LİAMIN KARANLIKLA SAVAŞI

1734 Words
Liam’ın sedyeyle hastaneye taşınması boyunca şifacılar sessiz ama organize bir şekilde çalışıyorlardı. Tahtanın kenarlarına bağlanan ince tıbbi kayışlarla Liam’ın bedeni sabitlenmişti. Gümüşün bedende yayılma ihtimaline karşı özel bir tentüre hazırlanmış, yaranın üzerine uygulanmıştı. Ancak tüm müdahalelere rağmen Liam’ın teni gittikçe soluklaşıyor, alnından soğuk terler dökülüyordu. Sürü hastanesi, merkezin biraz dışında ama hızlıca ulaşılabilecek bir yerdeydi. Koridorları genişti, duvarlar koyu taşla örülmüş, içerisi mistik otların kokusuyla doluydu. Şifacı Marella ve ekibi, Liam’ı doğrudan iyileştirici büyülerin uygulandığı özel odaya taşıdılar. Bu oda, yalnızca alfalar ya da önemli kurtlar için ayrılmıştı. Gümüşle yaralanan biri için gerekli olan tüm iksirler, mühürler ve şifa otları burada saklanıyordu. Lia da hemen ardından odaya girmişti. Üzerinde hâlâ kardeşinin kanı vardı. Titreyen ellerini birbirine kenetlemiş, duvarın kenarına yaslanarak olan biteni izliyordu. Gözleri doluydu ama bu kez ağlamıyordu. Güçlü görünmek zorundaydı. Kardeşi savaşıyordu ve o da onun yanında savaşmalıydı. Marella, Liam’ın üstündeki tunik parçasını kesip atarken derin bir nefes aldı. “Gümüş kemiklere kadar işlemiş. Bu basit bir tedaviyle iyileşmez. Ruhsal direnci de zayıflıyor. Hızlı olmamız gerek. Lia,” dedi, başını çevirmeden, “yanımızda kal ama müdahale etme. Gerekirse sana haber veririm.” Lia başını sallayarak onayladı. Kalbi küt küt atıyordu. Odanın ortasında, taş masanın üzerinde yatan Liam'ın rengi giderek soluyordu. Kirpiklerinin arası titriyor, göz kapakları aralanıyor ama hemen kapanıyordu. Bilinci bulanıktı, sanki bir boşluğun içine düşüyordu. Liam’ın zihnindeyse bambaşka bir savaş sürüyordu. Kendini karanlık bir ormanın içinde buldu. Ne bir ses vardı ne de bir nefes. Gökyüzü kapkaranlıktı, ay yoktu. Kendi bedenine baktı ama elleri puslu gibiydi. Seslenmek istedi ama sesi çıkmadı. Boğazında bir baskı vardı; sanki biri onu susturuyordu. Yavaşça yürümeye başladı. Adımları ağır, nefesi kısık. Uzakta bir siluet belirdi. Bir çocuktu. Kızıl gözleri parlıyordu. Liam ona doğru yürüdü ama her adımda zemin daha da bataklığa dönüşüyordu. Ayakları içeri gömülüyor, hareket etmek zorlaşıyordu. O anda çocuk konuştu, sesi yankı gibi zihninde çınladı: “Bu senin sınırın mı, Alfa?” Liam durdu. Tanımadığı ama aynı zamanda çok tanıdık gelen bu ses onu ürpertti. “Ben daha güçlüydüm…” demek istedi ama kelimeler havada dağıldı. Çocuk yaklaştı. Elinde gümüş parıltılı bir bıçak vardı. “Yeniden uyanmak istiyorsan, önce korkularınla yüzleşmelisin,” dedi. “Yoksa burada kalırsın... sonsuza dek.” Gerçek dünyada ise Marella ve diğer şifacılar, Liam’ın göğsüne özel bir mühür yerleştirmiş, gümüşün yayılmasını durdurmak için hem bitkisel hem de büyüsel tedavi uyguluyorlardı. Kan çoktan pıhtılaşmıştı ama iç organlara giden ince damarlar hâlâ tehlike altındaydı. “Kalp atışları düzensizleşti!” dedi içlerinden biri. “Ruh gücü düşüyor!” Marella bir kâse içindeki özel bir özütü eline alıp Liam’ın alnına sürerken bir yandan da büyülü sözler fısıldamaya başladı. Oda kısa süreliğine titredi. Zeminden hafif bir mavi ışık yükseldi. Bu, sürü atalarının enerjisiydi—sadece en ölümcül anlarda çağrılabilen bir tür kutsal yardım. Lia kendini tutamadı, kardeşinin yanına yaklaşıp elini tuttu. “Seni bırakmayacağım… Seninle konuşuyorum Liam. Duy beni… Savaş! Lütfen!” Bu temas bir kıvılcım gibi oldu. Liam’ın parmakları çok hafif kıpırdadı. Şifacılar göz göze geldi. Bu, yaşamın henüz tamamen kaybolmadığını gösteriyordu. Marella gözlerini Lia’ya çevirdi, ilk kez yumuşak bir sesle konuştu: “Bize zaman kazandırdın. Onu getirdiğin için teşekkür ederim. Ama daha bitmedi. Geri dönmesi için içerideki karanlıkla savaşmalı. Biz yalnızca bedenini kurtarabiliriz. Ruhu, onun savaş alanı.” Lia başını salladı, ama gözyaşları yine yanaklarına aktı. “Ben de onunla savaşacağım,” dedi kararlılıkla. “O karanlığı birlikte yakacağız.” Ve odadaki herkes o an fark etti: Bu sadece Liam’ın değil, tüm sürünün mücadelesiydi. Alfa’nın hayatta kalması, sadece bir kardeşin sevgisiyle değil, bir halkın inancıyla da mümkündü. Liam karanlık ormanın derinliklerinde ilerlerken, her adımı daha ağır, her nefesi daha zor hale geliyordu. Zihnindeki sesler giderek çoğalıyor, onu bastırmaya çalışıyordu. "Yetersizsin", "Zayıfsın", "Alfa değilsin", diyordu bu yankılar. Gümüşün etkisi sadece bedenini değil, ruhunu da esir almıştı. Tam her şeyin biteceğini düşündüğü anda, karşısına bir ayna çıktı. Ayna, eski halini yansıtıyordu. Dimdik duran, gözlerinde liderlik ateşiyle bakan bir Liam vardı orada. Ama aynadaki görüntü birden bulanıklaştı. Gözleri soluklaştı, vücudu kanla kaplandı. Bu, ölümün yansımasıydı. Bir adım geri attı ama arkasında bir ses yankılandı. “Liam…” Sesin sahibi Lia’ydı. Gerçek dünyada ona seslenen, elini tutan kişi. O ses zihnine ulaştı. Sisli havanın içinden küçük bir ışık huzmesi geçti. Bir anda, karanlığın içinden küçük bir kurt yavrusu belirdi. Gözleri parlaktı. Liam şaşkınlıkla ona baktı. Kendi içindeki en saf formuydu bu. Masumiyeti, gücü, özü. Yavru kurt, Liam’ın önüne gelip ona baktı, sonra başını onun bacağına sürttü. Liam dizlerinin üstüne çöktü, elleriyle minik kurtu okşadı. Birden etraflarını saran sis biraz daha dağılmaya başladı. Karanlık çatırdamaya başladı. Tam o anda karanlıklar içinde, az önce gördüğü o kırmızı gözlü çocuk tekrar belirdi. Ama bu sefer yalnız değildi. Arkasında, Liam’ın geçmişindeki tüm kayıpların ve travmaların suretleri vardı. Savaşta yitirdiği dostları, başarısızlıkları, taşıdığı sorumluluklar... Teker teker yürüyerek onun etrafını sardılar. “Bizi unuttun…” “Zayıf kaldın…” “Bu sürüyü taşıyamayacaksın…” Liam içten içe titredi ama bu kez geri çekilmedi. Minik kurt yavrusu ona cesaret veriyordu. Derin bir nefes aldı. Sesini yükseltti. “Hayır! Ben unutmadım… Hepsi içimde! Acım, hatalarım, hepsi bana güç verdi. Bu yüzden ayakta kaldım. Bu yüzden Alfa’yım!” Bir çığlık attı ve tam o anda etrafını saran gölgeler parçalandı. Karanlık yerle bir olurken gökyüzünde ay belirdi. Ormanın üzerinde gümüşi bir ışık dolaşmaya başladı. Minik kurt havaya sıçradı ve kocaman, gururlu bir kurt formuna dönüştü. Liam da onun ardından gözlerini kapatıp ışığın içine yürüdü. Gerçek dünyada… Şifacı Marella, Liam’ın göğsüne bastırdığı iyileştirme mühürlerinden birinden yükselen ışıltıyı fark etti. “Onu geri çağırıyoruz… O geliyor!” diye haykırdı. Liam’ın parmakları bir kez daha kıpırdadı. Bu sefer biraz daha güçlüydü. Ardından dudakları az da olsa aralandı. Sessizce bir kelime fısıldadı: “Lia…” Lia şokla başını kaldırdı. Gözleri doldu ama hemen eğildi, yüzünü onun yanına yaklaştırdı. “Buradayım Liam… Yanındayım… Gitmedim, asla gitmem.” Liam’ın göz kapakları ağır ağır aralandı. Gözleri solgun ama içinde yeniden doğan bir ateş vardı. Bakışları doğrudan kardeşine kilitlendi. Ses çok zayıf ama anlamlıydı: “Hayattayım.” O an odadaki herkes derin bir nefes aldı. Marella gözlerini kapatıp Tanrıçaya sessiz bir şükran duası etti. Diğer şifacılar ellerini kalplerine götürdü. Liam hayattaydı… ama savaş daha yeni başlamıştı. Sürü hastanesinde geçen günler yavaş, sessiz ve umutla doluydu. Liam, şifacıların yoğun çabalarıyla ölümün kıyısından alınmıştı ama gümüşün bedeni üzerindeki etkisi hâlâ devam ediyordu. Vücudu iyileşmekte zorlanıyor, kurt içgüdüleri sanki derin bir uykudaymış gibi sessiz kalıyordu. Gözleri çoğu zaman kapalıydı ama bilinci, dalgalı bir deniz gibi zaman zaman yüzeye çıkıyordu. Yaralı olduğu gece, şifacılar vücudundaki tüm gümüş izlerini temizlemek için özel bitkiler, dualar ve mühürlerle çalıştılar. Sol göğsüne kadar ulaşan yara, her temas ettiklerinde Liam’ın vücudunu kasılmasına neden oluyordu. Ama o hiç ses çıkarmadı. Uyanıktı. Acıyı hissediyordu. Ve dayanıyordu. İlk gün, neredeyse tamamen hareketsizdi. Solunum cihazına bağlı, bedeninin kendi kendine nefes alması bile zorlaşmıştı. Şifacı Marella sürekli başındaydı, gümüşün sinir sistemine verdiği hasarı geri döndürmek için bitki özlerinden oluşan sıvılarla Liam’ın derisine kompres yapıyordu. Lia her dakika onun yanındaydı. Sessizce elini tutuyor, bazen mırıldanarak çocukken söyledikleri bir şarkıyı fısıldıyordu. İkinci gün, Liam’ın parmakları hafifçe oynadı. Şifacılar bunu fark edince umutlandılar. Şifacılardan biri, “İyileşme süreci başladı,” dedi. Ama bu süreç sıradan bir iyileşme olmayacaktı. Çünkü gümüş sadece fiziksel değil, ruhsal bir yara da bırakmıştı. Üçüncü gün, Liam gözlerini ilk kez tam olarak açtı. Işık gözlerini yaksa da başını hafifçe çevirdiğinde ilk gördüğü kişi Lia oldu. Güçsüzce fısıldadı: “Sen... hep buradaydın.” Lia başını sallayarak gülümsedi. Gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. “Hiçbir yere gitmedim. Gitmem de…” O andan sonra, iyileşme süreci hızlanmaya başladı ama hâlâ çok yavaştı. Her gün şifacılar özel kürlerle onun vücudunu destekliyor, kaslarının yeniden güç kazanması için hareket egzersizlerine başlıyordu. Bazen Liam bu acıya dayanmakta zorlanıyor, alnından süzülen ter damlaları yastığı ıslatıyordu. Ama dişlerini sıkarak devam etti. Çünkü yarım kalan savaşı, kırılan onuru ve özellikle de Lia’nın gözlerinde gördüğü korkuyu unutamamıştı. Ayağa kalkmalıydı. Beşinci gün, artık konuşabiliyor, kısa cümlelerle yanıt verebiliyordu. Şifacıların yardımıyla oturur duruma geldi. Vücudu hâlâ ağrıyordu ama gözlerinde bir kararlılık vardı. Babası, yani Alfa, onu görmeye geldiğinde Liam başını kaldırarak ona baktı. “Daha bitmedi…” Alfa başını eğdi. “Hayır. Bitmedi. Ama sen hâlâ bizim Alfacımızsın. Kendini kanıtlamak zorunda değilsin. Yaşıyor olman yeterli.” Ama Liam öyle düşünmüyordu. İçinde bir yer hâlâ kendini suçluyor, sırtını döndüğü bir düşmanın kendisine saldırmasını affedemiyordu. Yedinci gün, artık kısa yürüyüşlere başlamıştı. Sürü hastanesinin bahçesinde, şifacıların gözetiminde attığı her adım ona hem acı veriyor hem de iradesini güçlendiriyordu. Lia onu her adımda izliyor, bazen sessizce arkasından yürüyor, bazen yanında koluna girip destek oluyordu. Tam iki hafta geçmişti. Yaraları tamamen kapanmasa da şifacıların ifadesine göre artık hastanede kalmasına gerek yoktu. Vücudu gümüşün etkilerini büyük oranda atmış, kurt tarafı yavaş da olsa iyileşme sürecini tamamlamıştı. Ama asıl iyileşme, evinde başlayacaktı. O sabah, hastane odasının perdeleri aralanmış, loş ışık içeri süzülmüştü. Yumuşak ışık, Liam’ın yüzüne vurduğunda gözlerini yavaşça açtı. Şifacı Marella, odanın köşesindeki sandalyede bir çay içiyor, dosyaları karıştırıyordu. Göz göze geldiklerinde Marella hafifçe gülümsedi. “Hazırsın,” dedi. “Artık evine dönebilirsin.” Liam bir süre sessiz kaldı. Sonra başını usulca salladı. İçi garip bir hisle doluydu. Hastaneden çıkmak, yeniden sürüye karışmak… bunlar dışarıdan kolay görünüyordu ama içinde hâlâ sönmemiş bir utanç, sırtından gelen acıyla iç içe duruyordu. Yine de kalktı. Üzerine gri bir tişört ve koyu renk bir pantolon giydi. Hareketleri yavaştı ama artık yardıma ihtiyaç duymuyordu. Şifacılar onu hastanenin çıkış kapısına kadar uğurlarken herkes sessizdi. Gözlerde saygı ve tedirginlik vardı. Liam’ın gözleri ise ileride, hastanenin taş kapısının ötesine odaklanmıştı. Kapıdan çıktığında, serin bir rüzgâr yüzüne çarptı. Derin bir nefes aldı. Gök bulutluydu ama hava temizdi. Lia çoktan dışarda onu bekliyordu. Yüzünde hem gurur hem de kırılgan bir gülümseme vardı. “Hazır mısın?” diye sordu yavaşça. Liam başını eğdi, omuzlarını dikleştirdi. “Evet. Evime dönmeliyim.” Lia, arabaya binmesine yardım etti. Sessiz bir yolculuk başladı. Ağaçlar, yollar, tanıdık manzaralar... hepsi Liam’a bir zamanlar her gün üzerinden geçtiği ama şimdi yabancılaşmış gibi hissettiren anılar gibi görünüyordu. Kalbi garip bir şekilde çarpıyordu. Evin önüne geldiklerinde motor sesi durdu. Lia indi ve kapısını açtı. Liam derin bir nefes aldı ve bastonunu yanına alarak arabadan çıktı. Eve doğru yürürken adımları kararlı ama temkinliydi. Kapının önüne geldiğinde bir an durdu. Eli kapı koluna uzandı. Sonra durdu. Lia bir adım gerideydi. “Bu senin yerin,” dedi fısıltıyla. Liam başını salladı ve kapıyı açtı. Evin içi serin, düzenli ve tanıdıktı. Sessizlik hemen sarıp sarmaladı onu. Kendi kokusu, kendi eşyaları, kendi geçmişi… hepsi olduğu gibiydi ama artık hiçbir şey tam olarak aynı değildi. Yine de bir koltuğa oturduğunda, sırtını yastığa yasladığında derin bir nefes verdi. Evet… sonunda evindeydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD