Bizimki bir anlaşmalı evlilik hikayesi veya kaderin bir oyunu… Kız kardeşimin en yakın arkadaşı ve yıllardır bana aşık olduğunu söyleyen güzeller güzeli Alice De Beauvoir’ı, kendimle evlenmeye razı etmiştim. Daha doğrusu şartlar onu razı etmişti. Çünkü annesi ciğer nakli için donör bekliyordu ve etik kurulu beni bir donör olarak kabul etmemişti. Ben de aileye girebilmek adına, Alice’le evlenmek üzere olduğumu söyledim. Ailenin damadı olarak, kabul görebilirdim. Alice de annesinin sağlığı nedeniyle benimle evlenmeye razı geldi.
Onun asla evlenmeyecek bir mizaçta olduğunu biliyordum. O kadın evlenmez, çalışmaz, çocuk yapmazdı… Hayatının tamamını partilerde ve eğlencelerde geçiren, dünya yansa bir kalbur samanım yandı demeyecek kadar aklı havada bir insandı. Sahiden öyle miydi peki?
Evlendikten sonra, onun hakkındaki bütün düşüncelerimi yerle bir etti. Ben, onun asla evli bir kadın gibi davranmayacağını düşünürdüm ama o, çoğu evli kadından daha iyi bir eş oldu bana.
O gece, büyük skandalın patladığı zaman… Hepimizi alıp, Fransa’ya, kendi evine topladı. Kız kardeşime öz kardeşiymiş gibi davrandı ve onu sakinleştirmeye çalıştı.
O günün gecesi, salonda oturup olanları düşünüyordum. Akın ve Gönül kendi odalarında, Naz ve Alice de Naz’ın odasındalardı. Hepimiz olanlardan dolayı çok yorgunduk, bu nedenle herkes uyumuş olmalıydı. Ama ben uyuyamıyordum. Salondaki koltukta, karanlıkta, olan biteni düşünüyordum yalnızca. İlerleyen zamanda ne olacağını, babam hapse gireceği şirketlere ne olacağını, yeni kardeşimizi, Naz’ı… Her şeyi…
O sırada Naz’ın yattığı odanın kapısı açıldı. Altın sarısı saçları ve açık mavi, cam gibi gözleriyle gecenin karanlığında parlayan karım, Alice çıktı. Beni fark etmeden salondaki Amerikan mutfağa gidiyordu ki, beni görünce bir an için çığlık atacak gibi oldu. Son anda kendine hakim olup, durdu.
‘’Tarık, beni çok korkuttun.’’
‘’Özür dilerim, seni korkutmak istemedim. Uyku tutmadı, ben de oturmaya, salona geldim.’’
‘’İyi yapmışsın ama neden karanlıkta oturuyorsun?’’
‘’Elektrik masrafı yapmamak için.’’ dedim.
Kulağa her ne kadar komik gelse de, misafir geldiğim evde, üstelik maddi durumumun stabilizasyonu ve geleceği kestirilemezken, masraf çıkarmak istemezdim.
Gülerek ‘’Saçmalama.’’ dedi. ‘’Biz karı kocayız. Benim olan her şey senin.’’ derken ışıkları açtı. ‘’Ben sana bakarım kocacığım, üzülme.’’ diyerek göz kırptı. ‘’Hem, sen benim anneme ciğerini verecektin, aramızda paranın lafı mı olur?’’
Evet, annesine ciğerimi verecektim ama son anda başka bir donör çıkmıştı. Ben yine de bozuntuya vermedim ve Alice’le evlendim çünkü nikaha on dakika kalmıştı.
Nikaha on dakika kalmıştı… ‘Hadi ama, bahanen bu, nedenin değil.’ dedi iç sesim. Evet, tavırları benim tavırlarımdan her zaman daha farklı olan Alice’in bana olan ilgisini karşılıksız bırakmaya çalışmıştım. Çünkü birbirimize o kadar uymuyorduk ki, mutsuz olacağımızdan emindim. Kendimi ondan uzak tutmaya çalışarak ve ona da beni aklından çıkarması için kötü davranarak kaçmaya çalışıyordum. Hem, ben onu tanıdığımdan beri kimseyle olmazken, onun her gece başka bir adamın kollarına atlaması da duygularına olan güvenimi sarsıyordu.
En son Saint Tropez’de onu deli gibi kıskanmıştım. Giydiği elbise ona o kadar yakışmış, elbisenin rengi tenini öyle bir aydınlatmıştı ki, insanın içi gidiyordu. Bir de sanki yeterince dikkat çekmiyormuş gibi çıkıp sexy sexy danslar etmeye başladı.
Eğer biz birlikte olsaydık, ister bikiniyle dans etsin, isterse de çırılçıplak; asla kıskanmazdım. Ama benimle birlikte olmadığı için özgüvensizdim. Her an, biri onun güzelliğinin kıymetini bilecek ve ben arkalarından bakakalacağım korkusu sarıyordu içimi.
Onu durdurmaya kalktığımda benimle kavga etmeye başladı. Sonra da beni kendine çekip, öptü. Beni kendine çekeceğini ve öpeceğini ön görmüştüm. Bilerek engel olmak istemedim. Bir an için olsa bile, dudaklarının tadına varmak istedim. Yaptığı şeye engel olmayarak da kendimi sanki bu öpücüğün içine çekilmiş gibi gösterdim. O yumuşak dudakları dudaklarımı sarınca, kendimi hemen çekmedim. Birkaç saniye kadar tadını çıkarmak istedim. Cennetten birkaç saniye çaldım ve elmayı yiyip gerçek dünyaya düştüm. Ona sertçe sunduğum bahanem gerçekti aslında; ben onu bu kadar severken, tek gecelik ilişki yaşadığı adamların arasına karışmak gururuma dokunurdu.
Sonrasında ağlaması içime dokundu, erkeklik onurumu kırdı hatta. Ama bir şey yapamıyordum. Kızın yakınında olmamın ona gerçekten zarar verdiğini anladım ve sabah olunca da İstanbul’a döndüm.
İstanbul’a gelince kız kardeşim Naz’ı arama bahanesiyle, Alice’i soracaktım ama telefonu hüngür hüngür ağlayan bir Alice açtı. Onun ağlayan sesini duymak içime o kadar dokunmuştu ki, daha fazla zaman kaybetmeden, Fransa’ya geri döndüm. Ertesi gün de annesinin hastalığı yüzünden kötü günler geçirmeye başladı. Onu böyle zamanlarda yalnız bırakmak istemedim hiç.
‘’Ben kendime bir kadeh bir şey alıyorum, sen de ister misin?’’ diye sordu.
‘’Olabilir.’’ dedim.
‘’Ne istersin?’’
‘’Sen ne içiyorsan.’’ dedim.
‘’Sen bunu seversin.’’ diyerek bir şişe chateau margaux açtı.
Ona yardımcı olmak için bardakları çıkarmaya yanına gittim. Tanenleri dinlensin ve hava alsın diye karaf çıkardım önce. Sonra da kadehleri çıkardım. Şişeden karafa dökülen şarabın kokusu her yeri doldurdu. Onu tezgahın üstüne koyduk ve sandalyelere oturduk. Salondan gelen ışık aydınlatıyordu bizi ve bu da loş bir ışık yaratıyordu. Bir süre sessizce göz göze baktık.
‘’Ne geceydi, değil mi?’’ dedi.
Başımı salladım sadece. Bu kadar kötü bir gecenin sonunda, senin kollarında uzanıp dinlenebilseydim keşke.
‘’Naz nasıl bu arada?’’
‘’Uyuyor. Sinirleri çok bozuldu.’’
‘’Kaldırması hiç kolay değil. Benim için de çok zor. Böyle insanların annem babam olduklarına inanmak istemiyorum.’’
Uzanıp elimi tuttu. ‘’Sen de kendi aileni kendin inşa et. Anne babamı seninle paylaşabilirim istersen.’’
‘’Türk geleneğidir zaten bu.’’ dedim gülümseyerek. ‘’Evlenince anne baban, eşinin de anne babası olur artık.’’
‘’O zaman anne baba bulduk sana! Harika! Kardeşlerin de yanında.’’
‘’Karım bile var. Bir tek çocuk eksik.’’ dedim.
Böyle söylememle başını önüne eğdi.
‘’Merak etme, senden istemiyorum.’’ dedim. Çocuk doğurmazdı ki bu kadın. ‘’Sokaktan bir tane fare alırım.’’ dedim.
İstanbul sokakları kedi ve köpeklerle doluyken, Fransa o canları barınaklarda tutup, sonra da uyuttuğu için sokakları fareler basıyordu. Bu yüzden de aklıma fare geldi.
‘’Çocuk ister miydin gerçekten?’’ diye sordu.
Son zamanlarda benimle konuşurken sesinde bir buğu konaklıyordu ve bu beni çok rahatsız ediyordu. Ben onun ses tellerine bülbüllerin konmasını istiyordum halbuki.
‘’İsterim tabii. Sana sormuyorum, çünkü sen istemezsin.’’ dedim.
‘’İstemem.’’ dedi başını sallarken. ‘’Ne evlenmeyi ne de çocuk yapmayı; eğer bu öylesine bir görev, bir zorunluluk, sırası gelmiş bir misyon gibi olacaksa.’’ dedi.
‘’Efendim?’’ dedim. Deşmek istedim, çünkü buradan ilgimi çekecek bir şey çıkacaktı.
‘’Eğer sevdiğim biriyle olursa ve o da beni severse, evlenmek isterdim. Eğer aşık olduğum adam da bana aşık olsaydı ve onunla sevişseydim, bir bebeğimin olmasını isterdim. Onu doğurmaktan, emzirmekten ve onu babasıyla beraber büyütmekten sonsuz bir mutluluk duyardım. Akşam olunca, uykuya yatırdığım bebeğimi, babasının göğsüne sinerek izlemek isterdim. Ama genel olarak evlenmek veya çocuk sahibi olmak ister miyim? Hayır.’’
‘’Ben de çocuk istediğimi söylerken bundan bahsediyorum Alice. Kırkıma geldim ama bu yaşıma kadar baba olmadım. Eğer senin düşündüğün gibi düşünmeseydim, herhangi birini bulurdum bence. Bulurdum, değil mi?’’ dedim sonra tereddütle. ‘’Yakışıklı adamım sonuçta, değil mi?’’
Böyle yapmamla gülmeye başladı ama gözlerinde başka bir duygu vardı.
‘’Umarım en kısa sürede dilediğin gibi bir yuva kurarsın.’’ dedi.
‘’Bu gece olmaz Alice, başım ağrıyor.’’ dedim muzipçe ama şakamı anlamadı.
Ayağa kalkıp, arkama geçti ve o narin elleriyle ense kökümden başlayrak, başıma masaj yapmaya başladı. Ellerini alnıma getirdiğinde, başımı göğsüne yasladı. Onun her dokunuşuyla kendimden iyice geçiyordum.
‘’Burada rahat mısın? Koltuğa uzanmak ister misin?’’ diye sordu.
Ah, sen de yanıma uzanacak mısın yavrum?
‘’Olur, koltuktan başka yer kalmadı bana zaten.’’ dedim kalkarken.
‘’Benim odamda yatabilirsin, çarşaflar yeni serildi. Ben, bu gece Naz’la uyuyacağım. Onu yalnız bırakamam.’’
‘’Hah!’’ dedim hayrete girmiş bir tavırla ve bir elimi başıma koydum. ‘’Beni yatağımızda yalnız mı bırakacaksın karıcığım?’’
Böyle yapmama güldü.
‘’Başının ağrısı biraz daha iyi mi şimdi?’’ diye sordu.
‘’Biraz daha masaj yapsan, daha iyi olur aslında.’’ dedim.
L koltuğa oturup ayaklarını uzattı ve dizlerine bir yastık koydu.
‘’Gel, uzan.’’ dedi.
Hiç itiraz etmeden uzandım ve gözlerimi kapadım. Alnıma getirdiği ellerinden birini bileğinden tutup öptüm.
‘’Bunu neden yaptın?’’ diye sordu.
‘’Teşekkür etmek için.’’
Yüzü iyice düştü ve biraz kıpırdandı. Böyle yaptığı için ben de doğruldum. Hemen ayağa kalktı ve bir şey demeden Naz’ın yattığı odaya gitti.
Ben şimdi ne yapmıştım?