2

2333 Words
​Emir ​Kapıyı kapattım ve Derin'e sırtımı dayadım. Omuzlarımdaki gerginlik yayıldı. Kahverengi zarf çekmecede kilitliydi ama zihnimde açılmış bir yara gibiydi. O evraklar, Derin’in masum dünyasına ait değildi. O koku, o risk, onun yanına bile yaklaşmamalıydı. ​Ama onun o meraklı, biraz da endişeli bakışları... Beni hep ele veriyordu. O, benim tek zaafımdı, ve o zaafı korumak için, dışarıdaki dünyanın tüm karanlığını iki kat daha sert taşımam gerekiyordu. ​Ona döndüm. Yüzünde hala biraz şüphe vardı. Bu şüpheyi hemen silmeliydim. Onu işimden, o pis şeylerden uzak tutmanın tek yolu vardı: Onu kendi aşkımızla, kendi tutkumuzla boğmak. ​"Bu akşam yemeği planımızı unuttun mu?" dedim, sesime neşe katmaya çalışarak. "Sadece sen ve ben, sessiz sakin bir akşam. Sevdiğin o İtalyan şarabı ve benim yaptığım bir sürpriz." ​Derin'in gözleri parladı. "Sürpriz mi? Ne sürprizi?" ​"Önce hazırlanmalısın. Beş yıllık evliliğimizin en güzel akşamı olmalı bu," dedim, çenesini nazikçe kavrayarak. Onu öptüm, uzun, yavaş bir öpücük. Bu öpücük, ona olan aşkımın gücünü, o zarfın ağırlığından daha kuvvetli hissettirmeliydi. ​Derin ​Hazırlanırken aynada kendime baktım. Emir'in hediyesi olan, sırt dekolteli, yakut kırmızısı elbiseyi giymiştim. Bu kırmızı, tam da Emir'in bize olan tutkusunun rengiydi. Çalışma odasındaki gergin anlar aklımdan silinmeye başlamıştı bile. Emir, karanlık bir gölge gibiydi, ama o gölge, onun beni korumak için kullandığı bir kalkan gibi de geliyordu. Benim yanımda olduğu sürece, güvendeydim. ​Aşağı indiğimde, şaşkınlıktan nefesim kesildi. Salon, mum ışıklarıyla aydınlatılmıştı. Hiçbir yerde annesinin veya Lalin'in izi yoktu; onlara bir bahane uydurup dışarı göndermişti. Salonda büyük bir masa değil, şöminenin hemen yanına, halının üzerine küçük, alçak bir masa kurulmuştu. Masada beyaz güller ve iki kişilik şamdanlar vardı. ​Emir, siyah kadife bir gömlek giymişti. Gömleğin sadece üst düğmeleri açıktı, bu da kaslı boynunu ve göğsünü sergiliyordu. Bir elinde şarap kadehiyle bana doğru yürüdü. ​"Hayran kaldım," diye fısıldadım. ​"Hayran kalman gereken tek şey sensin, karıcığım. Her zaman." Kadehi elime tutuşturdu. "Seni o kadar çok istiyorum ki, seni alıp buradan uzaklara kaçırmak, tüm dünyadan saklamak istiyorum." ​Oturduk. Yemeğin her anı romantikti. Emir, çocukluğundan komik anılar anlattı, işten hiç bahsetmedi. O, benim için zamanı durdurmuştu. ​Yemek bittiğinde, Emir ellerimi tuttu. "Şimdi, asıl sürpriz..." ​Beni elimden tuttu ve merdivenlere yönlendirdi. Bu sefer yatak odasına değil, evin en üst katındaki, normalde kullanılmayan terasa çıkardı. Teras, yumuşak ışıklarla ve aromatik mumlarla bir cennete dönüştürülmüştü. Ortada, ince bir tül çadır kuruluydu. İçeride ise yumuşak yastıklar ve ipekler vardı. ​"Bu ne?" diye soluk aldım. ​"Yıldızların altında sadece bizim olabileceğimiz bir yer," diye fısıldadı, beni içeriye çekerken. ​İçeride, dış dünyanın gürültüsü tamamen kesilmişti. Emir, müziğin sesini kıstı. Artık tek duyduğumuz, göğsümüzün altındaki hızlı kalp atışlarımızdı. ​Beni kendine çekti. Dudakları boynuma yerleşti. Kırmızı elbisem, sırtımdan yavaşça çözüldü. Askıları omuzlarımdan kayarken, Emir'in eli tenimi okşuyordu. Şöminenin sıcaklığı, yıldızların altında hissettiğimiz rüzgarın serinliğiyle birleşiyordu. ​"Bana ait olduğunu hissetmek istiyorum," diye mırıldandı, sesi boğuktu. "Beni asla bırakmayacağını bilmek istiyorum." ​"Asla," diye cevapladım, sözlerim kendi nefesimden bile zor duyuluyordu. ​Emir, beni yavaşça tül çadırın içindeki ipek yastıklara yatırdı. Vücudumuzun her bir santimi birbirine değdiğinde, aramızdaki aşk ve ihtiras yeniden alevlendi. Üzerime eğildi. Gömleğinin açık düğmelerini hızla açtım, parmaklarım o sert, sıcak kaslara değdiğinde içim titredi. ​Bu tutku, beni korkularımdan, şüphelerimden uzaklaştırıyordu. Onun doyumsuz arzusu, benim de kendi doyumsuzluğumu ortaya çıkarıyordu. Bir anlığına, o kahverengi zarf ve karanlık işler unutuldu. Sadece ten vardı, sadece arzu ve sadece ikimizin ait olduğu bu sığınak vardı. Güneş, devasa yatak odamızın kalın perdelerini bile delip geçmekte zorlanıyordu. Ama uyandığımda, göğsümdeki sıcaklık ve boynuma vuran düzenli nefes, geceyi yıldızların altında geçirdiğimiz o tül çadırın rüzgarından daha gerçekti. Emir. Kollarını bana dolamış, yüzü saçlarımın arasına gömülmüştü. Bu anlarda, o karanlık iş adamı, o keskin hatlı kontrolcü adam yoktu. Sadece benim, bana ait olan, büyük bir sevgiyle uyuyan adam vardı. Hafifçe kımıldandım. Gözleri anında aralandı. Mavi gözleri, bu sefer öfke veya gerginlik değil, sadece yoğun bir arzuyla doluydu. Parmakları, omurgam boyunca bir iz sürdü ve belime ulaştı. "Nereye gidiyorsun?" diye mırıldandı, sesi uykudan kalınlaşmıştı. "Sadece... kalkmak istemiştim," diye fısıldadım, kendi sesim bile cılız çıkmıştı. Emir gülümsedi. Bu, beni her zaman baştan çıkaran, hafifçe dudağının kenarına yerleşen o *kötü* gülümsemeydi. Beni hızla altına çekti. İpek çarşafın yumuşaklığına rağmen, altında hissettiğim şey onun sert ve acelesi olan vücuduydu. "Benim yanımda olduğun sürece, kalkış iznin yok," diye emretti, ama sesi emir vermekten çok, bir kehanet fısıldar gibiydi. Dudakları dudaklarıma kilitlendi. Bu, bir önceki gecenin romantik öpücüklerinden farklıydı; daha aç, daha talepkâr ve daha sınırsızdı. Elleri, bacaklarımı ayırdı, bizi birbirimize yaklaştırdı. O an, zihnimin bir köşesinde **Halit** ve o **kahverengi zarf** yanıp söndü. Ama Emir'in dokunuşu, o düşünceyi anında bir sis gibi dağıttı. Onun teni, benim için bir uyuşturucuydu. Ayaklarımızı yatağın kenarından sarkıttı. Kendisini, vücudunun tüm ağırlığını kullanarak üzerime doğru itti ve beni tekrar ayakta dik durmaya zorladı. Yere basmıyordum, tamamen onun güçlü kollarına ve bedenine asılı kalmıştım. "Sana ait olduğumu hissetmek istiyorum, Derin," diye inledi. Sözleri, arzudan çatlıyordu. Beni bu pozisyonda, yavaşça ve derinlemesine içeri çekiyordu. Kalçamı tutan ellerinin gücü, beni tamamen ona bağımlı kılıyordu. Gözlerimi kapattım. Zevkin dalgaları, uykumdan yeni uyanmış bedenimde kontrolsüzce yayılıyordu. Vücudumun bu kadar kolay teslim oluşu, beni hem utandırıyor hem de inanılmaz bir haz veriyordu. Emir beni yavaşça yatağın başlığına dayadı. Artık sırtım soğuk deriye değiyordu. Bu kontrol, onun karanlık tarafının bir yansımasıydı; yatağın içinde bile her şey onun istediği gibi olmalıydı. "Bana yalvar," diye emretti, nefesi kulak mememi yakıyordu. "Söyle bana ne kadar aç olduğunu." "Emir," diye fısıldadım, sesim nefesimle karışıyordu. "Lütfen... daha hızlı..." Bu söz, onu adeta delirtti. Ritmi aniden hızlandı, daha derin ve daha vahşi bir tempoya geçti. Yatağın başlığı, vücudumuzun çarpışma sesleriyle titriyordu. Boynundaki damarlar, çelik teller gibi gerilmişti. O an, iş dünyasındaki tüm kontrolünü burada, benim üzerimde yeniden kurmaya çalıştığını hissettim. O, benim üzerimde mutlak güç sahibiydi. Zevkin doruklarına ulaşmak üzereydim. Gözlerimde yaşlar birikmişti; bu hem fiziksel zevkin hem de bu adama olan karşı konulmaz teslimiyetimin bir sonucuydu. Vücudum kasıldı, titredi ve büyük bir patlama ile zevkin o son sınırına ulaştım. Emir, benim zirveme ulaşmamı izledi, sonra o da büyük bir iniltiyle, tüm gücünü bana aktararak boşaldı. Bir süre sonra, nefes nefese, beni kucağına aldı ve yatağın yumuşaklığına geri bıraktı. Üzerime uzandı, ağırlığı bir battaniye gibiydi. "Asla benden ayrılmayacaksın, Derin," diye fısıldadı, sesi artık şefkatliydi. "Benimsin. Ve ben, seni kimseye vermem. Kendime bile." Bu sözler, dün gördüğüm o kahverengi zarftan daha ağır, daha tehlikeliydi. Bu, bir aşığın yemini değil, bir sahibin sözüydü. Ve ben, o an, ihtirasın gölgesinin sadece Emir'in işi olmadığını, aynı zamanda ona olan aşkımın da bir gölgesi olduğunu anladım. O tutku, benim özgürlüğümün bedeliydi. ​Gece boyunca, tül çadırın rüzgarda sallanan gölgesi altında, birbirimize olan açlığımızı dindirmeye çalıştık. Her bir dokunuş, her bir inilti, Emir'in bana olan takıntılı aşkının bir kanıtıydı. O, beni zevkten bayıltmak, tüm düşüncelerimi silmek ister gibiydi. Ve ben, ona teslim olmaya dünden razıydım. Bu, huzurun bedeliydi. Onun kollarına sığınarak, karanlığın beni bulamayacağını umuyordum. ​ Öğle yemeği bitmişti. Sevim Hanım ve Lalin, her zamanki gibi sosyetik bir davete gitmek üzere hazırlanıyorlardı. Emir ise her salı olduğu gibi, öğleden sonraki Yönetim Kurulu toplantısı için evden ayrılmıştı. Malikanenin devasa kapıları onun arkasından kapandığında, içeride derin bir sessizlik çöktü. İşte şimdi, o an gelmişti. Emir'in kolları arasındaki huzur, yerini yeniden huzursuzluğa bırakmıştı. O son tutkulu an bile, o kahverengi zarfın ve Emir'in "karanlık tarafının" yarattığı şüpheyi tamamen silememişti. Benim aklımda tek bir soru vardı: O zarfın içinde ne vardı ki, Emir bana bile bağırmayı göze alarak onu kilitledi? Sessizce, kalbim göğüs kafesimi döverken, Emir’in çalışma odasına yürüdüm. Kapı her zamanki gibi aralık değildi; kapalıydı. Yavaşça içeri girdim ve kapıyı arkamdan kapattım. Odanın atmosferi bile ağırdı; koyu ahşaplar, pahalı deri koltuklar ve duvarları süsleyen o ciddi sanat eserleri... Hepsi, Emir’in gücünü ve kontrolünü yansıtıyordu. Masasına yaklaştım. Gözlerim direkt olarak Emir’in o meşhur, kilitli çekmecesine takıldı. Kahverengi zarf oradaydı. Çekmecenin kilidi, parmaklarımla yokladığımda tahmin ettiğim gibi sert ve sağlamdı. Onu açacak hiçbir şeye sahip değildim. Birkaç dakika boyunca panikle etrafa bakınsam da, çekmeceyi zorlayacak ya da açacak bir alet bulamadım. Kalbimdeki hayal kırıklığı ve öfke büyüyordu. Emir, benden o kadar çok şey saklıyordu ki, en basit merakımı bile tatmin edemiyordum. Başarısızlığı kabul edip odadan çıkmak üzereyken, masanın altındaki gizli bölme dikkatimi çekti. Emir, önemli evrakları bazen oraya koyardı. Eğildim, parmaklarımla ahşap paneli yokladım. Bir tık sesiyle küçük panel yana kaydı. İçeride, o zarf yoktu. Bir yığın resmi evrak, sözleşme ve kalın defter vardı. Tam umudumu kesmiştim ki, evrakların altında, kadife bir keseye sarılı, soğuk ve metalik bir nesneye dokundum. Kese titreyen ellerimde açıldı. İçindeki nesneyi çıkardığımda, nefesim boğazıma tıkandı. Bu... bir silahtı. Siyah, ağır, namlusu buz gibi bir silahtı. Elime aldığımda ağırlığı, gücünün ve tehlikesinin bir kanıtı gibiydi. O an, Emir’in karanlık tarafının tüm ciddiyeti ve vahşeti, bu metal parçasıyla zihnime çarptı. O zarf değil, bu silah gerçekti. Gözlerim dolmuştu. Bu silah, Emir'in korktuğum kişiye dönüştüğünün en somut kanıtıydı. Dün gece beni tutkuyla öpen adamın, bu silahı kullanıyor olması ihtimali, midemi altüst etti. Tam o silahı keseye geri koymaya çalışıyordum ki, arkamdan o tok ses yankılandı: "Ne yapıyorsun, Derin?" Donakaldım. Kalp krizi geçirecek gibiydim. Silahı tutan elim havada asılı kaldı. Yavaşça arkamı döndüm. Kapıda, elinde paltosuyla Emir duruyordu. Toplantısının iptal olduğu her halinden belliydi. Yüzündeki o sakinlik, şimdi odayı donduran bir öfke ve hayal kırıklığına dönüşmüştü. Gözleri, direkt olarak elimdeki silaha odaklanmıştı. O buz mavisi gözler, hayatımda ilk kez beni yargılıyordu. Silahı masaya bıraktım, ellerim titriyordu. "Ben... Ben sadece o zarfa bakıyordum. Merak ettim, neden kilitledin?" Emir, yavaşça ve tehditkar bir şekilde odaya girdi. Kapıyı kapattı. "Zarfa bakarken, babamın yadigârıyla ne işin vardı?" Babama... "Bu bir... Bu bir silah, Emir. Neden bir silah saklıyorsun?" Sesim titrek ve cılız çıkıyordu. Emir durdu. Yüzündeki öfke yerini yavaş yavaş, daha kontrolcü bir ifadeye bıraktı. Eliyle beni ittiği ahşap paneli yerine oturttu. "Sakin ol, karıcığım," dedi, sesi yumuşamıştı ama tehlike hala oradaydı. Silahı aldı, keseye koydu ve zarfın yanındaki kilitli çekmeceye attı. "Bu silah," diye açıkladı, bana doğru dönerek. Bakışları yatıştırıcıydı ama ikna edici değildi. "Babamdan kalma. Özel bir koleksiyon parçası. Onu gençliğinde kullanırmış... eski, manevi bir değeri var. Güvenlik için saklıyorum, hepsi bu. Benim dünyamdaki her şeyin arkasında karanlık bir sır aramak zorunda değilsin, Derin." Bana yaklaştı, ellerini yüzüme koydu. "O zarf," diye devam etti, "sadece büyük bir ihale evrağıydı. Başkalarının görmesini istemediğimden kilitledim. Benim işimle ilgili her şey karmaşık ve sıkıcıdır. Sen, bunlardan uzak olmalısın. Sen benim masum dünyamsın." Sözleri mantıklıydı, babadan kalma bir koleksiyon parçası... Ama gözlerindeki o anlık panik ve yalan söylediğini hissettiren o hissi silemiyordu. "Bir daha asla, asla benim özel eşyalarıma dokunma," dedi, sesi yavaş ama kararlıydı. Bu bir rica değil, bir emirdi. "Anlaştık mı?" Başımı zorlukla salladım. O an, aklımdaki soru işaretleri çoğalmıştı. Bir iş adamı neden babasından kalma 'koleksiyonluk' bir silahı, gizli bir bölmede, kilitli bir çekmeceye atar? Bu şüphe, kalbime bir kor gibi düşmüştü. Emir beni yatıştırmıştı ama artık biliyordum: Karanlık, düşündüğümden daha yakındı. ​Odanın kapısı arkamızdan kilitlenirken, hala birkaç dakika önce elimde tuttuğum o silahın soğuk metal hissi avuçlarımdan silinmemişti. Emir'in "baba yadigârı" açıklaması zihnimi değil, sadece dudaklarımı ikna etmişti. Artık biliyordum; o, benim beş yıldır tanıdığım adam değildi. Elini tuttuğum bu adam, sırları olan, yalan söyleyen ve karanlık işlerle uğraşan bir yabancıydı. ​Emir, üzerindeki takım elbise ceketini çıkardı, sonra gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. "Çok gerginsin," dedi, sesi yumuşaktı ama o tınıda, yalan söylediği anki kontrolcü sertlik de gizliydi. "Sana ne iyi gelir biliyorum." ​Beni bile dinlemeden, kolumdan tuttuğu gibi hızla çalışma odasından çıkardı. "Toplantıyı erteledim. Bu akşam hiçbirimiz, özellikle de sen, bu evin ağır havasını solumayacağız. Gidiyoruz." ​Biliyordum. O, beni yine oyalamaya çalışıyordu. Benim zihnimi kendi teniyle, kendi doyumsuz arzusuyla doldurup, o silahı ve zarfı unutturacaktı. Ama bu sefer işe yaramayacaktı. ​Özel sığınağımızın kapısından girdiğimizde, içerideki loş ışık ve sessizlik her zamanki gibi beni karşıladı. Ancak bu kez huzur bulmak yerine, kasıldım. Bu ev, artık bizim cennetimiz değil, benim hapishanemin romantik bir versiyonuydu. ​Emir, beni bir çırpıda kucağına aldı ve doğrudan yatak odasına taşıdı. Vücudumu ona dolamış olmama rağmen, ona sarılmak yerine, ondan ürktüm. Teninin sıcaklığı bile artık güven vermiyordu; aksine, gizlediği tehlikenin sıcaklığı gibiydi. ​Yatağın ipeksi çarşaflarına bırakıldım. Emir, üzerime doğru eğildiğinde, gölgesi üzerime düştü. O gölge, artık sadece ihtirasın değil, korkunun da gölgesiydi. ​Dudakları dudaklarıma yaklaştı. Her zamanki gibi talepkâr ve yakıcıydı. Ama ben, ona karşılık vermek yerine, donup kaldım. Gözlerimi kapatmaya çalıştım ama kapatamadım; Emir’in yüzünün her çizgisini, her gölgesini incelemek istiyordum. Bu yabancıyı tanımak istiyordum. ​Emir geri çekildi, kaşları hafifçe çatılmıştı. "Ne var, Derin? Bana bakmıyorsun." ​"Çok yorgunum, Emir," diye mırıldandım, bu basit yalanın bile ne kadar zor çıktığını hissettim. ​"Yorgunluk, bende çareyi var," dedi, sesi derindi. ​Eli, tenime değdi. Parmakları, elbisemin fermuarını yavaşça aşağıya indirdi. Normalde bu dokunuş, bende bir elektrik akımı yaratırdı. Ama şimdi... ​Ürperdim. ​Dokunuşu hala güçlüydü, hala sahipleniciydi, ama artık o aşk tınısı eksikti. Benden zevk alan bir adamdan çok, sahip olduğu malı yeniden tasdik eden bir efendi gibiydi. Elbise omuzlarımdan kayıp gitti. Emir'in gözleri, vücudumun her yerini taradı. O bakış, beni soymaktan çok, gözetleyen bir bakıştı. ​Beni kendine çekti. Bedenlerimizin birleştiği her an, zihnimde o silahın soğuk namlusu canlanıyordu. Onun kaslı göğsüne sığındığımda, aklıma onun birini öldürmüş olabileceği düşüncesi geldi. Bu düşünceyle, dudaklarımdan küçük, kontrolsüz bir inilti kaçtı. Bu, zevk inlemesi değil, korku inlemesiydi. ​Emir, bunu zevk zannetti. Ritmini hızlandırdı, daha talepkâr, daha doyumsuz hale geldi. Onun için bu anlar, benim üzerimdeki kontrolünü yeniden kazanmak, odaya yayılan şüpheyi bastırmaktı. ​"Benden kaçamazsın," diye hırladı, sözleri boynuma değiyordu. "Sen benimsin. Seni bu hale getiren, sadece benim dokunuşlarım." ​Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Bu, tutkunun getirdiği mutluluk gözyaşları değildi; kapana kısılmış olmanın getirdiği çaresizlikti. Onu deli gibi seviyordum, ama şimdi deli gibi korkuyordum da. Korku ve aşk, içimde dehşet verici bir fırtınaya neden oluyordu. ​Emir, bu gözyaşlarını görmezden geldi. Belki de gördü, ama bunu yoğun zevkin bir kanıtı olarak yorumladı. Tutkusunun doruk noktasına ulaştı, tüm gücüyle beni yatağa bastırdı ve nihayet boşaldı. ​Üzerime yığıldı. Nefesimiz, odanın sessizliğini yırtıyordu. Beni kolunun altına çektiğinde, omuzlarına sığındım. Ama omuzları, artık bir sığınak değil, demirden bir duvar gibiydi. ​Gözlerim tavana dikilmişti. Yanımda, beni deli gibi seven bir canavar yatıyordu. Ve ben, o canavarın kucağında, artık bir yabancıyla evli olduğumu acı bir şekilde kabulleniyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD