7.Bölüm "Ters Köşe"

2303 Words
7. Bölüm – “Ters Köşe” Aybige Türkeli… 🖋️🖋️🖋️ Kaşıkla cam kırıkları yemiş gibiyim. Boğazımda ve kalbimde anlamsız bir sızı var. İçim yanıyor… Giden yıllarıma, gençliğime, peşinden değil koşmak; adım bile atamadığım hayallerime, içim yanıyor. En azından şu hayatta bir şeyi başardım diyorum kendi kendime… Tanımadığım bir yerde, tanımadığım insanların kalbine dokundum yazdığım cümlelerle. Tek tesellim bu. Belki bir yerlerde benim kitaplarımı okuyup hüzünlenip ağlayan, içini boşaltan insanlar olmuştur. O ağlamadan sonraki rahatlama hissi… Ya da yazdığım komik cümlelere kahkahalar atanlar. O anki neşe, asla parayla satın alamayacağımız duygular… Her zaman söylerim, ‘hiçbir kalbe kapısını kırarak giremezsiniz’ diye. Ben o kalplere cümlelerimle dokunup girdim. Sevildiğimi, kitaplarım okundukça bana gelen mesajlardan anlıyorum. Hem ağladım hem de derin düşüncelere daldım… Bu dalgınlıktan, yanımda oluşan hareketlilikle çıktım. Hızla başımı kaldırıp baktım; Timur’la göz göze geldik. “Özür dilerim, korkutmak istemedim.” dedi. “Dalmışım. Pardon. Hareketlilik olunca köpek geldi sandım.” dedim. Tebessüm etti Timur ve sigara paketini aldı eline, içinden bir tane çıkarıp yaktı, sonra paketi bana uzattı… “Kullanmıyorum.” dedim. “En doğrusunu yapıyorsun kullanmamakla.”. deyip kendi sigarasından derin bir nefes çekti. “Çok kötüyüm, canım çok acıyor Timur…” dedim. Sesim ağlamaklı tonda çıktı. Dibime oturmuştu, aynı ağacın gövdesine sırt verdik. “Geçecek Aybige… Bu üzüntün, bu hayal kırıklığın da geçecek. Seni hep duydum ben. Evde olduğum zamanlar, annemin de babamın da konu sana geldiğinde gözlerinin ışıl ışıl olduğunu hatırlıyorum. Senin için methiyeler dizip överlerken dinledim onları. Gördüğün gibi kalabalık ve hareketli bir ortamdayım; ne zaman, nereye göreve çıkarım belli olmuyor. Anlık yaşıyorum. O yüzden buraya gelince konuşulanları hep unutuyorum mecburen. İşime odaklanıyorum. Şimdi… Bir haftadır sen buradasın ya, o konuşmalar tek tek hafızamda tazelendi. Hem annem, hem babam; ‘Aybige çok naif, Aybige çok terbiyeli, Aybige çok hamarat, Aybige çok akıllı, Aybige çok fedakâr…’ dediler daima. Kesinlikle hiç kimse senin için sinirli, şımarık veya tembel demedi. Asena mesela… Anne ve babamın yanında, senin tabirinle düzgün bir ailede doğdu büyüdü. Her dönemi ayrı sancılı geçti bizim için. Ergenlik yıllarını hatırlamak bile istemiyorum onun. Asla senin gibi olamadı hiçbir zaman. Annem sık sık Asena’ya seni örnek verirdi. Hayallerini kurduğun hayat nasıldı bilemem ama arkandan güzel konuşulması bin tane hayale bedel değil mi Aybige?” dedi. Asena, Timur’un kız kardeşi… Timur’dan küçük. O da benim gibi 24 yaşında. Laboratuvar teknikeri ve beni hiç sevmez; bunu da asla gizlemez. Timur’un annesi Latife teyze; yok yok, Asena sever seni dese de biliyorum sevmediğini. Hissediyorum. Derin bir nefes alıp verdim ve; “Beni tanıyanlar böyle der… Tanımayanlar ya da yeni tanıyanlar daha farklı konuşur, konuşacaklar hep. Bilmiyorsun Timur… Sahte hesaplarla bana gelen o mesajları bilmiyorsun. İnsanların gerçek yüzleri ve düşünceleri nasıl, ben şahit oldum ama sen bilmiyorsun. # Ev kızısın, hayatın şu yazdığın kitaplardan ibaret. # Lise mezunusun, senin gibi bir malla aynı mesleği yapıyorum. # diye gelen mesajları ben okudum, sen değil.” dedim. Şimdi bu hakaretleri duymamda anne ve babamın da aslında payının olduğunu öğrenmek, benim için yıkım oldu. Timur; “Ne yani? Güzel bir şeyler üretmek için illa üniversite mezunu mu olmak gerekiyor? Bu egolu zihniyetin seni eziklemesine asla izin verme. Bir sonraki adımın daha başarılı ve kararlı olsun.” dedi. “Zaten öyle oldu; çözümü onda buldum. Hep daha iyisi ortaya çıksın diye çabaladım.” “İşe de yaradı Aybige. Ben okudum senin bütün kitaplarını. Senin yazdığını bilmeden… Bu Kalem-i Tomris, her kurgusunda üzerine bir şeyler katarak ilerledi dedim. Benim gibi bir insan bile senin hakkında, seni tanımadan böyle düşündüyse gerçekten başarılı ve bir şeyler üretmeyi bilen birisin demektir. Senin yeteneğin bununla ilgili. Bir şeyler üretmekle. Üniversite bitirip iki kelimeyi bir araya getiremeyen belki binlerce insan bulur çıkarırım senin karşına. Ayrıca çok sevdiğim bir söz var “Eğitim cehaleti alır; eşeklik baki kalır.” Gülümsedim, başımı geriye doğru atıp ağacın gövdesine yasladım ve; “Omuzlarımda büyük bir yük var… Eziliyorum bu yükün altında.” dedim. “Ayağa kalkacaksın, ezilmek sana göre değil. Şimdiye kadar nasıl güçlü olup direndiysen bugünden sonra daha da güçlü olacaksın. Hem kendin için hem kardeşlerin için.” “Çok kızgınım ikisine de… Hem anneme hem babama, çok kızgınım.” “Haklısın Aybige, şu olayda en masum sensin, en suçsuz sensin. Kızgın olmak sonuna kadar hakkın ama yapma… Kendini yıpratma. Bazen haklı olmak hiçbir işe yaramıyor. Tıpkı şu an senin ve benim durumum gibi. Babam yıllarca balıkçılık yapıyor ve yoruluyor diye üzülüyordum. Bırak artık bu işi dediğimde asla diyordu ve bırakmıyordu. Benim babam bile MİT Ajanı çıktı. İnan seni çok iyi anlıyorum. Kendini kandırılmış hissediyorsun; çok zor bir durum sevdiklerin tarafından kandırılmak… Ama atlatması imkansız değil, geçecek bu günlerde.” dedi. Başımı çevirip Timur’a baktım. O da bana baktı. Göz göze gelince gülümsedim ve; “Teşekkür ederim buzdolabı.” dedim. “Rica ederim kalemşör.” deyip ayağa kalktı, sonra elini uzattı bana. Ben de elinden tutup ayağa kalktım. Tam o anda adımı duydum. “Aybige, Çiçek Yazar!” diye seslendi Yüzbaşı Zafer. Timur sigarasını atıp asker selamını verdi. “Rahat ol asker.” dedi Yüzbaşı Zafer. Bu ikisi bir araya gelince ciddi manada ortamda gergin bir hava oluyor ama o havaya bir isim koyamıyorum. Yüzbaşı Zafer; “Şimdi haberim oldu her şeyden… Senin gibi vatansever, milliyetçi ve Asena ruhlu bir kız gerçekten de ancak İlbilge Hatunu’nun kızı olabilirdi. Ama sen… Sanki mutlu değilsin!?” Soru sorar tonda çıktı sesi… “Değilim Yüzbaşı… Hiç mutlu değilim. Ayrıca çok yorgunum. Kusura bakmayın, odama gitmek istiyorum. Dinlenmeye ihtiyacım var. Size iyi günler.” deyip ağaçların arasından, iki elim eşofmanımın cebinde, yavaş yavaş yürüyerek kaldığım binaya doğru ilerledim. Şimdi ne olacak? Nasıl yaşayacağız? Bana bir zarar gelse umursamam, direnir bir şekilde atlatırım ama kardeşlerim de tehlikede. Belki de hepimizin hayatı söz konusu… Bu düşüncelerle odaya girdim. Şule’yi ve babamı oturma odasında karşılıklı konuşurken gördüm. Büyük ihtimalle babam, olanı biteni Şule’ye anlattı. Ben içeri girince Şule hızlıca ayağa kalktı, gelip sarıldı. “Bir şeyler hatırlamana çok sevindim ama diğer meseleleri öğrenince de çok üzüldüm. Geçmiş olsun çiçeğim.” “Teşekkür ederim Şule. Ancak kusura bakmazsan hiçbir şey konuşmak istemiyorum. Sadece uzanıp dinlenmek istiyorum.” dedim. Babam; “Kızım, hiçbir şey yemedin sabahtan beri. Önce karnını doyur, bir şeyler atıştır; sonra gidiyoruz buradan. Konuşmak istediğin zaman ben hep yakınında olacağım. Neyin hesabını sormak istiyorsan sor bana. Ancak kardeşlerinin güvenliği için bir an önce dönmemiz lazım.” dedi. “Aç değilim, canım bir şey istemiyor. Gitmemiz gerekiyorsa artık gidelim. Zaten Şule bizim yüzümüzden perişan oldu, bütün işleri aksadı. En mantıklısı gitmek… Sizlerden tek bir şey rica ediyorum. İlbilge Hatun’la bir daha karşı karşıya getirmeyin beni.” Deyip diğer odaya geçtim. Yatağımın olduğu bölüme sırt üstü uzanıp on beş dakika kadar dinlendim. Sonra Şule geldi yanıma, elinde tepsi; çay ve simit var, bir parça da peynir. “Hadi bakalım sen bunları atıştır, ben de eşyaları toparlıyorum. Sonra İstanbul’a dönüş başlıyor. Boş mideyle yolculuk yaparsan daha yorucu, daha can sıkıcı olur. Miden bulanmasın… Henüz tam iyileşmedin zaten. Bu kadar aç kalman iyi değil.” dedi. Çaya dayanamadığım için toparlanıp tepsiyi aldım, atıştırmaya başladım. Şule bir taraftan eşyalarımızı topluyor, bir taraftan da birbirinden alakasız konulardan bahsedip aklımı dağıtmaya çalışıyordu. Keşke bu kadar basit olsa bazı şeyleri unutmak… Simit ve çayım bitince tepsiyi bir kenara bıraktım. Zaten birkaç parça eşyamız olduğu için Şule toparlama işini bitirmişti. Odadan çıkınca babamın da hazır bir şekilde bizi beklediğini gördük. Hep birlikte bu, misafirhane dedikleri 2+1 tarzındaki daireden çıktık. Bahçeye indiğimizde Timur ve timindeki askerleri gördüm. Biz merdivenlerden inerken onlar da bize doğru ilerledi. Timur, babamla tokalaştı. “Erdem Amca, konuştuğumuz her şey aklında eminim. Sadece hatırlatmak istedim son kez. Lütfen tek bir bakış dahi olsa şüphelendiğin bir durum olursa ara beni.” dedi. “Merak etme Timur. Çocuklarımın güvenliği söz konusu, o yüzden iki kat daha fazla dikkatli olacağım.” diye cevapladı babam. Daha sonra Timur bana döndü ve; “Geçmiş olsun Aybige. İki dakika gelir misin?” diye sordu. “Tabii.” dedim. Timur önde ben arkada, babamların yanından uzaklaştık. Sonra Timur bana döndü ve; “Seni koruma görevi bize verildi. Timimle birlikte seni koruyacağız ama şimdi değil…” “Ne zaman? Tekrar kaçırılırsam mı?” “Hayır Aybige, öyle değil. Şimdilik MİT tarafından en profesyonel şekilde korunacaksınız. Bir hafta, on gün kadar sıkı takiptesiniz. İstanbul’a döndüğünde İlbilge Hatun senin annen değilmiş gibi kaldığın yerden hayatına devam edeceksin. Bu ismi ve o toplantıyı unut. Normal rutine dön. İrlandalı, seni öylece evine gönderdiğimizi görünce peşini bırakacaktır. Ters köşe olacak, eminiz.” “Bana pek emin değilsiniz de… Bir şeyler deniyorsunuz gibi geldi. Umarım bu denemeden kimsenin canı yanmadan kurtuluruz.” “Canınız yanmayacak. Şüpheli tek bir bakış ya da hareket hissettiğinde hemen beni arayacaksın.” deyip kağıdı uzattı. Alıp baktığımda numarasını yazmıştı. “Telefonuna kaydet.” “Tamam. Kaydettikten sonra sana mesaj atarım.” “Senin numaran bende var Aybige, sen benimkini kaydet yeterli. Bizimkilere çok selam söyle. Gelmem dikkat çekeceği için maalesef size yolculukta eşlik edemiyorum şu an. Belki on gün sonra görev dönüşü, yasal iznimi kullanıyormuş havasında mahalleye dönerim. Ne kadar az dikkat çekersek o kadar iyi olacak senin için.” “Tamam. Ben mahalledeki kızlara haber veririm, 10 güne yakışıklı prensiniz geliyor derim.” deyip gözlerimi devirdim. Bunların hepsini içimden yaptığımı zannediyordum ama Timur’un tek kaşını havaya kaldırıp asık suratıyla bana bakışından anladığıma göre dışımdan söylemişim. “Ben… Az önce dışımdan mı konuştum?” “Evet, dışından konuştun. Ve gözlerini de devirdin. Beni yakışıklı bulmana sevindim Aybige ama mahalledeki kızlar ne alaka, onu çözemedim.!?” “Çözülecek bir mesele değil. Ben bazen yazdığım kitaplarla gerçek hayatı karıştırıyorum. Öyle anlarda ağzımdan ne çıktığını çok umursama.” İki elini omuzlarıma koydu ve; “Burası gerçek dünya. Ayakların yere bassın. Öyle, kitaplarındaki gibi anlaşmalı evlilik yok, hele görev evliliği hiç yok. Tim ile kanka olma, sohbet grupları kurma gibi durumlar gerçek hayatta yok. Asla olmaz, olamaz. Lütfen Aybige, içinde olduğun tehlikeye odaklan ve dikkatli ol. En ufak şüpheli bir durumda beni ara. Senin haberlerini MİT ajanlarından almak istemiyorum; birebir, doğrudan senden almak istiyorum. Tamam mı?” “Tamam buzdolabı… Ayy şeyyy tamam komutanım. Off, tamam Timur, Anlaşıldı.” dedim. “Sevindim anlaşılmama.” deyip elini uzattı. Tokalaştık. “Hadi geçmiş olsun. Bir daha böyle bir durum yaşanmasın.” “Amin.” deyip tekrar babamlara doğru yürüdüm. Omuzlarımdan tutup yüzünü bana yaklaştırınca ne söyleyeceğimi bilemedim. Saçmaladım birdenbire. Ayrıca mahalledeki kızlarla yediğin tüm hatlardan haberim var Timur efendi diyemediğim için kitapları bahane ettim. Aslında içimden ona gönderme yapıyordum ama dışından konuşunca patavatsızlık yapıyormuşum gibi oldu. Ben asla gerçek hayatla kitaplarımı karıştırmıyorum. Duygusal bağ kuruyorum, tamam, doğru… Ama gerçek hayatla karıştırmıyorum. Bu İrlandalı denilen adamın ve örgütünün dikkatini çekmemek için, bir sivil tugaydan nasıl ayrılıyorsa o şekilde ayrıldık. Hakkari’den İstanbul’a uçakla geldik. Uçaktan inene kadar çok üzgün ve sıkıntılıydım; ancak İstanbul’a ulaşınca hüznüm biraz olsun dağıldı. Bu sevdiğim şehir… Ne kadar kalabalık olursa olsun, ne kadar koşuşturmalı bir hayat yaşamak zorunda olursam olayım, bu şehri seviyorum. Kardeşlerime de kavuşacağım… Galiba bu yüzden mutlu oldum. Havalimanından çıktık, bizi Halil dayı karşıladı. Beni görünce kızına sarılır gibi sarıldı ve; “Ah çiçek kızım benim… Çok geçmiş olsun. İyi gördüm seni. Canın sağ, gerisini unut gitsin. Aramızdasın, her şeyi çözeceğiz birlikte merak etme sakın.” dedi. “Çok teşekkür ederim Halil dayı. Benim yokluğumda kardeşlerime de sahip çıktın. Aslında şimdiye kadar bize hep sahip çıkmışsın… Teşekkür ederim.” dedim. Gülümsedi; “Konuşacağız. Kalem-i Tomris, konuşacağız.” deyince gözlerimi kaçırdım. Ben de sır falan kalmadı. Kim olduğumu, ne iş yaptığımı herkes öğrendi. Belki böylesi daha iyidir. Açığa çıkmak belki de doğru olandı, bilemiyorum. Yaşadıkça tecrübe edeceğim. Gözümün etrafındaki morluk tam olarak iyileşmedi. Şule biraz makyajla kapattı ama yine de morluklar belli. Artık kapıya ya da duvara çarptım diye yalan söyleyeceğim Elif’e. Başka çarem yok, zaten çok hassas bir çocuk. Şu başıma gelen hiçbir şeyi duymaması lazım. Hele hele annemizin aslında hayatta olduğunu asla öğrenmemeli. Biz Elif’e, annemiz vefat etti, melek oldu. Seni gökyüzünde bulutların arasından izliyor daima, diye klasik bir yalan söylemiştik. Umarım bu yalan ortaya çıkmaz. Elif öğrenmez. Öğrenirse o çocuğu nasıl toparlarız bilemiyorum. Ben bu yaşımda kaldıramadım annemin gerçek kimliğini… Elif hiç kaldıramaz. Düşüncelerimden, arabanın durmasıyla uzaklaştım. Mahallemize gelmişiz. Arabadan inince derin bir nefes aldım, özlemişim mahallemi. Buradan başka bir yerde asla yaşayamam. Halil dayı ısrar etti bize geçelim, diye ama kabul etmedik. Elif ve Kürşat bugün okul çıkışı evimize gelsin, bizi de evde görsün istedik. Şule ile vedalaştık; o da birkaç apartman ilerideki evine doğru yürüdü. Babamla ben kendi dairemize geçtik. Camları açıp havalandırdık ilk iş. Aynı anda babam kombiyi açıp derecesini yükseltti. Mutfağa geçtim, babama bakıp; “Kahvaltı tarzı bir şeyler hazırlayacağım. Sen Elif’i okuldan alır mısın?” diye sordum. “Alırım kızım. İyi değilsen hazır bir şeyler söyleyelim.” “Gerek yok baba. Akşam üstü kahvaltısına bayılır Kürşat. Çocukların sevdiği kahvaltılık yiyecekler alırsan marketten iyi olur. Ben çayı demliyorum.” “Tamam kızım. Hakkari’de yola çıkmadan önce de söyledim, şimdi yine söylüyorum; ne zaman konuşmak istiyorsan ben buradayım.” dedi babam… Derin bir nefes alıp verdim ve; “Şimdi değil baba. Seni de dinlemek istiyorum ama şimdi değil. Önce ilk duyduklarımı sindirmem lazım. Ayrıca şu İrlandalı mıdır nedir o bela bizden bir uzaklaşsın… Konuşmak kolay.” dedim. “Tamam.” deyip çıktı babam. Kilere geçip elime patatesleri aldım. Bugün patates kızartması yapacağım. Hepimiz, hep birlikte bugün patates kızartması yiyeceğiz. Midemiz bulanmayacak; annemizin bizi terk ettiği gerçeği değişmiyor. En azından şerefli bir terkediş diye teselli olacağız. Vatan için, görev için diyeceğiz. Ben hâlâ şuna inanıyorum. Annem, müdürüm dediği kişiye çocuklarımdan ayrılmak istemiyorum; ona göre bir çözüm bulun, deseydi bulurlardı. Bir görev insanı, başka çocukların annesiz kalmasına razı olmaz. Bir yerde annemin kolayına gelmiştir çocuklarını bırakmak… Nasıl olsa biz güvendeymişiz. Öyle dedi İlbilge Hatun: “Babanızın yanında güvendeydiniz.” dedi. Yıllardır yiyemediğimiz şu patates kızartmasını artık afiyetle yiyelim… Kürşat bir dünya soru sorup olay çıkaracaktır eminim, bir şekilde o cevapları vereceğim ona. Bu yükü tek başıma kaldırmam çok zor. Kürşat büyüdü artık. Biraz o da benimle birlikte elini taşın altına koysun. Elif'e duyurmadan, normal rutinimizi yaşayalım ve İrlandalı ters köşe olsun. Olmazsa sıkıntı büyük…!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD