“Öfke”

4995 Words
“Lütfen” diye tekrarladı. Sırtını kapıya içine geçecekmiş gibi dayamıştı. Aralarındaki mesafeyi azaltmak istiyordu ama adam ona çok yakındı. Hiçbir şekilde dokunmuyordu bedenine. Fakat kadın tamamen onun kuşatması altında hissediyordu kendini. Her yerine dokunmuş gibi, her yerini öpmüş gibi. “Sana dokunmamı istemiyorsan git üzerindekini değiştir.” konuştukça nefesi tenini yakıp geçiyordu. Uzun süre omzundaki o yerde adamı hissedeceğini biliyordu. “Tamam değiştireceğim. Çekil üzerimden artık.”ağzından kelimeler çıkarken yüzünü buruşturmuştu. Geri çekilen adamın kokusunu ciğerlerinden kovmak ister gibi içine bolca oksijen çekmişti. “Aferin” kenara çekilerek kadının geçmesine izin verdi. Yanından geçen kadının sinirli bakışlarını üzerinde hissetse de dönüp yüzüne bile bakmadı.   “Senden nefret ediyorum!” dediğini duydu koridorun sonundaki odaya doğru yürürken. Alt dudağını ağzında yuvarlarken elini çenesinde dolaştırdı. Aniden keyfi yerine gelmişti. Sebebini bilmese de durumdan memnundu. “Hislerimiz karşılıklı. Ne güzel.” dedi hafif yüksek sesle kadın kapıyı sertçe kapatmadan önce. Başından beri onları izleyen Semih nihayet konuşmuştu. “O kadına yaptıkların büyük bir haksızlık dostum” Genç adam burun kemerini sıkarak kafasını iki yana salladı. “Sen benim güzel keyfimin içine sıkılan limon musun Semih?” diye sorunca Semih onun yanına yaklaştı. “Ya Sahra doğru söylüyorsa? Ya onun karnındaki senin yeğeninse? Ne yapacaksın?” sakin psikolog sesiyle konuşmuş adamı çığırından çıkarmayı yine başarmıştı. “Oğlum bak bana yavaş yavaş geliyorlar. Kapat şu konuyu.” Kollarını göğsünde toplayarak ona meydan okuyan Semih susmadı. “Gittikleri oluyor mu ki, gelsinler de dostum?” "Delirtme beni Semih. Ne demek ya doğru söylüyorsa? Neredeydi lan bu zamana kadar? Cenk`in ölümünü mü bekledi meydana çıkmak için?" kardeşinin ismini zikredince kanayan yarasına tuz basılmış gibi canı yanmıştı. Hissettiği acı öfkesini harlamaktan başka bir işe yaramıyordu. "Belki de bilmiyordu öldüğünü." "Bilse de bilmese de umurumda değil artık. O kızı hayatımızda istemiyorum." Kızgın demir gibi ısınan adamın omzuna dokundu Semih. Hafifçe sıktı. "Sakin  ol dostum." "Olamıyorum. Sakin falan olamıyorum. Kardeşimi daha yeni toprağa vermişken çıktı geldi. Bir de annemle konuşmuş. Düşünebiliyor musun? Kızdaki yüzsüzlüğe bak." Tansiyonun yükseldiğini fark eden Semih konuyu değiştirdi. “Songül teyzem nasıl oldu?" "Nasıl olsun kadın perişan. Daha acısı bile dinmedi lan kadının.  Gariban anam da kabullendi hemen bebeği. Ne yapsın kadın canının bir parçası gitti." Anlaşılan adam konuyu değiştirmeye niyetli değildi. Semih dudaklarını birbirine bastırdı. Arkadaşı için üzülmüştü. Hâli hâl değildi. "Alp bu kadar öfke iyi değil bak. Kendine zarar veriyorsun. Yapma. " Adam ateş saçan karamellerini dostuna çevirdi. "Yapacağım dostum. İçimdeki ateşle onu da kendimi de yakacağım."   Öfkeden sertleşmiş bedenini çevirip dış kapıya doğru yürürken arkasından onun için üzülen dostunun farkındaydı. Her ne kadar üzülse de kendisini arkasından gelmeyecek kadar iyi tanıdığını da biliyordu. Dışarı çıktığında yüzüne vuran serin Bursa havası bile içini soğutmamıştı. Oflayarak çekiştirdiği saçlarını rahat bırakarak cebinden telefonunu çıkardı. Ekran kilidini açarak sık arananlar bölümünde en üstte olan ismi kaydırdı. Üç çalışta açılan telefonun diğer ucunda duyduğu ses gözlerini kapatıp açmasına sebep olmuştu. “Ablam” demişti kadın. O tek kelimesinin bile içindeki yangına su serptiğini hissetti adam. “Nasılsın ablam?” dedi adam. Ablası konuşmadan duyduğu ses gülümsemesine neden olmuştu. “İyiyim de senin sesin garip. Bir şey mi oldu ablam?” Etraftaki sesten dolayı ablasının sorusunu tam duymamıştı bile. Göğsünü sıkıştıran o his yavaş yavaş çekilmeye başladı. “Ali mi kucağındaki? O nasıl?” diye sorunca görmese de ablasının gülümsediğini biliyordu. “Evet o. Uyumadı bir türlü sıpa. Dayısını özlemiş herhalde” “Dayısı ona kurban olsun.”                   “Ya deme öyle. Kaç kere dedim ben sana.” küçük azar seremonisinden sonra hemen eski neşeli haline geri döndü. “Sesini duyunca nasıl kıkırdıyor. Duyuyor musun?” ablasının sesindeki sevgiyi yüreğinde hissetmişti.  Küçük bebeğin sesini duyunca keyfi yerine gelen adam gülümsedi. “Dayııım”diye bağırarak telefonu kapan küçük çocuk bedenindeki tüm sinir uçlarını törpülemiş, sakinleştirmişti. “Murat`ım. Aslanım” dedi adam. “Dayı ben seni çok özledim” üzgün sesi adamın yüreğini sıkıştırsa da belli etmedi. “Ben de seni özledim aslanım. En kısa zamanda sizi görmeye geleceğim.” dediklerini duyan Murat sevinç çığlığı attı. Ahizeyi sıkı sıkı kavrayarak heyecanla anlatmaya başladı. “Dayı Ali diş çıkardı. Az önce beni ısırmaya çalıştı. Eline geçeni ısırıyor dayı. ” iki de bir dayı demesi çok tatlıydı. Duyduklarına tebessüm ederek kafa sallarken, aniden içine dolan acıyla dişlerini sıktı. Küçük dayıları bunları hiç bilmeyecekti. Oysa Ali doğduğunda ne kadar sevinmişti. İsmini bile o vermişti. Onunla oynayacağı oyunların hayalini kurmuş ve kendisine anlatmıştı. Kalbi `Cenk` diye inlerken aklına gelen kadınla tekrar öfkeyle dolmuştu. İçindeki canavarı zor sakinleştirerek yeğenleri ve ablasıyla bir süre muhabbet etti. Eve geri geldiğinde masada onu bekliyorlardı. O da oradaydı. Üzerinde hastaneden çıkarken giydiği elbise vardı. Saçları hâlâ at kuyruğu topluydu ve yüzünün güzelliği tam anlamıyla ortaya çıkmıştı. Tabii bu adamın fark ettiği en son şey bile değildi. Alp Korhan şu an karşısındaki sandalyede oturan kadını kadın olarak değil de zehirli bir yılan olarak görüyordu. “Bakışlarınla boğacaksın kadını dostum. Sakin ol.”dedi yanında oturan Semih. “Değişti işte üzerini. Daha ne istiyorsun?” sesindeki imayı fark eden adam bakışlarını kadından çekerek dostuna baktı. Az önce onu kıskandığını mı ima etmişti o? “Salak salak konuşma Semih. O elbiseyi doğum gününde karına ben almıştım. Onun üzerinde görmek sinirimi bozdu. Esra`nın ona verecek başka kıyafeti mi yoktu? Yoksa siz karı koca birlik olup beni deli etmeye mi çalışıyorsunuz?” sıkılı dişlerinin arasından fısıldadığı kelimeleri az ötede oturan diğer kişi duymuş kıkırdamıştı. Kafasını ağır ağır o yöne çeviren adam kendisine `yav he he` ifadesiyle bakan Şenay`la karşılaştı. Tek kaşını kaldırarak ters bir şeyler söylemesini bekleyen kadına doğru eğildi. Kolunu  sandalyenin arkasına atarak kadının saçlarını eline doladı. “Geçen maillerime bakarken orada ne gördüm biliyor musun?” diye sordu sahte şirinlikle. Hafif tedirgin olan Şenay gözlerini kırpıştırdı. “Ne gördün?” diye sormadan da edemedi. Ne gördüğünü merak etmişti. “Kemoterapi gören kanser hastalarına yardım amaçlı gerçek saçlardan peruk yapıyoruz. Eğer siz ve ya saçını kestirmek isteyen yakınınız varsa kesilen saçları atmak yerine bize göndermenizi rica ediyoruz diye yazan bir mail gördüm Fındık.” Rengi beyazlayan Şenay adamın elindeki saçlarını çekti can havliyle. “Yapamazsın” dedi sinirle. “Yaparım Fındık. Bana bir daha bulaşırsan yaparım. Elim de yatkın berberliğe. Biliyorsun.” “Bana fındık demeyi kes!” Adam onu tınlamadı bile. Sandalyesine yaslanırken “Ben dediğimi dedim. Gerisi sana kaldı Fındık” ikaz etmeyi de ihmal etmedi. Yemek yendikten sonra Esra`lara sofrayı kaldırmaya yardım eden Sahra üzerindeki yakıcı bakışları hissediyordu. Niye kendisine bu kadar nefret doluydu bilmiyordu ama çok merak ediyordu. Onu daha önce görmemişti bile. Hakkında duymuştu sadece. Bu denli nefret kazanacak kadar ne yapmış olabiliridi aklı almıyordu. Şu aralara aklını kurcalayan sorularına bir cevap alamayacak kadar tanımıştı adamı. Zamanı geldiğinde öğrenecekti. Ona bakmamaya özen göstererek mutfaktaki işlere yardım etmeye gitti. O içeri girdiğinde Esra`yla görümcesi Şenay sohbet ediyorlardı. Şenay`ı da sevmişti kadın. Eğlenceli, hayat dolu kızdı. Anlamadığı şey nasıl oluyordu da onun gibi hayat dolu bir kız o Yabaniyle çalışıyordu? Ona tahammül ediyordu. Esra onun içeri girdiğini fark edince eliyle gel işareti yaptı. Gülüyordu. Ne konuştuklarını merak etti. “Gel Sahra`cığım.” Yanlarına gitti. Şenay kenara çekilerek koltukta ona yer açtıktan sonra anlatmaya devam etti. “Evet nerede kalmıştım?” diye düşünür gibi yaptı Şenay. Esra gülümseyerek “Partideydiniz”diye hatırlattı. “Ha evet. Şimdi sevgili patronum birkaç işadamıyla konuşuyor. Etrafından soyutlanmış. Beni bilirsin abla aklıma o an ne eserse yaparım. Ona arkadan baktım-” lafını yengesi bölmüştü.   “Ahan da geliyor. İyi dinle Sahra. Birazdan deli gibi güleceksin.” dedi Esra gülmemeye çalışarak. Şenay uzun saçlarını geri atarak kendiyle gurur duyuyormuş gibi çenesini yuka kaldırdı. Devam etti. Sahra adamın ismini duymak istemese de olayı merak etmişti. “Ona arkadan baktım. Sırtına doğru yaklaştım ve tam yüz elli kişinin bulunduğu partide adamın sırtına atladım.” Esra kahkahayı patlatırken Sahra tebessüm etmişti. Tabii o an kendisini izleyen sert çehreden habersizdi. “Kızım insene sırtımdan dedi inmedim. Neden abicik? diye sordum hatta. Sanki çok normal bir şey yapıyormuş gibi. Delirtme beni Şenay. İn sırtımdan yoksa  atarım seni aşağıya diye tehdit edince korkuyla boğazına yapıştım. Etraftan çıt çıkmıyordu ve herkesin bizi izlediğini biliyordum. Umurumda değildi elbette. Yoo. Sakııın. Sen çok uzun boylusun. Düşersem bir yerimi incitirim. Hem güzelim kıyafetimi de mahvedemem diye cıyakladım. Sanki o beni sırtına almış gibi.” Esra artık gülmekten kıpkırmızıydı. “Boğazım. Şenay bıraksana beni hırladı yaralı hayvan gibi. Galiba boğazını fazla sıkıyordum.”  Masum numarası yapsa da gözlerinden akan hainlik ayan beyan ortadaydı. “Bir şartla inerim sırtından dediğimde bıkkınlıkla şartımı sordu. O çok istediğim pahalı, marka çantayı alacaksın yoksa inmem dedim. Delirdi tabii canım abicim. Tonla maaş veriyorum lan zaten sana. Alsana onunla ne zıkkım alıyorsan diye patladı. Olmaz alamam. Abime pahalı şeyler almayacağıma dair söz verdim. Amaaa sen alırsan bir şey diyemez  diye şirinlik yapmaya çalıştım. O abine de, sana da in tamam alacağım diye söylendi. Söz mü? diye sordum emin olmak için. Ulan Şenay tamam dedik ya. İndim sırtından. Senin yüzünden maskara olduk millete dedi. Parmak uçlarıma kalkarak yanağını öptüm. Bende seni seviyorum Patron. Kredi kartını vermene gerek yok. Bilgileri bende var zaten diyerek yanından uzaklaşırken, Seni başıma bela eden Semih`e tüküreyim ben diye abime saydırıyordu. İşte böyle. Patronumla çok anımız var bunun gibi. Bir ara anlatırım sana da Sarha`cım.” Esra kahkaha  atarken Sahra kendini tutamayarak kıkırdamıştı. Çünkü Şenay anlatırken Alp`in dediklerini sesini kalınlaştırarak  anlatıyordu. Çok komikti.   "Şenay seni kovdum biliyorsun değil mi? Kendine yeni bir iş bulabildiğini umuyorum." diyen adamla genç kadın irkilirken Şenay gayet rahat tavırla önündeki çay bardağını aldı. İçmeden önce gözlerini devirdi. "Haftanın her günü beni kovmaktan cidden sıkılmadın mı? Gerçekten merak ettiğimden soruyorum?" Alp kollarını göğsünde bağlayarak baktı ona. Böyle yapınca olduğundan daha iri gözüküyordu. Ve adam bunun farkındaydı. "Peki sen haftanın her gün kovulduğun şirkete gelmekten sıkılmadın mı?"diye sorunca Şenay boştaki elini havaya kaldırdı. "Pes vallahi pes. Ben seninle neden çalışıyorum ah bir bilsem?” Alp işaret parmağını alt dudağına vurarak düşünür gibi yaptı. “Pahalı çantalarını aldırmak için çalışmayasın benimle? Nasıl sebep?” Koltuktan kalkarak mutfaktan çıkan kadın Şenay`ın ona ne cevap verdiğini duymadı. Akşam üzeri uyuduğu odaya girerek yatağa yattı. Cenin pozisyonuna gelerek dizlerini göğsüne doğru büktü. Avuç içini karnına koyarak göz pınarlarını zorlayan  yaşlarını serbest bıraktı. Güzel gece geçirmişti. Etrafındaki insanlar iyiydi. Ama o yine de yalnız hissediyordu. Yuva, ev bellediği adam yoktu. Onun olmadığı dünya yaz sıcağında bile kara kış gibi soğuktu.  “Cenk” diye inledi hıçkırarak. “Sana öyle ihtiyacım var ki. Beni sarmana, sevgi dolu sözlerinle teselli etmene o kadar ihtiyacım var ki. ” ağlayarak karnını okşadı. Etrafındaki onca insana rağmen uğruna evini terk ettiği adam yoktu yanında. Bebeğiyle bir başına ortada kalmıştı. Ailesinin onu aradığını hatta hükmünün bile verildiğini biliyordu. Orada adetler çok sertti. Önünde herkesin boynunun kıl kadar ince olan bir töresi vardı. Ağlayarak uykuya dalan kadın rüyasında Şanlıurfa`nın tarihi Bedestan (Kazaz) çarısındaydı. Kardeşi ve yengesinden türlü bahaneyle uzaklaşan kadın, çarşının boş sokağına doğru yürüyordu. Eskiden kuyumcu dükkanı olan boş bir dükkanın önünden geçerken bir el ağzına kapanarak dükkana doğru çekildi. Ağzını kapatan ele doğru çığlık atsa da o ses dışarı boğuk bir hırıltı gibi çıkmıştı. Korkudan kalbi parçalanacak kadar hızlı atıyordu. Elin sahibi sırtını göğsüne yaslayınca çırpınmaya başladı. “Bitterim” sesini ve hitabını duyduğunda bedeni gevşeyen kadın sırtını ağzını kapatan elin sahibine yaslandı. Adam elini çektiğinde derin nefes alarak döndü ve cılız yumruklarını göğsüne vurmaya başladı. “Çok korkuttun beni aptal. Başka adam dokundu sandım.” Cenk kısık sesle kahkaha atarak kadını sıkı sıkı sardı. Tepesine sevgi dolu öpücük kondurdu. Dokunuşları ve sesi kadını mayıştırarak sevdiği adama sarılmasını sağladı. “Özür dilerim Bitterim. Şaka yapmak istemiştim.” dedi. Derinden gelen sesini duyan kadın gülümsese de yanağını küskünce adamın sert göğsüne sürttü. “Küstüm ben sana” dedi küçük kız çocuğu gibi. Adam onu kendinden uzaklaştırarak yüzüne baktı. Doğal sürmeli kara gözleri, kömür karası parlak saçları, pembe dolgun dudakları küçük hokka burnuyla cennetin yerde unuttuğu melek kadar güzeldi. Seven kalbi kabararak kadının yüzünde ve içinde taşıdığı masumiyete bir kere daha aşık oldu. Eğilerek alnını öptü. “Askere küsülmez güzelim. Bilmiyor musun?” Gözlerini süzdü kadın. “Neden askere küsülmezmiş?” diye sordu umursamaz olmaya çalışarak. Başarılı mıydı değil miydi onu bilmiyordu. Cenk eğildi ve burnunu kadının burnuna sürttü. “Bugün küstüğün askerin yarın şehit cenazesini görebilirsin çünkü.” Dediğinde kadının bedeninden geçen ürperti içini titretmişti. Kollarındaki adam da askerdi ve onu bir daha görememe gibi durumu vardı. Kafasını şiddetle yana sallayıp ileri atıldı ve adamın beline sıkıca sarıldı. Onun olmadığı dünyada aldığı her nefes ciğerine iğne gibi batardı biliyordu. “Seni kaybetmeyeceğim sevgilim. Askerliğin bitecek. Biz evleneceğiz. Çok mutlu olacağız.” dedi sesi titreyerek. Ağlamak istemiyordu. Ağladığında adamı nasıl üzdüğünü biliyordu. Cenk eğilerek kadının kulağına  “Tabii bir de boy boy çocuklar yapacağız. Değil mi?” dedi. Oyunbaz sesi aralarındaki acılı havayı dağıtarak kadının gülümsemesine neden olmuştu. Kadın “Pis” diyerek adamın göğsüne vurdu. Genç kadın kan ter içinde anılarıyla dolu uykusundan uyandığında oturur pozisyona geçti. Islak yanaklarını elinin tersiyle silerek ayaklarını yataktan sarkıttı. Üstünde kıyafetleriyle uyuyakalmıştı ama üzerini biri ince pikeyle örtmüştü. Pikeyi kenara iterek yataktan kalktı. Odadan çıkıp koridorda yürürken ara ara akan gözyaşlarını siliyordu. Mutfağa girdiğinde ışığı açtı. Etrafa bakmadan buzdolabına yürüdü ve kapağını açtı. Serin su dolu sürahiyi alarak masaya bıraktı. Bardak aramak için açtığı ilk dolapta dizili bardakları bulunca dudaklarını birbirine bastırarak bardaklardan birini aldı ve sürahiden su koydu. Sandalyeyi çekerek oturdu ve içmeye başladı. İki bardak su içtikten sonra kalktı ve sürahiyi alarak buzdolabına doğrü yürüdü. Kapağını açarak sürahiyi rafa koyacakken gözüne küçük tencerede akşam yedikleri yaprak sarmalarından kalanlar ilişti gözüne. Canı aniden çekince alt dudağını ısırdı. Dolabın kapağını kapatarak gözlerini kapattı. Bir süre öyle bekledikten sonra gözlerini açtı ve arkasını dönerek dolaptan birkaç adım uzaklaştı. Yanına düşen ellerini yumruk yaparak gitmek için adım atmak istese de ayakları bir türlü gitmiyordu. O dolmaları canı öyle çekiyordu ki, aklı dumanlanmış elleri ceplerinde kendisini izleyen adamı bile fark etmemişti. İçindeki istek öyle yoğundu ki, oflayarak geri döndü ve buzdolabının kapağını açtı. Tencereyi alarak masaya koydu ve sandalye çekerek oturdu. Tencerenin kapağını açarak mis gibi kokan sarmalara saldırdı. Yerken öyle hızlıydı ki, son lokmasında neredeyse boğuluyordu. Kendini tutarak birkaç saniye durdu. Ağzındaki lokmayı çiğneyerek yuttu. Gülümsemeye çalışarak temiz eliyle karnına dokundu. Hâlâ gördüğü rüyanın etkisindeydi. Yediği lokmalar birer hançer gibi göğsünü yara yara iniyordu midesine. “Bak senin yüzünden gizlice milletin yemeğini yedim anneciğim. Beni neler yapmaya mecbur bırakıyorsun sen.” sesi titremişti konuşurken. Öyle doluydu ki, biri dokunsa ağladı ağlayacaktı. “Yoksa sen de baban gibi sarma görünce dünyayı mı unutacaksın bebeğim? O burada olsaydı şimdi tencerenin hepsini yer bana hiçbir şey bırakmazdı.” Bebeğiyle konuşması onu izleyen adamın yavaş yavaş sinirle dolmasına neden olmuştu. Hele bir de kardeşi hakkında konuşması, dişlerini sıktı. “Yalancılıktan hırsızlığa mı geçiş yaptın küçük fare?”    Genç kadın adamın sesnini duyunca korkuyla yerinden sıçradı. Etrafına bakınarak adamın nerede olduğunu görünce dişlerini sıktı. Ne zamandır oradaydı o? Yaptıklarını gördüğüne göre başından beridir kendisini izliyordu.  "Ne alakası var? Hamileyim ben. Acıkmam normal." sesi sinirli çıkmıştı. Alp gözlerini devirerek mutfağa girdi. Ağır adımlarla kadının tam önünde durdu. Elleri hâlâ ceplerindeydi. Aralarındaki birkaç santimlik mesafeden rahatsızlık duyan kadın bir adım geri gitti.    "Yine bir acıtasyon şovu. Eee ne zaman ağlamaya başlayacaksın? Merak  ediyorum doğrusu" her seferinde kendi kendine adamın kör bıçak gibi acıtarak kesen sözlerine üzülmeyeceğine dair sözler veriyor ama yine de üzülüyordu. Üzülmeyecek gibi de değildi ki. Adam acımasız sözleriyle incitiyordu kadını.  "Senin yanında ağlamayacağım. Asla" dedi kuyruğu dik tutmaya çalışarak. Adamın kaşları alayla yukarı kalktı. Boynunu hafif sağa doğru kırarak kadını izlemeye başladı. ”Emin misin?" diye sordu. Sorusu sıradandı fakat sesi küfreder gibi çıkmıştı. Zaten gördüğü anısı yüzünden hassastı adamın tavırları da hassas hislerini tahriş edince ağzından çıkanları kontrol etmekte zorlanmıştı. "Çok merak ediyorum sen nasıl Cenk'in abisisin? Ona hiç benzemiyorsun. Onun gibi güzel kalpli adamın senin gibi gaddar, acımasız adamla aynı kanı taşıması mümkün değil. Ne yaptım ben sana? Geldiğim günden beri demediğin laf kalmadı. Senin adamlığın bu mu? Cenk anlatırdı abim yok böyle iyidir yok şöyle iyidir. Şimdi dediklerini duysaydı eminim dediklerinden utanırdı." Adam iki büyük adımda kadının yanına gelerek kolunu yakaladığı gibi oturduğu sandalyeden kaldırdı. "Bana bak Küçük Yılan. Kardeşimin adını bir daha ağzına alırsan senin o dilini kopartırım. Duygularını kırar, ruhunu parçalayıp eline veririm." Gök gürültüsü gibi korkunç çıkan sesine eşlik eden acımasız kelimeleri kadının ağlamasına neden olmuştu. “Anladın mı?” diye sorsa da kadın sessiz kalmıştı. Kendisini cevapsız bırakan kadının kolunu daha fazla sıktı. "Anladın mı dedim sana. Bana cevap ver lanet olasıca" bağırınca mutfağa telaşla giren Esra onlara doğru hızla gelerek adamın koluna dokundu. Kadına öfke kıvılcımları saçan bakışlarıyla bakan genç adam kolundaki baskıyla kafasını yana çevirdi. Endişeli gözlerle kendisine bakan Esra`yı gördü. Esra adamın beyazları kızarmış gözlerinden korkmuştu. Adamın gözlerindeki kana susamış canavarı ilk kez görüyordu. Zavallı Sahra için üzülmüştü. Gözleri dolu dolu baktı adamın kıpkırmızı gözlerine. "Alp bırak lütfen." titrek sesle rica etti adamdan. Alp vur emir verilmiş asker gibi acımasızca daha fazla sıktı kadının kolunu.  Kadın acıyla inleyince Esra elini adamın kadının kolunu tuttuğu elinin üzerine koydu. Hafifçe sıktı.  "Biliyorum ve seni anlıyorum. Ama böyle olmaz. Onun canını yakamazsın. Kardeşinden ve ya başkasından, o bir can taşıyor Alp. Yapma. Doğmamış bebeğe saygılı ol lütfen." Genç adam öfke dumanından kurtulmuş küçük mantık kırıntısına sarılarak kadının kolunu savurur gibi hırsla bırakıp bahçeye açılan kapıdan dışarı çıktı. Sallanmanın şiddetiyle sendeleyen kadını Esra tuttu. Kendine çekerek sıkıca sarıldığı kadının sırtını okşamaya başladı. Hıçkırarak ağlıyordu. Olan biteni dikkatle izleyen Semih karısının yanına vardı. Heyecandan titreyen kadının şakağını öperek "Güzelim ne duyarsanız duyun sakın bahçeye çıkmayın tamam mı?" dedi. Sevdiği adamın dokunuşlarıyla sakinleşen kadın "Ama Semih” diye itiraz etmeye çalıştı. "Güzelim lütfen. Öfkesi dinmeden karşına çıkarsanız fiziksel olarak da yara alırsınız." Sonunda pes eden Esra kafasını salladı. "Tamam canım" Semih kafasını sallayarak karısının kollarında titreyen kadına bakmadan dostunun arkasından bahçeye çıkıp kapıyı kitledi. Eşinin gidişinin ardından kollarındaki kadını kendinden uzaklaştırıp yanaklarını sildi. Az önce adamın sıktığı koluna dokunmamaya çalışarak sandalyeye doğru götürdü. Yarın orada kocaman morluğun oluşacağını biliyordu. "Gel otur Sahracım. Sen dolmanı yemeye devam et ben kolun için buz getireyim." diyerek buzdolabına doğru gidip kapağını açtı ve buz torbasını aldı. Genç kadın ağlayarak oturdu ve kalan dolmaları yemeye devam etti. Semih dışarı çıktığında Alp bahçede öfkeyle volta atarak saçlarını çekiştiriyordu. Birkaç büyük adımda dostunun yanına vardı. "Alp sakin olmak zorundasın." dedi sakin ses tonuyla. Alp Transa geçmiş gibi yanından geçtiği tahta sandalyeye tekme geçirdi. "Alp! Sana diyorum dur artık!" Kıpkırmızı gözlerini dostuna çeviren adam kana susamış kurt gibi bakıyordu. ”Onu öldüreceğim. Hayatımızın içine edip düzenimizi bozduğu için onu öldüreceğim" Yavaş yavaş sinirlenen Semih genç adamın yakasına yapışarak sertçe sarstı. "Öyle bir şey yapmayacaksın. İzin vermem. Duydun mu beni! Kendine gel artık" diye bağırdı. Alp dostunun elinden kurtularak dişlerinin arasından hırladı. "Kendime geleyim öyle mi?" öfkeyle masaya doğru yürüyerek tahta sandalyelerden birini aldı. Sandalyeyi başının üzerine kaldırarak olanca gücüyle masaya vurdu. Büyük gürültü çıkararak parçalanan sandalyeye baktı Semih.    "Oldu mu doktor? Geldim mi kendime? Ya da dur bakayım kendime gelmiş miyim?" alayla bağırıp diğer sandalyeyi de kırdı. Hızını alamayarak üçüncü sandalyeyi de kırdığında sandalyenin kırık tahtası avucunu yaralayıp yüzünü buruşturmasına neden olmuştu. Sandalyeyi yere fırlatarak kan sızan elini havaya kaldırdı. Adamın boşluğundan faydalanan Semih yanına yaklaşarak suratının ortasına yumruğunu geçirdi. "Senin öfkene sokacağım artık. Bahçenin anasını ağlattın. Dur be adam. Dur artık." Yere düşen Alp diğer elini patlayan dudağına götürerek küfretti. "Öfkenin boyutunun farkına var artık. Kendine zarar veriyorsun. Görmüyor musun? Ne yaptı lan bu kız sana? Bilmeden etmeden saldırıyorsun. Bu kadar mı vicdansızsın lan sen?" öfkeyle bağırsa da elini yere düşen dostuna uzatmayı ihmal etmedi. Onu yerde görmeye içi el vermemişti. Elini tutmayı reddeden adam avucunu yere bastırarak kalktı. Ateş saçan bakışlarını dostuna dikti. "Doktor!" diye bağırarak uyardı onu. Semih öfkeden gözü dönmüş dostunun önüne giderek göğsüne vurdu. "Yok doktor falan. Kendine çeki düzen ver içeriye öyle gel. Ha yok ben hala kuduracağım diyorsan evimden hemen defol. Dokunduğun her yere zarar vermekten vazgeç artık." Sertçe uyardığı adamı bahçece yalnız bırakıp eve girdi. Giden dostunun arkasından baktıktan sonra yüzünü göğe kaldırdı. "Vazgeçemem Doktor. Bu saatten sonra olmaz." dedi kendi kendine. Kanlı elini havaya kaldırarak baktı. Tahta elini çok kötü yaralamıştı. Elinin acısı umurunda bile değildi. İçindeki kardeş acısı elinin ağrısını küçük sızı gibi hissettiriyordu. Bahçeden çıkacağı sırada duyduğu sesle duydu. “Alp dur” dedi kendisine yaklaşarak. Arkasına dönerek kendisine seslenen kişiye baktı. Bahçe ışıklarından parlayan elini fark eden kadın küçük bir çığlık attı. “Ne istiyorsun Şenay?” diye sordu bıkkınlıkla. “Eline ne yaptın sen böyle?” tutmak için elini uzattığında geri çekildi adam. “Git başımdan Şenay.” Diyerek uzaklaşmak istediğinde koluna yapıştı Şenay. “Lütfen bakmama izin ver. Elin çok kötü.” Yalvaran ifadesine bakıp gözlerini devirdi adam. “Pes etmeyeceksin değil mi?” diye sorunca kadın kafasını şiddetle salladı. Zaten cevabı biliyordu. “Git ne halt getiriyorsan getir de işini yap.” Ağzından çıkanları bekliyormuş gibi kadın eve doğru yürüdü. Beş dakika sonra geri geldiğinde elinde ilk yardım çantası vardı. Adamın elini kavrayarak ilerideki kış bahçesine götürdü. İçeri girdiklerinde ışığı açarak adamın koltuklardan birine oturmasını bekledi. Alp üçlü koltuklardan birine oturunca o da yanına geçti. Çantayı açarak içinden gerekli şeyleri çıkardı. İlk önce cımbızla yaraya takılmış küçük kıymıkları çekip çıkardı. Kıymıklardan kurtulduktan sonra gazlı bezle yarayı temizlemeye başladı. Alp onu bir süre izledikten sonra konuşmaya başladı. "Sizi bana paket halinde mi verdiler?" "Anlamadım?"  Eliyle ilgilenen Şenay kafasını kaldırarak adama baktı. "Sizi diyorum paket halinde mi verdiler bana? Başta yengen, az önce gerzek abin, şimdi de sen."  Şenay adama cevap vermeden önce yüzüne bakarak gazlı bezi sertçe yarasına bastırdı.     "Bir, abime gerzek deme, iki kendin kaşınıp duruyorsun. Hiiç bana öyle gözlerini büyüterek bakma. Hep kendin kaşınıyorsun arkanı toplamak da bana kalıyor." "Üç nerede üç?" "Ne üçü?" "Az önce sayıp duruyordun ya. Üçü söylemedin." "Ha o mu? Üç. O çok istediğim ama biletleri aşırı aşırı pahalı olan çanta lansmanı için bana bilet alman patron." "Hey allahım. Kendine her yerden pay çıkarmakta üzerine yok lan. Sonunda benim ocağıma incir ağacı dikeceksin sen." "Keyfin bilir.  Yengem Sahra`yla ilgileniyor. Gerzek abimin şuan senin yüzüne bakacağını sanmam. Al kendin yap pansumanını bana ne." deyip tam kalkacakken adam kadının kolunu kavradı. "Tamam tamam. Git ne istiyorsan al. Yeterki bitir şu pansumanı." dedi sıkkın sesle. Şenay sanki bunu bekliyormuş gibi yerine geçerek bezi aldı. "Eyvallah patron" diyerek sırıtan kadını “Fındık” diyerek gıcık etmeyi ihmal etmedi elbette. “Sinir küpü” dil çıkardıktan sonra işine devam etti. Genç adam yarasını sardıktan sonra ayağa kalkan kadına baktı bir süre. Elindeki çantayla öylece durarak kadın da ona bakmaya başladı. Beklediği bir şey vardı ve adam da onu vermekte gecikmedi. Kollarını açarak  “Gel buraya” dedi sakin sesle. Şenay elindekini sehpaya bırakıp adamın kollarının arasına girdi. Adamın beline sıkıca sarıldı. Semih dışarıdan her ne kadar nezih ve anlayışlı biri gibi gözükse de hiç de öyle biri değildi. Kardeşine karşı koyduğu katı kuralları, yasakları ve hödüklüğü durumun ıspatıydı. Alp ise Semih`in tam tersi gibi gözükse de kardeşi gibi sevdiği kadına asla kıyamıyordu. Söylense de, didişse de, kavga etse de hep onun dediğini yapıyordu. Az önce istediği şeyi yaptığı gibi. O yüzden Şenay dış görünüşün fazlasıyla yanıltıcı bir faktör olduğunu çok uzun zaman önce öğrenmişti.  “Canın çok yandı mı abi?” diye sordu geri çekildiğinde. Adamın tamamıyla sakinleştiğini görmek onu mutlu etmişti. Bakışlarındaki fırtına dinmiş yerini sessiz sakin karamellere bırakmıştı. Alp kadının sorusuna dudaklarını süsleyen küçük tebessümle kafasını yanlara sallayarak cevap verdi. “Sen benim başımın en tatlı belasısın Fındık” Şenay “Fındık demiyeydin iyiydi” diyerek takıldı ona. Genç adam kadının saçlarını karıştırdı. Hiç sevmediği ikinci şeydi yaptığı. Saçlarını düzeltirken gözlerinden ateş saçarak baktığı adam alt dudağını ısırarak gülmemeye çalışıyordu. Şenay onun daldan dala atlayan garip ruh haline alışmıştı. “O gerzek dediğin dostun seni buraya postaladı. Evime gelmesin ama burada kalsın dedi.” diyerek ayağa kalktı. İlk yardım çantasını alarak adama baktı. “Gerek yok.” Ayağa kalkarak giriş kapısına doğru yürüdü. Karşısına çıkan dostu engel olmasa dışarı çıkacaktı. “Hiçbir yere gitmiyorsun. Burada gözümün önünde kalacaksın. Zaten birazdan sabah olacak.” “Git başımdan doktor” diyerek dışarı çıkmak istese de Semih dağ gibi karşısına dikildi. “İçeride senin yüzünden ağlayarak uyuya kalan bir kadın var Alp. Azıcık vicdan belirtisi göster be adam. Kadın içeride perişan haldeydi. Esra zor sakinleştirdi. Kolu desen kocaman morluk kaplı.” sinirle göğsünden ittirerek geri geri gitmesine neden oldu. “Git zıbar şurada beni daha fazla delirtme.” Şenay öfkeyle dostuna doğru giden adamın önüne geçti.  “Abi lütfen.” dediğinde Alp tuttuğu nefesi dışarı üfledi. Öfkesi dinmemişti ama ellerini göğsüne koyarak dolu dolu gözlerini kocaman açarak kendisine bakan kadına kıyamadı. “Sadece senin için Şenay” diyerek sinirli bakış attı arkasındaki adama. *****  Ertesi sabah yola çıktıklarında Sahra adamın yanına değil arka koltuğa oturdu. O arka koltuğa otururken adam dikiz aynasından bakmış tek kaşını kaldırmıştı. Başka hiçbir tepki vermemişti. Vermesini de istemiyordu. Ondan ne kadar uzak olursa o kadar iyi olacaktı. Arabaya binmeden önce kendisine sıkıca sarılan Şenay ve Esra`dan ayrılırken buruk hissetmişti. Bu iki kadın kısa sürede onun için çok değerli olmuşlardı. Daha önce hiç arkadaşı olmamıştı. Kuzenleri ve kardeşi Sıla yetiyordu ona. Onlarla da öylesine muhabbet ediyordu. Sırlarını asla vermiyordu. Gerçi Cenk`le tanışana kadar hiç sırrı olmamıştı. Onu da evden kaçmadan önce kardeşine söylemişti. Şimdi evini düşünmeyi kesmeli, göz kapaklarını ağırlaştıran uykuya teslim olmalıydı. Arka koltuğa yattı. Gözlerini kapattığında burnuna dolan kokuyla yüzünde acı dolu ifade belirmişti. Kafasını koyduğu yerde adamın üzerinden çıkardığı tişörtü vardı.  Cenk kokuyordu. Titreyerek tişörtü kavradı. İçine dolan ateş ciğerlerine sıçramış köz köz etmişti. Güzel gülüşü, sesi aklına geldikçe nefesi tıkanıyordu. Durduramadığı gözyaşlarını akıtırken arabayı süren adam hıçkırığını duysa da neden ağladığını sormamıştı. Bir saat sonra arabayı benzin istasyonunda durdurduğunda kadın arka koltukta uyuyordu. Ona bakmayı keserek kapıyı açtı. Aşağı indikten sonra kapıyı sertçe kapattı. Öyle sert kapatmıştı ki kadın irkilerek uykusundan uyanmıştı. Gözlerini ovuşturarak kalktığında adam amacına ulaşmıştı. Kapıyı kadını uyandırmak için öyle sert kapatmıştı. Kadının olduğu tarafın kapısını açtı. “İn” dedi. Kadın adamı dinlemek bir yana yüzüne bile bakmadı. Adam bakışlarını yukarı kaldırarak  derin nefes aldı. Bakışlarını aşağı indirdiğinde kadına bakıyordu. “Benzini depoya doldururken arabada kimse olmamalı Küçük Yılan. İn aşağı. İn de ihtiyacın filan varsa gider. Bir saat hiçbir yerde durmayacağım çünkü.” Adamın açıklamasını duyduğunda hak verdi. Zaten mesanesi de patlamak üzereydi. Hemen inmeliydi. O yüzden tek kelime etmeden indi. Lavabonun yerini sormak için elemanlardan birine yaklaşacağı sırada adamın “Önündeki patikayı takip et. Sonunda tuvaletlerin olduğu yere ulaşacaksın.” sesini duyunca suskunluğunu koruyarak dediğini yaptı. Tuvalette ihtiyacını giderdikten sonra elini yüzünü yıkadı. Uyurken sıcaklayıp terlemişti. Boynuna su çarptıktan sonra dışarı çıktı. Benzin doldurma işi bitmişti. Adam arabada onu bekliyordu. Güneş gözlüklerini takmıştı. Saçları asi bir tavırla dağılmıştı. Sakalları birkaç günlüktü ama ona yakışıyordu. Yanından geçip giderken bakışları direksiyona koyduğu sargılı eline takıldı. Şenay ağabeyiyle onun arasında geçen kavgayı anlatmasaydı eline ne olduğunu merak ederdi. Çünkü o bu kalpsiz yabaninin aksine içinde merhamet taşıyan bir insandı. Düşünceler içinde kapıyı açıp bindikten sonra arabaya dolan enfes kokuyu duyumsadı. Midesi kokuya hemen tepki vererek guruldamıştı. Neyse ki adam telefonla konuştuğu için o sesi duymamıştı. Kokunun kaynağını ararken onun yanıbaşında olduğunu görünce şaşırmıştı. Yemeği kendisine mi almıştı? “Senden nefret edebilirim ama aç kalmana müsaade edemem Yılan. Ye.” Kısa telefon görüşmesinden sonra telefonu kapatmış kadının tepkisini izlemişti. Gurur yapabilir paketi adama fırlatabilirdi ama o hamileydi ve acayip acıkmıştı. Tek kelime etmeden paketi açtı ve enfes yemeği kokladı. Yanında yine ayran vardı. Dudaklarını yalayarak ince dilimlenmiş etten bir parça aldı. “İskender kebap mı bu?” diye sordu kendini tutamayarak. Arabayı çalıştıran adam aynadan ona baktı. “Evet” dedi kısaca. Kadın tek kelime etmeden yemeye devam ederken adam benzin istasyonundan çıkıyordu. Sahra yemeği o kadar beğenmişti ki, dayanamadı ve “Teşekkür ederim” diye mırıldandı. Alp bakışlarını yoldan ayırmadan “Afiyet olsun” dedi. Sahra cevap vereceğini beklemediği için şaşırmış ve bu şaşkınlığın yüzüne vurmasına izin vermişti. Aynadan kendisine bakan adam “Ne oldu” diye sordu. “Terslemedin” diye mırıldandı bakışlarını aynadan çekerek. “İnsani tepki verdik diye mi şaşırdın?” tek kaşını kaldırdı. “Hep Yabani gibi davranınca insani tepki vermen şaşırtıyor açıkcası.” “Bak yavaş yavaş geliyorlar Yılan. Kaşınma istersen.” sesi ağır tehdit içeren adama bakmadan “Seninle tartışmak istemiyorum.” dedi. İki saat yimri dakika sonra Kütahya`ya vardıklarında kadın yine uyuyordu. Onun uyuduğunu gören Alp yine aynı şekilde uyandırmıştı. Bu sefer şaşırmadan aşağı inen kadın Esma`ların evinin önünde olduğunu gördü. Mor olan kolunun üzerinde uyumuştu yol boyunca. Elini kaldırarak hafifçe okşadı orayı. Esma sanki onu bekliyormuş gibi kapıyı açarak ok gibi dışarı fırladı. Yanlarına geldiğinde kadına sıkıca sarıldı. Ona karşılık veren Sahra gülümsüyordu. Birkaç dakika sarıldıktan sonra geri çekilen Esma kadını anne edasıyla inceledi. Kollarını kavrayarak onu inceleyen Esma kadının mosmor olmuş ağrıyan kolunun üzerine baskı yaptığından habersizdi. Yüzünü buruşturmamak için kendini zor tuttu. Esma morluğu daha fark etmemişti çünkü üzerinde ince hırka vardı. “Seni çok merak ettim. İyi misin?” diye sordu. Sesinden nasıl endişelendiği çok iyi anlaşılıyordu. Sahra dönerek telefonuyla ilgilenen adam baktı. Adam bakışlarını hissetmiş gibi kafasını kaldırarak onlara baktı. Esma bakışlarını takip ettiği kadının kime baktığını görünce yine bir şeylerin olduğunu anlamıştı. “İyiyim abla merak etme” dedi sakin sesle. Bakışlarını çekmişti adamdan. “Nerelerdeydiniz siz?” diye sordu Esma adama bakarak. Alp Sahra`ya kısa bakış attı. Eliyle onu gösterdi Esma`ya. “Sende kalsın bir süre. Anama sende kaldığını duyurma ama. Ben birkaç güne sorunu çözeceğim. Durum daha netleşince büyük ihtimal gider bu.”kadına soğuk bir bakış atarak gitmek için hareketlendi. “Hangi sorunu halledeceksin? Neler oluyor? Neden bu kız senin yanındaydı Alp?” sorularını sırayla dizeleyen kadına baktı Alp. Yanındaki kadını işaret etti bakışlarıyla. “Sana anlatır.” diyerek yanlarından uzaklaşarak arabaya bindi ve çalıştırdı. Birkaç metre ileride durarak indi. Evi çok yakındaydı. “Eline ne oldu onun?” diye sordu adamın eve girişini izlerken. “Semih ağabeyle kavga etti.” dediğinde Esma çok şaşırmıştı. “Semih`le kavga mı etti? Semih öyle kavgacı çocuk değil. Neden kavga etmişler ki?” diye sorunca Sahra onu “İçeri geçelim anlatırım abla.” diye yanıtladı. Esma kadının elini kavrayarak eve soktu. Neler olduğunu merak ediyordu. ayakkabılarını çıkartarak eve giren kadının arkasından gelen Esma “Aç mısın?” diye sordu. Koltuğa oturmadan önce kadına gülümsedi Sahra. “Yok abla.” Dedi. “Kendi ellerimle mis gibi limonata yaptım. Getireyim de serin serin iç.” “Olur abla içerim. Ama dur ben kendim alayım. Sen zahmet etme” dediyse de Esma onu yerinden kaldırtmadı. .
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD