UMUDUN KOKUSU (ALICE)

1249 Words
Tarık… Küçükken cruise gemilerinden birinde yaptığımız seyahatte Alman bir teyzeyle tanışmıştık. Sevgilisinden yeni ayrılmıştı ve yolculuk boyunca o adamı anneme anlatıp durmuştu. Neredeyse her milletten erkekle beraber olmuş ama Türk erkekleri bir başkaymış. Hayatında gerçekten bir erkek olduğunu hissediyormuş, her şeyi çözüyormuş, sahip çıkıyormuş… Üstelik çok yakışıklılarmış, bambaşka bir cazibeleri varmış… Çocuk aklımla teyzeye gülüp duruyordum. Sonra bir gün Türk bir kızla tanıştım. Görür görmez çok sevdim onu. Tek çocuk olmaktan her zaman çok memnundum ama Naz’la tanışınca keşke benim kız kardeşim olsaydı dedim. Onunla büyümeyi, birlikte yüzme turnuvalarına katılmayı, tenis derslerine onunla gitmeyi, ödevlerimi onunla yaparak büyümeyi çok isterdim. Güzel bir çocukluk geçirmiştim ama yalnızlığıma en iyi gelen kişi Naz oldu. Onu öyle çok sevdim ki, anlatamam… Sonra bir gün abileriyle tanıştım. Akın abisi Jim Carey’nin oynadığı Mask karakteri gibi ele avuca sığmayan biriydi. Sanki en sevdiğim çizgi film karakterleri gerçek hayatta karşıma çıkmış gibiydi. Sonra Tarık abisini gördüm. Bu sefer de izlediğim filmlerdeki o kahramanlar, şövalyeler hayatıma girmiş gibi hissettim. Sanki her an terastan uçarak gelecek ve beni tek eliyle kavrayıp Ay’a götürecek gibi… Ergenlik zamanı insanların hayal dünyası sınır tanımazdı. Tarık söz konusu olunca ben sadece sınırları değil, sınırsızlığı da aşıyordum. Onu tanıdıktan sonra erkek arkadaşıma olan ilgimi kaybetmeye başladım ve çok kısa bir süre sonra da ayrıldım. Naz’la çok yakındık ama, Tarık’ı görebilmek için daha da sık görüşmeye başladım. Gittikçe Tarık zihnimi, ruhumu, tüm benliğimi kaplamaya başladı. Kiliseye her gittiğimde onun için üç mum dikiyordum. Geçmişimizi temizlesin, bizi bugüne getirsin ve geleceğimizi aydınlatsın diye. Bana karşı ilgisiz davransa bile, kaba davranmaktan çekinmese bile, içimdeki sevgim inatla, sanki kayanın dibinde inatla biten bir çiğdem çiçeği gibi, sanki ışık görmese bile açan bir kardelen gibi büyüyordu. Kara inat açan ama güneşi görür görmez solan kardelen çiçeği gibi canım her yandığında, bana hayat verecek suyu hep başka güneşlerin ışığında, başka su yataklarında arıyordum. Yaptıklarımı haklı çıkarmak için bir bahane değildi bu ama, açık yarası olan biri canının acısını nasıl dindireceğini asla bilemez, her şeyden medet umardı. Tarık da bende böyle bir etki yaratıyordu. Bana bu kadar acı veren birini sevmekten vazgeçmek istedim yıllarca. Onu bana unutturur umuduyla başkalarına koştum hep. Her defasında Tarık’la kıyaslarken buldum. Bir gün dayanamadım artık -neden yaptığımı bilmiyorum- ama onu öptüm. O anda ölmek istedim. Eğer bu güzelliği bir daha yaşamayacaksam, hayatımın o anda son bulmasını istedim. Bu yaptığımla onu tamamen kaybetmiştim. Daha doğrusu o gece için öyle hissettim. Sabah olunca yaşadığım stresten dolayı Naz’la tartışmıştık. Evden çıkıp geldim ama geri döndüğümde Naz yoktu. Telefonunun çaldığını duydum ama Naz yoktu. Ona bir şey oldu diye korktum. Telefona baktığımda Tarık arıyordu. Ağlayarak açtığımda o da çok telaşlandı. Kardeşiydi, tabii ki telaşlanırdı. Hemen Fransa’ya geri döndü ve benimle birlikte Naz’ı aradı. Bana karşı ilk defa o gün nazik davranmıştı sanırım. Ağladığım için üzülmüş olmalıydı. Zaten onu, benimle ilgili en çok rahatsız eden şey enerjik ve neşeli hareketlerim olmuştu hep. Bazen düşünüyordum; bu toplumun mutlu kadınla derdi neydi? Yüzüm biraz düşünce, gözlerimden yaşlar damlamaya başlayınca bana karşı tavırları tamamen değişti. Annemin hasta olduğunu öğrendiği zaman kendi annesiyle ilgilenir gibi ilgilendi. Beni hiç yalnız bırakmadı, o yanımdayken hiçbir şeye ihtiyacım olmadı. Annem için onunla evlenmem gerektiğinde bu fikirden kaçmak istedim. Onunla sonunda boşanmak için evlenmek istemiyordum veya bana bir iyilik yapmak için benimle evlenemesini… Kendimi onun hayatında bir yük gibi görmektense, her zaman yaptığı gibi kötü davranmasını tercih ederdim. En azından bu tavrı daha az onur kırıcıydı. Donör olmak için verdiği tetkiklerin sonuçları çıktığında, onun haberi olmadan eski sevgilim de test verdi diye yine o kırıcı Tarık’a dönüştü. O anda keşke dedim, keşke canım pahasına annemin organ bağışçısı ben olsaydım da, Tarık’tan umutlanmasaydım. Onu arkamda bırakıp, hastaneye gitmek için dışarı fırladım. Araba kullanacak halde değildim, şoförü ayarlamam da uzun sürerdi, bu yüzden taksi arıyordum. Peşimden gelip bana sarılmaya çalıştım. Onu sokağın ortasında bütün öfkemle ittim. ‘’Alice, çok özür dilerim.’’ dedi. Tarık hayatında ilk defa bir kabalığı için özür diliyordu ama çok geç kalmıştı. ‘’Kendine sakla!’’ dedim. ‘’Alice, gel konuşalım lütfen.’’ ‘’Umrumda bile değil. Eğer Louis, annemin bağışçısı değilse her ne pahasına olursa olsun ben bağışçısı olacağım!’’ dedim. ‘’Benim daha güzel bir fikrim var.’’ dedi ve kendini yolun ortasına attı. ‘’Eğer beyin ölümüm gerçekleşirse ve uygun donör bensem, annenin hayatını kurtarabilirim.’’ ‘’Tarık senin anneme ciğer verebileceğini düşünmüyorum. Senin beynin o kadar küçük ki, bütün organların beyin görevi yapıyor olmalı. Yine de yetmiyor, baksana!’’ ‘’Müstakbel kocanı ölüme mi terk edeceksin yoksa onu dinlemek için bir şans mı vereceksin.’’ dedi elini uzatarak. ‘’Senin akıl sağlığın yerinde değil.’’ dedim. ‘’Hadi ama hayatım, bu hakaretlerin zamanı evlendikten sonradır. Evlenmeden önce senin bana daha güzel şeyler söylemen lazım.’’ ‘’Öyle mi? Ne gibi?’’ ‘’Erkeğim, Zeus’um, panterim…’’ gibi. Aptaldı bu adam, düpedüz aptal. Ona güldüğümü anlamasın diye ayakkabımı çıkarıp kafasına fırlattım ama ıskaladım. ‘’İleride çocuklarımız olunca uzmanlaşırsın, üzülme.’’ diyerek öpücük attı bu defa da. Ona çarpmamak için sağa sola kıran araçlardan biri Tarık’ın yanında durdu ve indi. Esmer, tahminimce İspanyol bir kadındı. Penelope Cruz’un gençliğine benziyordu. Tarık’ın yanına gidip onunla konuşmaya başladı. Konuşurken koyu kumral, gür ve dalgalı saçlarını savuruyor, eliyle kendi boynunu hafifçe okşuyor, arada Tarık’ın koluna dokunmaya yelteniyordu. Yelteniyordu, çünkü Tarık onun her hamlesinde kendini biraz daha geri çekiyordu. Sonra bana seslendi ‘’Karıcığım, gelir misin? Hanımefendi taksi bulamadığımız için bize yardımcı olacakmış.’’ dedi. Böyle yapması yüzüme salakça bir gülümseme giydirdi. Kadın, bozulduğunu her ne kadar gizlemeye çalışsa da, çok belli oluyordu. Ben onlara doğru yürüyünce Tarık beni hemen siper alır gibi kolunun altına aldı. Eğilip kulağıma ‘’Nimeti sokağa atarsan, kuşlar kapar. Dikkatli ol.’’ diye fısıldadı. ‘’Bazıları ancak benim sokağa savurduklarıma tamah ederler.’’ diye karşılık verdim. Sadece gözlerime uzun uzun baktı ve başını aşağı yukarı salladı. Şansımıza o anda bir taksi geldi ve biz de hem o kadından hem de karı koca rolü yapmaktan kurtulduk ama takside de aramızdaki tatsızlık devam etti. Bana en sonunda sert bir şekilde ‘’Kıskandım Alice!’’ dedi. Sesini yükseltmedi, tavrı sinirli değildi ama çok sert bir ifadesi vardı. ‘’Bir gün için Türkiye’ye gittim ve sen eski sevgilinden donör olmasını istiyorsun. Söz konusu annen, biliyorum ve her ihtimalin denenmesi gerektiğini de biliyorum. Ama benden gelen her şeyi günlerdir itmene rağmen, o adamı da bir ihtimal olarak kabul etmen bana kendimi yetersiz, görünmez hissettirdi.’’ ‘’Tarık sen olmasaydın ben asla bu kadar iyi bir durumda olamazdım. Kendi annenin hastalığıyla ilgilenir gibi ilgileniyorsun her şeyle. Üstelik Louis bunu her hastası için yapıyor, neden kişisel algılıyorsun?’’ ‘’Yine de bana en başından söyleyebilirdin. Neden sonuçlar çıkınca öğreniyorum?’’ ‘’Dünya kadar sorunla uğraşmana rağmen bir de bana destek olmayı asla bırakmadığın için sana söyleyecek doğru bir zaman bulamamış olabilir miyim? Günlerdir beni evliliğe ikna etmek dışında bir kelime çıkmıyor aklından.’’ ‘’Eğer ben uygun donörsem, en geç yarın ameliyat olabilirdik. Ama senin bu inadın yüzünden bir hafta daha bekleyeğiz. Ben kendim evlenme meraklısı olduğum için seni ikna etmeye çalışmıyorum.’’ ‘’Ben de ortadaki neden sadece bir ihtimalden öteye gitmezken, hiç yoktan benimle evlenmeni istemedim Tarık. Sana bunu yapmak istemedim.’’ ‘’Ben kendimi düşünüyor muyum Alice? Ben düşünmüyorsam sen hiç düşünmemelisin.’’ ‘’Elimde değil…’’ dedim omuzlarımı silkerek ve başımı cama çevirip dışarıyı izlemeye başladım. Onu düşünmemek elimde değildi ki. Elini uzatıp, dizimin üstündeki elimi tuttu. ‘’Annen iyileşsin, bunları sonra konuşuruz. Bütün gece hastanede sabahladın, gel hastaneye gidene kadar on dakika gözlerini kapat.’’ diyerek beni göğsüne çekti. Ona karşı koymadım, kendime de biraz mola vermem lazımdı. Sevdiğim adamın göğsüne sindim, yıllardır hayallerini kurduğum gibi. Gözlerimi yavaş yavaş kapattım bir elimi beline sararken. Kokusunda huzur buldum o anda. İçime her şeyin iyiye gideceğinin umudunu serperken, beni saran kollarına iyice sığındım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD