Gece boyu yaşadığım o uzun yürüyüş, bedenimi olduğu kadar ruhumu da tüketmişti. Yatağa uzandığımda yorgunluktan göz kapaklarım kendi ağırlığına yenik düştü. Ama bu uyku… rahatlatıcı bir uyku değildi. Ne huzur veren ne de dinlendirici. Derinlerde bir yerlerde hâlâ uyanıktım sanki. Uykum, karanlık bir boşlukta salınan bir zihnin çırpınışları gibiydi. Uykuyla uyanıklık arasında sıkışmıştım. Sanki bedenim yatakta hareketsizdi ama ruhum çoktan o tanıdık yere, sınır bölgesine dönmüştü bile. Etrafı sis kaplamıştı. Göz gözü görmüyordu. Toprak nemliydi, havada o gece tanıdığım eş kokusunun silik izleri asılıydı. Burnum titredi. Her şey rüya gibi flu ama bir o kadar da gerçekti. Gözlerimi kısmaya çalıştım. Görmeye değil, hissetmeye odaklandım. Ve sonra… Bir ses yankılandı sisin içinden. Uzak ama

