İbrahim, odadan çıkıp, akşam yemeğine indi. Sofraya otururken halen gergindi. Simya ise, acı çektiği belli olan bir şekilde, sofraya gelip masadaki yerine oturdu. İbrahim'e gizlice baktı. Her lokmada, çenesindeki kasları geriliyordu. Çatalını kullanırken sert ve kasıtlı hareketler yapıyordu. Gözleri ise, ara sıra masanın köşesinde oturan Simya’nın üzerinde geziniyordu. Simya'nın oturup kalkarken belli belirsiz yüzünü buruşturması, acısını saklamaya çalıştığının işaretiydi. Ama İbrahim, her ince ayrıntıyı fark edecek kadar dikkatliydi. Bu küçük hareketler onun aklında yeniden o anı canlandırıyor, istemese de içinde bir kıvılcım yakıyordu.
İbrahim, Simya'nın acı çektiğinin farkındaydı. Ama onun acısı İbrahim’in hissettiği öfkeyi biraz olsun azaltıyordu. Bu acının onda yarattığı güç ve kontrol hissi farklı bir tatmin oluşturuyordu.
Yemeğini bitirdiğinde sandalyesini geriye itti ve ağır adımlarla salona geçerek koltuğa oturdu. Derin bir nefes alıp bacak bacak üstüne attıktan sonra, oturma odasında sessizlik içinde bekleyen hizmetçilere bakarak sert bir şekilde, “Kahve istiyorum,” dedi. Sesindeki emredici ton, Fatma’nın derhal harekete geçmesini sağladı.
Fatma, saygıyla “Hemen ağam!” diyerek hızla mutfağa doğru harekete geçmek üzereyken, İbrahim, onu durdurdu. "Hayır" dedi buz gibi bir keskinlikte. Gözleri Simya’nın üzerindeydi. “Karım yapacak,” dedi emreden bir sesle. Bu sözler salondaki havayı bir anda değiştirirken, Simya’nın yüzüne hafif bir kızarıklık yayıldı.
İbrahim'in bu talimatı ona bilerek verdiğini, onun hâlâ acı çeken bedenine acımadan onu biraz daha zorlamak istediğini anlamıştı. Ancak İbrahim’in kendisine “karım” deyişindeki sahiplenicilik, içindeki acıya rağmen tuhaf bir sıcaklık bırakmıştı. Onun kendisine "karım" diyerek hitap etmesi, konaktaki hizmetçilere karşı onun konumunu vurguluyordu. Belki de bu hitap çektiği acının ödülüydü.
Simya, dudaklarını sıkıp, “Peki,” diyerek mutfağa yöneldi. Mutfakta, kalçasındaki sancıyı daha fazla hissettikçe her hareketi zorlaşıyordu. Kahveyi hazırlarken derin nefesler alarak acıyı bastırmaya çalıştı. İçten içe İbrahim’e kızgındı ama onun etkisinden de kurtulamıyordu.
Kahveyi hazırlarken, vücudu hala sızlıyordu. Kahvenin kokusunu, derin bir nefes alarak içine çekti. Bu koca evde, kendini tamamen İbrahim'in gücüne teslim etmişti. Ve o, kendisini hem en çok koruyan hem de en çok zarar veren tek kişiydi. Kahveyi fincana doldurup tepsiye koyarken derin bir nefes aldı ve salona doğru yürümeye başladı.
Adımları yavaş ve dikkatliydi. Her adımında kalçalarındaki acı onu zorluyor, fakat İbrahim’in bakışlarını düşünerek dik durmaya çalışıyordu. Ancak tam İbrahim’in karşısına gelip kahveyi uzattığında, aniden bir sancı kalçasına saplandı. Bu ani acıyla bir an sendeledi ve fincandaki kahve birazcık döküldü. İbrahim hemen uzanıp kahveyi onun titreyen ellerinden aldı. Simya’nın gözleri korkuyla onun gözlerine kilitlenmişti.
İbrahim, Simya’nın kahveyi döktüğünü görmüştü. Kahveyi aldıktan sonra, onunla gözgöze gelerek “Dikkatli ol,” dedi İbrahim, sesi sakin ama tehditkârdı. Gözlerinde, Simya'nın anlaması gereken gizli bir anlam vardı. Bu uyarı, sadece dökülen kahve için değildi.
Simya, başını eğdi. İbrahim’in sözlerindeki gizli anlamı anlamıştı. Onun uyarısının, sadece kahvenin dökülmemesi için değil, davranışlarına dikkat etmesi için olduğunu biliyordu. Sessizce başını eğdi.
Salonda kahvesini içen İbrahim, Simya’nın sessizce uzaklaşışını izlerken, içindeki karmaşayla boğuşuyordu. Onun acıdan kıvrandığını görmüş, bunu bilerek ona kahve yaptırmıştı. Ancak bu sert tavırlarının ardında saklamaya çalıştığı başka duygular vardı. Simya’nın ince bedeni, yüzündeki masumiyet ve ona karşı gösterdiği cesaret, İbrahim’i derinden etkiliyor, ama bunu kendine bile itiraf edemiyordu. Bir yudum kahve aldıktan sonra arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı. İçindeki fırtınalar asla dinecek gibi görünmüyordu.