İbrahim konağa girdiğinde her zamankinden farklı bir hava hissetti. Mutfağın kapısından yayılan yemek kokuları, koridorda hızla geçen hizmetçiler ve salondan gelen gülüşmeler… Konağın her köşesinde alışılmadık bir telaş vardı. Kirli sakalını hafifçe sıvazlayarak, “Neler oluyor burada?” diye mırıldandı.
Adımlarını hızlandırarak salona geçtiğinde gördüğü manzara, onu adeta yerinde mıhladı. Annesi Mihriban, Seda’yla yan yana oturmuş, kahkahalar eşliğinde sohbet ediyordu. Mihriban’ın elindeki kahve fincanı hafifçe sallanırken Seda'nın gözlerindeki alaycı parıltı, İbrahim’in damarlarındaki kanı kaynatmaya yetmişti.
Bir an için ne yapacağını bilemedi. Yumruklarını sıkarken yüzü öfkeyle kasıldı. Tam o sırada Mihriban başını kaldırıp oğluna baktı ve yüzünde geniş bir gülümsemeyle, “Oğlum, Seda Hanım kızımız bize sürpriz yapmış. Ne güzel oldu değil mi?” dedi.
İbrahim, dişlerinin arasından zorla bir “Evet,” çıkarabildi. Gözleri Seda’yı adeta delip geçerken, Seda yüzünde kendinden emin bir gülümsemeyle ona karşılık verdi.
Mihriban, “Hadi sofraya geçelim, aç aç oturmak olmaz,” diyerek ayağa kalktı. Sofrada herkes yerini alırken, Seda İbrahim’in yanından geçerken an ikisi arasında gerilim dolu bir fısıldaşma yaşandı.
İbrahim, gözlerini kısarak, “Ne yapmaya çalışıyorsan pişman olacaksın,” diye fısıldadı öfkeyle dişlerinin arasından.
Seda ise başını çevirip, yüzünde kendini bir şekilde "İzle ve gör", dedi. İbrahim, Seda’nın bu pervasız tavrını görmezden gelmek için derin bir nefes aldı ve sofraya oturdu. Ancak bakışları istemsizce sürekli Seda’nın üzerindeydi.
Simya, sofranın bir ucunda sessizce oturuyordu. Mihriban, Seda’ya o kadar sıcak davranıyor ve onunla o kadar içten bir şekilde ilgileniyordu ki, bu durum Simya’yı içten içe rahatsız ediyordu. Kim olduğunu bilmediği bu yabancı kadının varlığı, evdeki dengeleri daha ilk dakikadan değiştirmişti.
Simya, İbrahim’in bakışlarının da sürekli Seda üzerinde olduğunu fark ettiğinde kalbinde ince bir kıskançlık dalgası hissetti. Kendi kendine, *“Bu kadın da kim? Ve neden İbrahim sürekili ona bakıyor?”* diye düşünmeden edemedi.
Yemek faslı yavaş yavaş sona ererken, tatlılar masaya geldi. Tam o sırada Mihriban, hafifçe boğazını temizleyerek herkesin dikkatini çekti. Masadaki herkes ona döndü. Mihriban, mutlu bir yüz ifadesiyle, “Bugün çok mutlu bir gün,” diyerek söze başladı.
Sonra elini Seda’ya doğru kaldırdı ve onun elini tutup ekledi, “Sonunda oğlum İbrahim’in çocuğunu görmek bana nasip olacak! Allah dualarımı duydu da soyumuzun, o uğursuz kızdan devam etmesine izin vermedi.”
Masadaki herkesin gözleri hayretle açılırken İbrahim’in yüzü karardı. Öfke dalgası tüm vücudunu sardı, elindeki çatalı öyle bir sıkıyordu ki neredeyse bükülecek gibi görünüyordu. Göz ucuyla, masanın bir köşesinde oturan Simya’nın bembeyaz kesilmiş yüzünü gördüğünde, içinde patlayan öfke daha da büyüdü.
Seda, Mihriban’ın sözlerine alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi ve ekledi, “Aylardır şüpheleniyordum, ama bugün test yaptırınca emin oldum. Emin olunca da gelip hemen Mihriban anneme haber vermek istedim. İnşallah babası gibi güçlü bir oğlan olur.”
Bu sözler, Mihriban’ın yüzüne daha da geniş bir gülümseme getirdi. “İnşallah kızım, inşallah,” diye karşılık verdi. Sonunda torun sahibi olacak olmanın gururu yüzüne yansımıştı.
Simya, Mihriban’ın ve Seda’nın karşılıklı sözlerini duydukça içinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. İlk başta, ne diyeceğini bilemedi. Kanı donmuş gibiydi, nefes almakta zorlanıyordu. Gözlerini masadaki boş tabağına dikilmiş, kimseye bakmaya cesaret edemeden sessizce oturuyordu.
Sonunda dayanamadı ve kimseye bir şey söylemeden masadan kalktı. Hiç kimse onu durdurmaya ya da nereye gittiğini sormaya zahmet etmedi. Simya, odasına çıktı ve kapıyı arkasından kapattı. Kalbi hızla çarpıyordu, gözleri yaşlarla dolmuştu.
Masada kalan İbrahim, kendini zor tutuyordu. Seda’nın bu planı, onu deliye çevirmişti. Seda’nın bu cesareti nereden bulduğunu anlamıyordu, ama annesinin bu oyuna nasıl geldiğini tahmin edebiliyordu.
Mihriban’a dönüp bir şey söylemeyi düşündü, ama ortamın daha fazla gerilmesini istemiyordu. Derin bir nefes alarak, “Afiyet olsun,” dedi soğuk bir tonda ve masadan kalktı.
İbrahim yemek masasından hızla kalkarak salona geçti. Öfkesi bir volkan gibi içten içe kaynıyordu. Annesi Mihriban ve Seda, yemeklerini bitirip salona geldiklerinde İbrahim ayağa kalktı. Yüzündeki sert ifade, niyetini açıkça belli ediyordu. Seda’ya keskin bir bakış atarak, “Anneciğim,” dedi soğuk bir tonda, “bugün Seda’yı daha fazla yormayalım. Onu eve bırakayım. Bizi gene ziyaret eder.”
Mihriban şaşkın bir ifadeyle İbrahim’e bakarken, Seda yüzünde meydan okuyan bir gülümsemeyle başını kaldırdı. İbrahim, dişlerinin arasından, “Değil mi, Seda?” diye sordu.
Seda’nın gözlerinde, İbrahim’in öfkesini daha da körükleyen o alaycı ifade vardı. “Evet, anneciğim,” dedi tatlı bir sesle. “İnşallah bundan sonra zaten sık sık görüşeceğiz.”
İbrahim’in yumrukları istemsizce sıkıldı. Onun bu rahat tavrı, İbrahim’in sabrını tüketiyordu. Seda’nın yanından geçerken, “Gidiyoruz,” dedi keskin bir tonda.
Siyah jeepe doğru ilerlerken İbrahim, Seda’nın kolunu canını acıtacak kadar sert bir şekilde tuttu. Seda aniden duraksadı, ama yüzündeki meydan okuyan ifade hâlâ silinmemişti. İbrahim “Bunları konuşacağız,” diye fısıldadı, tehditkâr bir biçimde.
Tam o sırada şoför Yusuf, “Nereye, ağam?” diye sordu.
İbrahim, Yusuf’a soğuk bir bakış attı. “Ben kullanacağım,” dedi. Yusuf tereddüt etmeden anahtarları uzattı ve geri çekildi.
İbrahim, arabayı öfkeyle çalıştırdı ve sert bir şekilde yola çıktı. Arabayı son derece hızlı ve umarsızca kullanıyordu. Gözleri, yolda değil, yan koltuktaki Seda’nın üzerindeydi. Seda, onun bu tavrından korkmuştu ama bunu belli edemeyecek kadar gururluydu.
Araba Seda’nın evinin önünde durduğunda, İbrahim sert bir şekilde arabadan indi. Evin kapısını açtı ve içeri girmesi için Seda’yı bekledi. Seda içeri girip kapıyı arkalarından kapattığında öfkesi patlamaya hazır bir volkan gibi yüzüne yansıyordu.
Seda, eve girer girmez dönüp ona bakmak istedi, ama İbrahim adeta bir fırtına gibi üzerine yürüdü. Parmaklarını tehditkâr bir şekilde ona doğru sallıyordu ve “Eğer bu bebek işi yalansa,” dedi kısılmış bir sesle, “sana neler yapacağımı tahmin bile edemezsin.”
Seda, korkudan bir adım geri çekildi ama yüzündeki gururlu ifade hâlâ yerindeydi. “Yalan değil,” diye sessizce yanıtladı.
İbrahim, yumruğunu sıkıp geri çekildi. Gözleri Seda’nın üzerinde tehditkâr bir şekilde dolaştı. “Yarın sabah erkenden hazırlan,” dedi sert bir tonda. “Doktora gidiyoruz. Gerçeği kendi gözlerimle göreceğim.”
Kapıyı öfkeyle çarparak dışarı çıktı. Seda'nın o çıkarken apartmanda yankılanan sesi, kulağında çınlıyordu: “Beni tehdit ederek hiçbir şey kazanamazsın, İbrahim!”
Arabaya bindiğinde direksiyonu sıkıca tuttu. Eve dönmek yerine, arabayı şehirdeki bir meyhaneye sürdü. İçinde biriken öfke ve hayal kırıklığını, ancak alkole dinebilirdi. Meyhaneye girdiğinde doğrudan bir masaya oturdu ve bir şişe rakı sipariş etti.
Bardağını eline aldığında, geçmişini yeniden düşündü. *“Eğer o gün kendimi tutabilseydim... Eğer o gün Seda'nın içine boşalmasaydım…”* diye geçirdi içinden. Öfkeyle masaya yumruk attı.
İçkisini tek dikişte bitirdi ve yeniden doldurdu. Ancak zihnindeki düşünceler daha da büyüyordu. *“Bunların hepsi benim hatam. Eğer kendimi tutabilseydim, bunların hiçbiri olmazdı.”*
Elindeki bardağı öyle sıkıyordu ki camın çatlama sesi bir anda ortamı doldurdu. Bardağın parçaları avucunu kesti, ama acıyı hissetmedi bile. Kanayan eline baktı ve cebindeki mendili çıkarıp alelade sardı.
Konağa döndüğünde saat gece yarısını geçmişti. İçeri girdiğinde, annesi Mihriban’ın hâlâ oturma odasında olduğunu gördü. Mihriban, oğlunun gözlerinin içine bakarak, yüzünde zafer dolu bir gülümsemeyle, “Sonunda bizi milletin ağzına sakız olmaktan kurtardın,” dedi.
İbrahim, annesinin sözleri karşısında sessiz kaldı. Mihriban, onun sessizliğini umursamadan ekledi, “Soysuz olmadığını kanıtladın. Dualarım kabul oldu.”
İbrahim, öfkeden dişlerini sıkarak başını eğdi ve tek kelime etmeden odasına yöneldi. İçindeki öfke ve hayal kırıklığı daha da büyüyordu.