“Şimdi bana kızacaksın biliyorum ama…” diyerek uzun süren sessizliği Güneş bozdu. Arkadaşının tepkisinden korksa da bunu söylemek zorunda hissediyordu kendini.
“Acaba diyorum gidip Serkan'dan özür mü dilesen?" Bunu çekinerek söylemişti.
"Özür dilemek mi? Güneş sen iyi misin? Başını duvara mı vurdun? Matematik beynini mi zorladı? Devrelerin mi yandı kuzum senin?”
“Tamam, farkındayım adam sana kabalık etmiş. Evet ama seni evden kovmamış ki. Git orda kalmaya devam et demiyorum elbette ama en azından ona olan borcunu öde. Sevgilisi ile barışmasına yardım et. İkimiz de biliyoruz ki en başında ayrılmalarının sebebi…” Güneş hararetle anlatmaya devam ederken Nisa sözünü kesti.
“Her şeyi baştan almayalım istersen, canım. Bunları zaten konuştuk ve ben beni anladığını sanıyordum.”
“Seni anlıyorum ama ortada bir yanlış varmış gibi hissediyorum. Biliyorsun ben aşk insanıyım. Bir aşkın yalandan yere bitmesine gönlüm el vermiyor.” derken oldukça samimi görünüyordu Güneş. Aşk insanı olduğu doğruydu, hayatında hep âşık olduğu biri vardı evet ama en uzun süren aşkı üç aydı. Nasıl aşktıysa?
“İyi ama ben neden özür diliyorum? Beni kovmaktan beter eden burnu havada ayı o. Sevgilisi bana hakaretler ederken susturmayan o. Bir de ben mi özür dileyeceğim? Hafızamı kaybetmiş olmam lazım."
"Bu işini görür mü canım?" dedi Güneş çantasını kaldırıp Nisa'ya uzatarak. Belli ki hafızasını kaybetme konusunda arkadaşına yardımcı olmak istiyordu unutması için. Nisa ise kollarını kafasına siper edip Güneş'in hamlesini savuşturdu ve bir popo öteye kaydı. Az kalsın düşecekti ki Güneş kolundan yakalayıp kendine çekti arkadaşını.
"Unutmana yardımcı olabilirim ama ölmene izin veremem canım." dedi Nisa'ya sarılırken. Ardından devam etti.
"Tatlım, sana git ayaklarına kapan demiyorum ki. Hoş onun gözlüğüyle bakınca kusura bakma ama adam haklı. Adamın hayatının içine sıçtın resmen."
"Tamam. Haklısın. Ama bence artık bana ihtiyacı yok. Ben evden çıkmadan önce oldukça samimi görünüyorlardı. Muhtemelen Çok yakında da barışırlar. Bence özür dilememe gerek kalmadı. Hem ben özür dileyemem ki. Dilim dolaşır."
"Dilersin canım, dilemelisin. Ve bence bu durumu düzeltmelisin. Anlattığına göre kız hala seninle yüzleşmek istiyor. Bu yüzden oraya git ve onunla yüzleş. Gerçekleri anlat. Vicdanını rahatlat ve bana geri dön.”
"Of, Güneş! Tamam, bu söylediklerini düşünüp, değerlendireceğim."
"Nisa!" derken uyaran bir tondaydı Güneş'in sesi. Arkadaşını yola getirir cinsten.
"Neyse, tamam. Bak çıkmış herkes. İkimiz kalmışız sınıfta. Benim hiç çıkasım yok. Eğer istiyorsan sen git..."
"Tamam. O zaman sen otur, yalnız kal ve mantık çerçevesinde bir düşün. Ben çıkıyorum." dedi Güneş. Ardından çantasını da alıp gitti. Nisa ise kollarını sıranın üzerinde birleştirerek başını gömdü üzerine.
Tam bir çıkmaz sokaktaydı. Belki de haklıydı Güneş. Özür dilemeliydi. Haksızlık etmişti Serkan’a. Neşe'nin gidişine sebep olmuştu. Üstelik aralarındaki ilişki sıradan değildi. Birbirleri için yıllarından fedakârlık etmişlerdi. Şimdi hiç tanımadıkları kızın biri gelmiş ve bütün ilişkilerini talan etmişti. Belki de abartıyordu Nisa, alt tarafı bir çarpışmaydı. Belki adamın suçu bile yoktu. Çoğu zaman dalgın değil miydi zaten yolda yürürken. Neden bu kadar saplantı haline getirmişti ki o halde bu adamı. İlk çarpışmada yıldırım aşkı! Hadi canım oradan! Olmaz öyle şey. Saçmalamaya başladın Nisa. Her şey garip bir tesadüftü o kadar. Üzerinde düşünülecek ya da yorumlanacak hiçbir şey yok. Üstelik kalbinde zaten biri var. Özelinde ve kutsalında... Çoğu zaman sen bile çekinmez misin o kutsala yanaşmaya?
Nisa aklını kurcalayan sorulara cevap veremezken bir de saçma sapan fikirler üşüşmüştü zihnine. Biraz daha düşünürse her şey birbirine karışacaktı. Oturduğu yerden kalktı ve Güneş'in yanına, kantine inmeye karar verdi. Yoksa yalnızlıktan sıkılıp saçmalayan beyni başına bol ilmekli bir çorap örecekti.
Kantinden içeri girdiğinde Güneş'i ikinci sınıftan birileri ile otururken buldu. Kalabalık bir gruptu. Nisa bu üst sınıf gruptan hiç haz etmezdi. Bu yüzden yanlarına gitmeye tereddüt etti. Üstelik her yerde bakışlarını üzerinde hissettiği o garip herif de aralarındaydı. Nisa tam arkasını dönmüş dışarı çıkacaktı ki Güneş fark edip el işareti ile yanına çağırdı Nisa’yı. Sonra çok da gerekliymiş gibi ortamdakilerle tanıştırdı. Nisa'nın ise daha fazla tahammülü yoktu o gruptakilerle iletişim kurmaya.
"Ben gideyim canım, biliyorsun iyi değilim. Sen otur, rahatsız olma." dedi Nisa. Tam arkasını dönmüştü ki hoşlanmadığı o garip herif atladı lafa.
"Eğer istersen sana eşlik edebilirim."
"Hangi sıfatla?" dedi Nisa ona hakaret eder gibi. Uzun zamandır yapmak istediği şeydi aslında onunla kavga etmek. Bakışlarını üzerinde hissettiğinden beri birçok kez suratına çemkirip 'Neden beni takip ediyorsun?' diye kızmak istemişti ama vazgeçmişti hemen arkasından. Çünkü vakit kaybıydı, değmezdi. Nisa için sorduğu soru 'gelme lan öküz' demenin başka bir yoluydu ama adam yüzsüz çıkmıştı.
"Tanışırsak birçok sıfat ekleyebiliriz isimlerimizin yanına."
"İstemez. Kalsın." dedi Nisa umursamaz bakışlarla ve tekrar Güneş'e döndü.
"Ben çıkıyorum canım, yukarda görüşürüz." Güneş ise arkadaşını yalnız bırakmaya hiç niyetli değildi. O da Nisa'nın arkasından çıktı kantinden.
"İyi misin canım?"
"Hayır! Rica ediyorum beni bir daha bu aptal sürüsüyle muhatap etme. Hele şu gereksizle hiç!”
“Bir şey mi oldu? Rahatsız mı etti seni?”
“Varlığı zaten rahatsızlık sebebi ama önemsiz. Vakit kaybı yani. Görüşmek istemiyorum işte…”
“Tamam canım.” Dedi Güneş konuyu daha da uzatmaya gerek duymadan.
"Ee? Düşündün mü? Ne yapmak istiyorsun?"
"Bilmiyorum canım. Aklımla kalbim birbiri ile çelişiyorlar. Ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. Biraz daha üzerinde düşünmeye başlarsam olay çok başka yerlere gidecek."
"Kalbin mi?" Güneş’in tüm o sözlerin arasında aklında kalan bu olmuştu.
"Sakın düşündüğüm şeyi ima etme Güneş. Benim yüreğim sadece bir kişiye ait. Biliyorsun."
"Evet, ama..."
"Aması yok. Ben onları ayırmakla aşka ihanet ettim. Oysa aşkın en zor halini yaşayan ben değil miydim? Sen haklıydın. Ortalığı toparlamam lazım."
"O halde neden iyi değilsin?"
"Bilmiyorum." dedi Nisa ve ikisi de sustu bir süre. Bütün bir gün yan yana olmalarına rağmen hiç konuşmadılar.
Nisa arkadaşını yurt kapısına bıraktıktan sonra bir süre müdürün odasını gözetledi belki görürüm umuduyla. Edecek birkaç çift lafı olabilirdi o haysiyetsiz adama ama hareketsizdi pencerenin arka tarafı. Gölgesi dahi geçmemişti perdenin arkasından. Bir süre odayı izledikten sonra yaptığının saçma olduğunu düşünüp vazgeçti ve boş caddede yürümeye başladı. Zihninde sürekli soru işaretleri dönüp dururken attığı son adım Serkan’ın kapısının önüydü. Bir süre zile basıp basmamak konusunda tereddüt etse de parmakları ondan önce davranıp zile bastı. Çok geçmeden de aralandı kapı.
"Nisa!"
"Konuşalım mı biraz?"
Serkan Nisa'yı kapının eşiğinde görmenin şoku ile ne yapacağını şaşırdı ve ayakta dikilip öylece bakakaldı kıza. Daha yarım saat önce eline geçirse bir kaşık suda boğmanın hesabını yapmıştı ama kızın yüzündeki solgun ifadeyi görünce bütün öfkesi durulmuştu. Her şeyden önce kapısına kadar gelen genç bir kızı geri çevirecek kadar görgüsüz değildi. Serkan Nisa'nın bekleyen bakışlarını fark edince gözlerini kızın üzerinden çekip kendini topladı ve içeri davet etti onu.
"Elbette. Girsene içeri." deyip çekildi kapının önünden. Sürprizlerle dolu bir günde daha kaç kez şaşıracağım diye düşünmeden de edemedi.
Nisa ise Serkan’ın samimi daveti üzerine çekingen adımlarla bir kez daha girdi o eşikten içeri aklında türlü düşüncelerle. Aslında ona kalsa kâinattaki bütün yıldızlar sönse ve dünya da o kara deliklerden birine düşse yine de bu kapıya dönmezdi ama bu defa nedenini bilmediği bir çekimle bütün tabularını yıkıp kendisini o eşikte buldu. Aslında cevabı basitti Nisa'ya göre. Aşka olan borcunu ödeyecekti sadece. Hem başka ne olabilirdi ki? Ayrıca, düşününce aşktan alacağı bile vardı Nisa'nın ama yine de bugün yaptıkları bütün hesapları alt üst etmişti.
"Ben sabahki olaydan sonra dönmezsin sanmıştım." diye konuya girdi Serkan, Nisa'nın üzerinde gezdirdiği meraklı bakışlarının eşliğinde. Alaycı değildi, aksine şaşkınlığını ifade etmek istemişi. Nisa'nın yüzünde ilk kez gördüğü pişman bakışlar onu oldukça etkilemişti.
"Evet. Kim olsa işittiği o sözlerden sonra o eve bir daha... Ya da her neyse! Şimdi bunu düşünmek istemiyorum. Aslında... Ben de sabahki konu için geldim, fazla kalmayacağım."
"Anlamadım. Tam olarak hangisi için?” deyince gözlerini yere indirdi Nisa. Düşünüyordu. Aklı ile kalbinin akıl almaz savaşını dinliyordu. Aklı bu adamdan özür mü dileyeceksin o kadar hakaretin üzerine?' derken kalbi ise tam tersini söylüyordu. 'Aşkı yakalamanın ne kadar zor olduğunu bilerek bir aşkı yerle bir etmeye razı mı olacaksın? Özür dilemelisin.' diyordu. Nisa her ikisini de elinin tersiyle iteleyip içinden geldiği gibi konuşmak istedi.
"Haklısın. Ben bugün hatalıydım sana karşı. Haksızlık ettim. Buraya da senden özür dilemek için geldim. Bu olanları hak eden en son kişiydin." En kısa ve öz şekilde lafı fazla uzatmadan özrünü dilemek istemişti. Sanki geçiştirir gibiydi ama bakışları ve duyguları samimiydi.
"Sen şimdi benden özür mü diliyorsun?" derken bütün şaşkınlığı yüzüne yansımıştı Serkan’ın. Doğrusu Nisa'nın ondan özür dilemesi duyabileceği en son şey bile olamazdı Serkan’a göre. Zaten o gün her şey onun düşüncelerine zıt bir şekilde gidiyordu.
"Evet. Senden özür diliyorum. Ben bugün tüm alacaklarıma rağmen aşka borçlandım ve şimdi de borcumu ödemek istiyorum. Hepsi bu!"
"Sence de asıl özür dilemen kişi Neşe değil mi? Biz ne yaşamış olursak olalım bir şekilde aramızdaki şeyi halledebiliriz ama o bütün bunlardan habersiz olmasına rağmen sonuçlarının acısını çekiyor. "
"Asla!" dedi Nisa hiddetle. Bir anda yüreğine düşen öfke sardı her yanını. O kızın adını ile duymak yetiyordu Nisa'yı insanlıktan çıkarmaya. Oturduğu yerden ayağa fırladı ve güçlükle sakinleştirdiği ses tonunun idaresini kaybetti.
"Asla o sarı kafadan özür dilemeyeceğim. O önce insanları dinlemeyi, sevdiklerine güvenmeyi öğrensin. Bana ettiği hakaretleri unutmadım, unutmaya da niyetim yok!"
"Tamam, sakin ol. Ama ona da hak ver. Sen olsan aynı tepkiyi vermez miydin?"
"Ben olsam, sen olsan... Ne önemi var ki? Bir insan sevdiğine neden güvenmez? Ta en başından seni dinlemeli, sana güvenmeliydi. O zaman bütün bunlar da yaşanmayacaktı. Kusura bakma, sevgilinden özür dilemeyeceğim."
"Eski sevgilimden..."
"Orası hiç belli olmaz. Ayrılırken gayet iyi görünüyordunuz. Hem aşk gitmez. Âşıksa döner."
"Neşe'yi tanımıyorsun. "
"Aman onu tanımasam da olur. Ben aşkı tanıyorum."
"Sen mi aşkı tanıyorsun?"
"Beğenemedin mi?"
"Yok, beğenmemek değil de... Aman her neyse! Seni affedebilirim ama bir şartım olacak, kabul edersen."
"Bana yine o kızla konuş demeyeceksin değil mi?"
"Hayır, sadece bana limonlu kek yapmanı istiyorum"
"Limonlu kek mi?" derken şaşırmıştı Nisa. Bu cevabı kesinlikle beklemiyordu. Yani her şeyi isteyebilirdi adam. Bana yalvar, camdan aşağı anır ya da başka bir şey... Hatta bir ara aklına bin bir gece masallarındaki sahne bile gelmişti ama kesinlikle limonlu kek aklının ucundan bile geçmedi.
"Benden limonlu kek mi istiyorsun? Bildiğimiz kek!"
"Evet, yoksa beceremeyecek misin? Sahi cadılar yemek pişirmeyi bilirler mi?"
"Serkan!"
"Ah pardon, yemek yemeyen vampirlerdi değil mi? Neyse dediğim gibi... Limonlu kek karşılığında seni affedebilirim. Ha! İçine biraz da çikolata at." deyip kumandayı aldı ve keyifle arkasına yaslandı Serkan. Nedense bu konuyu uzatmak ve Nisa'ya daha fazla öfke duymak istemiyordu. Yüreği onu daha kapıda gördüğü an affetmişti. Serkan bu duygularına anlam veremezken aklındaki soru işaretlerini de bir süreliğine askıya aldı. Tek istediği geceyi huzurlu bitirmekti.
Nisa ise hâlâ limonlu kek şokundan çıkamamış sağına soluna bakınıyordu. Ne yapacaktı, nereden başlayacaktı bilemiyordu. Olduğu yerde iki tur attıktan sonra Serkan’a baktı. Belgesel mi izliyordu o? Yok artık! Hakikaten bu adama haksızlık mı ediyordu acaba?
Nisa bakışlarını Serkan’ın üzerinden çekip hemen arkasındaki mutfağa odakladı. Mademki limonlu bir kek istiyordu. İstediğini de alacaktı. Nisa'nın beceremeyeceği hiçbir şey olamazdı. Kollarını sıvayıp iki yumurtayı köpürtene kadar çırptı. Üzerine bir buçuk bardak şekeri ilave edip mayonez kıvamına gelince bir bardak da yağ ilave etti. Onu da bir süre çırptıktan sonra sütü doldurmak üzere temiz bir bardak almak için rafa uzandı. İçten içe kısa boyuna söylenirken parmaklarının arasından kayan bardak mutfağın sert zeminine çarpıp tuzla buz oldu.
Serkan yerinden fırlayıp mutfağa gittiğinde Nisa'yı yerde camları toplarken buldu. Hemen yanına eğilip elinden tuttu ve ayağa kaldırdı kızı.
"Sen iyi misin?"
"İyiyim, sadece... Sakarlığım..." derken gözleri küçük ellerini saran büyük avuca kaydı. Ellerini tutuyordu Serkan. Sıcaklığı tenini kavurdu bir anda Nisa'nın. Tenindeki sıcaklık yanaklarına varmadan kendini topladı ve tekrar yere eğildi.
"Ben kırıkları toplayayım."
"Önemli değil, bir yerin kesilir şimdi. Sen çekil kenara ben hallederim." deyip Nisa'yı kenara çekti. Nisa ise her geçen saniye onu biraz daha şaşırtan bu adamı dikkatle izliyordu. Bir an gelecekte hamile kalsa Serkan’ın nasıl bir baba adayı olacağını düşünmeden edemedi. İki can taşıyan karısının etrafında fır dönen bir eş... Nisa gözünün önüne düşen bu hayal ile kıkırdamaya başladı.
"Neden gülüyorsun?"
"Hiç! Emin ol bilmek istemezsin. Yani, şaşkınım sadece..."
"Neden şaşkınsın peki?"
"Yolda yürümeyi beceremeyen bir ay... Pardon! Yani bu kadar centilmen olabileceğin aklıma dahi gelmezdi."
"Başka şartlarda tanışmış olsaydık bana âşık olabilirdin yani?" derken Nisa'nın önünde durmuş tepkisini ölçüyordu Serkan. Belli ki iki gündür yediği hakaretlerin acısını çıkartmak istiyordu o cadıdan. Nisa ise onun çekici bakışlarından etkilenmemiş gibi görünmeye çalışıp savunmaya geçti.
"Bakıyorum da 'eski' sevgilini çabuk unuttun." derken özellikle eski kelimesini vurguladı Nisa ama Serkan’ın duygularını hesap edememişti. Bir anda düşen yüzü ne kadar acı çektiğinin de açık kanıtıydı. Nisa bir kez daha pişman oldu tutamadığı dili için.
"Onu çok mu seviyorsun?"
"Böyle giderse bizim kek yalan olacak. Hadi bakalım mutfağa..." derken gülmeye çalışmıştı Serkan fakat Nisa sahte olduğunu anlayacak kadar iyi tanıyordu bu gülüşü. Birçok kez arkadaşlarına karşı kullanmıştı o maskeyi. Ama konunun uzamasını istemediği için anlamazdan geldi ve işinin başına geçti.
En son kalıba döktüğü keki fırına atınca derin bir oh çekti ve salona geçip boş berjerin üzerine attı kendini.
"Kek tamamdır. Affedildim mi?"
"Önce kalite kontrol etmem lazım."
"Sabrımı zorlama istersen. Her an gerçek Nisa'yı çağırabilirim. Şurada iki dakika hanımefendi olalım dedik. Suyunu çıkarma."
"Aman almayayım ben o Nisa'yı. Bu Nisa gayet iyi. Hep böyle kal sen." deyip doğruldu yerinden. Sonra yeniden ciddileşti bakışları.
"Bir şey sormak istiyorum. Eğer yanlış anlamazsan tabii."
"Sorduğun soruya göre değişir."
"Hani az önce... Aşktan alacağım var dedin ya sen... Ne demek istedin?" deyince Nisa da ciddileşti bir an. Aynı maske onun da yüzüne yerleşti ve dalgınlaştı bakışları. Belli ki bir yara taşıyordu yüreğinde. Serkan bir an sorduğu soru için pişmanlık duysa da zamanı geri alamazdı ama telafi edebilirdi.
"Eğer anlatmak istemezsen seni anlarım."
Nisa Serkan’dan gelen bu düşünceli hamlenin üzerine saklamaya gerek duymadığı gerçeğini anlatmaya karar verdi. Ama koyu bir sohbet, iyi bir çay olmadan hiçbir şeye benzemezdi. Serkan’ın sorusunu kısa süreliğine askıya aldı ve mutfağa yöneldi. Serkan ise Nisa'nın bu sessiz cevabına anlam yüklemeye çalışıyordu.
Nisa, salona elinde çay ve kek ile dolu bir tepsi ile girdiğinde Serkan’ın iştahlı bakışları ile karşılaştı. Tepsiyi elinden bıraktığı anda Tazmanya canavarına dönüşecek gibiydi saki. Yine de iştahlı görünen ifadesine tezatla ağır hareketlerle aldı tepsiyi Nisa’nın elinden ve hemen önünde duran sehpanın üzerine bıraktı. Nisa da bu kez Serkan’ın yanına oturup çayını eline aldı ve duvara diktiği bakışlarının altından sorusunu cevaplamaya başladı.
"Çocukluğumun bana oynadığı en büyük oyundu bu. Aslında belki de saçma bir fikirle ben başlatmıştım bu tek taraflı hikâyeyi. Beni kırdığı bir cümlenin intikamını almak isterken tüm planlarımı unutmuş ve kendimi ona âşıkken bulmuştum. Hâlbuki onun bana âşık olması gerekiyordu. Benimle alay etmenin çocuksu kırgınlığını o aşk ile ödetecektim ona. Ama oyuna kendimi biraz fazla kaptırınca asıl amacımı unutmuşum. Çocukluk işte…
Her neyse! Olan olmuştu bir kere... Yıllarca ona olan aşkımı anlasın diye aklıma gelen bütün çocukça fikirleri uyguladım. Önceleri uzaktan sevdim. Senede bir defa görebileceğimi bildiğim halde sevdim. Ne kadar ağır bir yük olduğunu tahmin bile edemezsin. Onu hasretle kucaklamanın ama aynı zamanda ona olan aşkımı gizlemenin ne kadar zor olduğunu bilemezsin. Sadece bir kez, ki belki de onun için sıradan bir hareketti ama başını omzuma yasladığında kalbim duracak sandım. Yatağını balonlarla süsledim, kulağına aşk şarkıları fısıldadım. Ama o hiç duymadı, anlamadı. Benim için yasaktı ben yasak olanı sevdim. Ama o da sevseydi belki, o zaman yasaklar aşkla çözümlenir, aşka hüküm giyerdi.
Bu şehre de onun için geldim. Ona daha yakın olabilmek için. Belki sırf bunun için hayatımda nefret ettiğim bir bölümü okumak zorunda kaldım. Oysa çok daha iyi yerler kazanabilirdim. Aileme olan hasretimi, memleketime olan açlığımı yalnızca onunla aynı şehirde nefes almak dindirebildi.
Ama o anlamak istemedi. Belki onun için de yasaktı, belki o da sevdi. Ya da belki hiç bilmedi ya da bilmek istemedi. Bunlar hep bir soru işareti olarak saklı kaldı zihnimde."
"Ne oldu peki? Onunla konuşmadın mı?"
"Hayır. O... O evlendi." deyip çayından bir yudum daha aldı Nisa. Bakışları daha da derinleşmişti. Göz pınarına düşen bir damla yaşın yanaklarından süzülmesine izin verdi. Her hatırladığında olduğu gibi...
Serkan ise duyduklarının ağırlığıyla ne söyleyeceğini bilemedi ve sadece susmayı tercih etti. Ne teselli kaldırırdı bu enkazı ne de söylenecek bir çift söz... Susmak en güzel teselli değil miydi zaten kimi zaman.
Nisa ise içinde kalan son cümlesini de özgürlüğüne kavuşturmanın huzurunu yaşıyordu.
"Anlayacağın Serkan Bey! Aşkın bana borcu var ve benim ondan alacağım bir yürek. Bu hesap ne zaman kapanır, bilinmez..."