Şırnak'ın en büyük aşireti, geniş toprakları ve güçlü etkisiyle tanınan Kalenderoğlu ailesi tarafından yönetiliyordu. Bu ailenin başında, genç ve karizmatik lider Diyar Ağa bulunuyordu. Diyar, sadece adının geçtiği her yerde saygı ve hayranlıkla anılmakla kalmıyor, aynı zamanda bölgenin en güçlü ve etkili figürlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Diyar Ağa, fiziksel olarak da etkileyici bir adamdı. Uzun boylu ve geniş omuzlu yapısı, güçlü ve kararlı duruşuyla hemen dikkat çekerdi. Siyah saçları ve derin kahverengi gözleri, keskin hatlara sahip yüzüyle birleşerek ona olağanüstü bir çekicilik katıyordu. Giydiği geleneksel kıyafetler bile onun liderliğini ve asaleti vurguluyordu, kararlılığı ve cesareti, aşiretin tüm üyeleri tarafından bilinir ve takdir edilirdi. Hem dostları hem de düşmanları onun sözünün her zaman arkasında durduğunu ve gerektiğinde sert kararlar alabileceğini bilirlerdi. Bu yüzden, aşiret üyeleri ona büyük bir sevgi ve saygı beslerken, aynı zamanda ondan çekinirlerdi. Diyar Ağa, adaleti ve liderliğiyle tanınsa da, gerektiğinde sertliğiyle de biliniyordu.
Bölgedeki birçok genç kız, onunla evlenebilmek için her yolu denerdi, yakışıklılığı ve liderlik özellikleri, genç kızların hayallerini süslerdi. Ancak Diyar’ın gözü hiçbir zaman onlarda olmadı. O, aşiretinin refahı ve güvenliği için çalışırken, kişisel mutluluğunu hep arka planda tutardı. Kalbini kapatmış gibiydi, çünkü onun önceliği her zaman halkının iyiliği ve huzuruydu. Güçlü duruşu ve kararlılığı, onun çevresindekiler üzerinde derin bir etki yaratırdı. İnsanlar ona sadece liderleri olarak değil, aynı zamanda yol göstericileri ve koruyucuları olarak bakarlardı. O, aşiretin geleceği için her zaman en doğru kararları almaya çalışır ve halkının sevgisiyle güçlenirdi.
Diyar Ağa, akşam eve geldiğinde annesini düşünceli ve endişeli bir halde buldu. Annesi, geniş salonun ortasında, elinde eski bir fotoğrafla oturmuş, derin düşüncelere dalmıştı. Diyar, annesinin bu halini görünce hemen yanına yaklaştı.
"Anne, ne oldu? Neden bu kadar düşüncelisin?" diye sordu, sesi hem meraklı hem de koruyucu bir tondaydı.
Annesi, gözlerini kaldırarak, derin bir nefes aldı. "Oğlum, eski kanlılarımızdan haber aldık. İstanbul’da yaşadıklarını ve orada izlerini bulduğumuzu öğrendim," dedi, sesi titrek ve kaygılıydı.
Diyar’ın yüzü anında sertleşti. "Ne? İstanbul’da mı? Onların izini bulduk mu gerçekten?" dedi, gözlerinde öfke ve kararlılık parladı.
"Evet, oğlum. Bu dava bizim için çok hassas ve önemli. Yıllardır bu anı bekliyorduk. Senin baban ve abinin kanı yerde kalmamalı. Ama dikkatli olmalıyız. Bu işin sonunda ne olacağını bilemeyiz."
Diyar, yumruklarını sıkarak ayağa kalktı. Gözlerinde kararlılık ve öfke ateşi yanıyordu. "Bu dava için yıllardır uğraşıyoruz, anne. Sonunda bir iz bulmuş olmak, bize büyük bir fırsat verdi. Abimin intikamını almak için ne gerekiyorsa yapacağım. O insanlara bunun bedelini ödeteceğim," dedi, sesi giderek yükselirken adeta bir aslan gibi kükredi. Ev halkı bu gürültü karşısında şaşkınlıkla salona geldiler ama hanım ağa onları başıyla gitmeleri konusunda uyardı.
Annesi, Diyar’ın bu öfkeli halinden ürperdi ama onun kararlılığını da anlıyordu. "Oğlum, biliyorum, bu bizim için çok önemli. Ama bu dava aynı zamanda çok tehlikeli. Lütfen dikkatli ol ve acele kararlar verme."
"Merak etme, anne. Bu davayı yitirmeyeceğim. Abimin ve babamın kanını yerde bırakmayacağım. O hainler cezasını çekecek," dedi, gözlerinde intikamın ve adaletin ateşiyle.
Annesi, oğlunun bu kararlılığını ve öfkesini anladı, ama onun zarar görmesinden korkuyordu. "Her şeyin bir zamanı var. Bu davayı kazanacağız, ama akıllıca ve sabırlı olmalıyız. Sen bizim tek umudumuzsun," dedi, gözlerinden bir damla yaş süzülürken.
Diyar, annesinin gözyaşlarını silerek, "Söz veriyorum, anne. Bu davada haklı olan biziz ve bunu kanıtlayacağız. Onların İstanbul’da olmaları, bizim için bir fırsat. Bu kez onları elimizden kaçırmayacağız."
Diyar Ağa, annesinin yüzündeki derin düşünceleri ve endişeyi görünce, konuşmanın henüz bitmediğini anladı. "Bu dava hakkında daha fazla bilgiye ihtiyacım var. Beni tamamen bilgilendirmen gerekiyor."
Annesi, gözlerini hafifçe kapatarak, geçmişin acı dolu anılarına döndü. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Bu dava sadece kan davası değil, aynı zamanda ailemizin onuru ve geleceği için de büyük önem taşıyor. Geçmişte, abinin ölümüne sebep olan kişiler, sadece onun canını almadı. Bu acı, babanın kalbini de parçaladı. Abinin ölümünden kısa bir süre sonra, baban bu acıya dayanamayarak kalp krizi geçirdi ve onu da kaybettik."
"Evet, anne. Bu acıyı unutmak mümkün değil. Ama daha fazlası mı var?" diye sordu, gözleri annesinin yüzünde.
"Evet, oğlum. Ailemiz bu trajediyle yüzleşirken, aynı zamanda bir çözüm arayışına girdi. Kan bedeli olarak, abinin ve babanın intikamını almak için düşman aileden Zenan adında bir bebeği aldık. Onu bir süre kendi himayemizde tuttuk, ama güvenlik nedeniyle daha sonra başka bir aileye verdik. Ancak, o aile Zenan’ı koruyamadı ve bebek başka bir aile tarafından kaçırıldı."
Diyar, bu yeni bilgileri sindirmeye çalışarak, "Zenan... Şimdi ne oldu? Bu bebek nereye gitti?"
"Zenan, kaçırıldıktan sonra izini kaybettik. Ama son duyumlara göre, o aile Zenan'ı kendi ailesine teslim etmiş, şimdi İstanbul’da, gerçek ailesiyle birlikte yaşıyor."
"Bu demek oluyor ki, şimdi izini sürmeliyiz. Onu bulup bu davayı sonuçlandırmalıyız."
Annesi, Diyar’a biraz daha yaklaşarak, "Oğlum, Zenan'ı bulmak ve bu davayı çözmek için dikkatli olmalısın. Onlar da seni bulduğunda tehlikeli olabilir. Ama senin güçlü ve akıllı bir lider olduğunu biliyorum. Bu işi başaracaksın."
Diyar, annesinin elini sıkıca tutarak, "Evet, anne. Zenan'ı bulacağım ve abimin, babamın intikamını alacağım. Bu dava artık benim için bir onur meselesi."
O gece, Ağa'nın odasında, İstanbul’a yapılacak yolculuk için planlar yapıldı. Bu dava, artık sadece bir kan davası değil, aynı zamanda aile onurunu yeniden kazanma mücadelesiydi. Diyar, güçlü ve kararlı bir şekilde, bu savaşı kazanmak için elinden geleni yapacaktı. Abisinin ve babasının intikamı, onun için her şeyden önemliydi. Şimdi, geçmişin hesabını sorma zamanıydı.
Elif, gün batımının ardından Baran ile geçirdiği büyüleyici bir günün sonuna yaklaşırken, zamanın nasıl bu kadar hızlı geçtiğine inanamıyordu. Festival alanından ayrılırken, Baran'ın arabasıyla onu otele bırakma teklifini kabul etti. Yavaş yavaş otelin yolunu tutarken, arabanın içinde hafif bir sessizlik hüküm sürüyordu. Ancak bu sessizlik, rahatsız edici değil, aksine ikisi arasında oluşan özel bağın bir yansıması gibiydi.
Baran, Elif'e kısa bir bakış atarak, "Bugün seninle vakit geçirmek çok güzeldi. Seni tanımak, benim için gerçekten özel bir deneyim oldu," dedi, sesi yumuşak ve içtendi.
Elif, Baran’ın sözleriyle kalbinin biraz daha hızlı attığını hissetti. "Benim için de öyleydi. Buranın kültürü ve tarihini seninle keşfetmek harikaydı. Seninle daha fazla zaman geçirmek isterdim."
"Keşke zamanımız daha fazla olsaydı. Ama seni tekrar görebilmeyi gerçekten çok isterim. Bu şehirde daha keşfedilecek çok şey var," dedi, elini hafifçe direksiyonda sıkarak.
"Ben de seni tekrar görmek isterim.''
Elif, arabadan inmeden önce, son bir kez baktı. "Teşekkür ederim. Bu gün gerçekten çok özeldi," dedi.
"Benim için de öyle, Elif. İyi geceler ve güzel rüyalar," dedi, gözlerinde bir parıltıyla.
Elif, arabadan inip otelin kapısına doğru yürüdüğünde, Baran’ın gözlerinin hala üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. İçeri girip asansöre bindiğinde, kalbinin hızla çarptığını fark etti. Odaya vardığında, arkadaşlarının hepsinin uyuduğunu gördü. Saatin ne kadar geç olduğunu anladı, ama heyecandan ve mutluluktan uyuyabileceğinden emin değildi.
Sessizce yatağına uzandı, ancak zihni yeni tanıştığı genç ile geçirdiği anlarla doluydu. Onunla geçirdiği her anı, söylediği her sözü tekrar tekrar düşündü, yanında hissettiği huzur ve mutluluk, onu derin bir içsel sıcaklıkla sarıyordu. Gecenin sessizliğinde, Elif, Baran’ın gözlerinde gördüğü derinliği ve samimiyeti düşündü. Onunla tanışmak, hayatında beklenmedik bir dönüm noktası olmuştu. Heyecan ve merakla dolu bu anlar, uykuya dalmasını zorlaştırıyordu. O gece, gelecekte neler olacağını merak ederek yatakta dönüp durdu.
Sabahın erken saatlerinde, Şırnak'ın serin havası konağın her köşesine yayılmıştı. Diyar Ağa, gece boyunca gözüne uyku girmemişti. İçindeki öfke ve kararlılık, onu sabah namazı vaktinde ayakta tutmuştu. Sessizce konağın terasına çıktı. Annesi, sabah namazını kılıyordu. Diyar, annesinin arkasında durarak onun duasını bitirmesini bekledi.
Annesi, namazını bitirip, tespihini eline aldığında Diyar, sessizce onun yanına yaklaştı. "Anne," dedi, sesi derin ve kararlıydı. Annesi, oğlunun yüzündeki kararlılığı fark etti ve endişeyle baktı. "Diyar, yine mi o mesele?" diye sordu, ama cevabı zaten biliyordu.
"Evet, anne. Dün gece uzun uzun düşündüm. Bu kan davasını çözmek zorundayız. Ama bu durumu herkesten saklamalıyız. Sadece biz ve en güvendiğimiz birkaç adam bilecek," dedi, sesi kararlı ve sertti.
Annesi, oğlunun bu kararlılığına alışkındı, ama yine de onun için endişeleniyordu. "Oğlum, dikkatli olmalısın. Bu iş çok tehlikeli. Planın nedir?" diye sordu.
"İstanbul’da birini görevlendirdim. Kanlılarımızın izini sürmesini ve Zenan’ı bulmasını söyledim. İzini bulduğumuz anda, bana haber verecekler. O zaman gerekli adaleti sağlayacağız. Abimin ve babamın intikamını alacağız."
"Diyar, bu işi sessizce halletmeliyiz. Kimseye zarar gelmemeli. Zenan’ı bulduğumuzda, dikkatli olmalısın. Onlar da seni takip ediyor olabilir," dedi, elini oğlunun omzuna koyarak.
"Merak etme, anne. Bu işi dikkatli ve sessizce halledeceğiz. Zenan’ı bulduğumuzda, ona hak ettiği cezayı vereceğiz. Ailemizin onuru ve adaleti için bu davayı bitireceğim."
"Oğlum, seni koruyacak ve bu işi başarmanı sağlayacak güce sahipsin. Ama dikkatli ol ve her adımını düşünerek at," dedi, gözlerinden bir damla yaş süzülerek.
Diyar, annesinin bu sözcüklerini derin bir iç çekişle dinledi. "Söz veriyorum, anne. Bu dava bizim için bitecek. Abimin ve babamın ruhu huzur bulacak. Zenan’ın izini sürdüğümüzde, her şeyin hesabını soracağız," dedi, annesinin elini sıkıca tutarak.
Baran, Elif ile geçirdiği güzel günü ve onunla olan sohbetlerini düşünürken, kalbinde bir sıcaklık hissetti. Elif’in Şırnak’ta sadece bir hafta kalacağını bilmek, ona her gününü en iyi şekilde değerlendirme isteği verdi. Baran, Elif’e Şırnak’ı ve onun güzelliklerini göstermek için sabırsızlanıyordu. Ertesi sabah, Baran Elif’in oteline gidip ona bir plan yapmayı teklif etti. "Günaydın Elif," dedi, Elif otelin lobisinde kahvaltısını ederken. "Bugün ve bu hafta boyunca sana Şırnak’ın tüm güzelliklerini göstermek istiyorum. Ne dersin?"
Elif, Baran’ın bu teklifinden memnuniyetle, "Bu harika olur, Baran. Şırnak’ı seninle keşfetmekten büyük keyif alıyorum," diye cevap verdi.
Baran, her gün Elif’i otelden alarak ona bölgenin tarihi ve doğal güzelliklerini gösterdi. Dağ köylerine yaptıkları gezilerde, yerel halkla tanıştılar ve onların misafirperverliğini deneyimlediler. Tarihi kalıntılar, antik kiliseler ve doğa harikaları arasında dolaştılar. Baran, Elif’e bölgenin hikayelerini anlattı ve onunla birlikte bu güzellikleri paylaşmanın keyfini çıkardı. Genç kız kendini güvende ve huzurlu hissediyordu. Onun rehberliğinde Şırnak’ın her köşesini keşfetmek, hayatında unutamayacağı anılar biriktirmesini sağladı. Baran’ın nazik ve samimi tavırları, Elif’i her geçen gün daha da etkiliyordu.
Bir haftanın sonunda, son akşam yemeğinde bir araya geldiklerinde, adamın yüzünde hafif bir keder vardı. Elif, bu durumu fark ederek, "Baran, seni bir şey mi üzüyor?" diye sordu.
"Elif, yarın senin son günün olduğunu düşündükçe içim burkuluyor. Seni burada daha uzun süre misafir edebilmeyi çok isterdim. Ama biliyorum ki dönmek zorundasın," dedi, gözlerinde derin bir hüzünle.
"Baran, ben de buradan ayrılmak istemiyorum. Bu hafta benim için çok özel ve unutulmazdı. Seninle tanıştığım için çok mutluyum."
"Ben de seni havalimanına uğurlamaya geleceğim. Seni burada tanımak, benim için büyük bir şans oldu. Umarım bir gün tekrar görüşürüz," sesi umut doluydu.
Ertesi sabah, genç kız valizini toplarken, içindeki duygusal karmaşayı hissediyordu. Arkadaşlarıyla birlikte otelin lobisinde toplandıklarında, Baran onları bekliyordu. Baran’ın yanına gidip, "Sana veda etmek çok zor olacak."
"Bu bir veda değil, bir sonraki buluşmamızın başlangıcı olsun. Kendine iyi bak."
Elif, Baran’ın bu sözleriyle biraz rahatladı ve ona veda etti. Havalimanında, adam onları son bir kez uğurlarken, genç kızın kalbi hem hüzün hem de umutla doluydu. Bu karşılaşma, onun için sadece bir tatilin ötesinde, hayatının önemli bir parçası olmuştu. Elif ve Baran, birbirlerine yeniden kavuşacakları günü sabırsızlıkla bekleyerek ayrıldılar.
Kızlar, Şırnak’taki unutulmaz tatillerinin ardından uçağa binerken, arkadaşlarının yüzünde bir gerginlik olduğunu hissetti. Uçağın kalkışından kısa bir süre sonra, Zeynep, Elif'e dönerek, "Elif, seninle konuşmamız gerekiyor," dedi, sesi ciddiydi.
Elif, arkadaşlarının bu ciddiyetini fark ederek, "Tabii, ne oldu?" diye sordu, biraz endişeyle.
Derya, derin bir nefes alarak, "Biz başta Baran’la vakit geçirmenin sana iyi geleceğini düşündük. Ama bir hafta boyunca onunla bu kadar yakın olman bizi tedirgin etti."
Sibel, "Evet, daha bir hafta önce tanıştığın bir insanla bu kadar yoğun duygular hissetmen biraz hızlı değil mi? Bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar yakınlaştınız?"
Elif, arkadaşlarının bu tepkisi karşısında şaşırmıştı. "Baran gerçekten çok iyi biri. Onunla geçirdiğim zaman benim için çok özel ve anlamlıydı. Onu tanıdıkça, ona karşı hislerim derinleşti."
Aslı, "Biz de Baran’ın iyi biri olduğunu düşünüyoruz, ama yine de bir haftalık bir tatilde böyle yoğun duygular yaşaman bizi biraz endişelendirdi. Tüm tatili onunla geçirdin ve neredeyse hiç bizimle vakit geçirmedin."
Arkadaşlarının ne demek istediğini anlamıştı ama kendini savunma ihtiyacı hissetti. "Sizi anlıyorum, ama Baran’la olmak bana gerçekten iyi geldi. Şırnak’ı onunla keşfetmek çok güzeldi. Ama evet, sizle daha fazla vakit geçirmeliydim."
Zeynep, "Biz seni anlıyoruz ve mutlu olmanı istiyoruz. Ama aynı zamanda seni korumak da istiyoruz. Yeni tanıdığın birine bu kadar kaptırman bizi tedirgin ediyor," dedi, sesinde hem sevgi hem de endişe vardı.
Elif, arkadaşlarının endişelerini dinlerken, içindeki duygusal karmaşa büyüyordu. "Haklısınız, belki de biraz hızlı gelişti her şey. Ama Baran’a gerçekten güveniyorum ve onunla geçirdiğim zaman çok özeldi," dedi, gözleri dolarak.
Derya, Elif’in elini tutarak, "Biz de senin mutlu olmanı istiyoruz. Ama dikkatli olmanı da istiyoruz. Her zaman yanında olacağız ve seni destekleyeceğiz," dedi, samimiyetle.
Kız, arkadaşlarının desteğini hissederek, "Teşekkür ederim. Sizin endişelerinizi anlıyorum ve dikkatli olacağım. Baran’la ilgili hislerim çok yoğun ama aynı zamanda sizin de haklı olabileceğinizi düşünüyorum."
Uçak yolculuğu boyunca, Elif arkadaşlarının endişelerini düşündü. Baran’la geçirdiği zaman çok özeldi, ama arkadaşlarının da haklı olabileceğini kabul etti. İçindeki duygusal karmaşayı ve arkadaşlarının endişelerini dengelemeye çalışırken, gelecekte daha dikkatli olacağına karar verdi. Genç adamla olan bağını korumak isterken, aynı zamanda dikkatli ve temkinli olmaya özen gösterecekti.