KUZEY'İN AĞZINDAN...
Kepaze olmuştum. Kıytırık bi kadın günümü zindan etmişti bana. Tam da dizi patladığı, reyting rekoru kırdığı an çıkageldi.
Artık mecbur katlanacaktık. Asistanımı o yabaniyle konuşmaya yolladım. Umutsuz vaka gibi gözüküyordu ama şansımı denemekten başka çarem yoktu...
Aracımın içinden neler olduğunu takip ediyordum. Yabani bana dönerek el salladı. "YUMURTALARINIZ NE DURUMDA YÖNETMEN BEY!" diye bağırınca neye uğradığımı şaşırdım. Şoförün ağzından kaçan kahkaha odak noktamı belirlemem konusunda dengemi şaşırttı.
"Çok özür diliyorum efendim." dedi.
O kadın bana mı söyledi? Tavuk muyum ben? Ne yumurtası, ne soğuması?
Yakamı çekiştirip aynadan şoföre ters bakış bıraktım. Utanmasa katıla katıla gülecek!
Kadın sağa gittikçe asistanım önünü kesiyordu. İkna olmuyor muydu? Deliricem! Kafayı yicem! Koskoca memlekette bi burası mı kalmıştı sahiden? Ama dizinin en sevilen yeride bu evdi ve değişikliğe gitmek izleyicilerimden eksilme yaşanmasına olanak sağlardı. Üzgünüm ama senin inatçılığın benim işime çomak sokamaz yabani!
Betinin benzi solan asistanım hâlâ mı dedirtti bana. İkna olacaksın Karadeniz kızı!
Tekrardan bana dönünce gerildim. Elini havaya kaldırıp "KOLAY GELSİN YÖNETMENİM!" diye bağırdı.
Adres tarif edermişçesine olan tavırlarının peşi sırasında "ŞİMDİ BURDAN AŞAĞI İNİYORSUNUZ, YOL DİREK ÖNÜNÜZE ÇIKACAK! HEH! İŞTE ORADAN DOĞRUCA GİDİN, DİREK İSTANBUL!" diyince yüzüm sinirden kıpkırmızı hale büründü. Deliydi, hemde zır deli!
Şoförden gelen kıkırtılar, kadının manyak tavırlarıyla birleşince ateş beynimden çıkmak üzereydi.
Bende olsam gülerdim halime! Koskoca yönetmen Kuzey Barutçu, yabani Karadenizli'nin aşağılanmaları altında eziliyordu.
"Şunu ara geri dönsün yoksa kadın elimde kalacak!" dedim en son.
Elimi ağzıma koyarak dudaklarımla oynamaya başladım. Doğrudan araca bakıyordu. Hedefimde olduğunun farkındaydı ve gözlerini kırpmadan tehditvari duruşunu bana yöneltiyordu. Ateşti, patlamaya hazır bomba da diyebilirdim.
En iyisi bir kaç gün kendi haline bırakmak olacaktı. Neyseki dizinin çekilmiş fazla bölümleri vardı yoksa durum çıkmaza sürüklenecekti.
Şoför, asistanımı arayınca mahcubiyet içeren yüz ifadesiyle geri döndü.
"Şehre iniyoruz!" dedim şoföre ama bakışlarım hâlâ kadındaydı.
"Efendim..." diyen asistanımı tek el hareketimle susturdum. Bi kadını ikna edememişti beceriksiz herif!
Aracın çalışma sesini duyan yabani "İSTANBUL'A GİDİNCE HABER VERİN!" diyip parmaklarını telefon varmış gibi kulağında salladı.
Dalga geçiyor! Benimle, Kuzey Barutçu'yla dalga geçiyordu.
"Aman bulaşmayın Kuzey bey! Kadın kalbime sıkmakla alenen tehdit etti beni." diyince 'Bak sen şu yabaniye.' bakışı attım.
Demek güzel dilden anlamıyordu. Ee o zaman anlayacağı dilden konuşurduk.
"Evin etrafındaki tüm arazileri satın alın!" dedim.
"Hepsi kadının üzerine." diye cevapladı asistanım. Sinirlendim.
"O zaman alt köyleri satın alın, bir şeyler yapın!" dedim.
"Kuzey bey... Köylülerin yerlerini vereceğini hiç sanmıyorum."
"Ederinin üstünde verin!"
"İsterseniz milyonlar dökün, kabul etmezler." diye olaya karıştı şoför.
"Ne yani? Bir tane kadın yüzünden yıllardır üstünde çalıştığım dizi çöpe mi gidecek!" dedim. Çılgına dönmüştüm.
Hepsi bir ağızdan sustu.
***
YILDIZ'IN AĞZINDAN...
Günün sonunu kendime ait evimde geçirmek muazzam güzeldi. Kapıyı kapatmamla sırtım duvarla buluştu.
Bitmişti... Evlilik hayali kurduğum adam, bunca emeğimizi berbat etmişti.
Kendimi sıkmadan, içimden geldiği gibi bağıra bağıra ağladım. Ne ihanet damgası ne de güvensizliği... Hiçbirisi kimsesiz olduğumu yüzüme vuruşu kadar yakmadı canımı.
'Yıldız'ın soyu yok, kimsesiz, zavallı bir kızla mı evleneceksin?'
"EVLENME! MADEM KİMSESİZİM, ZAVALLIYIM... O ZAMAN BENİMLE EVLENME!" çığlığımla elime geleni yere fırlattım. Ne mutfakta tabak çanak ne de salonda cam eşyası kalmıştı kırılmadık.
Bağırdım, çağırdım, haykırdım, öfkemi, kinimi, kalp kırıklığımı kustum ve yaklaşık 1 saatin ardından bedenen rahatladım.
Dönüp baktığım evin harabe haliyle bu sefer sessiz hıçkırıklar kaçtı boğazımdan. Yaşlarımın düştüğü yer bile ağlıyordu.
Vah benim tek kalan yanım... Vah benim yıldızı sönük Yıldız'ım.
Cam kırıklarının olmadığı yere çökerek başımı tahta parkenin üzerine yerleştirdim. Ağlamam durmuyordu, durduramıyordum.
Amcamın karısı olacak şahsın yaptıkları gözümün önüne geliyordu. 12 yaşında terk etmiştim o aileyi. Zaten 15 yaşımda da Egemen'le tanışmıştım. 20'imde aşık olmuştum, şimdi ise aşık olduğuma pişman...
Orada öylece ne kadar süre ağladığımı bilmiyordum fakat kafamı kaldırdığımda her yer karanlıktı. Ortalığı toplayacak gücü bulamadım bedenimde. Bu yüzden doğrudan üst kata çıkıp temiz çarşaf serdiğim yatağıma uzandım. Bi postada orda ağlayıp sabahı sabah ettim.
Yıldız... Ama gökyüzünde parlayamayan bir Yıldız...
***
Sabah uyandığımda başım çatlıyordu. Delicesine ağlarsan tabii çatlar Yıldız! Yavaş hareketlerle ayağa kalkıp yatağa girdiğim pis kıyafetlerimden kurtuldum. Temiz banyo, temiz kıyafetler bedenimi sararken bi posta daha ağladım. İçim kıyılmıştı ama kendime engel olamıyordum.
Saçlarıma sardığım havluyla birlikte aşağıya indim ama vaziyet perişandı. Ellerimi belime koyup burası nasıl toplanacak diye derin düşüncelere daldım. Ne yazık ki Egemen bey gibi hizmetlilerim yoktu ardımda.
'Çay getir, etrafı topla, sofrayı hazırla...' vs diyeceğim hizmetkâr listem henüz elime ulaşmamıştı.
El mecbur tutacaktım ucundan. Sonrada aşağıdaki mandıradan bir kaç ürün alıp güzelce kahvaltı yapardım.
Ağladık, sızladık ama öteki yandan ayağa da kalkmam lazım. Düştüğüm yerde kalırsam Egemen bunu fırsat bilir ve kendini bana affettirirdi.
İşe büyük parçaları toplamakla başladım. Ne kadar dikkatli olmaya çalışsamda arada elime batanlar oluyordu. Her batışında Egemen'e küfür edip devam ediyordum. Bi yandan ağlıyor bi yandan dağıttıklarımı hallediyordum.
Burda bile kabak bana patladı! Öfkemin orta yerinde kalan yine bendim! Egemen? Ona ne olsun, beyefendinin yediği önünde yemediği ardındadır!
Hem ağladım hem de evi topladım. Bu süre zarfında düşünce yoğunluğundan açlığımı bile unutmuştum.
Kuruyan saçlarımı serbest bırakarak yanıma bir miktar para alıp mandıraya indim.
İlk gören Efe oldu. Benden 4 yaş küçüktü. Ne kadar da büyümüş...
"Yıldız abla..." dedi hayretle.
"Bu... Bu sen misin?"
"He benim! Beğenemedun mi?" dedim ellerimi belime koyarak.
"Y-yok... Yok olur mu öyle şey? Sadece şaşırdım. Hoşgeldin ablam." dedi. Daha fazla dayanamayıp bana sarıldığında ağlayacak omuz bulmuştum ama kendimi sıktım ve boğuk sesimle "Hoşbulduk." dedim.
"Hangi rüzgar attı seni buralara? 6 yıldır yollarını gözler olduk valla." dedi poşeti doldurmaya başlayarak. Neden geldiğimi biliyordu, hatta hâlâ neler sevdiğimi de...
"Uzun hikâye, bir gün anlatırım." dedim.
Yaklaşık 5 dakika sonra elime verdi poşeti. Cüzdanıma davranmıştım ki engel oldu. "Bu seferlik bizden olsun abla."
"Olmaz öyle şey Efe."
"Olur abla olur! Hoşgeldin ikramiyesi olsun." diyince gözlerim doldu. "Teşekkürler. Ben gideyim o zaman, sonra görüşürüz." dedim.
"Gözlerin hâlâ ağladığında çok güzel oluyor ama sen yine de fazlaya kaçma olur mu ablam?" diyince önüme bir damla düştü.
Kafamı sallamakla yetindim. Konuşacak olsaydım tutamazdı beni daha kimse.
Şimdilik kimseye görünmeden evime kaçarak çıktım. Köylünün sorularıyla uğraşacak dermanım yoktu. 'Bunca sene nerdeydin, neden geri döndün, amcanlarla niye görüşmüyorsun?' vs vs...
Eve girdim. Çok açtım ama yiyecek iştah mı kalmıştı? Poşeti tezgahın üstüne koyarak içindekilere baktım. Ah Efe... Hâlâ merhametli ve ince düşüncelisin...
Sucuğundan sütüne, tereyağından kaymağına, çaya kadar her şey mevcuttu.
Şimdilik ufak dilim ekmekle kaymak yemeyi tercih ettim.
Yanına ikram olarak koyulan çayla dışarıdaki küçük soframı donattım.
Çay içmeyi özlemişim resmen. Egemen'de çarpıntı yapıyor diye evime dahi sokmazdım.
Tavşan kanını andıran çayımı içtikçe kendime geliyordum. Oh mis! Dağlar karşımda, çayım önümde ve evimdeyim, daha ne isteyeyim ki?
Kafamı sağa çevirmemle sonradan fark ettiğim karavana gözüm kaydı. Kameraların hepsi hâlâ benim bahçemdeydi ve ilginç şekilde kimse almaya gelmemişti.
Derken telefonum çaldı. Ekranda beliren Egemen ismiyle birazcık da olsa rahatlayan vücudum tekrardan gerildi. Hangi yüzle arıyordu! Ya da arayacak yüzü kendinde nasıl buluyordu?
Direk meşgule attım ama ısrarla çalmaya devam ediyordu. Dayanamadım, açtım. "NE VAR!" diye bağırdım.
"Yıldız..." dedi. Sanki sesimi duyunca rahatlamıştı.
"Niye meşgule atıyorsun sürekli? Oraya geliyorum, konuşmamız lazım."
"SAKIN GELME!" dedim ama telefon pat diye yüzüme kapandı.
Yüz yüze gelmek istemiyordum. Ulan! 5 dakikalık mutluluğu bile fazla gördü bana. Hızlıca sofrayı içeri taşıdım ve düşünmeye başladım. Eve girip kapıyı kilitlesem, salak gibi anahtarın tekini ona da vermiştim. Pekiyi ne yapacaktım ben? Komşulara gideyim desem, kalıp Egemen'i dinlerim daha iyi! Şimdi sorguya çekeceklerdi beni.
"Düşün Yıldız düşün!" diyip bahçede volta atarken "Müsait misiniz?" sesiyle arkamı döndüm.
Yönetmen? Kuluçkaya yatan yönetmendi bu.
"Buyrun kuluçka, ay beyefendi." dedim. Ulan Yıldız! Şu dilinin kemiği yok!
"İzniniz varsa girebilir miyim?" diyince ellerimi arkada birleştirip "Girin girin! Çekinmeden girin! Ne de olsa tanıdık yer!" diyip lafımı esirgemeden söyledim.
Soluk aldı. Elindeki sigarasını ayakkabısının altında söndürerek içeri girdi.
"Buraya laflarınızı dinlemeye gelmedim hanımefendi. Karavanımızı almam lazım. Bütün kameralar onun içinde." dedi.
Elimle gösterip "Buyrun alın." dedim.
Tam gidiyordu ki "Eğer anlaşmak isterseniz..." diyince "Kararım kesin!" diye net cevap verdim.
"İşinize gelir. Avukat parasını ödersiniz. Hem... Kira parasını da ne kadar istiyorsanız veririz." dedi.
"Olmaz! Başımı sokacağım tek çatımı da size verip kendimi açıkta mı bırakayım?"
"Anlaşırsak size evde ayarla-..."
Sözünü kestim.
"Son sözümü söyledim!" dedim.
"İyi!" diyen adam karavanı da almadan geri dönünce "Araba..." dedim.
"Kalsın!" dedi sertçe.
O kalsın, bu kalsın, o gitsin, bu gelsin! Evim iyice yol geçen hanına döndü. Az sonra da Egemen beyler teşrif ederdi.
Egemen! Olamaz!
Yönetmen bozuntusu aracına bindiğinde sinirle baktı yüzüme. Tek kaçış yolum!
Anahtarımı alarak kapımı kapattım ve koşar adımlarla arka kapıdan çıktım.
Oh! Araba daha gitmemişti. Hatta bırakın gitmeyi, çalışmamıştı bilene.
Şoför koltuğuna oturmuş, evime öfkeyle bakıyordu. Daha çok bakarsınız beyefendi! Benden size ekmek çıkmaz!
Bagajin kapısını açmaya çalıştım ama kahretmesin! Araç çalışmıyordu!
Hadi be adam! Egemen gelmeden çalıştır şunu!
Ve tanıdığım araç sesi... Egemen bahçeme giriş yapmak üzere sıra bekliyordu.
"Hayırdır birader? Sevgilimin evinin önünde ne iş?" dedi artist ses tonuyla.
Hee sevgili! B.k sevgili! Sen git Ceyhun'la sevgili ol!
"Of hadi açıl! Sende çalıştır şu arabayı be adam!" dediğim an araba çalıştı ve bagajın kapağı açıldı. Gözlerim parıldadı.
Hızlıca içine binip kapağını kapattım.
İşin ilginç yanı bizim kuluçka yönetmen, Egemen'e ağzını açıp tek kelam etmedi. Sanırım konuşmayı bilmiyordu, ay yazık adama!
Zaten ne biçim bagajdı bu böyle? İçinde bi ben eksikmişim dicem ama artık o da tamdı.
Ee Yıldız? Bagaja bindin, Egemen'den kurtuldun. Pekiyi yönetmen? Ne diyecektim adama? Tüm tekliflerini ağzına tıkıp üstüne adamın aracına saklandım. Alt dudağımı ısırdım.
İşte şimdi Egemen daha iyi seçenek gibi geldi bana.
Arabayı çok hızlı kullanıyordu. Sinirini gazdan çıkarttığını anlayabiliyordum. Keskin virajlara sert girişiyle kafam sağa sola çarpıyordu.
Son virajda öyle bi vurdum ki "Ah, hayvan herif!" diye bağırdım. Elimle ağzımı sıkı sıkı kapattım. Neyseki duymamıştı.
Caddeye indiğimizde hızını düşürdü. Manyak mıdır nedir? Köyün bozuk yollarında aldığı hızı asfaltta sıfıra indirmişti.
"YOK! KABUL ETMEK BİR YANA DURSUN, İNATÇI KEÇİ BU KADIN! HATTA YABANİ!"
Demek yabani! Bunu duyduğum iyi olmuştu.
Yarım saatlik asfalt yolculuğunun ardından araba durduğunda stresten ne yapacağımı bilemedim. Ya bagajın kapağını açmazsa ve ben burada havasızlıktan boğulursam?
Ama yok! Bavullarını almak için illaki açacaktı.
"Arkadaki bavulları alın!" diye emir verdi.
İşte şimdi naneyi yedin Yıldız.
"Ya da dur, ben alırım. Sen git bana köy evleri araştır." dedi.
"Ama güzel, otantik olsun." dediğinde ses tam olarak bagajın önünden geliyordu. Kapıyı açtı ve açmasıyla göz göze geldik.
Gülümsedim, yattığım yerden elimi sallayarak "Merhaba!" dedim.
Hayal gördüğünü varsayarak gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Sonunda gerçek olduğumu anlayınca "Senin ne işin var burda?" dedi.
"Ben..." demiştim ki bulunduğum saçma konumdan kurtulmak için araçtan aşağı indim. Gördüğüm manzara karşısında büyülenmiştim. Tam deniz kenarında olan koca bir köşk... Denize alışıktım ama köşklere asla!
"Vaov!" dedim eve bakarak. Buna ev demek de hakaret olurdu, resmen köşktü!
"Sana diyorum, ne işin var burda?" dedi sessizce. Niye sessizdi?
"Kapıları kapatın, kimseyi misafir olarak içeri almayın!" sesiyle yönetmen korku içinde yutkundu ve beni bagaja geri sokup kapağını kapattı.
O kimdi? Neden bu kadar korktu? Ve ben yine niye bagajın içindeydim?
"Erken gelmişsin Kuzey. İkna oldu mu kız?"
"Olmadı ama olacak baba."
"Sakın bunu da eline yüzüne bulaştırma!"
İkna olması gereken kız ben miydim? Benden başka kim olacaktı, elbet bendim.
"Tamam baba." dedi.
Adamın yere sert vurduğu kundura sesleriyle uzaklaştığını anladım. Bagaja tıklatarak "Çıkabilir miyim artık?" dedim.
Kapak açıldı.
"Ne istiyorsun!" dedi kabaca.
"Biraz daha burada kalırsam boğulucam!" dedim.
"Bana ne!" dedi kısık sesiyle. "Ben mi soktum seni içeri?"
Adam haklı abi! Bagajına atlayan bendim, şikayet eden yine ben!
Evin etrafına bakarak beni aşağı indirdi. "Burda bekle, sakın bir yere ayrılma!" dedi.
Hızlıca arabaya bindi ve aynı hızla geri çıktı. Yanıma geri döndüğünde telefondan birisini aradı. "Kameraların ayarlarıyla oyna!" dedi.
Neydi burası? Köşk mü yoksa hapishane mi? Kapılar açılmayacak, kameralar bozulacak... Keşke Egemen'in yanında kalsaydım!
"Dediğimi yap! Kameraları boz ve tüm çalışanları konuşma yapacağım diyerek mutfağa topla!" dedi.
Konuşmalarına anlam veremiyordum. Kendimi sınırdan girmeye çalışan kaçaklar gibi hissettim.
"Seni bekliyorum. Aradığın an yukarı kaçacağım..."
Dinlemeye geçti. Yüzüme ufak bakış attıktan sonra telefona dönerek "Sonra anlatacağım." dedi ve kapattı.
Açıklama yapmasını beklerken beni bagajın içine geri sokup kilitledi. Of! Nerden girdim şu bagajın içine ya!
Hoş! Egemen'den kaçacağım dedim ama bir metrelik yere sıkıştım kaldım. Aferin sana Yıldız!
Yaklaşık 5 dakikadan sonra bagaj yine açıldı ve yönetmen kolumdan tutarak beni dışarı çıkarttı.
"Yaklaşık 2 dakikamız var. Benimle geliyorsun ve sesini çıkartmıyorsun."
"Ama..."
"Soru sormak da yok!" dedi net şekilde.
Elimden kavrayıp gizlice evden içeri soktu beni. İçerisi dışından daha güzeldi.
"Oha!" dememle yüzüme bakış attı.
"Hadi koş!" dedi kısık sesiyle. Bizi başkası görse, el ele koşan iki aşık çift sanırdı.
Atraksiyona bayılırdım. Yavaş yaşam bana göre değildi zaten.
Hem koşuyor hem de etrafı incelemeye çalışıyordum. Bu muazzam evde yaşıyorken benim küçük ve masumane evime mi göz dikmişti sahiden?
Yönetmen temkinli şekilde beni merdivenlerden yukarı çıkartıp odası olduğunu tahmin ettiğim kapının önüne getirdi ama girmedim.
"O kadarda değil!" dedim.
"Gir şu odaya!" diye emir verdi ama yine girmedim.
Tam o an "Kuzey..." sesiyle beni içeri çekip kapıyı kapattı. İkimizinde kalp atış seslerini duyabiliyordum.
Yüzümüzün arasında bir karış vardı.
Nefes nefeseydi. "Senin yüzünden yakalanacaktık!" dedi.
"İyide..." dememle elini ağzıma koydu.
"Sesinin ayarı da yok!"
"Kuzey! Odanda mısın?"
Kuzey? Yönetmenin adı Kuzey miydi? Bu nasıl bir denk geliş?
Adamın adı, benim soyadım Kuzey.
Bana sus bakışı attıktan sonra "Odamdayım baba!" diye bağırdı.
"Aşağı inde kameralara bak, yine bozulmuşlar!" diyince Kuzey "Tamam!" dedi.
Uzaklaşan adım sesleriyle yönetmen, aramızdaki mesafeyi farkedip geri çekildi ve kendini yatağın üstüne attı.
O kendinden emin duran adam babasından mı korkuyordu? Cidden mi yani?
"Senin yüzünden yakalanacaktık!" dedi.
"Ama ben..."
"Sen ne!" dedi ayağa kalkıp.
"Sen ne he! Ne düşünüyordun? Paranın kokusunu alınca bu eve kapak atacağını sandın dimi?" demesiyle yanımda bulunan vazoyu gelişi güzel salladım.
"DÜZGÜN KONUŞ!" diye bağırdım.
"Ne yapıyorsun manyak! Kapa çeneni!" dediği an kapı açıldı ve uzun bıyıklı, keskin bakışlı, yaşı 60 civarlarında bir amcayla göz göze geldik.
"Kuzey!" dedi sert sesiyle.
"Ne oluyor burda, bu kız kim?"
"Baba... Hiçbir şey göründüğü gibi değil."
"Sana dedim dimi Kuzey! Bu evde bir daha kız görürsem, nikahınızı o gece kıyarım dedim dimi!"
Nikah mı?