bc

Saklı ve Özgür İnsanlar

book_age12+
90
FOLLOW
1.5K
READ
revenge
dark
BE
family
HE
opposites attract
second chance
shifter
kickass heroine
stepfather
drama
tragedy
sweet
lighthearted
serious
kicking
bold
city
medieval
mythology
pack
small town
magical world
another world
secrets
superpower
war
addiction
like
intro-logo
Blurb

Kainatın Döngüsü-2-

-Kainatın Döngüsü Serisinin İkinci Kitabı-

Dünya daha doğmadan önce, henüz ışıkla karanlık birbirinden ayrılmamışken, iyeler vardı. Onlar, varlığın özüyle yoğrulmuş, her taşın, her ağacın, her rüzgârın içinde gizlenen kadim ruhlardı. İyilik sever ruhlara verilen isim ve koruyucu, kollayıcıydı. İnsanlar henüz dünyaya ayak basmamıştı. Onlar, kovulmuştu bu topraklara…

Oysa iyeler, dünyanın kurulduğu ilk anda oradaydı. Saflıktılar, düzenin bekçisiydiler. İnsanlar doğayı sömürdükçe iyelik vazifesi bir kadının ruhuna verildi. Ve içlerinden biri, ilk iye Sare, masumları korumakla görevlendirilmişti. Ancak Sare, şeytanın kurnazca kurduğu bir tuzağa düştü. O günden sonra, şeytanın soyu yeryüzüne saçıldı — karanlıkla örülmüş bir tohum gibi… Peki şeytanın asıl amacı neydi? İnsanlara neden bu denli öfkeliydi? Hangi geçmişin intikamını almak istiyordu? Şeytanın soyu yeryüzünde tohumlanınca kaos yeryüzüne sızmış, iyelerin olmadığı topraklarda gölgeler hüküm sürmeye başlamıştı.

Artık iyelik görevi yalnızca bir soya değil, kaderin çizdiği rotaya bağlıydı. Görev, sadece kadınlara emanet edilirdi. Ve bir gün, biri çıkacaktı — hem Sare’nin soyundan gelen bir kız, hem de şeytanın kanını taşıyan biri… Onun gelişi her şeyi değiştirecek, düzeni altüst edecekti. Ama o gün henüz gelmemişti. Uzakta, Noble Krallığı’nda Kral Joseph, ülkesine sığınan her iyi niyetli insanı, cadıyı, büyücüyü ve cevheri korumaya çalışıyordu.

Ama bu koruma ağır bir bedel demekti. Doğuştan gelen güçlerini gizlemek zorunda kalan saklı ırk, özgür ama korku dolu sıradan halkla savaşın eşiğine geldiğinde, diyarlar arasına erişilemez büyülü duvarlar örüldü. Yeryüzüne gönderilen diğer iyeler, kime hizmet edeceklerini bilemezken insanlar da artık birbirine güvenemez hâle geldi.

Çünkü her iyenin içinde bir sır saklıydı. Ve sırlar büyüdükçe karanlık yaklaşacaktı. Bu kitapta, İlk İye Sare’nin doğuşundan önce yaşananlar ve onun ölümünden sonra şekillenen dünya anlatılacak. Sare’yi henüz okumamış olsanız bile bu evrenin derinliklerine adım atacak, büyük büyücü Blayne’ın büyüleriyle, sırlarıyla ve pişmanlıklarıyla tanışacaksınız. Elbette Sare’nin kaderini ve ardında bıraktığı izleri tüm boyutlarıyla keşfetmek isterseniz, onun hikâyesini de okumanız gerekecek. Çünkü bu yalnızca bir başlangıç… Ve en büyük savaş, henüz başlamadı.

chap-preview
Free preview
1.Bölüm {Yaratılış ve İye'lik}
"Doğduğun coğrafyaya mahkûmsun!"  Dünyada insanların varlığı henüz yokken, yeryüzü bir toz bulutundan ibaretken doğada değerli olan her varlığı korumak için bir ruh görevlendirildi. Bu ruhlar iyilikseverdi ve koruma vazifeleri olduğundan adlarına İye denildi. Dünya kurulmaya başladığında koruyucu ruhlar dünyanın her bir yerinde değildi. En güçlülerinden birisi olan Rüzgar iyesi savrulup sıcaklayan hayvanları serinletirken yeryüzünün konuşamayan canlılarının iyiliği için, onları korumak adına başka ruhlar çağırdı. Yüksek yerlerdeki tehlikelerden dolayı gönderilen iyelere dağ iyesi denildi. Suyu temiz ve güvenli tutmak için, ağaçları savrulan rüzgardan ve diğer tehlikelerden korumak için, sayısız iyeler gönderildi. Yeryüzü inşaa edilirken melekler de iyeleri kontrol ediyordu. Onlar yeryüzüne karışamıyordu, henüz. İyeler yeryüzünü korurken Yüce Yaradan ilk insanı, Adem'i yarattı. Yüce Yaradan onu çamurdan yarattı ve onu bir gün dünyaya göndereceği için meleklerine, iyelerine öğretmediği isim koymayı, mana bulmayı ve anlam yüklemeyi öğretti. Adem, kendisine verilen her bilgiyi içine hapsetti. Bunu yaptığının bile farkında değildi çünkü henüz bir ruhu yoktu. İçi boş bir insan bedeninden başka bir şey değildi. Bedenine ruhu üflendiğinde Yüce Yaradan meleklerinden ona karşı secde etmelerini istedi. İnsan olan Adem, meleklerin bilmediği anlamlara ve nefse sahipti. Tüm melekler secde etmişken bir tanesi bunu reddetti. Yek. Kendisinin ateşten yaratıldığını ve balçıktan yaratılmış olan birinin önünde eğilmeyeceğini söylediğinde cennetten kovuldu. Cennetten kovulan ilk melek olmuştu. Ve Yek, insanoğluna -özellikle de Adem'e- çok öfkelendi. Yek, Yüce Yaradan'a, Adem'in eksik yönlerini anlatarak, nefs taşıdığı için aklının kolaylıkla çelinebileceğini söyleyerek kendini tekrar cennete aldırmaya çalışsa da başarılı olamadı. Yek cennettinden kovulmuşken Adem, cennette kendisi için yaratılan dişi Alkız ile yaşamaktaydı. Yek'in bir şey yapmasına gerek olmadan Adem ve Alkız tartışmaya başlamışlardı. Yüce yaradan onlara müdahale etmiyor olsa da olan biten herşeyden haberdardı. Alkız, Adem ile aynı koşullarda yaratıldığı için kendini ona eşit görüyordu ve Adem'in altına yatmayı reddediyordu. Alkız, Adem'den uzaklaştığı bir gün Yek ile karşılaştı. "Cennetten nasıl çıkıldığını biliyorsun bana da öğret." Dedi. Alkız, cennetten çıkarsa Adem'den kurtulabileceğini düşünüyordu ancak bilmediği Yek'in insanoğluna olan düşmanlığıydı. "Buradan yalnızca benimle birlikte olursan kaçabilirsin. Sonra da seni dünya denen yeni inşaa edilen yere götürürüm. Orada seni kimse bulamaz." Adem ve Alkız çamurdan yaratılmıştı. Kendisi ise ateşten yaratılmış muhteşem (!) bir varlık olduğunu düşündüğü için soyunu dünya denen yerde sürdürürse Yüce Yaradan'a hangi ırkın daha iyi olduğunu gösterebilirdi. Alkız özgürlüğü için Yek'in teklifini kabul etti ve onunla birlikte oldu. En azından bu kendi kararıydı. Adem ile birlikte olmak ise yaratılış sebebiydi, bu yüzden reddediyordu. Yek verdiği sözü yerine getirdi, onu meleklerden saklayarak yalnızca hayvanların ve İyelerin olduğu dünyaya taşıdı. Ancak cennetten kaçtığı kısa sürede anlaşıldı ve melekler tarafından geri getirilmek istendi. Alkız onlara Yek ile birlikte olduğunu, Adem'e sadık olamayacağını söylediğinde melekler tarafından lanetlendi, yeryüzünde sonsuza dek yaşamakla. Ölümsüzlükle cezalandırılırken başka güçler de gelmişti Alkız'a. Çünkü meleklerin bilmediği anlamlar vardı ve lanetlemek onların ruhani varlıklarında tanımlanamayan bir özellikti. Bu yüzden Alkız yeryüzüne gelen ilk kadın olarak özel güçlere sahip oldu. Yüce Yaradan Alkız'ın dünyaya kaçmasına yardım ettiği için ve onunla birlikte olduğundan Yek'i cezalandırdı. Dünyaya yüzyılda bir çıkabilecekti artık ve insana bir zarar veremeyecekti. Meleklerinin bir insanı lanetlemesini de hoş karşılamadı. Ancak onların cezasını sonra verecekti. Önceliği yalnız kalan Adem'di. Ona sadık kalması için Adem uyurken kaburga kemiğini aldı ve bir dişi yarattı Yüce Yaradan. Adını da hayat anlamına gelen Havva koydu. Adem uyandığında yanı başında bekleyen kadını görünce heyecanladı. Birlikte vakit geçirmeye başladıkça da onun kendisine karşı Alkız gibi soğuk değil de sıcakkanlı yaklaştığı için ondan hoşlanmaya başladı. Ve birlikte oldular. Havva, Adem ne derse dinliyor, ona karşı gelmiyordu ve cennette çok güzel bir şekilde geçinip gidiyorlardı. Yek dünyaya gidemiyor ve Alkız'ı kontrol edemiyordu. Bu yüzden yine öfkesini sunabileceği Adem'e yöneldi. Ondan üstün olduğunu düşünüyordu. Havva, Adem'in kaburgasından yaratıldığı için ona sadık olmak zorunda olduğunu, insanların nankör olabileceklerini Yüce Yaradan'a anlatmaya çalışıyordu. "Size bunu ispatlayabilirim. Havva Adem'e sadık kalsa dahi nefs taşıyor. Sözlerimle akıllarını çelebilir, Alkız gibi size karşı çıkmalarını sağlayabilirim." Yüce Yaradan yarattığı insanoğlunun sadakatine güveniyordu bu yüzden Yek'in söylediklerini kabul etti. Cennete bir ağaç gönderdi. Kıpkırmızı elmaların dallarından sarktığı, baktıkça insanın ağzını sulandıran parlak elmaları gösterdi Adem ve Havva'ya. Cennette istediklerini yapıp, yiyip içebileceklerini ancak bu ağacın meyvelerinden yemelerini yasakladığını söyledi. Adem ve Havva önlerinden geçerken bile canları çekmesin diye kırmızı, sulu elmalara bakmadan geçip gidiyorlardı. Havva arada bir başını çevirip baksa Adem ona kızıyordu ancak kendisi de Havva bakmadığı zamanlar o sulu elmaların tadını hayal ediyordu. Yek, cennetten kovulduğu için yılan şekline bürünerek girebilmişti oraya. Ağaca doğru süzüldü ve bekledi. Adem ve Havva ağacın önünden ona bakmadan geçerlerken tıslayarak dikkatlerini çekti. İkisi de ağaca dönüp baktığında yılandan önce kırmızı, yemeleri yasak elmaları gördüler. İştahla yutkundu ikisi de. "Bir tane yesek ne olur sanki?" Diye sordu. "Olmaz, Yüce Yaradan'ın bu elmaları yasaklanmasının bir sebebi olmalı. Çok güzel görünüyor olsalar da... Gidelim artık..." Havva, Adem'in kolun asıldı gitmek için. Onun da canı bu elmalardan çok çekiyordu ama Yüce Yaradan'ın diğerlerini değil de bunları yasaklanmasının bir sebebi olduğundan da emindi. Ancak Adem gözlerini alamıyordu elmalardan. Bir ısırık almak için elini uzattığına Havva durdu karşısında. "Hayır, bunu yapmamalısın." "Biz Yüce Yaradan'ın en sevdiği kullarıyız, bize bir ceza vermez." Adem, Havva'yı kenara itip elmalara uzandı ve bir tanesini dalından koparttı. Kocaman bir ısırık almadan önce iştahını kabartmak için iyice baktı. Isıracaktı ki Alkız'ın aldığı cezayı hatırladı. Yüce Yaradan onu da severdi ama yine de cezalandırılmıştı. Hem de yalnız... Bir elma daha koparttı ve Havva'ya uzattı. "Birlikte yiyelim." Ceza alacaksa bile yalnız olmayacaktı böylece. Havva, Adem'i dinlememezlik etmemişti ancak bunu yapmak istemese de bir ısırık aldı. Yek tıslamaktan başka hiçbir şey yapmamıştı. Kötü olan o değildi insanlardı işte ve kanıtlamıştı. Isırıktan hemen sonra Havva'nın bacak arasından kanlar süzülmeye başlamıştı. Yüce Yaradan, Adem ve Havva'nın sadakatsizliğine sessiz kalmadı. Cennette onları çırılçıplak bıraktı ve cennetin dünyaya açılan kapılarını sonuna kadar açtı. Artık onları cennetinde istemediğini söyleyerek gitmelerini istedi. Adem ve Havva çıplaklıklarından ve yaptıklarından dolayı özürler dilese de işe yaramıyordu. Kapılar onlar çıkıp gidene kadar açık kalacaktı. Adem, Havva'nın kolundan çekiştirerek kapıdan çıktılar. Arkalarına baktıklarında yaşadıkları cennet yok olmuştu. Ucu bucağı belli olan dünyaya adım atmışlardı. Havva, kalıp daha fazla özür dilemeleri gerektiğini haykırıyordu cennetten kovuldukları için yaşadığı acıyı göstermek için. "Bizi affetmeyecekti." Yek, haklı çıktığı için mutluluktan havalara uçuyordu. Şimdi Yüce Yaradan'ın ne yapacağını merak ediyordu. Yanına gidip beklemeye başladı. Cezasını kaldırmasını bekliyordu ama hiçbir şey olmuyordu. "Haklıydım. Nefs'leri onları ele geçirdi." İstemediği takdirde hiçbir şeyin olmayacağını anlatmaya çalıştı Yek'e Yüce Yaradan. Onları dünyaya göndermek için hazırlanıyordu zaten. Ama sadakatsizlerini affedemezdi. Bu yüzden ihanetlerini hatırlamaları için yasak ağacı dünyaya gönderdi. Ancak bu defa üzerinde kocaman, sulu elmalar yoktu. Yek bir söz verdi. "Dünya denen o yerdeki insanların beni dinlemelerini sağlayacağım. Nefs'leriyle oynayacağım. İnsanların ne kadar aciz ve nankör olduklarını size kanıtlayacağım." İnsanlara olan öfkesi kat ve kat artmıştı. Yüce Yaradan, Yek'e kıyamet gününe kadar müsade verdi. Kıyamet kopup dünya yok olana kadar insanları kendisine çekebilmek için izin verdi. Ancak yeryüzüne yüz yılda bir kez çıkma cezası devam edecekti. Yek insanların nefs'lerinin onları kötü yola sürükleyeceğine inandığı için Yek'in cezasını kaldırmıyordu Yüce Yaradan. Ağaç tamamen kurumuş ve meyvesiz kalmıştı. Ağaç iyesi ıssız olan ağacın yanına gelmişti. Onu tekrar canlandırmaya çalışsa da başaramıyordu. İyeler dünyaya gelen yeni varlıkların insan olduğunu öğrenmişti meleklerden. Vazifelerine devam ederlerken onlarla anlaşabileceklerini düşündüler. Çünkü insanlar konuşabiliyordu. Ancak bir süre sonra İyelerin insanlara görünmediğini anladılar. Sadece hissedebiliyorlardı. Dünyadaki zaman ile cennetteki zaman birbirinden çok farklıydı. Sanki yeryüzünde zaman arkalarından koşturuyormuş gibi sabah olduktan kısa bir süre sonra gece oluyordu ve bu döngü sürekli devam ediyordu. Dışarıda kalmışlardı, soğuktu, yırtıcı hayvanların sesleri ürperticiydi. İyeler onların korkmamaları için hayvanları uzaklaştırmaya çalışıyordu. Rüzgar onlara doğru esmiyordu üşümemeleri için. Yeni geldikleri bu dünyaya ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Karınları acıkmıştı. Cennette ne isterlerse hiç çaba sarf etmeden elde edebiliyorlarken burada çalışmak zorundaydılar. Ağaçlardan, yerdeki otlardan bir şeyler kopartmaya çalıştılar aç karınlarını doyurmak için. Yapraklarla kendilerini örttüler. ∆∆∆ Zaman yavaş da olsa akıyordu. Cennetten kovulmalarının üzerinden seneler geçmişti. Adem ve Havva'nın çocukları olmuştu. Nasıl doğum yapacağını kendi çabalarıyla öğrenmişti. Dünyada zaman geçiren Alkız'da yalnız başınaydı. Herşeyi tek başına yapmaya ve öğrenmeye çalışmak çok yorucuydu. Geri dönmeyi düşünmüş olsa da yolu bilmiyordu. Yek'te onu kandırdıktan sonra yok olmuştu. Uzun yıllardır onu da görmemişti. Kandırılmış, terk edilmiş ve yalnız kalmıştı. Bir gün yolu Adem ve Havva'ya çıkmıştı. Onları çocuklarıyla birlikte uzaktan görmüştü. Havva dördüncü çocuğunu emzirirken Alkız kıskançlıkla seyrediyordu onu. Havva'nın, Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığından habersizdi. Aynı cinste olan Havva'nın yüzündeki mutluluğu gördükçe haksızlığa uğradığını düşündü. Kendisi Adem'i istemediği için kaçmış ve cezalandırılmıştı.Yüce yaradana ve Adem'e kızgındı. Bu mutluluğu hak etmiyorlardı, Adem'de. Karanlık çöktüğünde, Adem uykuya daldığında Alkız usulca süzüldü Havva ve yeni doğan bebeğinin yanına. Bebeğe doğru yaklaştıkça kanının keskin kokusunu duyabiliyordu. Büyük bir açlıkla eğildi bebeğün üstüne. Boğazını parçalayıp kanını içmek istedi. Havva uyanıp da üstlerine çöken karanlıktan korkup bebeğini kucağına alıp bağırmaya başladı. Karşısındakini Yek sanıyordu. Alkız, Havva'yı susturmak için ona doğru süzüldü. Ayakları yere değmeden hareket edebiliyordu. Gürültüye uyanan Adem karısını ve bebeğini arkasına alıp karanlıkta saklanan bedene karşı durdu. Alkız tanınmamak için yüzünü kapatarak oradan uzaklaştı. Adem, onun ilk karısı Alkız olabileceğini düşünürken Havva'yı ve yeni doğan bebekleri Kabil'i sakinleştirmeye çalışıyordu. Adem ilk karısının dünyaya kaçtığını biliyordu ancak havada süzülmesinden dolayı onun fazla güçlü olduğunu düşünüp ondan korkmuştu. Havva'ya ise ilk karısından bahsetmeme kararı aldı. Böylece Adem ve Alkız'ın Havva'dan gizli savaşı başlamış oldu. Saldırıya uğradıkları geceden sonra 2 günde bir uçan insansı yaratık görünmeye başladı. Geceleri ortaya çıkıyordu ve diğer çocuklarına musallat oluyordu. 2 dolunaydan sonra çocukları ölmeye başlayınca Adem ve Havva, son kalan çocukları Kabil yaşayabilsin diye bulundukları yerden kaçtılar bir gündüz vakti. Alkız, onların nereye gittiğini izliyordu uzaktan ve bu defa onlara saldırmayacaktı. Kendini unutturacak, onların rahata ermesini bekleyecekti. Ve hiç beklemedikleri bir anda tekrar ortaya çıkacaktı. ∆∆∆ 20 yıl sonra... Havva yıllar içinde pek çok doğum yapmıştı. Kabilden sonra hep ikiz çocuklar doğurmaya başlamıştı. Bir doğumunda bebekler erkek oluyorken diğerinde kız oluyordu ve sıra hiç değişmiyordu. Adem aynı anda doğan ikizleri bir öncekiyle ya da bir sonra doğanlarla evlendiriyordu ki dünyadaki insan soyu sürmeye devam etsin ve çoğalsınlar. Cennette yasak elmadan yedikten sonra ilk olarak Havva'dan başlayarak kadınlar belli günlerde kanama görmeye başlamıştı. Büyüdüklerini ve evlenme yaşına geldiklerini de bu sayede anlayabiliyorlardı. Kabil'in ve ondan sonra doğan ikizlerden olan Habil'in ilk çocukları doğmak üzereydi. Kabil, kendinden sonra doğan kardeşlerini hep kıskanmıştı. Özellikle de Habil'i. Bu konuda onu kıskanmaya teşvik eden Alkız olmuştu. Gizliden gizliye Kabil'in yanına süzülüp kulağına türlü fesatlıklar fısıldayarak kardeşlerini kıskanmasını, onlara öfkelenmesini sağlıyordu. Evlatlarının doğumu sırasında da Kabil hırs yapmıştı. Kendi çocuğu önce doğmalı ve Habil'in evladından daha güzel olmalıydı. Kardeşleri, abilerinin kıskançlığını görmüyordu çünkü Kabil kendini kamufle etmeyi iyi başarıyordu. Çocukları doğduktan sonra Habil ikiz kızlarının güzelliği karşısında mutluyken Kabil kızlarının, onlardan çirkin olduğunu görünce hayal kırıklığına uğradı. Adem, evlatlarına yeni doğan bebekleri için Yüce Yaradan'a kurban sunmaları gerektiğini söyledi. Kurbanları Kabil hazırlamak için ayrıldı. Baktıkları hayvanlardan olan iri, yağlı bir koyunu kendisi için seçti. Cılız, hasta gibi görünen bir koyunu da Habil için aldı. Habil ve kurbanlarla birlikte en yüksek dağın tepesine çıktılar. Yüce Yaradan'dan af dileyip verdiği nimetler için şükür ettiler. Eğilip secde ettiler ve sundukları kurbanları kabul etmesi için dua ettiler. Secdeden başlarını kaldırdıklarında cılız olan koyunun olmadığını gördüler. Kabil'in koyunu ise öylece duruyordu. Bunun karşısında Kabil çok sinirlendi. "Benim koyunum daha güzel ve daha şişmandı. Neden senin cılız koyunu aldı ki?" "Yüce Yaradan'ın işlerine bizim aklımız ermez, abi." Habil, abisinin omzuna elini koydu onu sakinleştirmek için ancak Kabil onu ittirdi. "Sen her zaman daha çok sevildin, hiçbir şey yapmana gerek yoktu ama ben sürekli daha çok çalışıp göze girmeye çalıştım." Kabil içindeki öfkeyi kardeşine kusuyorken Alkız'da karga olup üstlerinden uçarak onları seyrediyordu. Adem'den intikamını alıyordu işte oğullarını birbirine düşürerek. Tartışma şiddetleniyor Kabil sesini yükseltiyordu. Habil ise abisinin neden bu kadar öfke dolu olduğunu anlamaya çalışıp ona yardım etmek niyetindeydi. Kabil, kardeşinin bu saf ve iyi niyetli hallerini gördükçe daha çok sinirleniyordu. Parmaklarını avucunda sıkıp kardeşinin suratına yumruk attı. Bu iyi hissettirmişti. Daha fazlasını istiyordu ve Habil'e tüm gücüyle saldırdı. Habil kendini korumak için Kabil'e vurmak dışında farklı bir amaç taşımıyordu. Kabil sertçe vurmaya başlayınca ve yüzlerinden kanlar akmaya başlayınca Habil bu durumun bitmesi için abisine yumruk atıp yere devirdi. "Dur artık. Konuşabiliriz." Derken yorulan ve aldığı darbeden kalkamayan Kabil olduğu yerde kaldı. Habil de nefeslenirken bir karga ağzına aldığı taşları yerdeki küçük böceklerin üzerine atıyordu. Habil için bu doğanın kanunu gibiydi ancak Kabil farklı düşünüyordu. Habil arkasını döndüğünde Kabil yerden büyükçe bir taş aldı ve sessizce kalkıp başına sertçe indirdi. Aniden yere yığılan kardeşini görünce keyiflendi Kabil. Başından kanlar süzülüyordu Habil'in. Hareketsiz yatmayı sürdürünce Kabil korktu onu dürtüp kaldırmak istedi. Kolunu kaldırdığında yere düştü. Eğilip baktığında nefes almıyordu. Ona ne olduğunu tam olarak anlayamıyordu korkudan ama kötü bir şey olduğunun farkındaydı. Başında bekledi uyanması için ama Habil uyanmıyordu. Karanlık çökmeye başlamıştı. Geri dönüp anne ve babasına ne diyeceğini bilmiyordu. Yine karga gelmişti Habil gibi baygın bir karga taşıyordu. Karga toprağı kazarken Kabil onu detaylıca izledi. Bir çukur kazdı ve kargayı içine atıp üstüne toprakla örttü. Kardeşinin artık yaşamadığını anladı. Diğer hayvanlara olan kardeşine de olmuştu. Ölmüştü. Karganın yaptığını yapıp kardeşi için bir çukur açtı. Onu içine koyup üstünü örttü. Tüm bunları İyeler seyretmişti. Dünyada ilk cinayet gerçekleşmiş, ilk kan dökülmüştü. Son da olmayacaktı. Ama yine de iyeler insanların kötü olabileceğine dair bir inanç beslemediler, onlar için hala umutluydular. Hepsi aynı değildi sonuçta...

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

evli kadın evli adama aşık oldu

read
10.0K
bc

Ölüm Yıllıkları

read
1.1K
bc

Tutku'nun Esiri

read
23.2K
bc

ALFABETA (+18)

read
28.9K
bc

Kan Kırmızı (Türkçe)

read
4.1K
bc

ÇAPKIN +18 (365 Gün Serisi)

read
24.2K
bc

SENİ HİSSEDİYORUM ( 2 )

read
7.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook