3.BÖLÜM “TOKAT VE ASİLİK”

2371 Words
“Haddin olmayan şeylere nasıl karışabilirsin!” Bağıran annemdi ve onu tutmaya çalışan ise Azir’di. “Kerim doğru söylüyordu, bu zamana kadar dövmediğimiz için bu arsızlığı. Rezil etti bizi rezil!” Babam bağırarak önümde durdu, amcamın dediğine göre hareket ediyordu ve gözleri ateş saçıyordu. Beni daha fazla öfkelendiren şey ise saçlarıma yapışmasıydı… Herkes gittikten sonra eve girer girmez saçlarımdan kavramıştı. Bu gün ne çok çekiştiren olmuştu beni. “Kimsenin yüzüne bakamaz olduk, nerden öğreniyorsun sen o küfürleri! Yoksa bizi uyutup erkeklerle mi takılıyorsun!” Kurşun yemiş gibi bir adım arkaya doğru yalpaladım, saçlarımı kavrayan parmakları yerini boşluğa bıraktı. Bana bu yakıştırmayı nasıl yapabilirdi? Annemin dedikleri artık kendini aşmıştı. “Kes saçmalamayı, sizin yüzünüzden o aileye gelin olarak gidiyorum. Bıraksaydınız gebertseydim hepsini, eğilip büzülmekten başka yaptığınız şey yoktu. Beni bir kere bile korumadınız!” Bağırmamla İkiside nefretle baktı yüzüme. Dediklerimin onlarda hiç bir hükmü yoktu, ne de olsa oğulları kurtulmuştu. “Defolun!” Dedim, elimi kaldırarak kapıyı işaret ettim. “Terbiye edilmeyecek bu, yarın o konağa varda anla ne demek istediğimizi! Doğduğun güne lanet olsun” kalbim olduğu yerden ikiye ayrıldı sanki. Annemin dedikleri haddinden fazlaydı, dik duruşumu bozmadım. Ağlama isteğim fazla ağır basarken, yutkundum. Söylediklerine biraz bile pişman olmamıştı. Benden kurtuluyordu, evlen evlen diye tutturan kadının dediği oluyordu. Babama çevirdim bakışlarımı, anneme kızıp ne diyorsun sen hanım! Diye kükremesini istedim ama öyle olmadı. Aynı kin ve nefretle baktı bana. Başımı dik tutarak hızla aralarından çıktım, bu ev bu insanlar üzerime üzerime geliyor nefesimi kesiyordu. Yüzümdeki maske hala yerli yerindeydi. Arkamdan annemelere bağıran Azir’in sesine bile durmadım. Kapıda duran Nehir göz yaşları içinde bana bakarken tek kelime etmedim. Kapıdan dışarı çıktım. Gece yavaş yavaş varlığını gösteriyordu, havanın serin esintisi içime doldu, ama ben biraz bile rahatlamadım. Bahçe kapısından çıkarak dar sokaklarda yürümeye başladım, çıkmaz bir çukurun içindeydim ve o çukur beni her geçen gün daha da fazla içine çekicekti. Gözlerimi açtığım sabah bana zehir olmuştu. Hayatım kimse tarafından düşünülmemiş haksızca yargılanmıştım. Öylece boş düz yolda nereye gittiğimi bilmeden ilerledim. Annemin dediği son cümle bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Ruhum yara alırken bedenim sapa sağlam ve hiç bir şey yaşanmamış gibiydi. Hislerimi dışa vurmuyordum. Herkes beni dik başlı asi sanarken. İçimde ürkek bir çocuk vardı. Onu saklamakta epey ustalaşmıştım. Belkide bu yüzden zehirli kelimlerini çekinmeden söylüyorlardı. İçimde ne yangınlar olduğunu kimse görmüyor, sesiz çığlık ve ağlayışlarımı duymuyorlardı. “Helin!” Arkamdaki hafif bağırtı sesi, duraksamamı sağladı, yavaşça arkamı dönerek Ayaz’a baktım. Bedenimi kısa bir süre süzdükten sonra gözleri yüzümde oyalandı, benden nerdeyse beş adım uzaklıktaydı. Dudaklarını düşünceyle kemirerek ne diyeceğini düşündü. Duymuştu, kötü haber çabuk yayılmıştı… Siyah gözlerinde hafif bir hüzün parıltısı geçti, saklarını bu kez uzatmış olacakki hafif yanaklarını kirletmişti. Dudaklarını araladı ama tekrar geri bir birine bastırdı, ardından elini nereye koyacağını bilmeden giydiği siyah kot ceketin ceplerine yerleştirdi. Uzattığı saçlarını toplamadığı için elmacık kemiklerinin üzerine düşmüştü. Bir adım attı ve bu adımı o kadar yavaştıki, sanki dizleri titriyordu. Attığı adımlarda fazla zorlanıyordu, yanıma gelmesi beş saniye çekecekken bir dakika çekmişti. Oysaki sadece beş adım uzağımdaydı. “Olanları duydum” dedi, sesi kısık ve tüm kırgınlıkları içinde barındırıyordu. Ayaz benden hoşlanıyordu ve bu durum tam anlamıyla yıkılmasına sebep olmuştu. “Senin adına üzüldüm,” dedi, bunu o kadar zor söylemişti ki, üzgünüm demese bile bu her halinden belli oluyordu. İçine kesik bir nefes çekti. Bakışarım gözlerindeydi ve nerdeyse ağlayacak gibi duruyordu. İç çekti, “Olan oldu, elden bir şey gelmez Ayaz…Buraya kadarmış asiliğim” dedim fısıldayarak, belkide sadece onun karşısında böyle sakin ve uysal bir kız oluyordum. “Buraya kadar değil, kendini ezdirmeyeceğini biliyorum Helin. Eminimki bunun da üstesinden geleceksin…” duraksayarak alt dudağını kısaca çekiştirdirdi, bakışlarını ayak ucumuza indirerek tekrar iç çekti. “ Bana ihtiyacın olursa çekinme” Başını yerden kaldırarak gözlerime baktı. Tebessüm ettim burukça. “Düşüncen için teşekkür ederim” dedim, gözleri fazla anlamlı bakıyordu ve benden tek bir karşılık bile alamıyordu. “Yürüyelim mi biraz?” Diye sordu, gözlerimi etrafta gezdirdim. Gören olacaksa da görürdü, yanlış bir şey yaptığımızı sanmıyordum, kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Ardından ilerlediğim yola döndüm. Yanımdaydı ve gerginliği attığı adımlardan bile belli oluyordu, bu yöredeki töreleri kararları bildiği için üstüne durmuyordu. Biliyordu ki bu yolun geri dönüşü yoktu, karar verilmiş son söz söylenmişti… Gecenin karanlığı üzerimizi örtmüştü, sokak lambalarını bile arkamızda bırakmış sesizce yürüyorduk. Konuşmadan da anlaşıyor gibiydik, Ayaz’ı tam dört yıldır tanıyordum. Bana karşı beslediği hisler hiç değişmiyordu, beni sevmekten vazgeçmiyordu. Karşılık alamayacağını bile bile vazgeçmiyordu. Artık sevgisini yüreğine gömüp üzerine toprak atması gerekiyordu. Beklediği umut yerle bir olmuş parçalara ayrılmıştı. O beni tamamen kaybettiğine üzülürken ben bir cehenneme gireceğimi bile bile üzülüyordum. “Helin, istersen evlenmeyebilirsin.” Diye fısıldadı, belkide yalvardı evlenme diye anlayamadım. Dediği şey artık imkansız gibi bir şeydi, istemiyorum dediğimde Azir’i gözlerini kırpmadan öldüreceklerdi. Onunla birlikte sevdiği kıza da yazık olacaktı. Biliyordum ki Nehir’i artık kabul etmeyeceklerdi. “Çok isterdim ama olmaz”dedim, geldiğimiz uçurumun kenarına korkusuzca oturup ayaklarımı boşluğa sarkıttım. Ayaz’da çıkardığı bir kaç hışırtı sesinden sonra yanıma oturdu. “Kaç benimle Helin, burdan uzaklara onların bulamayacağı bir yere gidelim…Herkesi her şeyi ardımızda bırakarak unutalım.” Dedi, sesi fazla ciddiyet barındırıyordu, karanlığın izin verdiği kadarı ile silüetine baktım. Dediklerini fazla düşünmüş olmalı ki gözlerini bu dediği şeyle karartmıştı… “Kardeşimi ölüme bırakamam Ayaz, bu dediğin şeyi unut” dedim ve temiz havayı içime çektim, bacaklarımı sarkıttığım uçurumda sallarken ellerimi de altımdaki taşın üzerine sabitlemiştim. Sarı saçlarımı geriye savuran esinti yuvarlak yüz hatlarımı tamamen ortaya çıkarıyordu. İkimizde son dediğim şeyden sonra sesizliğe gömülmüştük, öyleki nefes seslerimizi bile duyamıyorduk. Sesiz ve görünmez bir gölge gibiydik. Benim varlığım bundan sonra artık bir gölgeden ibaret olacak gibiydi. “Geç oldu” dedim kaç saatimi burda geçirdiğimi bilmeden, oturduğum taş teminden geriye kayarak doğruldum. Tozlanan bacaklarımı bir iki kez ellerimle silkeledim. Ayaz’da kalmış olacakki gölgesi önüme düşmüştü. Uçuruma fazla yakındı, bakışlarımı gözlerine çıkardım. Kaşlarım çatılırken geri dönerek boşluğa baktığını anladım. “Gidelim” diye mırıldandım… Buraya son gelişimizdi, bu yüzden benle buradaki sesizliği aklına anı olarak kazıyordu. O anıların canını yaktığını bile bile bunu yapıyordu. Yönünü bana döndü, üzerime doğru bir adım attı. Kollarını usulca iki yana açtı ve bedenimi göğsüne hapsetti, geri çekilmedim yada karşı çıkmadım. Aksini yaparak kollarımı kaldırdım ve tereddüt dahi etmeden geniş beline sardım. Sürekli sigara içtiği için ağır bir tütün kokusu üzerinde vardı. Buna alıştığım için rahatsız olmadım. Bana olan vedasına usulca karşılık verdim, saçlarımı kokladı ve başımın üzerine uzun bir öpücük kondurdu. Kolları bedenimi daha fazla sıktı, beni bırakmak istemez gibiydi. Sarıldı sarıldı ve sarıldı. Kemiklerim kırıldı sansam da ses etmedim. Öylece kaç dakika bekledik, kaç dakika kokumu içine çekti anlamadım. Şimdiye kadar ona sadece bir arkadaş edasıyla yaklaşmıştım. Bundan ötesi ne olmuştu nede başka duygular beslemiştim. İç çekişleri çoğaldı, başımı göğsünden kaldırdığımda saçları yüzüme döküldü. Gözleri çok şey söylüyordu ama diline kilit vurmuştu. Sahiplenircesine alnıma dudaklarını bastırdı, bu dokunuşu fazlaydı. Omuzumu yoklayan soğuk ürperti ile kollarımı belinden çektim. Beni saran elleri gevşediği için kollarından çıkarak bir adım geriledim ve, “artık gidelim” diye mırıldandım. “Gidelim gidelim de, senin hasretin ve yokluğun ile nasıl başa çıkacağım onu bilmiyorum” dedi dertlenerek. Bununla başa çıkması gerekiyordu, beni unutup hayatına kaldığı yerden devam etmeliydi. “Hayatına devam et Ayaz, sayende burayı bu yöreleri bildim tanıdım. Bu asiliğim ve dik tavırlarım birazda senin sayende, her şey için teşekkür ederim. Beni artık aklından da kalbinden de çıkart, bunu kendi iyiliğin için yap yoksa benden yine çok sağlam bir dayak yersin.” Sonlara doğru bilerek sesimi kızgın bir şekilde çıkardım, gülsün istedim ama gülmedi. Sanki son kezmiş gibi sadece gözlerime baktı. Ben onun yüzünü ve gözünü bu karanlıkta bile ayırt edemiyorken o belki de bir dakika boyunca baktı gözlerime. Derin bir nefes ciğerlerime çekerek hafif öksürdüm. Diyeceğimi demiştim, bundan ötesi ona kalmış bir şeydi… Yanından geçerek geldiğim yolu geri gitmeye başladım. Arkamdan geldiğini yorgun ayak seslerinden anlayabiliyordum. Belkide saat gece yarısını geçmişti bunu bilmiyordum. Ama eve gidince yine iyi bir azar işiteceğimi biliyordum. Ayaz ile birlikte yürüdüğümüz yolu yarılamıştık. Evlerinin olduğu sokağa geldiğimizde ikimizde durduk. “Gerisini ben giderim, git sen annen bekler” dedim, küçük bir kız kardeşi ve hasta bir annesi vardı. Babası duyduğuma göre kaçak işler yaptığı için hapisanedeydi. Bu konuyu sadece duymuştum. Ayaz’dan değil çıkan dedikodulardan biliyordum. Ona sorsam canı yanardı ve bunu istemiyordum… “Kendine iyi bak, her ne olursa olsun kimseye boyun eğme,” dedi bunu kesinlikle yapmamı ister gibi. Başımı sallayarak gülümsedim, sokak lambasının loş ışığı yüzünü aydınlattığı için gülüşüme baktığını anlamıştım. “Dikkat et, ve kendine iyi bak” diye mırıldandım, ardından yavaşça ona arkamı dönerek evimizin yolunu yürümeye başladım. Bu gecenin benim için çok zor bir şekilde biteceği belliydi. Uyku uyuyarak belki kısa da olsa olanları unuturdum. Fakat bunu istemiyordum. Uyandığımda nasılsa içimde yine aynı burukluk ve boş his olacaktı. Yarın tam anlamı ile evimden ayrılıyordum. Annem bir yerlerine kına yakardı artık, benim için tam anlamıyla bitmişti. O konuşmadan sonra onu silmiştim. Yarın bir pazartesi sabahına uyanacaktım. Günlerden Pazartesi 12 Mayıs’tı. Benim özgürlüğümün son bulduğu gündü… Evimizin bahçesinden içeri girdiğimde ışıkların hala yanık olduğunu gördüm. Yanılmamıştım, yine beni ordan oraya savurmak için bekliyorlardı. Titrek adımlarla kapıya ilerlemeye başladım, düğünsüz gelinliksiz çıkacağım eve son kez bir gece yarısı vakti giriyordum. Kuruyan dudaklarım hafif çatladığı için ıslak dilimi üzerinde gezdirdim. Sabahtan beridir tek bir lokma yememiş su içmemiştim. Gerçi yediğim sözler ve tiksintili bakışlar yeterince doymam sebep olmuştu. Kolumu kaldırarak elimi yumruk yaptım, ama ben daha kapıyı tıklatmadan hızla açıldı. İçerideki soğuk atmosfer beni anında etkisi altına almış gibi titredim. Ev sıcaktı ama bizimkiler havaya kuru bir soğuk yaymıştı sanki. “Bu saate kadar kiminle neredeydin!” Diye çemkirdi annem, gözlerine boş boş baktım. Siyah gözlerinin beyazı kıp kırmızı kesilmişti ve bana yine tiksinti ile bakıyordu. Yanından geçerek içeri girdim. Onunla konuşmak istemiyordum. Küçük koridoru geçerek salon kapısında durdum. Evimiz iki katlıydı, en üst katta ben ve Azir’in odası aşağı katta ise annemlerin odası vardı. Fazla varlıklı bir aile değildik, bu yüzden konaklarda yaşama gibi bir lüksümüz yoktu. Adımız sanımız bilinseydi şimdiye babamın husumetlileri başımıza toplanmıştı. Beni öfkeyle bekleyen adama baktım, salonda en baş köşedeki koltuğa kurulmuştu. “Kimin yanındaydın?” dedi beni baştan aşağı bir şekilde süzerek. Elinde ise bir bıçak önünde de meyve tabağı vardı. Yaşadıklarımızın üzerine boğazından nasıl geçiyordu onlar? “Kimsenin, sadece hava almaya gitmiştim.” Dedim, omuzumu kapı pervazına yaslayarak serseri bir şekilde durdum. Yanına gitme gereği duymuyordum… “Seni görenler öyle demiyor ama, şu soytarı ile uçuruma gitmişsin!” Dedi hiddetlenerek. Ayaz’ı oldum olası sevmiyordu. Ona göre Ayaz alkolik ve kumarbazdı, halbuki öyle bir alışkanlığı yoktu. Ona olan bu nefretinin sebebi tamamen görüntüsü yüzündendi. Neymiş erkekler saç uzatmaz küpe takmazmış, bunların bir önemi yoktu. Dışardan bakılınca tam bir psikopata benziyor olabilirdi ama kalbinde merhametli ve iyi bir adam vardı. “Ayaz arkadaşım” dedim mırıldanarak, iki kaşıda öylemi dercesine havalandı. Elindeki bıçağı usulca meyve tabağının içine bıraktı. Ne yapacağını az çok tahmin ediyordum, kalkacak karşımda duracak ve bağıracaktı…Bu beni biraz bile korkutmuyordu. İki elimide arkama götürüp kalçalarımın üzerinde bağladım, babam yavaş hareketlere ayağa kalkınca annem omuzuma çarparak içeri girdi. “Nasıl bir arkadaş bu!” Dedi oldukça yüksek bir sesle. Hızlı adımlar atarak karşımda durdu. “Bildiğimiz normal arkadaş…” çenemi dikleştirdim “ Olamaz mı?” Diye devam ettim, iki elininde yumruk olduğunu biliyordum. Öfkelenmişti. “Aşığınla kaçmayı düşünmüyorsundur umarım, sen bu günden sonra Aşeka ailesinin namususun. Adımıza sanımıza sakın leke getirecek olma. Yoksa seni kendi ellerimle boğarım!” Dalga geçercesine gülümsedim. Onlar için bu berdel meselesini kabül etmiştim. Şimdide gidecek olmamdan korkuyordu. Derin bir nefes aldım ve yüzümdeki gülüşü yok ettim. “Merak etme baba, aşığımla kaçma gibi bir niyetim yok. Ne de olsa Aşekaların geliniyim, büyük saygısızlık olur boynun bükülür yine. Beni korumak yerine öldürürüsün, bu evlilik kendi isteğimle ya bu yüzden rahatsın bu kadar! Beni bir gram bile düşünsen o diklenmelerim olmayacaktı! Sen kızını yok saymakla kalmadın yerin dibi-“ yanağıma yediğim tokat ile kelimelerim boğazıma düğümlendi. Eğilen başımı kaldırarak babamın öfkeden deliye dönen gözlerine baktım. İçimdeki gülme isteğini çıkartarak yüksek sesli bir kahkaha attım. “Utanmaz!” Diye bağıran annem bile kahkahamı bastırmadı. İkiside bana şaşkın bakışlar atarken annem babamın kolunu tuttu. “İşte sen bu kadar acizsin, doğrulara sağır olacak kadar şerefsizsin!” Yüzümdeki gülüş yerini büyük bir kırgınlığa bırakmıştı. Elini tekrar vurmak için kaldırdı. İkisine hızla arkamı dönerek ahşap merdivenlere yöneldim. Azir ve Nehir ortalarda yoktu. Bu saate uyumuş olmalarını düşünmek ise kalbimi daha beter kırıyordu. “ Geberteceğim seni!” Arkamdaki babamın bağırtısı ile hızla odama girerek kapımı arkamdan kilitledim. Dizlerim titredi, gözlerim doldu ve olduğum yere çöktüm. Annem babamı doldurmuştu, yoksa böyle bir adam değildi. İkisinden de şuan nefret ediyordum. Konu Azir olunca bir anne biri baba kesiliyordu, konu kızları olunca ise kükrüyorlardı… Gözlerimden sadece yaşlar usul usul akıyordu, hıçkıramıyordum bile, sanki kimse sesimi duymasın beni böyle bitik görsün istemiyordum. Aciz olduğumu görseler daha fazla üzerime gelirlerdi. Olduğum yerde öylece kımıldamadan bekledim, eski düzenim ve hayatım şimdiden burnumda tütüyordu. “Ne yaptın sen ablana Azir?” Diye mırıldandım, o şuan rahat uykusundayken ben burda sabah olmamasını diliyordum, ama güneş çoktan varlığını belli ediyordu bile. Bir Pazartesi sabahı olmuştu ve benim o eski halimden eser yoktu. Izdırap içindeydim ve yorgundum, tam anlamıyla şimdi kendimi ezdirmemem gerekirdi… Ayağa kalkarak üzerimdekileri soymaya başladım, gözümden akan yaşlar yanaklarımda kurumuştu. İçimdeki bastıramadığım bir öfkem vardı, ve beni tutup kaldıran kimse yoktu. Tamamen çıplak olduğumda banyoya girdim, önce aynadaki yansımama baktım. Küçük kıvrımlı burnumun ucu kızarmış, hafif dolgun dudaklarım ise ısırılmaktan ve kuruluktan dolayı kanamıştı. İnce telli sarı saçlarım yer yer boynuma yapışmıştı. Siyah gözlerim artık daha keskin bakıyordu, sanki tüm dünyaya meydan okur gibi. Kaşlarım hep olduğu gibi bugün de çatıktı. Yüzümde tek bir mimik dahi oynamıyordu. Beni gelin yapacakları konağı onlara zehir edecektim… Bir günde iki kilo vermişim gibi karnım nerdeyse belime yapışmış omuzlarım yorgunlukla çökmüştü. Beyaz tenimdeki ince morumsu damarlar yer yer kendini belli ediyordu. Kanım çekilmişti, ben daha kurtlar sofrasına oturmadan kanımı çekmişlerdi. Duşa kabine girdim ve buz gibi suyun vücudumdan dökülmesine izin verdim, titresem de iki dakika sonra alıştım. Beni dinç tutan buz gibi su ile ellerimi önümdeki soğuk mermere yasladım, ve öne doğru büküldüm. Başımdan aşağı dökülen su beni kendime getiriyordu. Umarım Arman dediği şeyi yerine getirirdi, sular durulunca hiç kimseyi umursamadan defolup gidicektim. Ve Arman buna karşı çıkacak olsada gözlerimi bile kırpmadan vuracaktım onu. Benimle oynamak kolay değildi. Belkide beni daha bir ay dolmadan ailesi kapı dışarı ederdi, sonuçta ordaki üstünlük artık bende olacaktı. Yenilgim değil asiliğim sürekli dillere dolanacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD