Söylediği cümle ile gözlerimi alaycı bir şekilde üzerinde gezdirdim, elimdeki silahı sımsıkı tutmuştum. Gözlerim ise onun gittikçe koyulaşan gözlerine bakıyordu. “Hadi ya,” dedim alay barındıran ses tonumla.
Kafasını öyle der gibi salladı, elindeki tesbihin metalik sesinden hala salladığını anlamıştım.
“Dediğim her zaman olur Efgan! Yoksa kardeşinin ölmesine göz mü yumacaksın?” Diye tısladı, ona sert sert bakarak kaşlarımı çattım. Fazla ciddi duruyordu. Sıkıştığım köşede artık bulacak başka bir çözümüm yoktu. Fazla zenginlerdi, para teklif etsem bile kabül etmezlerdi.
‘Karım olacaksın’ dediğine göre ise Aşekaların oğlu ve Nehir’in abisiydi. Tam beş kez kızı istemeye gitmiştik ve bu adama hiç rastlamamıştım. Son bir çare yine dik başlılığımı konuşturdum.
“Ne kardeşim ölecek, nede benden sana bir kadın olacak. Al soyunu sopunu siktir git.” Dedim, bakışarı küçümseyici bir tavır sergiledi.
“Önüne geçtiğin kardeşini kurtaramayacaksın asi kız, şimdi bir karar ver. Kan mı! Berdel mi!” Yüzündeki küçümseyici tavır yok olmuştu. Şimdi gözlerime kararlı bir şekilde bakıyordu.
“Kızımı vereceğim, bu iş kan dökülmeden hallolucak, sizin töreleriniz nasılsa öyle olacak!” Annemin sesi karşısında titredim, Azir’in başından kalkmış olucakki, babamın yanında durmuş. Oktay Ağaya bakıyordu.
Benim kararımı sormadan nasıl böyle bir şey yapabiliyordu? Silahımı kaldırarak karşımdaki adamın kalbine çevirdim.
“Ne berdel ne kan dedim size! Şimdi ben belanızı sikip leşinizi buraya sermeden defolun!” Diye bağırdım, işte şimdi herkes bir bana birde karşımdaki adama bakıyordu. Sessiz fısıltılar susmuş yerini endişeli yüzlere bırakmıştı.
Babam ise bana öfkeyle bakıyordu, bir kadın olarak böyle yapmam onu utandırıyordu. Aksine benimle gurur duyması gerekiyordu. Ama utançla omuzlarını indirmişti…
Arka taraftan saçımdan sert bir şekilde çekiştirildim, saç köklerimden başlayan ince sızı bir ağrıya dönüşerek başıma saplandı. Elimdeki silah hızla alınırken başım havaya kalkmış bir durumdaydı. Kimdi bu saçımı sıkıca kavrayan kişi?
“Hemen ellerini çek!” Diye bağırdı karşımdaki adam, yan bir şekilde dönerek saçlarımı kavrayan kişiye baktım, tabikide bu amcamdan başka biri değildi. Kaldırdığı eli ile tokat atacağını anlamıştım.
Ama buna mani olarak elini havada yakaladım, ardından tırnaklarımı oldukça güçlü bir şekilde etine batırdım. Yüzünü buruşturdu ama saçlarımı kavradığı elini çekerek yine tokat atmak için kaldırdı. Buna mani olamayacağımı anladığımda gözlerimi yumdum.
Yanağımda bir acı his bekledim ama olmadı. “Sana elini çek dedim!” Bağıran kişi karım olacaksın diyen adamdı, gözlerimi açmamla amcamın elini bileğinden kavradığını gördüm.
Şuan bana yardım etmiş olması rahatlamamı sağlayacağına sinirlenmemi sağlamıştı. Kendimi koruyabilirdim. Kimsenin benim için başkasının karşısında durmasına gerek yoktu.
“Edepsiz bir kızı mı korursun bana! Bu zamana kadar dayak yemediği için böyle saygısız ve fütursuz” dedi amcam, bunları söylerken ise yüzüme bakarak en sert tonda bağırmıştı.
“Edebim senin sorgulamana kalmadı amca! Büyüksün diye susuyorum kendine gel.” Dedim, yüzü dediklerimden mi? yoksa sinirden mi kıpkırmızı kesilmişti anlayamadım.
“Hakim! Senin bu kızın artık erkeklikte arşa çıktı, zamanında edebiyle yaşayacağını öğretmemişsin! Bu utanç verici bir duygu.”
Bu kez de babama sarmıştı, kollarını ikimizden de sert bir şekilde çekti. Ardından arkasına bile bakmadan kapıya yöneldi. “İkimizinde bağını kestim Hakim! İçine düştüğün rezilliği kendini bilmiş kızın temizlesin!” Son sözlerini söylerken karısına ve kızına bakmıştı. Yengem ve Ayşe arkasından hızla çıkıp gitmişti.
Babamı bana karşı doldurmuştu. Erkekler böyle olunca gurur duyarlar, kadınlar böyle olunca da edepsiz namussuz derler, sokmuşum bunların düşünce yapısına! Derin bir nefes alarak gerginliğimi bir köşeye bıraktım ve anneme baktım.
“Alın götürün, kızınıza karşılık kız verdik. Terbiyeyide edebîde istediğiniz gibi öğretebilirsiniz!” Nefretle gözlerime bakarak solumuştu annem. Gözlerim dedikleri karşısında ilk defa yaşlara boğuldu. Dolarak kalmadı bu sefer usul usul damla damla akmaya başladı.
Benden bu kadar fazla nefret ettiğini bilmiyordum. ‘Alın götürün’ diyordu. Biraz bile yüreği yanmıyordu, bu sözleri nasıl bu kadar kolay söylüyordu…
“Abla” Azir’in arkamdaki mırıltılı sesine döndüm yavaşça, ayağa kalkmayı başarmıştı. Ama hafif öne bükülmüş ve karnını sıkıca tutmuştu.
“Özür dilerim böyle olacağını bilemedim, Nehir benim her şeyim. Kısa da olsa sevdiğime kavuştum. Bırak öldürsünler beni” kafamı iki yana salladım.
“Olmaz Azir” dedim, tek kardeşimdi. Onu korumlaydım, kendi hayatım için onun hayatından vazgeçemezdim. “Sakın bir daha böyle bir şey söyleme” dedim. Arkamdan gelen uğultulu sesler kararın verildiği yönündeydi. “ Senin hayatını mahvedemem. Olan oldu bu iş onlara göre ben ölünce temizlenecek” kararında oldukça ciddiydi.
Kalbimdeki kaybetme endişesi ile arkamı ona döndüm, ama o adam yoktu. Toplaşan kalabalığın içine karışmış babamla konuşuyordu. Üstelik silahımı da yanına almıştı. Ellerimi iki yandan yumruk yaptım, kabul etmekten başka çarem olmadığını biliyordum.
Ona doğru adımlamaya başladım, kendimden emin ve kararlıydım. Bana tiksinerek bakan annemden gözlerimi kaçırdım, koskoca ağaların içinde ettiğim küfür, onu da utandırmıştı.
Bana olan tiksintili bakışarı ise ilk değildi, ilk olan şey beni gözlerini bile kırmadan kurtlar sofrasına attığıydı. Ve ben artık onun gerçekten bir anne olduğuna inanmıyordum. Onun anneliği sadece Azir içindi.
Babamla konuşan adamın ne dediğini umursamadan kolundan yakaladım, ardından çekiştirerek arkamdan sürüklemeye başladım. Kendi isteği ile geliyordu zaten, koca cüssesini sürüklemem imkansızdı.
Kimsenin duymayacağı en kuytu köşeye çektim, ve kollarımı göğsümde bağladım. Yüzü ifadesizdi.
“Aşeka” dedim, adını bilmediğim için soyismi ile hitap etmiştim. Bir kaşını kaldırarak ne var dercesine baktı, ardından iki eli ile kavradığı tespihle oynamaya başladı. “ Kardeşime bir şey olmayacak. Madem berdel diyorsunuz, benimde kendi çapıma göre şartlarım var” dedim, beni can kulağı ile dinlediğini biliyordum.
“Haksız olduğunuz durumda bir de bana şart mı koşacaksın?” Diye sordu kalın ve erkeksi bir sesle. Başımı hızla olumlu anlamda salladım.
“İstemeye geldik vermediniz, kardeşimde kaçırarak en doğru olanı yaptı…Şimdi, evliliğimiz bir kâğıt parçası üzerinde olacak. Bana asla dokunmayacak ve yahut yanaşmayacaksın. Ancak bu şartlar altında kabul ederim bu lanet berdeldi. Ha kabul etmiyorsan da yol orda siktir git.” Dedim, kaşlarını çatarak alt dudağını düşünceyle kemirdi.
“Sana dokunmaya hasret değilim, kan dökülsün istemiyorum bende. Bu iş ağaların kararına bağlı ve bizde buna uymalıyız.” Dedi, olumlu tavrı beni şaşırtmıştı…
“ Zamanı geldiğinde boşanacaksın benden, sen hayatına ben hayatıma bakacağım. Ömrümü senin yanında çürütmeye niyetim yok.” Bu dediğime de başını olumluca salladı. Yüzü ifadesiz olduğu için mimiklerinden bir çıkarım bulamıyordum. Belliki maskesinin ardına çok iyi gizleniyordu.
“Bende ömrümü beni istemeyen bir kadınla geçirmeye meraklı değilim, sular durulunca sen yoluna ben yoluma Efgan” dedi soy adımı vurgulayarak, ilk başta bir Aşeka olduğuma vurgu yapmıştı. Bunu değiştiren neydi anlamdım.
“Anlaştık o halde, umarım sadık bir adam olarak dediklerini yerine getirirsin. Aksi olursa elimden çekeceğin var, sana hayatını zehir zemberek ederim. Bunu o aklında bulundur.”
Dediklerimle memnun olmuşçasına gülümsedi, gülüşü belli belirsiz denecek gibiydi. Yüzü tekrar ciddiyete bürünmeseydi benimle dalga geçtiğini anlıyıcaktım. “ Anlaştık” dedi ve bizim anlaşmamızda konuşmamız da burda son buldu.
Son kez gözlerime kısa bir süre bakarak arkasını dönüp gitti, ağalar hala bu olanları tartışıyor olacakki uğultulu sesleri dinmiyordu. Ve babamın Oktay ağanın karşısında başını eğmiş olması fazla zoruma gitmişti.
Dudaklarımı ıslatarak babamın yanına adımlamaya başladım. Nehir bu kez de Azir’e bakarak içli içli ağlayışlarını sürdürüyordu. İki sevdalıyı bir birinden ayırmam benim için bir vicdan meselesi olurdu. Onların mutluluğu benden daha önemliydi. Nasılsa ürkek yada boyun eğen bir kız değildim.
İçim dışıma çıkana kadar ağlamam gerekirdi belki ama bu beni bir sonuca bağlamazdı. Annemin dediklerine de ağlamıştım ama bu kısa sürmüştü ve annemden asla bir geri dönüş almamıştım.
“ Evimizi boşaltın hemen, karar verildi dediğiniz olacak. Berdelse berdel, Nehir burada kalacak. Kaçan kızınıza düğün yapacağınızı sanmıyorum. Hepsini biz gereğince yerine getireceğiz” dedim, işlerine karışmış oluyordum. Bu yüzden beni olumsuz bir şekilde yargılayan bakışları ve sessiz homurtuları kesilmiyordu.
“ Sen bizimle geliyorsun, bu rezaletde birde seni istemeye mi geleceğiz! Hemen dini nikahınızı kıyıyoruz” dedi Oktay Ağa, bana kibirlendiği ap açıp ortadaydı. Bu berdeli istemediği de belliydi çünkü benim gibi bir kızı gelini yapmak istemiyordu. Sanki ben onlara fazla meraklıydım.
“Resmi nikah da istiyorum, oğlunuzun sonradan üzerime kuma getirmeyecek olması ne malum” dedim şart koşarak, en azından resmi bir nikah ile kendimi garantiye alıyordum. Kâğıt üzerinde olacaktı sonuçta.
“Yeter artık helin! Kendine gel ve karşında kimin olduğunu idrak et, yetti senin bu erkek tavırların. Sen bir kadınsın ve bu yaptığın şey edepsizlikten başka bir şey değil! Yaptıkların boyunu aştı!”
Şaşkınlıkla babama baktım, yaptıklarımda haklıydım. Karşımdakide benden üstün değildi. Aşiret Ağası olması benim için hiç bir şey değiştirmiyordu.
“Resmi nikah kıydırtmam oğluma, ne malum sonradan gebe kalıp kalmayacağın!” Dedi Oktay Ağa sert bir sesle, evlendiğimizde onlara bir varis vermezsem kuma getireceklerdi. Ve ben böyle aciz bir duruma asla düşmezdim. Üstelik Oktay Ağanın benim gibi bir kadından torun isteyeceğinide sanmıyordum. Ne olursa olsun o resmi nikah olup biticekti. Her şey durulduktan sonra ise ben yoluma onlarda yollarına bakacaktı.
“Resmi nikah yoksa berdelde yok!” Dedim baskın ve kararlılık barındıran ses tonumla.
“Olacak, resmi nikahda dini nikahda kıyılacak baba! Fazla üsteleme, olan oldu artık.” Dedi evleneceğim adam. Her iki koşuluda kabul ediyordu…
“Arman, olmaz dedim!” Diye tısladı Oktay Ağa, demek oğlunun adı Arman’dı, bunca zamana kadar nasıl adını sanını duymamıştım ki. Bildiğim tek şey Aşekaların kendilerini her şeyden üstün gördükleriydi. Fazla zalim ve kibirli olduklarınıda duymuştum. Bu kurtlar sofrasında iyi bir şekilde karşılanmayacağımı da anlamıştım artık.
“Beni sorgulama baba!” Arman’ın ses tonu tüm ortamı buza çevirdi sanki. Bağırmamıştı ama kalın ses tonu korkuyu her zerresinde barındırmıştı.
“Yarına kadar mühlet Hakim, bu kızını bu gece terbiye et. Soylu bir aileye gelin gelecek, edep adap nedir öğret! Kendi aramızda küçük bir merasim olacak. Bunca olayın üzerine düğün yapmam” dedi Oktay Ağa, zorunlu kaldığım evlilikte bende düğün istemezdim zaten.
“Nasıl istersen ağam, yarına her şey hallolur. Kızınız da artık bizim namusumuzdur. Ona dillere yakışır bir düğün yapacağız” dedi babam, zoruma giden şey neydi? Bu adama boyun eğmesi mi? Yoksa beni korumak için bir hamlede bulunmadığımı? Oluşan kalabalıkta gözlerimi gezdirdim. Nehir Azir’e bakarak umutla gülümsüyordu. Onların hayatı artık güzeldi.
Ya benim hayatım?…Benim yaşayacaklarımın bir hükmü yok muydu? Benim hayatımın önemi onlarda sadece bir çöp ve fazlalık mıydı?
Babam ve Oktay Ağa diğer ağalarla birlikte, tekrar bir konuşma içerisine girdiler. Kulağıma çınlayan sadece uğultulu ve boğuk bir sesti. Annemin tiksinen bakışları altında ezildikçe ezildim.
Babamın beni ayıplayan sözleri ve bakışları altında ise, ezildiğim yerden toprağın altına girdim. Bir adım geriledim, ne kadar kolaydı bir günde böyle bir karar almak. Böyle olacağını bilmem gerekirdi aslında, Azir’in bunu yapacağını tahmin etmiştim.
Kendimi koruyamadığım için kendime öfkeliydim, bir adım daha geriledim ve sırtım set bir kayaya çarpmış gibi öne doğru yalpaladım. Kolumdan tutularak tekrar geri çekildim. Beni savuran kimdi?
Fazla boş hissediyordum, etrafımda olanları algılayamayacak kadar kafamın içi dolmuştu. Önüme düşen siyah bir gölge vardı, bu Arman’dan başkası değildi. Arkamı dönerek başımı kaldırdım, koyulaşan gözleri ruhsuz bir şekilde bana bakıyordu. Bir şey söylemek istiyordu ama bundan vazgeçiyordu. Gözlerinde tuhaf bir merak parıldadı. Bende bir şeyler görüyordu ve bunu anlamadığı için merakla gözlerini kısıyordu.
Kolumu saran parmakları karşısında titredim, eli kolumdan yavaşça kayarak elime kadar geldi, avuç içini elimin tersine yaslayarak kaldırdı, avucuma bıraktığı metal silah sıcaktı. Alıştığım soğuklukta değildi, alışmadığım sıcaklıktaydı.
“Silahını herkese kaldırma Efgan, bir şey olur hayatını dönülmez bir yola sokarsın. Kaza geliyorum demez, ansızın bilmediğin bir anda gelir. Bence bu hallerini düşünüp kendini törpülemelisin” dedi mırıldanarak, avuç içi tıpkı elimdeki silah gibi sım sıcaktı…
Teni bana zıttı, buz olan ben ateş olan oydu. Dediklerine kaşlarımı çattım.
“Sana mı kaldı benim kendimi törpüleyip törpülemeyeceğim? Al babanı da şu gelen adamlarıda, siktir git. Fazla boş yaptınız!” Elimi avuç içinden çekerek silahımı belime yerleştirdim.
“Göstereceğim sana ben boşu da doluyu da! Az kaldı merak etme, bakalım yarın da benimle böyle konuşabilecek misin!” Sert bir şekilde hırladı. Ardından hızlı bir şekilde omuzuma çarparak gitti. Beni korkutmaya çalışıyordu ama bu isteği olmayacaktı…
Herkesi arkamda bırakarak eve girdim, benim için karar verilmiş gereken yerine getirilmişti. Diklenişlerim hiç bir işe yaramamıştı. Ama kardeşim ve sevdiğinin mutluluğuna sebep olmuştum.
Sarsılmıştım ama yinede dik durmuştum. Birazdan belki dayak belkide azar yiyecektim. Bu iki ihtimalin olacağı bes belli ortadaydı. Annem ve babam beni bile bile ateşe atmıştı.
Ne olursa olsun böyle olmaya devam edicektim. O konaktan ayrılana kadar kendimi asla kimseye ezdirmeyecektim. Sokardım onlara da soylu abilerine de. Üstünlük taslamaktan başka bildikleri şey yoktu.