıyordu. Ya hala uyanamamıştı ve rüyadaydı ya da kuantum fiziğinin zihnine oynadığı aldatıcı bir oyundu bu. Hangi erkek bir yumurta kırma becerisinden öteye gidebilirdi ki? Büyük bir çoğunluğu onu bile beceremezken üstelik. “Nisa! Ayakta mı uyuyorsun sen? Bak ben uyurgezer insanlardan çok korkarım.” Aldığı ikinci uyarı da nöronları tarafından beynine iletilince silkinerek kendine geldi Nisa. “Ben de çok korkarım,” dedi ağzında lafı geveleyerek. Sonra bakışlarını Serkan’a çevirdi. “Bu sofrayı sen hazırlamış olamazsın!” “Nedenmiş o?” “Çünkü sen erkeksin!” “Garip bir tespit... Erkekler kahvaltı hazırlayamaz mı?” “Benim tanıdıklarım hayır… Yani yaptıkları en iyi şey sahanda yumurta idi...” “Çok fazla erkek tanıdın sanırım,” derken çatalına aldığı peyniri ağzına götürüyordu Serkan. Nisa ise tam anlam veremedi ne demek istediğine ama içindeki şeytanı da susturamadı. Muhtemelen müstehcen şeyler ima ediyordu bal gözlü ayı. “Sen bana ne demek istiyorsun?” dedi Nisa tek kaşı havada Serkan’a doğru eğilirken. Yanakları çoktan kızarmıştı öfkeden ve gözlerine dikili bakışları Serkan’ın vereceği cevabı merakla bekliyordu. Serkan ise tartmadan söylediği sözlerin pişmanlığını yaşıyordu. Kıvırmak için bir yol aradı fakat hayatta kabullenilmiş bir gerçek vardı. Erkekler yalan söyleyemezdi. Çünkü hiçbir erkeğin beyni bir kadınınki kadar kıvrımlı değildi. Bu yüzden aklındakileri dümdüz söylemeyi tercih etti. “Yani, böyle bir tespit yapabildiğine göre çok fazla erkek tanımış olmalısın. Hem neden konuyu farklı yönlere çekiyorsun ki? Belki ailenin erkek nüfusu kalabalıktır. Ben nerden bileyim, değil mi ama?” derken keyifle arkasına yaslandı. Son anda konuyu kendi lehine çevirecek bir fikir düşmüştü aklına işte. Nisa ise onun zeytinyağı gibi yüzeye vurup haklı çıkmasını kendine yediremedi. Bir yanlışlık vardı! Haksız da olsa kurnaz yöntemleri ile kendini haklı çıkaran taraf ancak kadınlar olabilirdi. İşte bu yüzden, o Nisa’ydı ve elbet verecek bir cevabı vardı. “Ailemin erkek nüfusu seni neden bu kadar ilgilendiriyor, merak ettim?” derken takındığı imalı bakış yerini bulmuştu. Serkan yüzünün değişen rengine rağmen Nisa’nın imasını anlamazdan gelerek çayından bir yudum daha aldı ve konuyu değiştirdi. “Şimdi bir konuya açıklık getirelim. Ben birazdan işe gideceğim ve bugün haftanın son günü olduğu için işim biraz uzun sürecek. Yani eğer akşam bir işin yoksa anahtarı sana bırakayım.” “Kendimi yorgun hissediyorum. Okuldan sonra biraz dinlenmek istiyorum, eğer sakıncası yoksa…” “Ne sakıncası olsun? Dinlenmene bak! Kendi evin gibi…” deyince biraz daha insan görünmüştü Nisa’nın gözüne. Aslına bakacak olursa, farklı şartlarda karşılaşsalardı kesinlikle ona ayı diyecek olanların alnını karışlardı. Neticede kendi halinde kibar bir adamdı. Bir kadını kolayca etkileyebilirdi. ‘Kendine gel Nisa! O sana çarpıp bir de kendini haklı çıkartmaya çalışan hödüğün teki! Ayrıca bir bayanla nasıl konuşması gerektiğini de bilmiyor!  Bunu sakın unutma! Hem bir sevgilisi var. Boş hayallere kapılma’ diye düşünürken kendi bacağına bir çimdik attı Nisa. Zihninden geçenlere engel olmaya çalışıyordu ama sesler susmak yerine daha da artıyordu. Nisa kendi düşüncelerinden rahatsız olunca çatalını önündeki tabağa bırakıp masadan kalktı. “Senden bir şey isteyebilir miyim?” diye sordu çekinerek. Bu adama muhtaç kalmaktan nefret etse de yapacak pek bir şeyi de yoktu doğrusu. Serkan ise duydukları karşısında şok geçirmiş şaşkın şaşkın Nisa’ya bakıyordu. Dünden beri canına okuyan bu cadı ondan bir şey isteyecekti ya, ölse gözleri açık gitmezdi. Üstelik böylesi kibar ve zarif olması hayra alamet sayılır mıydı acaba? Aslında asi ruhunu ve cadılığını bir kenara bıraksa asil görünümlü ve nazik bir kız sayılabilirdi. Hadi ama Serkan! Bu cadı mı asil görünümlü? Elini beline koyup yüzüne çemkirdiğini ne çabuk unuttun. Hem bu cadı Neşe’nin zarafetinin yanından bile geçemez. Kendine gel! Ali zihnini ele geçiren düşüncelerini eliyle kovalayıp cevap verdi Nisa’ya. Acaba ne isteyecekti? “Sen böyle kibar oldukça benden her şeyi isteyebilirsin.” “Serkaan!” “İyi be tamam! Söyle bakalım ne isteyeceksin.” “Benim banyo yapmam lazım.” “Ee… İyi ya banyo orada, git yap.” “Evet ama… Yani, ben yalnız banyo yapamam ki.” “Yok artık. Seninle banyoya girmemi mi istiyorsun?” derken Serkan şaşkınlık içinde ağzı açık, Nisa’ya bakakalmıştı. Nasıl bir manyaklıktı bu? Ciddi miydi sahiden? Yani onunla birlikte banyoya mı girmek istiyordu? Tamam, insanların çok garip takıntıları olduğuna daha önce şahit olmuştu ama böylesini ilk kez görüyordu. Düşüncesi bile kasıklarına sancı girmesine yetmişti. Heyecandan elleri titremeye başladı Serkan’ın. Ama hayır! Yapamazdı. Neşe’ye ihanet edemezdi. “Olmaz, bunu yapamam,” dedi alelacele. Her an fikir değiştirmekten korkuyordu. Nisa ise Serkan’ın bu tuhaf hallerine anlam veremiyordu. Nasıl olmuştu da konu buralara kadar gelmişti? Erkek zihni gerçekten çok farklı çalışıyordu. İki lob beyinden sağ olanı düz mantık kurarken sol tarafı bel altı işliyordu. Nisa sakin olmayı denedi ve sözlerini toparlayıp kendini doğru ifade edebilmek için konuya açıklık getirmeye karar verdi. “Serkan! Bak! Sakin olmaya çalışıyorum, oluyorum, bak oldum!” dedi derin bir nefesi ciğerlerine doldururken ve aldığı nefesi serbest bırakıp devam etti. “Tabii ki seninle banyoya girmeyeceğim. Sadece evde yalnızken banyo yapmaya korkuyorum. Doksan dokuz depremi sonrası üzerime yapışan bir fobi bu… Anlayış göstermeni umuyorum. Evde kalacak mısın? Sadece on beş dakika… Acele edeceğim, söz veriyorum,” dedi Nisa elinden geldiğince yumuşattığı ses tonu ile. Serkan ise onu yanlış anladığı için düşüncelerinden utanmıştı. Neticede güvenmediği bir adamla banyo yapacak hali yoktu ya kızın. ‘Aptal Serkan! Ya ne sanıyordun? Kız seninle… Tövbe Ya Rabbim... Saf Serkan! Geri zekâlı Serkan! Kim bilir, kız ne düşünmüştür? Kesin sapık olduğumu falan sanıyordur. Ah Serkan ah! Sen ne malsın oğlum!’ diye içten içe kendisi ile kavga ediyordu Serkan. O sırada Nisa’nın bakışları hâlâ ondan gelecek bir cevap bekliyordu. Serkan’ın ise konuşmak istediğinde tiz bir ses çıkmıştı boğazından. Öksürerek temizledi boğazını ve yeniden konuşmayı deneyerek cevap verdi Nisa’ya. “Şey. Tamam. Seninle kalabilirim. Yani…” Ne saçmalıyordu Allah aşkına? Sıvıyordu şimdi de. İyice eli ayağına dolaştı. Kırdığı o pottan sonra yeniden yanlış anlaşılmaktan korkuyordu. Oysa sakin kalmalıydı. Ellerinin titremesini engellemek için kollarını birbirine doladı ve beden diline hâkim olmak için koltuğun kenarına oturdu. Sesini düzeltti ve kısa bir süre bekledi. Rahat görünmeye çalışıyordu. “Sorun değil, beklerim tabii ama acele et. İşe geç kalmak istemiyorum,” dediğinde Nisa çoktan koşar adım banyoya ilerlerken Serkan’a teşekkür etmeyi de ihmal etmedi. Ne yaşanmıştı az önce öyle? En iyisi hiç yaşanmamış sayıp unutmaktı. Sakinleşmek için Nisa'nın banyodan çıkmasını beklerken kendisine sert bir kahve yapmaya karar verdi. Mutfak tezgâhındaki kahve makinasına su ve kuru kahve koyup kaynamasını beklemeye başladı. Bir yandan da Nisa'nın onun banyosunda, üzerine sertçe çarpan suyun altında ıslanan çıplak vücudunun hayalini zihninden kovalamaya çalışıyordu. Her ne kadar bela bir tip olsa da Allah’ı var, güzel kızdı. Serkan da sapasağlam bir erkekti sonuçta. Beyninin komuta edemediği bazı durumlar vardı. Serkan sapıkça düşünceleriyle baş etmeye çalışırken pişen kahvesini bardağına doldurup televizyon karşısındaki kanepeye yöneldi. Belki televizyon izlerse düşünmeye de fırsatı olmazdı. Tam kumandasını almış kanepeye doğru ilerleyecekti ki ayağı halının kenarına takılınca kahve ile birlikte kendini yerde buldu. Elindeki bir fincan kahve ise olduğu gibi Serkan’ın üzerine dökülmüştü. Kendine geldiğinde hissettiği sıcaklık ile birlikte acı bir çığlık attı Serkan, yanıyordu. Hem de ne yanmak… Ama hakketmişti. Kim bilir belki de az önce zihninden kovamadığı düşüncelerinin günahını çekiyordu. Allah’ın sopası yoktu ne de olsa. Apar topar üzerindekileri çıkarmaya başladı. İç çamaşırı kalana kadar ne var ne yok söküp attı üzerinden. Soğuk bir suyun altına girip rahatlamak istese de o an için mümkün değildi. O da bir çare, pencereyi açıp soğuk havanın içeri girmesine izin verdi. Rüzgâr, yanan bedenine değdikçe rahatlatıyordu onu. Biraz olsun serinlemişti ki o sırada kapıdan gelen anahtar sesi ilişti kulağına. Biri kilidi kurcalıyordu. Ardından klik sesini duyunca bakışlarını kapıdan girecek olan kişiye odakladı. Ağır adımlarla içeri süzülen kişi ise hiç olmayacak zamanda gelen Neşe idi. "Neşe!" dedi Serkan, şaşkınlıktan kuruyan boğazını ıslatmak için yutkunurken. Neşe'nin gelmesini beklemiyordu. Hatta şu durumda bekleyeceği son kişi bile olamazdı Neşe. Hayır, hayır! Gerçek olamazdı! Ya sapıkça düşüncelerinin vicdan azabı ile zihni ona oyun oynuyordu ya da ayağı halıya takılınca kafasını bir yere çarpmıştı ve bilinçsizce rüya görüyordu. Çaktırmadan kendisine bir çimdik attıysa da canının yanmasıyla rüyada olmadığından emin oldu. Zaten böylesi bir rüya ancak kâbus olabilirdi. Gerçekliğin acı yüzüne sığındı Serkan. "Beni beklemiyordun değil mi?" derken ifadesizdi Neşe'nin yüzü. Bu durum Serkan’ın ne düşünmesi gerektiğine hiç yardımcı olmuyordu. Barışmaya mı yoksa kavga etmeye mi gelmişti? Öfkeli miydi yoksa umursamıyor muydu? Bu belirsizlik onda şaşkınlık yaratırken kelimelerin de birbirine karışmasına sebep oluyordu. Tabii bir de içeride patlamaya hazır bir bomba vardı. Bir an Neşe'nin cevap bekleyen bakışları ile karşılaştı. Artık bir şeyler söylemesi gerekiyordu. Zaman kazanmak için etrafına bakındı. "Evet. Yani hayır. Yani ben... Ben çok şaşırdım," diyebildi verdiği son nefesi ile birlikte. Dolanan dili konuşmasını zorlaştırıyordu. Neşe'nin bu ani gelişi onu şok etmişti. Fakat daha büyük şok o an kapalı kapı ardında banyo ediyordu ve es kaza içerden çıkmaya kalkarsa olacakları tahmin bile edemiyordu Serkan. "Neden şaşırıyorsun ki? Unuttun mu? Bir zamanlar bu evde birlikte yaşıyorduk," dedi Neşe aynı ifadesiz tavırla. Yüzü her ne kadar ifadesiz olsa da söyledikleri bir ışıktı Serkan için. Bir an küçük de olsa bir umut düştü yüreğine. "Yani... Eve geri mi dönüyorsun?" "Elbette hayır! Ben sadece sende kalan birkaç parça eşyamı almaya geldim. Toparlayıp gideceğim. Merak etme, uzun sürmez!" "Saçmalama aşkım! Ne eşyası ne gitmesi? Sence de fazla fevri davranmıyor musun? Bana kendimi savunmam için bir şans bile vermedin. Bak işe geç kalıyorum. Bırak şimdi valizi, gel birlikte çıkalım. Yolda bir kahve içelim. Ben sana tekrar anlatayım her şeyi." Serkan bir gözü banyo kapısında, bombanın pimi çekilmeden sevgilisini evden çıkarmanın peşindeydi. "Ben sana bir şans verdim. Verdim ama sen o şansı kullanamadın. Neden kullanamadın biliyor musun? Çünkü bizi o sürtükle yüzleştirecek cesaretin yok. Çünkü sen bana ihanet ettin," derken işaret parmağını Serkan’ın üzerine doğru savuruyordu. Serkan ise onu biraz olsun sakinleştirmek için sözlerinde daha temkinliydi. "Yanılıyorsun. Yani, evet, haklısın, sizi yüz yüze getiremedim ama yemin ediyorum sana asla ihanet etmedim. Bir dinlesen..." Neşe, Serkan’ın son söylediklerini duymamış gibiydi. Valizinin fermuarını araladı ve gardıroba yöneldi. Neyse ki Nisa'nın valizi ortalıkta yoktu. Sonra bir an Serkan Neşe'nin onda kalan eşyalarını düşünmeye başladı. Gardırobundaki elbiseler, mutfağındaki kupa, terastaki sandalyeye asılı olan hırkası ve banyodaki kişisel bakım... Banyo! O an banyodaki ölüm tehlikesi bir kez daha aklına balyoz gibi inince, az önce yanarken çektiği acıyı unuttu ve benliğini ifade edemeyeceği bir korku sardı. Yakalanma korkusu, ayrılık korkusu, kaybetme korkusu... Zaten kendini anlatmakta güçlük çekerken banyodaki Nisa'nın ve Neşe'yi yarı çıplak karşılamasının açıklamasını asla yapamazdı. Korkuyordu. Yüreği tüm bu korkuların heyecanı ile yerinden fırlayacakmış gibi hızla atmaya devam ederken yapmak zorunda olduğu tek şey bir an önce Neşe'yi dışarı çıkarmaktı ama nasıl yapacaktı, en ufak bir fikri bile yoktu. Serkan çok da düşünmeden, bir anlık refleksle Neşe'yi bileklerinden tuttuğu gibi kızın bedenini kendine çevirdi. "Aşkım, acele etmiyor musun? Eşyaların burada gayet mutlu bence... Bak, ne yapalım biliyor musun? Ben şimdi üzerimi giyineyim. Sonra dışarı çıkıp konuşalım. Bu ayrılığa bir son verelim artık," dedi ve Neşe'ye doğru bir adım attı. Amacı ona yakınlaşmak olsa da Neşe'nin buna izin vermeye niyeti yoktu. O da aynı hızla bir adım geri çekildi. "Konuşacağımız bir şey kaldığını düşünmüyorum. Bir kez daha beni kandırmana izin veremem. Şimdi izin ver, eşyalarımı toplayayım," dedi ve yeniden gardıroba yönelip eşyalarını boş getirdiği valize yerleştirmeye başladı. Bir an önce nesi var nesi yok toplayıp gitmek istiyordu. Aslında bir yanı onu özlediğini ve dinlemek istediğini söyleyip dursa da o konuşan yanını susturup eşyalarını toplamaya devam etti. Fakat Serkan’ın yanı başındaki kokusu ve sürekli onu dinlemesi için yalvarması bu duruma hiç yardımcı olmuyordu. Serkan son kez şansını denemek üzere en masum bakışları ile bir kez daha tuttu Neşe'yi kollarından. "Üç yılın hatırına, lütfen!" İşte bu bakışlara dayanamazdı Neşe. İster istemez yelkenleri suya indirdi. Elbette ki onu affetmeyecekti ama en azından konuşmasına izin verebilirdi. "Seni dinliyorum." "Dışarıda konuşsak?" "Burası gayet iyi!" "Lütfen aşkım! Hem havamız değişir, açık hava iyi gelir." "Serkan! Konuşmayacaksan izin ver, işime bakayım!" "Peki, tamam! Sakin ol! Madem öyle, gel oturalım," diyerek Neşe'yi elinden tutup pencereye bakacak şekilde, kapıya sırtı dönük oturttu. Bu sayede o Nisa'yı görmeden, Nisa Neşe'nin orada olduğunu fark edip dışarı çıkabilirdi. Neşe Serkan’ın gösterdiği yere oturduğunda ani bir refleksle ellerini onun avuçlarından çekip sırtını dikleştirdi. Ona dokunmak dahi istemiyordu ya da belki teni tenine değerse onu ne kadar özlediğini fark edip affetmekten korkuyordu. Tedirgince; "Seni dinliyorum," dedi tekrar. "Tamam. Bak! Biz üç yıldır birlikteyiz değil mi? Bugüne dek seni hiç aldattım mı?" "Eğer bunun cevabını bilseydim zaten aldatmış olamazdın. Çünkü hayatımda kalamazdın." Serkan aldığı cevabın haklılığı ile bedenini biraz daha öne çekerek koltuğun ucuna oturdu ve Neşe'ye doğru eğildi. "Bak, ben seni hiç aldatmadım. Değil aldatmak başka bir kıza yan gözle bile bakmadım. Buna inanmak neden bu kadar zor?" "O gördüklerimden sonra mı soruyorsun bunu bana? Koy kendini benim yerime, ne hissedeceksin, bir düşün." "Haklısın, sana hak veriyorum zaten ama izin ver sana kendimi anlatayım, suçsuz olduğuma inandırayım seni. Hem bunca zamandır ben sana o güveni verememiş miyim? Hiç mi tanımadın beni?" "Tanıdığımı sanmışım," derken gözlerini devirmişti Neşe. "Söyleme böyle... Sen beni çok iyi tanıyorsun. Ben seni aldatacak bir adam değilim." "Ben gördüklerime inanırım Serkan ve gördüklerim seni tanıyamamış olduğumun açık kanıtı. Gözümün önünde kızla flörtleşiyordunuz," dedi ve sığamadığı kabuğundan fırlayıp kendisini ayakta buldu. Sözlerinin bundan sonrasını, bir kez daha işaret parmağını eski sevgilisinin yüzüne doğru savururken söylüyordu. "O sürtük senin elini tutmuş sinema planı yapıyordu. Sana aşkım diyordu Serkan, aşkım diyordu ve sende bundan gayet memnun görünüyordun. Allah kahretsin! Ona gülümsüyordun. Bunun başka bir anlamı var mı?" dediği anda Neşe'nin elini tuttuğu gibi onu tekrar yerine oturttu Serkan. Kalbi yerinden fırlayacakmışcasına deli gibi atıyordu. Çünkü Nisa banyodan çıkmış, Neşe'nin ettiği hakareti duymuş ve hızla onlara doğru yaklaşıyordu. "Hayır!" diye gürültü ile haykırdı Serkan, Nisa’yı durdurmak için. Tüm inadına rağmen Neşe onu dinlemeyi kabul etmişken bu anın mahvolmasına asla izin veremezdi. Neşe Serkan’ın haykırışını sorduğu soruya cevap olarak değerlendirip sitemine devam ederken Serkan’ın pek onu dinleyecek hali yoktu. Gözü Nisa’da idi. Şimdilik haykırışı Nisa'yı bir an için durdursa da geri göndermeye yetmemişti. Ali, bakışlarıyla ona gitmesini işaret ederken bir yandan da olanları anlamaya çalışan Neşe'yi idare etmeye çalışıyordu. Serkan’ın çırpınışlarını gören Nisa adımlarını usulca banyoya yönlendirdi yeniden. Bir kez daha fevrice davranıp her şeyi alt üst etmeyecekti. Sakin olmalıydı. Neşe Serkan’ın bu tuhaf hareketlerini anlayabilmek için tam başını ardına çevirecekti ki Serkan, onun yüzünü avuçları arasına aldı ve yüzüne bakmasını sağladı. Az önce istemeden yaptığı gafı toparlaması gerekiyordu. "Yani evet. Yani bunun başka bir anlamı var, elbette ki var aşkım. Ben seni aldatmadım. Gördüklerin sadece yanlış anlaşılmadan ibaret ama söz veriyorum sana her şeyi ispatlayacağım." Serkan’ın bu kadar net bir cevap vermesi Neşe'yi ufak da olsa umutlandırmıştı. Kalp hep sevdiğinden yana olurdu. Oysa aklı ona, gördüklerinden sonra bu adama inanmaması gerektiğini tekrar tekrar hatırlatıyordu. Belki de hayatının en zor anlarından biriydi. Hani meşhur bir laf vardı ya; en kötü karar kararsızlıktan iyidir diye... Neşe tam da o kararsızlığın ortasında can çekişiyordu. Sonra usulca araladı dudaklarını. Hissettiği kararsızlık sesinin de kısılmasına sebep olmuştu. "Bunu bana kanıtlamadığın sürece seni affetmeyeceğim." İşte bu son cümle Serkan için bir ışıktı. Karanlığa düşmüş yüreğinin sığınacağı ufak bir ışık huzmesi... O ışığa yürüdü hiç düşünmeden. "Söz veriyorum, sana her şeyi ispatlayacağım," dedi ve anın heyecanı ile yeniden yakaladı sevdiği kadının ellerini. Fakat bir kez daha reddedildi. "Abartma! Seni affettiğimi söylemedim." "Bana bir umut verdin ya o bana yeter," dedi Serkan ayaklanan Neşe'nin ardından. Valizini ortada bırakıp gidiyor olması Serkan için büyük bir umuttu çünkü. Neşe onu affedecekti, adı gibi emindi. Çünkü Serkan kendisinden de emindi. Bir hata yapmamış, sevdiği kadını aldatmamıştı. Elbet o da bunu görecekti. Her ne kadar kalbi içten içe bu duruma kırılıyor olsa da görmezden geliyordu. Neticede bu ilişki için ikisi de çok çaba sarf etmişlerdi. Her şeyin sonunda eskisi gibi mutlu olacaklardı. Öyle umuyordu. Serkan hiçbir şey söylemedi Neşe giderken. Neşe ise kaçırdı gözlerini Serkan’dan. Kalpleri sarılmak istese de, zihinleri bedenlerine izin vermedi. Sessizce vedalaştılar. Söylenecek bir şey de yoktu aslında. Bu iş çözülmeden ne hoşça kal diyebilirlerdi birbirlerine ne de sevgi sözcükleri fısıldayabilirlerdi. Ali, kapıyı kapattıktan sonra Neşe'ye yakalanmamış olmanın getirdiği rahatlıkla yatağın üzerine boylu boyunca uzandı. Ellerini başının altında kenetleyip Nisa ile Neşe'yi yüz yüze nasıl getireceğini planlıyordu. Bu şekilde kendini affettirecekti sevdiği kadına. Nisa ise kapının kapanma sesini duyunca Neşe'nin gitmiş olduğunu anlayıp banyodan çıktı ve hesap sormak için hızla Ali'nin yanına yürüdü. Elleri belinde Ali'nin karşısında ayak sektiriyordu. "Kime sürtük dedi o or..." diyecekken Ali kesti sözünü. "Şşht! Yavaş ol! Kız arkadaşım hakkında böyle konuşamazsın." “Keşke tüm kadınlara karşı bu kadar düşünceli olsan…” “Ne demeye çalışıyorsun sen?” “Az önce sevgilin bana küfürler yağdırıp beni fahişe ilan ederken ağzını açıp tek bir kelime söylemedin, diyorum.” “Senin pisliğini temizlemeye çalışıyordum. Ayrıca konuyu saptırıyorsun.” “Saptırmak mı? Sen ciddi misin? Ben burada az önce kötü bir dizi senaryosu mu izledim acaba? Muhtemelen o lafların hedefindeki kişi de ben değilimdir. Ne sanıyorsun? O kendini beğenmiş, burnu Kaf dağında gezinen sürtük…” “Sana düzgün konuş dedim.” derken Serkan’ın ifadesi oldukça keskindi. Nisa ise bu büyüklenme karşısında kendine hakim olamadı ve Serkan’ın üzerine yürüdü. “Konuşmazsam ne yaparsın?” “Nerede olduğunu unutuyorsun. Benim evimdesin ve bir buçuk metre boyunla bana dikleniyorsun, öyle mi?” derken Serkan da onun üzerine yürümüştü. Burun buruna geldiler. Tabii, bunun için Serkan’ın biraz eğilmesi gerekmişti. “Senin evin! Haklısın! Bu çok büyük bir aptallıktı. Burada durmuş ne olmasını bekliyordum ki zaten? Al evini başına çal!” dedi ve bir hışımla çıkmak üzere kapıya yöneldi. O an bornozlu olduğunu hatırlayıp yeniden geri döndü ve valizini sert bir şekilde yere vurup fermuarını açtı. İçerisinden kıyafetlerini gelişigüzel seçti ve banyoya yöneldi. Bir an önce bu evden çekip gitmek istiyordu. Serkan ise bir kez daha çuvallamanın sıkıntısıyla alnını avuçlarının arasına aldı ve düşünmeye başladı. İç sesi ona hiç hoş şeyler söylemiyordu. Kabul etmeliydi ki fazla ileri gitmişti. Ne de olsa o bu evde misafirdi ve bu şekilde yüzüne vurulmayı hakketmiyordu. Ne olursa olsun! Nisa olabileceği en rüküş kombini ile banyodan çıkıp kirli çamaşırlarını valizinin içine tepti. Saçını bile kurutamamıştı. Muhtemelen dün geceki nezlenin üzerine bir de sinüziti tepecekti ama olsun. Bu ayıya boyun eğeceğine hastalıktan geberirdi daha iyi. Serkan Nisa’nın sessiz ama gürültülü toparlanışını izlerken onu durdurup durdurmamak arasında ikilemdeydi. Nisa çok öfkeli görünüyordu ve ona ne söylerse söylesin ikna edemeyeceğini biliyordu. Bu kısa zamanda onu bu kadar tanıyabilmişti. Biraz sakinleşmesini beklemeliydi. Nisa toparlanıp evden çıkana kadar ikisi de sessizliklerini korudular. Serkan’ın tüm bu olanları toparlaması için biraz düşünmeye ihtiyacı vardı ama zamanı yoktu. İşe daha fazla geç kalmadan düşünme konusunu yolda halletmeyi planlayıp hazırlanmak üzere evden çıktı.  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD