Bilmediğim o koca şehrin ortasında yalnızdım. Bütün kalabalığın içinde bir yabancı gibi yürürken o şehrin otobüs terminalinden gideceğim yönü bile bilmeden yürüyordum. Yürüyordum ;çünkü ulaşmak istediğim yerde başıma gelecek her şeyi bir an önce yaşayıp belki de olmayacak herşey için yeniden ve gene yeniden başlamam gerekecekti.
Her bitiş benim için yeni bir başlangıçtı ve ben her yeni başlangıç için yeniden uyanmaya, güçlü olmaya, dik durmaya mecburdum. Sabaha karşı çıktığım yolun sonuna aynı günün akşamında gelmiş bile olsam, bir sonraki sabah için yolda gördüğüm bir sürü insandan bana en masum görünen ayakkabı boyayan küçük bir çocuğa sordum;
"Aksaray'a nasıl giderim?"
Çocuk önce o kir pas içindeki yüzünü bana çevirip farklı bir dili konuşuyormuşum gibi dikkatlice baktı, sonra yerinden doğrulup;
"Bak şimdi Abla..." diyerek başladı söze.
Söylediklerinin çoğunu anlamakta zorlansam da onu anladığım yollardan bir minibüse bindim. Aslında en kolay yolu bana taksi gösterecekti ama benim o taksiye para verecek lüksüm yoktu.
Minibüsten indikten sonra fazlasıyla yürümem gerektiğini, her yarım saatte bir elimdeki adresi sorduğum kişilerin yol tarifleri ile daha net anlıyordum. Akşam olmasına rağmen bildiğim şehirlerden başka türlü kalabalık olan o koca şehrin yabancı sokaklarında yürüyordum. Gittiğim yeri, bana getireceklerini ve karşıma çıkacak olan kişinin kim olduğunu bilmeden...
Sonunda yorulup bir park bankına oturduğumda, elimde bir simit ile o gece daha fazla karanlığa ve tehlikeye dönüşmeden aradığım yeri bulmak niyeti ile cebimdeki adresi yeniden çıkardım. O bana yabancı ama artık yakın olduğunu bildiğim adrese birazdan ulaştığımda olacaklarla ilgili hayallerimin tamamı karamsar bile olsa gidecektim oraya. Öyle ya, sırf Neriman ablayı kırmamak için, annesi olduğu için beni kabul ettiğini söylemiş olsa da kim hapisten yeni çıkmış birine evini açardı ki? Hemde hiçbir karşılığı olmadan. Öyle bir dünyanın var olmadığını hayat bana tüm acı tecrübeleri ile öğretmişti. Ama ben yine de şansımı deneyecektim o bana hiç gülmeyen şansımı!
Neriman ablanın el yazısı ile yazılmış adreste belirtilen mahalleyi bulduğumda, artık her şeyin daha kolay olacağını biliyordum. Doğduğum şehirden başkasını görmemiş bir kör gibiydim ve bu koca ummanın içinde hiç bilmediğim bir adresi bulmak için bana göre uzun bir yol katetmiştim. Hayatı hep duvarlarla, kapalı kapılar ardına kilitli kimseler için böyle yollar uzun, böyle adresler de karmaşık kalırdı.
"Pardon?" dediğimde, elinde poşetlerle bana doğru yürüyen uzun saçlı, yorgun kadını durdurdum. Yüzüme ne istediğimi söylemem konusunda acele etmem gerektiğini söyleyen kızgın bakışlarla bakınca elimdeki adresi gösterdim.
"Ben bu sokağı arıyorum." dedim. Kısa ve kolay bir tabirle bana ulaşmam gereken noktayı tarif ederken dikkatle dinledim, bir başkasına daha muhtaç olmadan artık o adresi bulayım diye. Nihayet sokağı bulduğumda periyodik bir sırayla artan binaların kapı numarasını takip etmeye başladım.
"Elli numara, Altın Apartmanı!"
Sürekli aynı şeyi tekrarlıyordum. Unutmamam gereken bir ezber gibi.
"Elli elli elli numara... Kırk dört, kırk altı... Altın Apartmanı... hayır, bu Nur Apartmanı..."
Bütün günün sabırsızlığını o andan çıkarıyordum adeta. Sabaha karşı bindiğim otobüsten ancak akşam saatinde inmiş, ayaklarım önce oturmaktan sonra da yürümekten şişmiş, hem uykusuz hem de fazlasıyla yorgundum. Önce Neriman ablanın kızının da annesi gibi biri olup olmadığından emin olup ona sığınıp daha sonra tek başıma hayatta kalmak için mücadele vermem gerekiyordu. Hem de hiç vakit kaybetmeden bir iş bulup sonra da o kızcağıza daha fazla yük olmamak için.
"Hah! Altın Apartmanı!"
Eski gri renkte boyası, geniş dış kapısı olan bir apartmanın hemen önünde kapı numarasını ararken sonunda o mavi metal levhada elli yazısının rakamla işlenmiş halini gördüm. Yüzümü koca bir gülümseme kaplayıp kendimi hızla kapalı kapının önüne atarken zil kutularının üzerinde Neriman ablanın kızının adını aramaya başladım. Elimde bir soyadı olmayan, sadece adını bildiğim, yolda görsem tanıyamayacağım bir kadının ismini arıyordum. İşaret parmağımla, ilkokulda okuduğum hizayı kaybetmemek için takip ettiğim gibi zil kutularının üzerindeki isimleri kontrol ettim. Ve sonunda altı numaralı daireye ait zil kutusunun üzerinde adını gördüm.
"Banu Demirci!"
Yeniden büyüdü gülümsemem... Zil kutusuna kuvvetle basıp beklemeye başladım. Aslında henüz on yada on beş saniye beklemişken sabredemeyip yeniden uzandım o zile. Bir kez daha basıp yeniden beklemeye başladım, sonra yeniden yeniden defalarca bastım o zile. Her seferinde artan karamsarlığım o geceyi böyle bir şehirde tek başıma nasıl bitireceğim korkusunu da artırıyordu. O kapının bana kapalı olduğunu belki de yirmi kez o zile bastıktan sonra anladım. Dönüp arkama baktığımda arabaların karşılıklı kaldırımlara balık istifi gibi dizildiği, ortada kalan dar yoldan geçmeye çalışan hareket halindeki diğer araçların o keşmekeş içindeki halleri ve bütün o insanların kendi halinde gelip geçtiği sokağın bana yabancı halinden daha da korkup apartmanın önüne oturdum.
Kaldırımda kaç saat oturulabilir ki?
Bazı kimselerin dikkatlice baktığı bazılarının ise hiç farkına varmadığı dizlerinin üzerine sıkıştırdığı küçük valizi ile olduğundan daha biçare görünen biri kaç saat daha orada kalabilirdi ki?
Tam dört saat o kaldırımın üzerinde oturup o binaya birinin girmesini ya da o binadan birinin çıkmasını bekledim. Sanki koca binada tek bir insan bile yaşamıyor gibi hareketsiz geçen saatler sonunda, sokağın o taşa oturduğum ilk andan itibaren gördüğüm sakinlerinin yerini sakinliğe, ıssızlığa bıraktığı anda oradan gitmem gerektiğini biliyordum. Biliyordum ama bir türlü kalkıp da kendime o gece için sığınacak bir yer aramaya cesaret edemiyordum. Cebimdeki üç kuruş para ile bir otele girip giremeyeceğimi bile bilmezken önümde duran aracın fren sesi ile irkildim. Koyu renkli araba o karmaşanın içinde kendine park yeri olarak benim oturduğum apartmana ait iki adımlık merdivenin hemen dibini seçmişti. Bir anda ayaklarımın üzerinden geçip de kendini sığdıracak diye ürkerken arabanın motor sesi durdu. Başımı yeniden önüme eğip parama göre bir pansiyon bulup sabahında yeniden Banu'ya gelmem gerektiğini düşünmeye başladım. Gece yarısı olmak üzereydi ve ben hala düşünüyordum ne yapacağımı.
Ve baş ucumda heybetli bir adam gölgesi vardı.
Muhtemelen az önce hemen burnumun dibine aracını park eden şofördü bu. İyi de ne diye bekliyordu ki orada? Belki de sessizce kalkıp oradan uzaklaşmanın tam zamanıydı? Yada başımı kaldırıp ne istediğini sormalıydım? Bir erkek o saatte sokakta denk geldiği çaresiz bir kadından ne isteyebilirdi ki?
Hayatta iyi bir şey yaşamazsanız, başınıza iyi bir şey gelme ihtimaline de işte böyle inanmazsınız.
Sonunda ani bir kararla kalktım oradan ve bir kaç adım öne çekildim. Amacım yolun karşısına geçip biraz da Banu'yu orda beklemekti ki az önce gitmekten bahsedip az sonra yeniden cesaret edemeyip geleceğinden emin olmadığım birini sokak ortasında beklemekten bahsediyordum. Derken apartman önünde duyduğum anahtar sesi ile yeniden döndüm. Az önce başımda bekleyen adamın tamamen ona yol vermem için beklediğini aslında o apartmanda oturan biri olduğunu nihayet anladım. Adamın elindeki sihirli değnek sayesinde -altı üstü bir anahtar- açılan kapı ile adamın arkasından apartmana girme hamlesinde bulundum, böylece durakladı ve sonra geçmem için geri çekildi.
"Siz geçin." dedim. Ne de olsa onun gidecek bir evi vardı. Hiç başını çevirmeden yoluna devam eden yabancının ardından bende merdivenleri çıkmaya başladım. En azından kapısı kilitli bir bina sınırlarında bekleyecektim Banu'yu. Altı numarada oturduğunu bildiğim için gönül rahatlığı ile merdivenleri bir yabancının arkasından çıkarak devam ettim yoluma. Ta ki üçüncü katta beş numaralı dairenin önünde durana kadar. Çünkü bende tam olarak o katta duracak ve oraya sığınacaktım. Muhtemelen dairesinin önüne gelip anahtarları ile kapısını açacakken benim anormal hareketlerimden şüphelendi ve bakmaya başladı. Daha fazla dikkat çekmemek için Banu'nun ziline basmaya başladım.
"Onu bu saatte evde bulamazsın!" deyince o yabancı, durakladım; demek ki Banu'yu tanıyordu.
Herkes karşı komşusunu tanır, eksik ya da fazla ama tanır!
"Ya öyle mi nerede acaba?" diye sorduğumda Banu'yu bulma heyecanımı yeniden kazandım.
Güldü...
Hiç tanımadığım insanların karşımda gülüyor olmalarını yadırgayacak kimselerdendim. Karşımdaki mavi gözlü, sarışın adamın alaycı gülüşünü her geçen saniye öfkelenerek izlerken sonunda;
"Sen elinde valizinle geldiğin evin sahibinin bu saatte nerede olduğunu bilmiyor musun?" diye soruma sorarak karşılık verdiğinde öylece bakıyordum.
Ne söyledim de böyle neşelendi yahu bu adam?
Evinin kapısını açtı, sonra bir an tereddüt eder gibi durdu, ben de o sırada kapının önündeki merdiven köşesinde Neriman ablanın kızını bekleyecektim. Her halükarda o apartmanın içinde dışarıdan daha güvende olacağımı biliyordum.
"İçeride beklemek ister misin?" derken karşımda duran yabancıya hiç düşünmeden;
"Hayır, ben burada beklerim." dedim.
Ordaa beklemem ona anlamsız gelmiş olacak ki anlamamış gibi baktı ve
"Gece üç, dörtten daha önce gelmez." dedi.
Rahatsız edici bir ısrar değildi yaptığı şey aslında ama arkamı dönüp oturdum basamağa, benimle daha fazla konuşmasını engellemek için. Birkaç saniye sessizce durduktan sonra kapanan kapı sesine baktığımda içeri girmişti.