Can’ın kullandığı araç, tozlu yollarda ağır ağır ilerliyordu. Kasabanın uzak ucunda, ormanın eteğinde, son saldırının gerçekleştiği bölgeye vardıklarında hava iyice serinlemişti. Rüzgâr ağaçların yapraklarını hafifçe sallıyor, bastıkları kuru otların hışırtısı kulaklarında yankılanıyordu.
Araçtan ilk inen Kayra oldu. Adımları dikkatliydi, gözleri etrafı süzüyordu. Can ve Bade de ardından indiler, çakıl zeminde yürürken yavaşlamışlardı. Burası kasabanın bir başka girişine oldukça yakındı, ama etrafı sessizdi. Rahatsız edici bir sessizlik. Kuş sesi bile yoktu. Bu, Kayra’nın hoşuna gitmeyen bir ayrıntıydı.
Zemin kırık dökük taşlarla kaplıydı, fakat Kayra eğilip yeri işaret etti. “Görüyor musunuz?” dedi. Parmakları, bozulmuş toprağın üzerindeki ince çizikleri gösteriyordu. Sanki pençeyle kazınmış gibiydi.
Can gözlüğünü düzeltti, yere doğru eğildi. “Dört pençeli. Sığ kazmış. Büyük ihtimalle bir mezmor, avcım,” dedi kendinden emin bir ifadeyle.
Bade çantasından defterini çıkardı, not alır gibi yaparken gözlerini yüzeye dikti. “Hayır, hayır bu çizikler geniş değil. Çok daha uzun… Yerden sürünerek gitmiş gibi. Belki de bir ‘deringez’ izidir. Derilerinin altından kemikleri dışarı uzanır, pençeleri tam buraya oturuyor olmalı…”
Kayra, iki çaylağına bakarak hafifçe başını iki yana salladı. “Yanıldınız,” dedi soğukkanlı bir sesle. “İkiniz de.”
İkisinin de yüzü düşerken Kayra doğrulup etrafı bir kez daha süzdü. “Bu izler… Bir ‘mezmor’a ya da ‘deringez’e ait değil. Bunlar daha ince yapılı bir şeyden geliyor. Ve dikkatli bakarsanız, izler üst üste binmiş… Aynı iz birkaç kez geçmiş gibi. Bu, birden fazla yırtıcının birlikte hareket ettiğini gösterir.”
Bade, gözlerini kocaman açtı. “Ama… Yırtıcılar sürü halinde hareket etmez ki,” dedi. “Bildiğimiz kadarıyla…”
Can, her zamanki kurallara bağlı tutumuyla öne çıktı. “Yırtıcılar yalnız çalışır. İçgüdüleri böyle. Bölge paylaşmazlar.”
Kayra derin bir nefes verdi, başını hafifçe yana eğip Can’a baktı. “Biliyorum,” dedi. “Ama artık bildiklerimizi bir kenara bırakma zamanı geldi. Sadece tek bir yırtıcı yok burada. Kasabanın tüm girişlerine altın tozu dökün.”
Can irkildi. “Altın mı? Gerçekten, altın mı?”
“Evet,” dedi Kayra net bir şekilde.
Bade dudaklarını büküp omzunu silkti. “Ama… Altın tozu havada uçar. Rüzgârda dağılır. Ya da biri bunun altın olduğunu anlar da alırsa?”
Kayra yüzünü gökyüzüne çevirip içinden saydı, sanki sabrının ucundaydı. Sonra iki elini yana açıp gözlerini devirdi. “Her şeyi ben mi düşüneyim?” dedi. “Toprağın altına gömün. Asfalta karıştırın. Çimenliğe serpin ama görünmesin. Ne yaparsanız yapın ama serpin. Çünkü burada sandığımızdan çok daha fazla canavar var.”
Sesi yumuşak ve panik içermiyordu. Kayra her zamanki gibi net, hedefe odaklıydı.“Ben kalacak bir yer ayarlamaya gidiyorum,” dedi ve sırtını dönerek yola doğru yürümeye başladı.
Arkasında kalan Can ve Bade, altın tozlarını ve ekipmanlarını alıp göreve koyulurken, her ikisinin de yüzünde ilk kez gerçek bir tedirginlik vardı. Bu artık yalnızca bir eğitim değildi. Kasaba karanlık bir sırla çevrelenmişti. Ve o sır, ayaklarının hemen altındaydı.
Kayra, tozlu kaldırım taşlarının üstünden ağır adımlarla ilerliyordu. Yol boyunca rüzgâr saçlarının ucunu havalandırıyor, göğsünde asılı duran küçük kolye ara ara dalgalandırıyordu. Araba kullanmayı sevmiyordu, bunu herkes bilmezdi ama onu tanıyanlar, direksiyon başında olmak yerine yolcu koltuğunda oturup dünyayı seyretmeyi tercih ettiğini bilirlerdi. Arabanın camını açıp yüzüne çarpan rüzgârı hissetmeyi, uzak dağlara bakmayı severdi. O yüzden çaylakları arabayla uğraşırken o yürümeyi seçmişti.
Kasabanın merkezine geldiğinde, küçük esnaf dükkânları, eski tabelaları, sokakta ağır ağır yürüyen yaşlılar ve kahvede okey oynayan adamlarla karşılaştı. Burası Karakavak’tı. Dışarıdan gelen biri için sıradan bir Anadolu kasabasıydı. Ama Kayra’nın gözleri her zamanki gibi daha fazlasını görüyordu. Sıradanın altındaki çatlakları.
Kafasında saldırılar dönüyordu ama önce bir barınak meselesini halletmeliydi. Aklına kasabadaki tek tanıdığı kişi geldi: Komiser Tarık. En azından ona sorabilirdi, bir yer bilen olurdu belki. Dosyalara da ulaşırdı bu bahaneyle.
Karakol binası alçak, sade bir yapıydı. Beton sıvaları güneşte solmuş, ön kapının üzerindeki ‘KARAKAVAK EMNİYET’ tabelası boyasını dökmüştü. Kayra kapıdan içeri girerken içerideki birkaç memur başlarını kaldırdı. Yabancı bir kadın, siyah deri ceketi ve beli sımsıkı saran kemeriyle içeri girince ister istemez dikkat çekmişti.
Masalardan birine yaklaşıp genç bir memura döndü.“Komiser Tarık Bey’le görüşecektim,” dedi net ve sakince. “Kendisi beni bekliyor. Kayra.”
Memur, birkaç saniye düşündü, sonra ayağa kalktı ve bir kapıyı işaret etti.“Şurada, buyurun.”
Kapının ardındaki küçük odada Tarık, bir klasöre gömülmüş, kalemini dişlerinin arasına sıkıştırmıştı. Kayra’yı görünce duraksadı. Kaşları az farkla çatıldı ama hemen toparladı.“Hoş geldiniz,” dedi kısa bir nezaketle.
Kayra hafifçe başını eğdi.“Canavar avı uzun sürecek gibi görünüyor,” dedi doğrudan konuya girerek. “O yüzden bir süre kalabileceğimiz bir yer bakıyorum. Ve aklıma siz geldiniz.”
Tarık başını yana eğip anlamaz gibi baktı.“Vahşi hayvan demek istediniz sanırım.”
Kayra hafifçe güldü, sesinin sonundaki o muzır tonla,“Siz vahşi hayvan deyin, ben canavar diyeyim. Aynı şey sayılır mı sayılmaz mı, bilemem,” dedi. Doğru söyleyerek yalan söylüyordu.
Tarık bir an sustu, sonra omuz silkti.“Pekâlâ, ne derseniz deyin. Benim kaldığım yer oda kiralıyor. Pansiyon gibi ama aslında ev. Sizi ev sahibiyle tanıştırabilirim isterseniz.”
Kayra gülümsedi, bu sefer gerçekten memnun olmuş gibiydi.“Çok iyi olur.”
Tarık, masanın üzerindeki birkaç evrağı kenara itti, memurlardan birine dönüp,“Ben biraz dışarı çıkacağım, dönüşte ilgilenirim,” dedi.
Kapıdan çıkarlarken Kayra, bakışlarını etrafa çevirdi. “Burası pek sakin bir yer gibi görünüyor,” dedi, yüzünde bir soru gizliydi. “Daha önce... tuhaf olaylar yaşandı mı hiç burada?”
Tarık ona yandan baktı.“Ne gibi?”
“Bilmiyorum,” dedi Kayra gamsızca. “İnsanların birden ortadan kaybolduğu... Geceleri işitilen garip sesler, çiftlik hayvanlarının parçalanmış cesetleri... Ruh çağırma törenleri falan?”
Tarık gözlerini devirdi.“Bunların bizim kasabamızla ya da vahşi hayvanlarla ne ilgisi olabilir?”
Kayra bir an durdu, ona döndü ve hafif bir sırıtışla,“Bilemem. Ama ilgisiz de diyemezsin. Sizin vahşi hayvan dediğiniz şeylerin huyudur bu... Gariplikleri severler,” dedi.
Tarık sinirlenmemeye çalışarak, gözlerini yola çevirdi. Ama Kayra, onun dudaklarının kenarındaki gerilimi, alın çizgilerindeki ince siniri fark etmişti. Onunla uğraşmaktan garip bir keyif alıyordu. Belki bu da bir tür oyun sayılırdı.
Yolun geri kalanında daha az konuşuldu ama Kayra, Tarık’ın her adımını, her bakışını zihnine kaydediyordu. Kasaba küçük, yollar tozlu, insanlar sessizdi. Ama altından sular akıyordu ve Kayra, o suların nereye aktığını bulmaya kararlıydı.
***
Tülay Hanım’ın evi, merkezin biraz dışında, bahçesinde kurumuş sardunyaların ve yorgun çalıların süslediği eski bir dubleksti. Pencerelerinde sararmış perdeler, kapısında çatlamış boyalar vardı. Ama içinde düzenli, titiz bir kadın eli gezdiği belliydi. Tarık, Kayra’yı bahçe kapısında durdurup bir eliyle evi işaret etti. “İşte burası,” dedi kısaca. Kayra başını kaldırıp eve baktı. İki katlı, balkonlu, biraz yaşını göstermeye başlamış ama hâlâ ayakta duran bu yapı, onun için geçici ama yeterli bir yuva olacaktı.
Kapıyı, geniş yapılı, uzun boylu ve aşırı derecede neşeli bir kadın açtı. Saçları sarıya boyanmış ama diplerinden kendi koyu rengi uzamıştı. Üzerinde çiçek desenli, bolca cepli bir önlük vardı. Sanki misafir değil de hamur yoğurmaya gelen bir komşuyu karşılıyormuş gibiydi.“Tarık Komiser, hoş geldin,” dedi abartılı bir sevecenlikle. “Bu güzel hanımefendi de?”
Tarık biraz gerilmiş bir sesle tanıttı. “Bu Kayra. Arkadaşlarıyla birlikte bir süre kasabada kalacaklar. Oda arıyorlarmış.”
Kadın heyecanla başını salladı. “Ay ne güzel, ne güzel! Tabi, evimizin odaları boş durmasın, değil mi? Hem kalabalık ev candır. Gelin hele, içeri buyurun.”
Kayra içeri adım attığında evin içi dışından daha derli toplu ve temizdi. Mis gibi sabun kokuyordu. Duvarlarda çerçeveler, dolaplarda danteller… Hepsi fazla fazlaydı ama özenliydi.
“Ben üç kişi için üç oda tutmak istiyorum,” dedi Kayra net bir sesle. “Her birimize ayrı oda.”
Tarık kadının göz ucuyla Kayra’ya bakıp bir şey söylemek isteyip sonra vazgeçti. Kayra’nın mahremiyetine olan titizliği belliydi. Ortak oda fikrini bile düşünmüyordu.
Tülay Hanım başını sallayarak, “Üç odanın geceliği kişi başı şu kadar olur,” deyince Kayra çantasına uzandı bile. Pazarlık yapmadı. Nezaketle kartını uzattı. “Ödemeyi bağlı olduğum teşkilat yapacak,” dedi. Kadın kartı alıp üzerine titizlikle baktı.
Tarık’ın yüzü bu sırada asılmıştı. Çünkü Kayra’nın tuttuğu odalar, onun kaldığı evin içindeydi. O kadınla aynı çatıyı paylaşma fikri onu pek de mutlu etmemişti. Ama hiçbir şey söylemedi, yalnızca gözlerini devirdi. Kayra ise onun halinden fazlasıyla memnundu. Bu küçük işkence, onun için zevkli bir oyundu.
“Odaları göstereyim hemen,” dedi Tülay, cüssesine rağmen hızlı adımlarla yukarı çıkarken. Kayra arkasından yürürken evi inceledi. Gıcırdayan merdivenler, duvarda eski bir aile fotoğrafı, üst kata çıkan loş ışık… Hepsi yıllardır duruyormuş gibi tanıdıktı sanki.
Odaları gezdikten sonra aşağıya dönerlerken, salonun ucundaki kapıdan sessizce bir kız çıktı. Başında dağınık bir örgü, gözlerinde saklanma isteği vardı. Üzerinde soluk renkli, bol bir tişört vardı ve gözlerini yere dikmişti.
Tülay, kıza dönüp “Hazan, bak bu hanımefendi burada kalacak. Tanışın,” dedi. Kayra bir adım öne çıktı, elini uzattı. Hazan göz ucuyla bakıp, aniden geri çekildi. Kayra hareketini yavaşça durdurdu. Kızın tedirginliğini zorlamadı.
“Affedersiniz,” dedi Tülay, kızına sertçe bakarak. “Çok içine kapanık bu aralar, ergenlik işte, ne yapsak fayda etmiyor.”
Kayra gülümsedi ama gözleri kıza dikkatle odaklanmıştı. “Sorun değil,” dedi.
Tülay sonunda anahtarları uzattı. “Odalarınız hazır, dilediğiniz gibi yerleşebilirsiniz.”
Kayra anahtarları aldı ve sonra gözlerini Tarık’a çevirdi. Adamın yüzünde hâlâ sabır sınavı veren bir ifade vardı. O yüzden sesi daha neşeli çıktı. “Artık ev arkadaşı olduk Komiser,” dedi. “Bence şu resmi hitaplardan vazgeçsek iyi olur. Ayrıca… saldırı dosyasını da getirirsiniz artık, değil mi?”
Tarık gözlerini daraltarak baktı ona. “Ben seni karakola çağırmıştım,” dedi alçak bir sesle.
Kayra omuz silkti. “Ama ben seni buraya çağırmadım, bana yardım etmeyi sen teklif ettin, ev arkadaşım.”
Adam hiçbir şey demeden başını eğdi. “Getiririm,” deyip yürüdü. Adımlarındaki huysuzluk netti.Kayra’nın yüzünde küçük bir zafer gülümsemesi belirdi. Evin yeni sakini olmuştu ama çoktan dengeleri değiştirmişti.