Azarlayarak büyük bir bardak limonata getirerek önüne koydu. O limonatasını içerken neler olduğunu anlatmasını isteyen Esma`ya olayları kısmen anlattı. Alp`e kızarak sövüp sayan Esma çok tatlıydı. Gülümsedi.
Günler geçtikçe yaşadığı eve alışan kadını geceleri aynı kâbusu görmeye başlamıştı. Kâbusunda onun yerini bulan ailesi Esma ve Emir`e zarar veriyordu. Artık gündüzleri bile korkuyor, çalınan her kapıda irkiliyordu. Son iki gündür kafasında dönüp dolaşan planı iyice kurgulayan kadın yapacağı şeyden emindi artık. Çünkü bu güzel kalpli insanlara daha fazla zarar veremezdi. Zaten kızkardeşi Sıla`yla da konuşmuştu. İçi rahattı.
“Sahra`cım ben pazara gidiyorum. Canının çektiği bir şey varsa söyle de alayım kızım.” Diye seslenen Esma onu düşüncelerinden ayırırken kadına gülümsedi.
“Yok abla. Canım bir şey çekmiyor. Teşekkür ederim.”
“Tamam kızım. Çekerse söyle ama olur mu? Hemen geri gider alırım.”
“Peki abla.”
Esma gittikten hemen sonra arkadaşlarıyla oynamaya çıkan Emir`in yokluğunu fırsat bilerek kalktı ve yazdığı mektupla bin lirayı sehpaya bıraktı. Sırt çantasını omuzlarından geçirirken eve baktı. Güzel anılar gözlerinin dolmasına neden olurken acele etmesi gerektiğini anladı. Çünkü burada kaldıkça gitmesi zorlaşıyordu. Evden çıktıktan sonra çağırdığı taksiye bindi. Otogara geldikten sonra Şanlıurfa`ya giden otobüse bilet aldı. Yarım saat sonra kalkan otobüse binerken hayatını burada bıraktığının farkındaydı. Çünkü saatler sonra Şanlıurfa onun ve bebeğinin mezarı olacaktı.
Genç kadın omuzunda hissettiği baskıyla gözlerini açtı. Yanında oturan yaşlı adam kendisine gülümsüyordu.
“Geldik kızım” dedi. Gözlerini kırpıştırarak etrafa baktı. Hava kararmıştı. Koltuktan kalkarak çantasını aldı. Otobüsten indiğinde etrafını saran karanlık içini ürpertmişti. Çantasının ipini sıkıca tutarak önünde giden yaşlı adama yetişti.
“Amca” diye seslendi. Yaşlı adam ona dönerek
“Buyur kızım” dedi.
“Bu saatte taksi var mı buralarda?” diye sordu.
“Var tabi kızım. Hatta bak biri ileride müşteri indiriyor. Hızlı yürürsen yetişirsin.” diyerek az ileride müşteri indiren orta yaşlı taksi şoförünü gösterdi. Kadın taksiye doğru hareketlenmeden önce yaşlı adama
“Teşekkür ederim amca.” demeyi de ihmal etmemişti. Hızla yürürken arkasından yaşlı adam sadece kafa sallamıştı. Tam arabaya binecekken şoföre yetişen kadın taksiye binerek yaşadığı konağın adını vermişti. Taskici hafif şaşırsa da ses etmemiş arabayı oraya sürmüştü. Genç kadın taksiciden saati sorarak ailesinin o an ne yaptığını tahmin etmeye çalıştı. Akşam dokuzu yirmi beş geçiyordu. Şu an babası amcasıyla avluda kahve eşliğinde sohbet ediyor olmalıydı. Ağabeyleri, yengeleri ve kardeşleri büyük oturma odasında toplanıp geleneksel tavla şampiyonasını yapıyorlardı. Revşen ağabeyi hariç tabii. O eğlenmek yerine çalışma odasına kapanmış iş görüşmeleri yapıyordu kesin. Birkaç dakika sonra onu gördüklerinde ne yapacaklardı acaba?
Hemen öldürürler miydi?
Eli titreyerek karnına gidince yutkundu. Sevdiği adamın emanetine ihanet ediyormuş gibi hissetti. Kalbi acıyla kasılınca yaptığı şeyin nedenini düşündü. O adamdan uzak kalmak istemişti. Yaşadığı acının üzerine bir de aşağılanınca mantığı dumanlanmış böyle sarsıcı bir karar vermesine neden olmuştu. Saatler önce otogardayken ağlamaya başlamıştı bebeğinin ölümünü. Öldüreceklerdi ikisini de. Yol boyu ara ara uyanıp uyumuştu. Uyanık olduğu her an elini karnına götürmüş bebeğinden özür dilemişti.
“Affet bebeğim. Başka çarem yoktu. Nereye kaçarsam kaçayım bizi bulacaklardı. Esma ablanın da başını derde sokamazdım. Onların tek suçu bana evlerini ve kalplerini açmaktı. ” diye fısıldadı bebeğine. Esma abla acaba onu arıyor muydu? Kızmış mıydı? Kızmıştı elbette. Eline bir geçirirse oklavayla sırtında izler bırakacaktı. Biliyordu.
Taksi görkemli konağın önünde durdu. Ücretini ödeyip indiğinde kafasını kaldırıp önünde korumalar duran büyük kapıya yaklaştı. Kendisine bir an şaşkın şaşkın bakan koruma hemen kendisini toparlayarak ifadesiz suratla kapıyı açtı. Ona bakmadan içeri giren kadın derin nefes aldı. Etrafa baktı. Avluda kimse yoktu. Küçük adımlarla avlunun tam ortasına geldiğinde elinde boş çay bardaklarıyla dolu tepsiyi taşıyan yardımcıları Halime onu fark edince durdu. Zavallı kadının hortlak görmüş gibi bembeyaz olmasını anlıyordu. Elindeki tepsiyi düşürmemeye çalışarak merdiven basamağına bıraktı. Ellerini eteğine silip ona doğru yürüdü. Önünde durduğunda sanki yıllardır görmüyormuş gibi, sanki bir daha hiç görmeyecekmiş gibi bakmaya başladı.
“Keşke gelmeseydin hanımım” dedi üzgünce. Sahra kadının gözlerinde kendi cinayetini görmüştü. Kanlar içinde yere yığılışını, can verişini izledi sahne sahne.
İçinde çektiği nefesi dışarı üflerken etrafını saran hissizlik sesinin ruhsuz çıkmasına neden olmuştu.
“Gidecek başka yerim yoktu ki Halime teyze” dedi.
Halime ağzını açıp bir şey diyecekken üzerindeki yeni elbiseyi silkeleyerek üst kattaki avluya çıkan yengesi Buke onu görmüş alenen ciyaklamıştı.
“Aaa Sahra bu. Baba, amca Sahra gelmiş. Koşun.”
Onu duyan babası, amcası hedefine kitlenen ok gibi aşağı inerken mutfakta küçük kardeşi Yaser için sandviç yapan annesi ilk önce davranmıştı.
“Kızım” diye feryat ederek ona doğru koşup sarılan annesinin sarılışına hemen karşılık vermişti.
“Daye” dedi ağlayarak. Annesinin kokusunu çok özlemişt. Hasretle içine çekti.
“Oh güzel kızım, mis kokulum” diyerek kadını koklayarak öpen annesi içini parçalıyordu.
“Dayem, can içim-“ konuşmasını bölen şey annesinin kollarından çekilmesiydi. Kendini biranda çıplakmış gibi hissetmiş, üşümüştü. Babası annesini çekerken kendisine doğru gelen amcasını fark etmişti. Oldum olası sevmemişti adam kendisini. Hep bir kusur bulmuş aşağılamıştı. Neler diyeceğini az çok tahmin ediyordu.
“Uzak durun şu kahpeden” diye kükreyen amcası onu yine şaşırtmamıştı.
“Hamit bırak da kızıma gideyim. Abin vuracak ona”
Dilzar kocasına yalvarmaya başladı.
“Benim öyle bir kızım yok Dilzar. Bu evin kapısından çıktığı gün öldü benim için.” Kızının gözlerinin içine bakarak söylediği sözler buz parçası gibi kadını kalbinden yaralamıştı. O konuşurken elinden çıkan Dilzar kızına yaklaşacağı sırada kaynının engeline takıldı. Afşin onu ittirerek kızından uzak tuttu. Konaktaki herkes yaşananları üzüntüyle izlerken içlerinden biri zevkten dört köşe olmuş, gülmemeye çalışıyordu.
Buke bu eve gelin geldiği günden Sahra`dan nefret etmişti. Onun naifliğini, güzelliğini, herkes tarafından sevilmesini kıskanıyordu.
“Neden geldin buraya? Kaçarak şerefimizi iki paralık etmişken geri dönerek bizi dışarı çıkamaz hale getirmek mi istedin?” amcasının hiddetle sorduğu soruya başı dik cevap verdi kadın.
“Evime geldim” ölmeğe geldim dememişti.
“Defol git buradan. Git kimin yatağına girdiysen orda kal.”
“Bu aşiretin ağası sen değilsin amca. Gidip gitmeyeceğime sen karar veremezsin. Ağam karar verir.” Gururla sarfettiği cümleler adamı çığırından çıkararak elini kaldırmasına neden olmuştu.
“Kahpe” diye bağırarak beş büyük parmağının izini suratında çıkartmak için elini aşağı indirip karşısındaki namussuz kadına haddini bildirecekken, bileğine dolanan mengene gibi güçlü bir el engel olmuştu. genç adam tuttuğu öyle savurmuştu ki amcası bir iki adım geriye giderek düşmemek için büyük çaba sarfetmişti.
“SAKIN!” diye bağırmıştı öfkeyle.
Genç kadın önünde duran iri bedene baktı hasretle. Öyle özlemişti ki, içine dolan sarılma isteğini zorla engelledi.
“Revşen oğlum” diyerek şaşkınlıkla kendisine bakan amcasına ateş püskürdü.
“Elini kime kaldırdığına dikkat et amca! Karşındaki bu aşiretin ağasının kardeşi” işaret parmağını kendi göğsüne vurdu. “Benim kardeşim.”sesi yıldırım gibi etrafındakileri vurmuştu. Arkasındaki kadın hariç. O ağabeyini yanaklarına süzülen yaşlarla izliyor, sırtına sarılmak için yanıp tutuşuyordu. Gelirken yolda tahmin ettiği gibi ağabeyi üzerini değişmeden çalışma odasında iş görüşmeleri yapıyordu. Üzerinde siyah gömleği, siyah kumaş pantolonu, gri yeleği vardı.
“Nişan gününden bir gün önce evden kaçan kızı bana koruma ağa” kalın kaşlarını çatarak arkasına bakmıştı karşısındaki adamın.
Revşen ağa kelimesine baskı yaparak kinaye eden Afşin`e kıvılcımlar saçan bakışlarla baktı. Amcası olmasaydı çeker vururdu da büyüğüydü el kadıramıyordu.
Sahra önünde gerilen, ellerini yumruk yapan ağabeyini sakinleştirmek için aklına gelen ilk şeyi yaptı. Kollarını beline dolayarak yanağını sırtına kalbinin üzerine yasladı. Revşen bedenine yayılan rahatlamayı hissederek elini belindeki ellerin üzerine koydu. Çekerek kadını bedeninden ayırdı. Arkasındaki kadını yanına getirerek yanlamasına bedenine yasladı. Kadın o an etrafına bakma şansı bulmuştu. Ağabeyi Behram, onun yanında sebebini anlayamadığı bir nefretini kendisine her zaman hissettiren yengesi Buke amcasının arkasındalardı. Annesinin olduğu yere baktığında kendisine karışık duygularla bakan Ezel ağabeyi ve üç buçuk ay önce evlendiği karısı Nare vardı. Kendisinden küçük kardeşleri Yaser ve Sıla`yı birbirine sarılarak korku dolu gözlerle kendisine baktıklarını gördü. Öleceğinden korktuklarını okuyordu gözlerinden.
“Kardeşimi sırf zengin diye Urfa`nın en yavşak adamıyla istemediğini bile bile nişanlamak istediniz. Benim yokluğumu fırsat bilerek tabii.” Son cümlesinde babasına baktı. Ateş eden siyahlarının hedefinde bu sefer o vardı.
“Bu kız Şilvan aşiretinin namusunu iki paralık etti. Milletin ağzında sakız olduk. Herkes farklı şeyler konuşuyor. En çok konuşulan şey ne biliyor musun?” diye soran amcasına yarım ağız alay dolu gülümseme bahşetti.
“Ne o Allah aşkına?”
Afşin nefret dolu bakışlarını kadının üzerinde dolaştırdı.
“Bunun hamile olduğunu ve adamın hevesini aldıktan sorna bunu ortada bırakarak kaçtığını konuşuyorlar. Bu da yaptığının ortaya çıkacağını anladığı için evden kaçmış. Anladın mı şimdi?” hamilelik lafını duyar duymaz yanındaki kadının yay gibi gerildiğini hissetti Revşen. Amcası hepsini olmasa da doğru tahmin etmişti. Ama adam kardeşinin gerilmesinin sebebini yanlış yorumlamış, daha da sinirlenmişti. Kardeşini bırakıp yanında duran korumalardan birinin silahını aldı belinden. Amcasının önünde durarak silahı kalbine doğru tuttu. Etraftan yükselen yapma etme nidalarını umursamadan amcasına sabitledi öfkeli siyahlarını.
"Bir kelime daha edersen büyüğümsün demem seni öldürürüm. Kiminle konuştuğunu, karşında kimin olduğunu ve benim gözüm dönünce neler yapabileceğimi sakın unutma amca!" bağırmasıyla irkilerek yanındaki annesine sarıldı kadın.
Öfkeden kıpkırmızı kesilen Afşin annesine sarılarak ağabeyini izleyen Sahra`ya nefret dolu bakış attı.
" Bu kahpe için-" cümlesini tamamlayamadı yaşlı adam. Gözü dönmüş adam arkasında bir yerlere iki el ateş etti. Korkudan sararan suratında büyüyen gözlerini yeğenine dikti.
"Mın îmtîhanê neke apo (Sakın beni bir daha sınama amca)” aslan gibi kükremiş tüm konağı inletmişti. “Şakam yok amca. Tek kelime daha edersen” amcasından bakışlarını çerekek onu izleyen yüzlerde dolaştırdı siyahlarını. “ederseniz cezasını keserim. Ağanızın kim olduğunu unutmayın! Ben bu sorunu çözene kadar kimse bu olayı kurcalamayacak anlaşıldı mı? Baba sende olabildiği kadar aşiretin geç toplanmasını sağla. Sahra'nın döndüğünü şimdilik kimse bilmeyecek. Eğer onun döndüğü haberi bu konağın dışına çıkarsa" özellikle Buke`ye baktı. “hepinizi yakarım”
Lafını bitirerek kardeşine doğru yürüdü ve elini kavrayarak kendiyle beraber merdivenleri tırmanmasını sağladı.
Odasına geldiklerinde kapıyı kapattı ve kardeşine döndü. Az önceki öfkeli adam yerini sakin ve kırgın ağabeye bırakmıştı. Sahra dolu gözlerini kaldırarak çok sevdiği ağabeyinin yüzüne baktı.
“Otur. Geldiğinden beri ayaktasın.” dedi adam odasındaki geniş koltuğu göstererek. Genç kadın onu dinleyerek yorgun bedenini yumuşak, rahat koltuğa bıraktı. Revşen önüne gelerek ona tepeden baktı.
"Aşağıda seni korudum ama nasıl yaparsın bunu Sahra? Nasıl beni yok sayar kaçarsın? Sonuçlarını hiç mi düşünmedin be kızım?"
Sahra kafasını kaldırarak gözlerine baktı. Ona amcasının aşağıda dediklerinin kısmen doğru olduğunu söyleyemezdi. Ölmek umurunda değildi. En çok sevdiği adamın katil olarak hapis yatmasını istemiyordu. Derin nefes alarak
"Ama abi elimden telefonumu aldılar. Kaçmaktan başka şansım yoktu." dedi.
Revşen sertçe çenesini sıvazlayarak köşede duran vazoyu yere devirdi. Vazo paramparça olurken kadın korkuyla yerinde sıçramıştı.
"Lanet olsun! Ne demek kaçmaktan başka şansım yoktu. Haftalardır neredesin lan sen? Aramadığım yer kalmadı seni. Kaçtın da benim yanıma neden gelmedin ha?" sessiz bağırışları kadının kulaklarını sağır edecekti neredeyse. Kimse duymasın diye böyle yaptığını biliyordu. Adamı daha fazla sevdi o an. Kalbindeki sevgi çoğalarak canını yaktı.
"Korktum abi" ellerine baktı kadın. Ona yalan söylemek canını yakıyordu ama susmaya mecburdu. Konuşmanın zamanı bugün değildi. Bir süre daha bekleyecekti.
"Ne demek kortkum lan? Bana hiç mi güvenmedin sen? Benim sana böyle bir şey yapabileceğim nasıl aklına gelir?"kırgın çıkan sesi tenini jilet gibi keserek sızlatmıştı. Ayağa kalkarak adamın önüne geldi ve elini tutmak için uzandı. Revşen gerileyerek temastan kaçındı. O an ikisinin de canı yanmıştı ama adam yapmak zorunda olduğunu yapmıştı.
"Lütfen ağabey." dedi kadın ağlayarak. Şu an onun güven veren kollarına, içini ısıtacak sıcaklığına ihtiyacı vardı. Her şeyin iyi olacağına inanmak istiyordu. Yanaklarını sildi elinin tersiyle. “Affet.” diye yalvardı kendisini kapatan adama.
Revşen içi ezilse de taviz vermedi. Kafasını iki yana salladı.
"Bu sefer çizgiyi çok aştın Sahra. Bu sefer olmaz. Bu sefer seni affedemem. Dua et aşiretler toplandığında ölüm kararı çıkmasın. Dua et" diyerek odadan çıktı. Genç kadın çuval gibi boşalmış bedenini yere bıraktı. Dizlerini kendine çekerek kollarını etrafına doladı. Yanağını dizine dayayarak gözyaşlarının akmasına izin verdi.
İlk aşkından yoksun kalmıştı. Her ihtiyacı olduğunda kendisine kocaman bir dünya gibi açılan kolların bedenini sarmaması canını yakmış, ruhunu lime lime etmişti.
Revşen Şilvan onun ilk aşkıydı. Hani kızlar ilk babalarına aşık olurlardı ya Sahra`da durum başkaydı. O küçüklüğünden beri ağabeyine aşıktı. Hiç dibinden ayrılmaz nereye giderse peşinden koşardı. Adam onu çoğu zaman götürürdü. Götürmediği zamanlarda öyle cıngar çıkarırdı ki tüm Urfa ağlama sesiyle inlerdi.
Ne kadar zaman öyle kalarak anılarında boğuldu bilmiyordu. Anca kapı açılınca kendine gelmişti. İçeri giren Halime kendisine gülümsedi. Ağlamaktan kızarmış gözlerle yardımcılarına bakan kadın avuçlarını yere bastırarak ayağa kalktı. Kenara çekilerek camın önünde durdu.
“Ağam odadaki kırıkları toplamamı istedi.” dedi. Vazo kırıkları toplanırdı da az önce kırdığı güzel kalbin kırıklarını nasıl toplayacaktı? Elleri kanardı, canı yanardı. Halime işini yaparken içeri giren annesini gördü kadın. İki kadın da birbirine sarılırken ağlıyorlardı. Dilzar Hanım kızının hasret kaldığı kokusunu içine çekerek yüzünün her zerresini öptü.
“Keçamın (kızım)”
“Dayem. (annem)”dedi kadın hasretle. Dilzar hanım kızının kokusunu içine çekerek saçlarını öptü.
“Oh cennet kokulum. Nasıl özledim.” dedi ağlayarak. Sormak istediği çok şey vardı ama şimdilik susmayı seçmişti. Kızına daha yeni kavuşmuştu ve aşiretlerin kararının ne olacağını da bilmiyordu. Şu an tek istediği kızına doyana kadar sarılıp koklamaktı.
İşini bitiren Halime istemese de hanımına seslendi.
“Hanımım benim işim bitti. Gidelim lütfen. Ağam seni burada görmesin.”
Halime`nin üzgün sesini duyan anne kız zorla da olsa ayılmışlardı.
“Yine gel daye.” Dedi kadın annesini çıkmadan önce öptüğünde. Dilzar Hanım kızını sıkı sıkı sararak
“Kendine iyi bak keçamın. Fırsat bulur bulmaz geleceğim.” Dedi. Üzülse de içi rahattı kadının. Kızı ile aynı çatı altındaydı. Nasıl olduğunu biliyordu. Derin nefes alarak Halime`yi takip etti. Avluya indiğinde herkes oradaydı.
Revşen hariç.
İşkolik oğlu yine çalışma odasında olmalıydı. Avuldakilerin yanına uğramadan aynı kattaki oğlunun yanına gitti. kapıyı açarak içeri baktığında odanın boş olduğunu gördü. Kaşlarını çatarak kapıyı daha geniş açıp içeri girdi. Neredeydi bu adam? Odaya göz gezdirdiğinde uzak köşeden sızan lamba ışığını fark etti. Yavaş adımlar oraya yaklaştı.
“Kurêmın”
Revşen okuduğu kitaptan kafasını kaldırarak annesine baktı. Uzun zamandır hasret kaldığı kardeşini reddettikten sonra kalbini hırpalayan vicdan azabından kurtulmak ve sakinleşmek için kendini en iyi dostları olan kitaplara vurmuştu. Kitabın ayracını okuduğu sayfaya koyarak kapattıktan sonra sehpaya bıraktı. Dilzar Hanım göz ucuyla oğlunun okuduğu kitaba baktı.
George Orwell – 1984
Bakışlarını kitaptan çekerek oğluna çevirdi. Nihayet üzerini değiştirmişti. Gri tişört kot pantolon giymişti.
“Sahra için geldiysen bir süre benim odamdan dışarı çıkmayacak daye. Kararım kesin.” diye oğlunun dizini okşadı sevgiyle. Kararını değiştirmeyeceğini elbette biliyordu.
“Ben seni merak ettim kurêmın. Sana sarılmayalı çok uzun zaman oldu. Anan seni özledi ağa oğlum.”
Revşen annesinin ellerini kavrayarak öpücüklere boğdu. Gözyaşlarına boğulan Dilzar Hanım ayağa kalkarak oğluna sarılmak için kollarını açtı. Revşen küçük çocuk gibi annesinin koynuna sığınarak gül kokusunu içine çekti. Anne oğul sarılıp hasret giderirken adamın çalan telefonu ayrılmalarına neden olmuştu.
“Çalışkan oğlumun işi çıktı yine” diyerek oğlunun yanağını okşayarak öpen Dilzar Hanım gülümsedi. Revşen annesine mahcup gülümsemeyle baktı.
“Özür dilerim daye. Bu telefon çok önemli. Açmam lazım” dedi.
“Biliyorum. Sana birkaç dakika sarılmak yetmese de ana yüreğimin hasretini azıcık da olsa dindirdi. İyi geceler kurêmın.”
“İyi geceler daye”
Adam annesi çıkarken az önce gelen çağrıyı geri aradı. Çağrısı anında cevaplanmıştı.
“Revşen Bey iyi akşamlar. Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın” dedi genç kadın. Revşen az önce kalktığı koltuğa oturarak kapattığı kitabı aldı. Bacak bacak üstüne atarak ayraç olan kısmı açtı.
“Rahatsız etmediniz. Önemli bir şey mi vardı? Bu saatte aradığınıza göre.” dedi akıcı türkçesiyle.
“Sizinle yarın yapılacak toplantıyı patron temmuz ayının yirmisine kaydırmanızı istiyor. Yani bir ay sonraya. Biliyorsunuz bazı problemlerimiz var ve onları halletmeye çalışıyoruz.”
“Biliyorum. Fakat yirmi temmuz toplantısını tek şartla kabul ederim.”dedi kitabın sayfalarında parmak uçlarını dolaştırarak. Kitaplara bakmak bile tüm sinirini yatıştırıyordu.
“Şartınız nedir?” diye sordu kadın.
“Sizi Şanlıurfa`da memleketimde ağırlamak istiyorum.” sesindeki taviz vermeyeceğini anlatan tınıyı karşı taraf da hissetmişti.
“Şartınızı patronuma ileteyim. Kabul edip etmediğini size mesajla bildireceğim. İyi geceler.”
“İyi geceler.”
Adam kitabına dönüp kaldığı sayfadan devam ederken gelen mesaja baktı. Kilidini açmadan ekrana düşen mesajdaki cevabı okudu ve kitabına geri döndü.
`Kabul ediyoruz`
Gecenin bir vakti kitabın bitmesine yüz sayfa kala tutulan boynunu hareket ettirerek kitabı sehpaya bıraktı. Geri yaslanarak gözlerini kapattı. Biraz dinlendikten sonra ayağa kalktı. Kardeşini merak etmişti. Onun için göndertdiği yemeği yemiş miydi? Merak etmişti. Çalışma odasından çıkıp üst katın merdivenlerini tırmanırken avluda sedirde sarılarak oturan kardeşi Ezel`le yengesi Nare`yi gördü. Onlara bakmanın uygun olmayacağını düşünerek kafasını çevirerek önüne baktı. Uzun koridoru aşarak o katın en büyük odasının önünde durdu. İçeri girmek istese de ellerini yanlarında yumruk yaparak kendini tuttu. Tuttuğu nefesi dışarı üfleyerek kapıdan uzaklaştı. Aşağı inerek mutfağa girdiğinde Halime makineden çıkardığı bardakları yerine diziyordu. Onu fark ettiğinde
“Buyur ağam. Bir şey mi istemiştin?” diye sordu.
“Yemek yedi mi?” diye sordu. Halime karşısındaki adamın kardeşine nasıl bağlı olduğunu biliyordu. Elbette onunla ilgilenecekti. İkisini o büyüttüğü için çok iyi tanıyordu.
“Yedi ağam. Hatta ikinci tabağı da götürdüm. Ağlasa da yiyordu” yemek yerkenki halini hatırlayınca gülümsedi. Hem ağlıyor hem yiyordu.
“Burro biçùk (küçük sıpa)” kafasını yana salladı. “Uyudu mu?” diye sordu.
“Uyudu. Buraya inmeden önce baktım ağam”
“Tamam. Kolay gelsin yade (nene)” diyerek çıktı mutfaktan. Halime giden adamın arkasından baktı.
“Asıl sana kolay gelsin oğlum. Allah`ım sana bu leş kargalarıyla baş etme gücü versin” ellerini göğe açarak oğlu gibi sevdiği adam için Rabbi`ne dua etti.
Bir ay sonra - 20 Temmuz.
Genç kadın giydiği mavi renk, dizlerinin üzerinde biten etek, beyaz bluzun üzerinden karnını okşayarak aynadan kendisine baktı. Bebeği dört aylık olmuştu ama şansına karnı hala belli değildi. Bebeğini ultrasonda görmese o bile hamile olduğunda şüphe edebilirdi.
Ağabeyi onu bir hafta önce kendi odasına göndermişti. Yeni yeni yüzüne bakıyordu. Hatta bugün odasından dışarı çıkmasına izin vermişti.
“Dayına sıkı sıkı sarılayım sonra seni ona söyleyeceğim anneciğim. Belki bizi öldürür. Dua edelim beni silahla öldürsün. Gözlerinde kalbindeki ölümümü görürsem işte o zaman en ağır cezayla ölürüm bebeğim.” bebeğiyle konuşurken çalan kapıyla elini karnından çekti. İçeri giren Halime`nin kızı Güllü ona baştan aşağı baktı.
“Hanımağam seni bekliyor hanımım. Misafirler gelmek üzere.”
“Geliyorum”
Güllü çıktıktan sonra aynada kendine baktı. Saçının üst kısmını toplamış altını açık bırakmıştı. Dümdüz belinden aşağı inen kömür karası saçları ona sevdiği adamı hatırlatmıştı. Cenk ne kadar çok severdi saçlarını. Dokunmadan duramaz, koklamadan rahat etmezdi.
Zihnine üşüşen acı hatıralar canını yakmaya başlamadan aşağı inmesi lazımdı. Aynanın önünden çekilerek odadan çıktı. Kapıyı kapatıp merdivenlerden dikkatle indi. Kadınların oturduğu oturma odasının önünde duran Buke kendisini fark edince tek kaşını kaldırdı. Beklemeye koyuldu kadın. Onun yılan dilinin bu sefer hangi zehri saçacağını duymak istedi. Ama duymaya hazırlandığı ses yerine Halime`nin sesi duyuldu.
“Behram ağam mutfakta seni çağırıyor Buke gelin.”dedi Halime elindeki tepsiyle içeri girmeden önce. Giderken kadına başıyıa gel işareti de yapmayı ihmal etmemişti. Buke odaya girmeye hazırlanan görümcesinin yanından geçerken omuz atarak sendelemesine neden olmuştu. Kendisine ters ters bakan kadına gülerek mutfağa doğru yürürken kırıtıyordu.
“Pis sürüngen” diyerek oturma odasına giren kadın annesinin yanına gitti. Ona sıkıca sarılarak yamacında oturdu. Kahve içerek Nare`yle konuşan annesi kızının dizini vurdu sevgiyle. Annesine içindeki yasa rağmen gülümsemeye çalışırken yanına gelerek ona sarılan kardeşine döndü.
“Seni burada gördüğüme çok sevindim ğuşkamìn (kardeşim)” dedi Sıla.
“Hâlâ hapisim Sıla`m. Bugün dışarı çıkmama bakma.” dedi kadın. Sıla üzgün bakışlarını yere indirerek ablasına sarıldı.
“Ağabeyim aşiretleri toplamamak için her gün amcamla savaş veriyor. Bir aydır seni kimseye göstermemesinin sebeplerinden biri de bu.”
Biliyordu. Kendisi için tüm gücünü ortaya koyan adamı geçen her gün daha çok seviyordu.
Güllü`nün odaya girerek heyecanla misafirler geldi demesiyle konu kapanmış odada küçük curcuna kopmuştu. Annesi ayağa kalkarak önden giderken onlarda arkasından takip ediyordu. Kapıya vardıklarında o kardeşiyle sohbete dalmış annesinin misafire dediklerini çevirmesi için kendisine seslendiğini son anda duymuştu. Sıla`dan ayrılarak öne çıkan genç kadın annesinin kürtçe dediği cümleleri çevirmek ve kendi adında da selamlamak için bakışlarını misafire doğu kaldırdı. İki kadın da birbirine baktı o an. İkisi de çarpılmış gibi kalırken ilk kendine gelen misafirdi. Elini uzattı ona.
“Merhaba. Ben Şenay” dedi sevecenlikle. Sahra inme inmiş gibi kafasını sallayarak elini Şenay`dan çekti. Annesinin içeri davetini mırıldanarak çeviren kadın onların arkasından odaya gitti.
“Lanet adam ben senden kurtulamayacak mıyım?” geçirdi içinden. Memleketinde bile rahat yoktu ona. Biranda dank eden gerçeklik soğuk terler dökmesine sebep olmuş, olası bir terslik yüzünden herkesin her şeyi öğreneceğini fark etmişti.
Şenay buradaysa o Yabani de buradaydı. Hem de ağabeyinin dibinde. Onunla iş yapıyordu. Kaç gündür hazırlık yapıtıkları önemli misafirler onlardı. Sohbetler edilip yemekler yenilirken kadının içini kemiren kurt çok fazla yol katetmişti. Aklı o kadar meşgüldü ki yediklerinin tadını bile alamıyordu. Çok sevdiği yemeklerin tadını alamadığı için adama daha fazla kinlendi. Yemek yendikten sonra kahveler geldiğinde dayanamayıp çıktı odadan. Düşüncelerle boğuşup mutfağa doğru giderken sert bir bedene çarptı. Sinirle
“Önüne baksana Yaser” diye söylendi. Kardeşinden ses gelmeyince kafasını kaldırıp azarına devam edecekken gözlerine ilişen tanıdık sima kaskatı kesilmesine neden olmuştu.
“Senin burada ne işin var?” diye sordu adam dişlerinin arasından. Genç kadın çenesini dikleştirerek korkusuzca yüzüne baktı. Onları mutfak kapısından izleyen yengesinden habersiz diklendi adama.
“Sana ne?” diye sordu. Alp kafasını sallayarak kadının kolunu onca insana ve olduğu ortama rağmen sıkıca kavrayarak arkasından sürükledi. Evden çıkıp avluya geldiklerinde kendilerini gölgeleri gibi takip eden Buke`den habersiz konuşmaya başladı.
"Bana bak Küçük Yılan. Sakın bana diklenmeye kalkma. Yoksa nerede olduğumuzu umrsamadan canını yakarım."
“Bırak.”
Kadın kolunu adamdan kurtarmaya çalıştıkça canı yanıyordu. Önceki morluğun yeri daha yeni iyileşmişti. Yenisinin oluşmasını istemiyordu. Debelenmeyi bıraktı. zaten adam da kolunu serbest bırakmıştı.
"Bakıyorum benim yanımdan kaçınca kendine yeni bir kapı bulmuşsun. Kendini şimdi de bu evin ağasına mı yamamaya çalışıyorsun? " kinayeyle sarf ettiği kelimeler ileride onları dinleyen Buke`nin şaşkınlıkla elini ağzına kapatmasına neden olmuş, ilk şoku atlattıktan sonra eline geçen büyük fırsat için çok mutlu olmuştu.