Genç kadın göğsünden vurulmuş gibi sırtını yasladığı demirlere tutundu. Daha doğmamış bebeğe edilen o iğrenç hakaret canını öyle yakmıştı ki, ağlamak istiyordu. Ağlayacaktı ama bu kalbi katran karasına bulanmış adamın önünde değil yalnız kaldığında ağlayacaktı. Burnunu sızlatan yaşları geri göndererek soğuk maskesini taktı. Az önce acının uluduğu sürmeli kara gözler şimdi alayla bakıyordu. İçindeki ateşe rağmen ağzından çıkardığı buz gibi kelimeler az ötede onları izleyen iki kişiyi de dondurmuştu. Sahra gülümseyerek adamı üstün körü baştan aşağı süzdü.
“Dıştan bakıldığında adam gibi adam diyecekleri türden erkeklere benziyorsun. Cenk`in seninle aynı kanı taşıdığında inanmak çok güç. Oysa benim Cenk`im değil doğmamış bebeğe hakaret etmek, yolda karşısına çıkan karıncaya bile zarar vermemeye çalışan biriydi. Yazık çok yazık.”
Genç kadın ağzından çıkardığı kelimeleri silaha dizmiş tetiği çekmişti. Hedefi de tam tutturmuş adamın geri sendelemesine sebep olmuştu. Saniyeler sonra kendine gelen genç adam öfkeyle kadının üzerine abandı. Artık aralarında hiç mesafe yoktu. Kaçacak yeri de yoktu çünkü büyük ihtimalle adam kendisine vurmamak için bahçe kapısının demirlerine yapışmıştı. Önünde aniden devleşen adamın bakışları da değişmişti. Koyulaşmış karamel gözlerinde kana susamış vahşi kurt her an saldıracakmış gibi bakıyordu.
“Bana bak Küçük Yılan. Hemen şimdi buradan defolup gidiyorsun yoksa-” diye kükreyen adamın lafını böldü kıkırdayarak.
“Yoksa ne yapasın? Vurur musun?” diye sordu. Sahra adamın ters tepki vermesini beklerken adam yüzünde soğuk gülümseme canlandı.
“Sana vurmak için bile dokunmam.” Adamın sesi, nefesi, kendisi buram buram nefret kokuyordu.
Kadın gözlerini kısarak adama baktı. Adam kadının üzerine eğilerek kulağına sadece ikisinin duyacağı şekilde “Ailenin üç beş aydır tanıdığın adamla yatıp kalktığından, karnındakinden haberi var mı?” fısıldadı. Kadın ürpermişti. Aldığı hava ciğerlerine batarak canını acıtmıştı. Ağlamak istiyordu.
Kadının ürperdiğini hisseden adam yüzünde aşağılayıcı ifadeyle geri çekildi.
“İyi misin Sahra?” diye soran Esma`ya baktı genç kadın. Kafasını salladı sadece. Songül hanım kadına yaklaştı. Teselli etmek için elini uzattığında demir gibi parmaklar bileğine dolandı. Zalim adam annesini kadından uzaklaştırıp yanına çekti ve bahçe kapısını açtı.
"Bırak şu namuslu kadın havalarını da evimden bir an önce defol. Ana geç sende içeri kırmayayım gece gece kalbini. Acımız büyük zaten. Dağ gibi yiğidimizi kaybetmişiz. Şimdi bu nereden geldiği belli olmayan kadınla uğraştırma beni. "
"Ama oğlum..." diye itiraz etmek isteyen annesinin lafını bıçak gibi soğuk ve keskin bakışlarıyla kesti.
"Ana!”diye hırladı adam dişlerinin arasından “Geç içeri dedim."
Ruhunun her zerresi nefretin kara rengine boyanan oğluna itaat etti Songül Hanım. Arkasını dönüp eve giderken ağlıyordu. Annesinin arkasından anlık bakış atan adam tekrar hedefine döndü.
"Esma abla sen de al götür bu kadını buradan. Koy cebine üç beş bir şeyler gitsin. Ben sana daha sonra veririm ne kadar verdiysen." Esma`ya hitaben konuşan adama cevap verdi genç kadın.
"Dilenci deği-“
Adam ateş saçan gözlerini kadına çevirdi.
"Sana sesini kes dedim! Beni çileden çıkarmadan sus ve geldiğin yere geri dön. Hemen! Yoksa olacaklara karışmam. "
Kadın sustu. Konuşursa rezil olacak herkesin dikkatini çekeceklerdi. Çünkü adam yaralı aslan misali kükreyecekmiş gibi bakıyordu.
Sokak lambasının titrek ışığında bir kaç saniye bakıştılar. O bir kaç saniye bile Sahra`yı ürpertmeye yetmişti. O gözlerde tek kardeşini kaybeden bir ağabeyin üzüntüsü yoktu. Öfke,hüzün,pişmanlık vardı. Ama en önemlisi nefret vardı. Ve Sahra nedensizce o nefretin sahibinin kendisi olduğunu biliyordu.
Esma tanımakta zorlandığı gencin öfkesinin gittikçe çoğaldığını hissetti. Alp her zaman mesafeli ve ulaşılmaz biriydi ama böyle öfkeli değildi. En azından damarına basılmadığı sürece sakin biriydi. Kendisine dönen kararmış bakışlardan kaçarak kadına yaklaştı.
“Gel canım.” dedi Sahra`nın kolunu kavrayarak. Kendisiyle birlikte bahçe kapısından çekerken zayıf ışıkların yansıdığı yanakları yaşlarla parlıyordu. İçi ezilmişti kadının haline. Yediği onca lafı hak etmiyordu. Az önce duydukları yüzünden şok olmuştu ama nedense inanmıştı o bebeğin Cenk`ten olduğuna. Derin nefes alarak yanında titreyerek yürüyen kadının sırtını sıvazladı.
“Ben ona ne yaptım abla?” diye sordu. Sorusunu sorarken hıçıkırları kelimeleri ayırmıştı. “Onca hakareti hak etmedim ki ben.” Elini karnına koydu. “Bana dedikleri neyse de bebeğime pi-” o kelimeyi tam söyleyemedi. Kelimenin zihninden çıkması için kafasını iki yana salladı. “o iğrenç kelimeyi demesi canımı yaktı abla.”
Esma durunca kadın da durmak zorunda kalmıştı. genç kadın neden durduklarını soracakken Esma onu kendine çekerek sıkıca sarıldı. Sahra sanki bunu bekliyormuş gibi kollarını anında Esma`ya dolamıştı. Biraz öyle kalıp ağladıktan sonra yürümeye başladılar. Yaz olmasına rağmen hava soğumuştu. Genç kadın üzerindeki ince cekete sarındı.
“Yazları burada hava serin oluyor. Gece ise soba yakmazsan uyuyamıyorsun.” Kütahya`yı anlatarak dikkatini dağıtmaya çalışıyordu. Kadın susarak onun yanında yürüyor, aklına öfkeli bakışlar gelince irkiliyordu. Onun kendisini öfkesiyle yakmasına izin vermemeliydi ama o hamileydi ve çok kırılgandı. Bebeğinin babasını kaybetmişti. Cenk aklına gelince inler gibi ses çıkardı. Canı öyle yanmıştı ki, hisleri buzluktan çıkmış gibi sel olup akarken Esma durarak onu tekrar kollarına almak zorunda kalmıştı.
“Onu benim yerime kara toprakların sardığını düşündükçe içim yanıyor abla.” dedi genç kadın.
“Cenk`in ömrü buraya kadarmış canım. İsyan edip de Allah`ın gazabını üzerine toplama. Hamilesin.” Azarladı kadını.
“Şimdi ben ne yapacağım abla?” bir yandan konuşuyor bir yandan da yürüyorlardı. Evin önüne vardıklarında durdular. Esma anne sevgisiyle kadının saçlarını okşadı.
“Şimdi düşünme bunları. Bebeğin de etkileniyor. Aklındaki kötü düşünceleri kov ve şimdiki zamana odaklan. Aç mısın?” diye sordu kapıyı açıp onu eve iterken. Kadın utanarak kafasını salladı.
“Ben şimdi yemekleri ısıtırım güzelim.”
“Teşekkür ederim abla.”
“Yeter ama. Bugün ne çok teşekkür ettin. Bir daha söylersen azarlarım seni” dedi şakayla karışık kızgın sesiyle.
“Tamam abla.”
Ayakkabılarını çıkartıp eve girdiler. Onların geldiğini duyan Emir koşarak yanlarına geldi.
“Hoş geldiniz. Anne Sahra abla bizde mi kalacak?” diye sordu. Yüzünde lütfen evet de anne ifadesi vardı. Gülümsemeden edemedi kadın. Uzanarak çocuğun kahverengi saçlarını karıştırdı.
“Hoş bulduk Emir.” dedi salona geçerken. Esma`nın cevabını merak ediyordu. İçinden onun evet demesini çok istediğini fark edince şaşırmıştı. Gitmek istemiyordu. O adama rağmen hem de. Zaten gidecek bir yeri de yoktu. Ailesinin yanına dönemezdi. Öldürürlerdi. Ölmekten korkmuyordu elbette. Ölmüş ya kalmıştı fark etmezdi. Sevdiği adam yeryüzünde yoktu. Yaşamak için tek sebebi karnındaki emanetti. Onun için yaşayıp mücadele etmeliydi. Burada bu güzel insanlarla hep yaşamayı çok istiyordu ama olur da aşiret onu bulursa onların da başı derde girsin istemiyordu. Onlara bir şey olsaydı dayanamazdı.
“O nasıl bir soru oğlum? Tabii ki Sahra ablan elbette bizde kalacak. ”
Kendisine bakan genç kadına gülümseyen Esma mutfağa doğru yürüdü. Duyduklarından sonra çok mutlu olan Emir koşarak kadına sarıldı. Sarılışına karşılık veren kadın çocuğun saçlarını okşadı.
“Duydun mu abla? Bizimle kalacaksın bu gece. Kalacaksın değil mi?” diye sordu geri çekilerek. Yüzüne bakıyordu. Sorduğu soruya cevap verene kadar çocuğun yüzündeki korku ifadesini gördü.
“Siz kovana kadar burada kalacağım Emir`ciğim” dedi kadın.
“Oleey. Anne duydun mu? Sahra ablam bizde kalacak. Hem de biz kovana kadar”
Son cümlesinden sonra iki kadın da gülümsemişti. Onlar gülünce ne dediğini fark eden Emir kıpkırmızı kesilmişti. Mahcup gözlerle kendisine bakarak özür diledi.
“Abla ben öyle demek istemedim. Yani seni hiçbir zaman kovmaz ki annem.”
Yanağını okşadı Sahra.
“Biliyorum canım.”
Mutfaktan “Emir” diye seslenen annesi ikisinin de dikkatini çekmişti.
“Efendim anne”
“Ekmek az oğlum. Bir koşu git Zeliha teyzenden iste. Yarın pişirince geri vereceğimi de demeyi unutma.”
“Tamam anne. Gidiyorum hemen.”
Kadına gülümseyen çocuk salondan çıkarak ayakkabılarını giydi ve evden çıktı. Salonun ortasında ne yapacağını bilemeyen genç kadın mutfağa gitmeye karar verdi. Salondan çıkarak sesleri takip etti ve mutfağı buldu. İçeri girdiğinde yepyeni mobilyalarla karşılaşmayı hiç beklemiyordu. Ev eskiydi ama salondaki ve mutfaktaki mobilyalar yepyeniydi. Esma`nın eşi taksiciydi ve üç sene önce trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Bir kızı bir oğluyla tek başına kalan kadın okulda hademe olarak çalışıyordu. Büyük kızı Zerrin Eskişehir`de Meslek Lisesinde Pastacılık bölümünde okuyordu. Yaz olduğu halde orada kalıp pastanede çalışıyordu. Böyle yaparak okul zamanı için para biriktiriyor, annesine yük olmuyordu.
O küçük parayla zar zor geçinen kadın için bu ateş pahası mobilyaları almak çok zordu. Belki de krediyle almıştı. Üstünde durmadı kadın. Ona neydi ki?
“Alp oğlum verdi bana bunları. Kendi el işi.” dedi Esma kadının mobilyalara bakışını fark ederek.
Alp ismini duyar duymaz gerilen kadın oturma ihtiyacı hissetmişti. Hemen arkasındaki tekli koltuğa izin almadan oturdu. Adamın zehirli sözleri zihnini tırmalarken elini hızlanan kalbine götürmemek için yumruklarını sıktı. Esma`nın bardağa su koyduğunu gören kadın ses etmeden uzattığı suyu içti. Bardağı masaya bırakıp kadına baktı. Umursamaz olmaya çalıştı.
“Kendi el işi derken?” diye sordu. Esma yaptığı salataya döndü. Bir yandan salatalıkları doğrarken bir yandan da kadınla konuşuyordu.
“Alp de Meslek Lisesinde okudu. Mobilya bölümünde. Liseden sonra üniversitede de mimarlığı okudu.”
Sahra anladığını belirtmek için kafasını salladı. İlgilenmiyordu ama adamın yetenekli olduğunu da kabul ediyordu. Kapakların üzerindeki oymalar tam bir sanat eseriydi.
“Anladım abla. Yardıma ihtiyacın var mı?” diyerek konuya daha fazla devam etmek istemediğini açıkca belli etmişti. Gülümseyerek anlayış gösteren Esma
“Zahmet etme desem de ısrar edeceğini biliyorum. O yüzden masayı kurmama yardım edersen sevinirim. Yemek ısındı. Salata da hazır.”
Ayağa kalktı kadın.
“Tamam abla. Bana tabakların yerini göstermen yeterli.”
Birlikte sofrayı kurarken Emir de gelmişti. Ekmeği doğrayıp masaya koyduğunda yemek yemeye başladılar. Kadın etli nohutu yerken inlememek için zor tuttu kendini. O kadar lezettliydi ki. Ve bunu dile getirmekte hiç sakınca görmedi.
“Ellerine sağlık abla. Yemek o kadar lezzetli ki.”
Gülümseyerek iltifatı kabul eden Esma bir kepçe daha koydu tabağına. Utansa da canı istediği için yedi.
“Annem güzel yemek yapar abla. Sen de yapabiliyor musun?”
Kaşığı ağzına götüren kadın yemeğini çiğnedikten sonra Emir`e cevap verdi.
“Bir kere sahanda yumurta yapmak istedim kabukları içindeydi.” diyerek kendi kendine güldü.
Emir de ona katılıp gülerken Esma kadına “Nerelisin Sahra?” diye sordu. Yemeğini bitiren kadın peçeteyle ağzını sildi. Ona anlatmakta sakınca görmüyordu. Çünkü buradan gittiğinde onu anlamalarını istiyordu. Utana sıkıla anlatmaya başladı.
“Şanlıurfa`lıyım abla. Büyük bir aşiret ağasının kızıyım. O yüzden hiç çalışmadım. Her ihtiyacımızı yardımcılarımız karşılıyordu. Bugüne kadar tek bardak bile yıkamadım.”
Onun utancını fark eden Esma masanın üzerindeki elini sıktı. Zengin olmak bir suç değildi. Kimisi zengin kimisi fakir oluyordu bu dünyada.
“Zengin olduğun için sakın utanma. Benim çalışmakla bir derdim yok canım. Asla gocunmadım. Helal ekmeğimle büyüttüm çocuklarımı. Rahmetli eşimle birlikte çalışıp kurduk ailemizi ve asla isyan etmedik. Allah`ıma bin şükür iki tane güzel evladımız var ve o beni hep mutlu etti. Allah mekanını cennet eylesin.”
Sahra kadının elini kaldırarak öpücük kondurdu. Eli öpülesi kadındı Esma.
“İyi ki Emir bana rastladı da sizi tanıdım abla. Allah ne muradın varsa versin. Evlatlarının mutluluğunu görürsün inşallah.”
“Aynı şeyi senin için de temenni ediyorum Sahra`cım. Bebeğini ağız tadıyla, mutlulukla büyüt inşallah.”
Buruk bir tebessümle elini karnına götürdü kadın. Babası olmadan nasıl mutlu bir çocuk büyütecekti ki? Esma düşüncelerini okumuş gibi elini sıktı.
“Bebeğin çok mutlu olacak canım. Ona babasının yokluğunu hissettirmeyeceksin. Ona nasıl güzel insan olduğunu, vatanını sevdiğini, onun için canını verdiğini anlatacaksın.”
“Bugüne kadar hiç çalışmadım abla nasıl yapacağım hakkında hiçbir fikrim de yok. Hem o adam var. Bana inanmıyor.” yüzünü buruşturdu. “En kısa zamanda kanıtlayacağım bebeğimin onun yeğeni olduğunu. Babasının kardeşinin olduğunu.”
“İnşallah güzelim. Haydi kalkalım. Önce sofrayı kaldıralım sonra yatalım. Çok yoruldun bügün.”
Uyku lafını duyunca bedeni gevşeyen kadın çok yorgun olduğunu fark etti. Sofrayı kaldırarak Esma`nın verdiği pamuklu geceliği giyindi. Açtığı kanepeye yatarak kalın battaniyeyle üstünü örttü. Gerçekten de yaz olmasına rağmen geceleri hava soğuk oluyordu. Uykuya dalmadan önce gözlerinin önüne gelen öfkeli karameller sinirle titremesine neden olmuştu.
O adamı sevmemişti. Seveceğini de zannetmiyordu.
******
Genç adam telefon görüşmesini bitirerek cebine koydu. Arabadan inerek bahçe kapısını açtı ve bahçeye girdi. Birkaç adım atarak evin önüne geldi ve kapısına vurdu. Açılmasını beklerken mesaj gelen telefonuna baktığı için kapıdakinin kim olduğuna bakmasızın o kişiyle aynı anda evin sahibesine seslenmişti.
“Esma abla”
“Esma abla”
Kafasını kaldırdığında karşısında görmeyi beklemediği kişi duruyordu. Aynı anda onu fark eden Sahra`nın gözleri şaşkınlıktan irileşmişti. Canı kağıt helva istedi diye evden koşar adım çıkan kadının geldiğini zannederek açmıştı kapıyı. Karşısına tüm gece kabus görmesine neden olan kişi çıkınca şaşırmıştı.
“Senin ne işin var burada?” diye hırlayan adama gözlerini kırpıştırdı. Aniden kolundan çekilince şaşkınlıktan küçük çığlık atmıştı. Güçlü parmaklar bileğini mengene gibi sıkarken bedeni adamın öfkeden sertleşmiş bedeninin arkasından sürükleniyordu. İlk şoku atlattıktan sonra boştaki eliyle adamın elini çekmeye çalışarak
“Bırak beni.” Dedi. Bahçe kapısından çıkarak arabanın yanına gelmişlerdi. Adam kapıyı açarak kadını arabanın içine attı. Toparlanmasını beklemeden kapıyı sertçe kapatıp hızla şoför koltuğuna doğru yürüdü. Kapıyı açarak koltuğa otururken kendisine bir şey demek için ağzını açan kadına öyle sert bakmıştı ki kadın kollarını karnına dolayarak oturduğu yere sinmişti. Yaptığı hareketle karnına bakmasına sebep olan kadın öfkesini harlayarak tepesinden tabiri caizse dumanların çıkmasına neden olmuştu.
“Beni sınama kadın. Deneme bile!” arabayı çalıştırıp yavaşça sokaktan çıktı. Ana yola çıktığında hızını arttırdı. Genç kadın korkuyla büzülerek kapıya tutundu. Araba hızını arttırdıkça kalbi deli gibi çarpıyordu. Araba süratinden hep korkmuştu. Adamın arabaya yaydığı gergin hava dilini kilitleyerek korkusunu dile getirmesine engel oluyordu.
Yola çıkalı yarım saat olmasına rağmen arabadaki gergin enerji hiç azalmayarak kadını boğacak raddeye gelmişti. Sanki güçlü bir el boynuna yapışmış nefesini kesiyordu. Ciğerlerine tıkanan havayı dışarı atmak için elini boğazına götürdü. Yan gözle adama baktı. Sert bakışlarıyla yolu dövüyordu.
“Şey” dedi zor çıkan sesiyle.
Adam ona bakmadan “Ne var?” diye sordu. Soğuk sesi içini üşütse de susmadı.
“Camı açabilir misin?” diye sordu umutsuzca. Alp kadına sesli olarak bir şey demese de otomatik düğmeye basarak onun tarafındaki camı açtı. Yüzüne vuran havayı içine çeken kadın içindeki sıkıntıdan kurtulmuştu. Teşekkür etmek için açtığı ağzını geri kapattı. Burada olmak onun suçuydu. Teşekkürü hak etmiyordu. Onun yerine
“Beni nereye götürüyorsun?” diye sordu. Alp bakışlarını yoldan çekip kendisine baktı. Gözleri bir celladınki kadar soğuk ve duygudan yoksun, yüzüyse şeytanın oğlunu dahi kıskandıracak kadar parlak gülümseme ile aydınlanmıştı. Karşısındaki adam tam olarak şeytanın yer yüzündeki yansımasıydı.
“Seni geldiğin cehenneme geri gönderiyorum Küçük Yılan”