Bölüm 1

2170 Words
"Oha be! Önüne baksana ayı," diye çemkirdi omzunu silindir gibi ezip geçen adama. Adam ise üzerine alınmamış olacak ki hiç istifini bozmadan yoluna devam etti. Nisa onun bu vurdumduymaz tavrına daha da sinirlendi. Hiç kimse onu görmezden gelip, öylece çarpıp, bir de hiçbir şey olmamış gibi başını alıp gidemezdi. Öfkeyle peşine düştü adamın ve yeterince yaklaştığında omzundan dürttü adamı. "Hey! Sana diyorum sana, insan müsveddesi!" Serkan, ne olduğunu şaşırmış bir vaziyette başını omzunun üzerinden ardına çevirirken yüzüne çemkirenin ancak bir cadı olabileceğini düşünüyordu. Fakat karşısında gördüğü cadının bu kadar güzel olması inanılacak şey değildi. Yine de aynı güzelliği torba dolu eli belinde ayak sektirirken görünce şaşkınlığını bir kenara itip kaşlarını çattı. Omzunun üzerinden konuştu kızla, arkasına dönme zahmetine bile girmedi. "Bana mı dedin sen onu?" dedi işaret parmağıyla kendini göstererek. "Sana dedim, evet. Takmışsın gözlüklerini, at gibi koşturuyorsun. Bir yuların eksik… Önüne baksana biraz!" Adam, az sonra başına alacağı beladan habersiz kıza döndü ve eğildi. "Ne dedin sen?" "Diyorum ki, burası babanın çiftliği değil. İlle de koşacaksan hipodroma git, kesin birinci gelirsin." “Hop hop! Laflarına dikkat et, küçük hanım,” dedi Serkan uyaran işaret parmağını Nisa’ya doğru uzatarak. “Etmezsem ne olacak?” diyerek diklendi o da Serkan'a. Adam rica etti diye geri adım atacak değildi ya! “Sen kimsin ki? Hem, sen beni tehdit mi ediyorsun? Erkek kuvvetine mi güveniyorsun yoksa? Boyumu kısa gördün de mazlum mu sandın? Senin gibi on tanesi gelse… Heheyt!” derken bileğini çevirerek adama doğru sallandırmıştı Nisa. Serkan ise duyduklarının şaşkınlığı içerisindeydi. "Belli belli…” “Belli mi? Sen şimdi bana bir şey mi ima ediyorsun?” derken gözlerini kısmış, saldırma pozisyonuna geçmişti bile. “Ne biçim kızsın sen cadı, az kibar olsana." "Sen kime cadı diyorsun be, hödük," dedi elindeki torbaları yere fırlatıp saldırmak üzere adama yöneldiğinde. Fakat tam da o anda tanımadığı bir el kolunu kavrayıp ona engel olmuştu. Bedenini Serkan’a doğru eğerek öfkeyle haykırdı bu defa olduğu yerde çırpınırken. "Bana kibarlığı sen mi öğreteceksin hanzo. Sen önce düz yolda yürümeyi öğren," dedi ve bu defa arkasını dönüp kolunu tutan adama çıkıştı; "Bırak sen de kolumu be. Bir de sinirimi senden çıkarmayayım şimdi." derken kolunu kurtarmaya çalıştıysa da pek başarılı olamadı. Adamın onu bırakmaya hiç niyeti yoktu. Serkan içinden kuvvetli bir 'La Havle' çekti ve kıza doğru biraz daha yanaştı. Sıcak nefesi Nisa'nın soluğunu kesmişti. Derin bir nefes aldı Nisa. Adamın boyu neredeyse kendisinin iki katı kadardı. Allah muhafaza ters bir adama denk gelse elinin tersiyle kızı fukara sümüğü gibi yere yapıştırabilirdi. Aslında, yapmayacağının bir garantisi de yoktu. Neticede karşısında duran adam ayının önde gideniydi. Fakat korkmuyordu Nisa. Neden korkacaktı ki? Adam kim olursa olsun, yüzlerce insanın arasında ne kadar ileri gidebilirdi? Serkan, boyu ancak göğüs hizasına kadar gelen kıza doğru eğildi ve kulağına yaklaştırdı ıslak dudaklarını. O an Nisa heyecandan titreyen bedenine engel olamadı. Fakat Nisa'ya göre titreyişi heyecandan değil sinirdendi. Adamın ona bu denli yaklaşması onu rahatsız etmişti. Serkan ise Nisa’nın öfkesini umursamadı ve üfler gibi fısıldadı kulağına. "Pardon küçük hanım,” dedi Serkan sahte bir kibarlıkla ve kendini geri çekip ellerini havaya kaldırarak devam etti. “Bir dahakine daha dikkatli olurum. Şimdi yoluma gidebilir miyim?" Serkan’ın alaycı tavrını fark eden Nisa bu defa daha da öfkelenmişti. Bir kez daha üzerine yürümeyi denemiş fakat aynı el ona bir kez daha engel olmuştu. Nisa o anlarda sinirden dişlerini birbirine geçirmişti. "Oğlum bana baksana, sen kiminle alay ettiğini sanıyorsun? Aptal mı var senin karşında?" demişti ama sorusuna cevap alamamıştı. Adam arkasını dönmüş ve sanki dakikalardır kavga edenler onlar değilmiş gibi çoktan yoluna koyulmuştu bile. Nisa ise boşta kalan eli belinde, adamın arkasından bakakaldı öylece. Ardından hâlâ kolunu çekiştirmekte olan adamdan sertçe kendisini kurtardı ve ağrıyan kolunu sıvazlarken söylenerek önüne döndü. "Bir de pardon diyor ayı. Ayı oğlu ayı... Ulan yolda yürümeyi beceremiyorsan dağa çık, hanzo. Ne işin var şehrin göbeğinde. Yok, arkadaş böylelerini sokmayacaksın İstanbul'a." Sinirden kuduruyordu Nisa. Bir yandan arkasına dönüp saydırıyordu bir yandan da sinirden yere fırlattığı torbaları topluyordu ama gözünün önünden de gitmiyordu adam. Kulakları kıpkırmızı olmuştu öfkeden. Nasıl olmuştu da adamın hakkından gelememişti, kendine inanamıyordu. Yaşlanıyor olmalıydı zira eskiden olsa asla pabuç bırakmazdı o adama. Ama şimdi… "Ulan, hep mi beni bulur bunlar? Hiç mi normaline denk gelemeyeceğim ben?" Nisa kendini yatıştıramıyordu bir türlü. Adam resmen yüzüne doğru eğilmiş ve ona cadı demişti. Üstüne, bir de alay etmişti. 'Bir dahaki sefere' demişti utanmadan. Kendini ne sanıyor bu adam, diye geçirdi içinden. Adamın ona olan tavrını bir türlü hazmedemiyordu. Hem suçlu hem güçlüydü. Aslında ayılığını arka plana atsa yakışıklı sayılabilirdi. O kadar yakınına eğilmişti ki bal rengi gözlerini fark etmemek imkânsızdı. Takım elbisesiyle insana benzetilebilirdi ama ne kadar iyi görünürse görünsün içinde bir ayı besliyordu şüphesiz. Tam Tünel'in köşesini dönmüştü ki arkasından gelen sesle kalp atışları hızlandı Nisa'nın. Elbette ki sinirdendi çünkü daha birkaç ay önce terk ettiği ana kuzusu sevgilisi, yani eski sevgilisi yine bir köşede af dilenmek için Nisa'nın peşinden koşuyordu. Defalarca onu istemediğini söylemiş ve peşini bırakması için hakaretler etmişti ama bir türlü kurtulamamıştı ondan. En son hayatında başkası olduğunu söylediğinde inanmamıştı ona Murat. Takip etmeye ve son bir şans dilenmeye devam etmişti. Nisa, peşinden gelen adımları duymazdan gelip yürüyüşünü hızlandırdıkça o daha da azimle gidiyordu peşinden. Tünel'den Karaköy'e inen yokuşlu yolda dakikalarca süren bu kovalamacadan sonra Nisa, sahil kenarındaki kafelerden birine girdi. Hızlı düşünmesi gerekiyordu çünkü Murat da az sonra peşinden içeri girecekti. Masalara göz gezdirdikten sonra arka köşede tek başına oturan sırtı dönük bir adam dikkatini çekti. Yalnız oturan tek adam oydu. Küçük oyununa onu dâhil edebilirdi. Yolunun üzerindeki masaların birinden menüyü alıp yüzünü gizleyerek adamın karşısına oturdu. O an karşısındaki kişinin çirkin, yakışıklı, yaşlı, kötürüm ya da sapık olması umurunda bile değildi. Tek istediği peşindeki yapışkandan bir an önce kurtulmaktı. "Affedersiniz. Şu an durumun ne kadar saçma olduğunun farkındayım ama on dakikalığına sevgilim rolü yapar mısınız?" Nisa, arkasına saklandığı menüyü masaya indirip de bakışlarını karşısındaki adama çevirince başından aşağı bir kazan kızgın yağ dökülmüş gibi hissetti. Az önce omzuna çarpıp bir de üzerine ukalalık yapan bal gözlü ayı tam da karşısında oturuyordu. O an adama doğru eğilip gözlerini kıstı. "Sen... Seni tanıdım. Az önce bana çarpıp kaçan ayısın sen." "Ne dedin? Ben mi ayıyım? Ağa gibi yolun ortasında önüne bakmadan yürüyen sen ama ayı olan ben, öyle mi?" derken dirseklerini masaya yaslamış Nisa’ya doğru eğilmişti Serkan. Nisa bu sözleri normal şartlarda yutmazdı elbette ama başka çaresinin olmadığının da farkındaydı. Kavganın sırası değildi şimdi. Eli mahkûm katlanacaktı bu ukala adama. Ne de olsa denize düşen yılana sarılırdı. Bir adım geri çekilse de kendini ezdirmemekte kararlıydı. "Senin ne işin var burada?" dedi yüzündeki ifadeyi az da olsa yumuşatarak. "Asıl sen ne arıyorsun burada? Hıncını mı alamadın cadı? Bir de takip etmiş ya," dedi ve kızın kolunu yakalayarak kendine çekti. "Ayrıca, lütfen masamdan kalkar mısın Bayan Çok Bilmiş? Az sonra sevgilim gelecek ve seni burada görmesini istemiyorum, " derken burnu Kaf dağının ötesindeydi adamın. Bir insan nasıl olur da bu kadar kaba ve ukala olabilirdi? Yine de sakin olmalıydı. Ona ihtiyacı vardı ve artık ‘La Havle’ çekme sırası Nisa'da idi. "Ne sevgilisi oğlum, senin gibi ayıya kim bakar? Ayrıca sen kimsin ki seni takip edecekmişim? Ama şu beladan bir kurtulayım. Neyse çok konuşma, hadi. Şu an burada yalnız oturan tek adam sensin. Elin mahkûm on dakika sevgilim olacaksın. Hem senin için yalandan da olsa bir ilk olur, fena mı?" Nisa, bu insanlıktan nasibini almamış adama muhtaç kaldığı için kötü kaderine küfürler yağdırırken Serkan, karşısında oturan cadıyı delirtme fikriyle iyice keyiflenmişti. Şimdi kozlar onun elindeydi. "Neyse, şu an seninle kavga etmeyeceğim Bayan Çok Bilmiş. Tamam, on dakikalığına sevgilin rolü yaparım ama buna kimi inandırırsın bilemem. Zira benim gibi yakışıklı bir delikanlının senin gibi cadıyla işinin olmayacağı gün gibi ortada," dedi arkasına keyifle yaslanırken. Nisa tam ağzını açıp cevap verecekti ki Murat'ı görünce adını bile bilmediği bal gözlü ayının ellerine yapıştı. "Aşkım, bu akşam sinemaya gitsek mi?" Aşkım mı demişti bu cadı? Hem de en sevimli hali ile... Sevimli mi? Serkan ağzı açık bir şekilde şaşkın şaşkın, ellerini avucuna alan cadıya bakıyordu. Yalandan da söylemiş olsa ağzına yakışmıştı o kelime. Bir süre girdiği şok etkisi ile cevap veremedi Nisa’nın sorusuna ve bir anda bacağına yediği tekmeyle kendine geldi. "Gidelim tabi sevgilim. Hangi filmi istersin?" dedi ve kızın kulağına eğilerek fısıldadı. "Demek isteyince kibar olabiliyormuşsun. Şimdi bu zavallıyı nasıl kandırdığını daha iyi anlıyorum," deyince bacağına yediği ikinci tekme, acı ile inlemesine sebep oldu. "Ne oldu aşkım, sinek mi ısırdı?" dedi Nisa ve eğilip adamın kulağına fısıldadı o da. "Demek sen de isteyince insan olabiliyormuşsun." Nisa sinsi bir gülüş atmıştı karşısındaki adama. Bir gol yemişti ama karşılığını  vermekte gecikmemişti. Ona muhtaç olduğunu saymazsa skor eşit gibi görünüyordu. "Sana bunun hesabını soracağım," dedi adam can havliyle fısıldayarak. O sırada Murat da karşılarındaki masaya oturmuş onları seyrediyordu. Garsona siparişlerini anlatırken hiç de gidecek gibi görünmüyordu. Dakikalar geçiyor, çay üstüne çay içiyorlardı ama Murat bir türlü gitmiyordu. Üstelik her saniye gözleri üzerlerindeydi ikisinin. Nefes aldırmıyordu. Bu adamla sevgiliymiş gibi davranmak başlı başına bir işkenceydi Nisa için. Bir de Murat faktörü onu iyice zora sokuyordu. Serkan ise sevgilisinin geç kalmış olmasına şükrederken bir yandan da az sonra içeri girecek olması ihtimali ile ona yakalanmadan en kısa zamanda bu beladan kurtulmak istiyordu. Bir süre daha sessizce âşıklar gibi bakıştılar ikisi de rol gereği ve son bir hamle ile olaya nokta koymak istedi Nisa. Yoksa her an bir arıza çıkartıp kendini ele verecekti ve tüm bu çaba boşa gidecekti. Tekrar karşısındaki adama sevgi dolu sahte bir bakış atıp başını yana eğdi. "Aşkım, düşündüm de… Sinemaya şimdi mi gitsek?" demesi ile Serkan'ın suratına tokadı yemesi bir olmuştu. Neye uğradığını şaşıran Serkan başını çevirip karşısında sevgilisini görünce heyecanla yerinden fırladı. "Neşe!" "Neşe ya, Neşe... Sen ne şerefsiz bir adamsın. Utanmadan bir de ikimize aynı anda, aynı yerde randevu vermişsin adi herif. Allah senin belanı versin! Sana harcadığım yıllarıma lanet olsun!” "Aşkım, dur bir dakika. Düşündüğün gibi değil, izin ver açıklayayım." Neşe'nin, az önce gördüklerinden sonra bu şerefsiz adama ayıracak bir saniyesi bile yoktu. Çantasını Serkan'ın kafasına gömdüğü gibi arkasını döndü ve koşarak dışarı çıktı. Serkan işaret parmağını Nisa'nın gözüne sokacak şekilde sallayarak, "Sakın bir yere kaybolma. Seninle görüşeceğiz," dedi ve sevgilisinin peşinden koşarak kafeden çıktı. "Aşkım, izin ver anlatayım. Ben o manyağı tanımıyorum bile." “Manyak deme canım, lazım olur!” derken topuklarını yere vurarak hızlı adımlarla yürüyordu Neşe. Daha çok kaçıyor gibiydi. Serkan ise bir yandan Neşe'nin peşinden koşuyordu, bir yandan da nefes nefese durumu açıklamaya çalışıyordu. Hoş, gördükleri karşısında kim olsa aynı şeyi düşünürdü. "Aşkım, vallahi billahi tanımıyorum ben o kızı. Bir dur Allah aşkına, öleceğim şimdi nefessizlikten." Neşe bir saniyeliğine durdu ve işaret parmağını Serkan'ın göğsüne sertçe dayadı. "Durdum ne var? Tanımıyormuşmuş. Ne işi vardı o zaman o kızın masanda? Ah pardon, doğru ya! Sinemaya gidecektiniz." "Vallahi bilmiyorum. Birinden kurtulmaya mı çalışıyormuş, neymiş. Pat diye düştü masama, on dakika rol yap, dedi. Kovdum gitmedi. Aşkım inan bana, ben bir tek seni seviyorum." Bir an düşünür gibi durdu Neşe, neticede üç yıldır bu adamı tanıyordu ve daha önce hiçbir vukuatını görmemişti. Ona haksızlık ediyor olabilirdi. Zihninde durumu tarttıktan sonra gözlerini Serkan'ın gözlerine sinirle dikti. "Sana üç yılın hatırına bir şans vereceğim ama bir şartla. Beni o kızla yüzleştireceksin ve ikiniz de az önce söylediklerinin doğru olduğuna beni ikna edeceksiniz. Aksi takdirde seni silerim Serkan." Serkan son anda tutunduğu bu şans dalına sıkıca sarıldı ve sevgilisinin gözlerine bakarak yalvarır bir ses tonuyla konuştu. "Gel benimle, eğer hâlâ oradaysa konuşturayım sizi. İnan benim hiç bir suçum yok." Neşe kollarını yerçekimine bırakıp sallandırarak Serkan'ın peşinden yürümeye başladı. Aslında bir mucize beklemiyordu. Gözleri ile görmüş, kulakları ile duymuştu her şeyi. Yine de sevdiği adama inanmak istiyordu. Ona bu şansı vermek istiyordu. Kafeye döndüklerinde ise ortada ne kız vardı ne de kızın kaçtığı manyak. Etrafına bakındı Serkan, dışarıya göz gezdirdi ama ortalıkta kimsecikler yoktu. Birkaç dakikada kuş olup uçmuştular sanki. Çaresiz, başı önüne eğik Neşe'nin yanına döndü. "Aşkım gitmişler, hiçbir yerde yoklar. Gerçekten tanımıyorum ben o kızı. Bir daha nerden bulayım da yüzleştireyim seninle. İnan bana lütfen. Senden başka kimse yok benim hayatımda." Serkan ellerini çenesinin altında yalvarır şekilde birleştirmiş affedilmeyi bekliyordu fakat Neşe'nin gözlerine baktığında okuyabildiği tek şey öfkeydi. "Sen beni aptal mı sandın? Kızla el ele oturmuşsun ve kız sana ‘aşkım sinemaya gidelim’ derken seni yer gibi bakıyor ve sen bana kızı tanımadığını söylüyorsun. Üstelik kız açıklama yapmak yerine ortadan kayboluyor. Sen de tüm bunlar olmamış gibi sana inanmamı bekliyorsun. Serkan! Serkan defol git hayatımdan," dedi ve koşarak uzaklaştı oradan. Daha fazlasını duymak istemiyordu. Serkan ise arkasındaki sandalyeye ne yapacağını bilemez halde çöktü kaldı. Peşinden gitse hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyordu. Üstelik üzerine giderse daha büyük tepki de görebilirdi Neşe tarafından. Ah, bir eline geçirseydi o cadıyı... Tüm bunların acısını burnundan fitil fitil getirmez miydi? Ama şu an asıl düşünmesi gereken şey Neşe'nin gönlünü nasıl alacağıydı zira bütün ipuçları Neşe'yi haklı çıkarıyordu. Kendi lehine tek bir delil bile yoktu. Kızı bulma ihtimali ise İstanbul'un nüfusunu düşününce neredeyse mucize gibiydi. Yine de ne olursa olsun, bir yolunu bulup kendini affettirmeye kararlıydı Serkan. Bir şekilde gerçeği söylediğine inandıracaktı Neşe’yi. Fakat bir yanı da kırgındı. Tüm sadakati ile üç yılını paylaştığı sevdiği kadın en küçük bir yanlış anlama ile onu terk etmişti. Aşk bu kadar kolay vazgeçilmeyi hak etmezdi. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD