Asiye'nin Anlatımından
Bizim hayatımızdan gencecik, pırıl pırıl, hayat dolu insanlar geçti. Onların hayat enerjisini çalan şerefsiz, malasef ki benim memleketimin insanıydı. Bu o kadar ağrıma gidiyordu ki her aklıma geldiğinde o şerefsize beddualarımı eksik etmedim.
Sude'nin başına gelenler bizim de evimizin içine, kalplerimize ateş saldı. Kazım günlerce kendi kendini yedi.
"Sahip çıkamadım, bana emanet gencecik kıza!" diye.
Hep yanlarında olamadık ama Kazım'la Sude'nin denizde kaybolduğunu duyar duymaz gitmiştik. Asıl olayın sonrasında daha çok canımızı yakacağını bilmiyorduk. Öldüğünü sandığımız da bile canımız bu kadar yanmadı. Nasıl bir insan evladı gencecik bir kıza sırf kendi istiyor diye zorla sahip olurdu? Onun aklı ile oynayıp delirmesine, hayattan kopmasına nasıl razı olur? İşte bu yüzden ölümü kolay olmasın! Yaşattığını yaşamadan ölmesin, o şerefsiz!
Sude'ye olanlar malasef bizde de acılara sebep oldu. En son annem ve babam Sude'ye olanları öğrenince onun için çok yandılar. Kürşat, Kazım'ı arayıp Sude'nin bulunduğunu ve intihar ettiği için yoğun bakımda olduğunu söylediğinde herkes olayın şokunu yaşadı. Bayılmamak için kendimi zor tutarken Kazım'ın desteği ile ayakta durabilmiştim. Benim kuzum canına mı kıymıştı? Aklım almıyordu. Annem de duyduğu şeyle Sude'nin intihar edip öldüğünü sanarken kalbini tutup:
" Oyy yavrum! Hangi hayvan kıydı senin canına?" deyip fenalaştı.
Kazım, annesinin fenalaşması ile onu apar topar hastahaneye yetiştirdi. Annem hastahanede olduğu için Kazım Altan'ı arayıp yanlarında olamadığımız için ne kadar üzgün olduğunu söyledi. Annemin durumu iyi olmadığı için onların yanına bu kez gidemedik.
Sude kendine geldiğinde aklını yitirdiğini öğrendik. Annemin durumu yüzünden ne Kazım ne de ben Sude'nin durumunu ulu orta konuşamıyorduk. İçimize ata ata gizli gizli ağlayıp dua eder olduk. Tedavi için akıl hastanesine yatırıldığını duyunca Kazım'la gidip görmek istedik. Onu görmemize izin verdiklerinde çok sevindik. Bizi görünce o kadar sevindi ki. Gidip onu sıkı sıkı sardım. Zayıflamış ve küçük bir çocuktan farkı olmayan halini görünce içimden gelen ağlama istediğini zor bastırdım. Kazım'da ona cesaret verici şeyler söyledi. Onu mutlu görünce içimiz biraz rahatlasa da çıkar çıkmaz ikimiz de ağlamıştık. Sude'yi sadece bir kez görebildik bunca yaşananlar arasında.
Biz Erzurum'da iken Selda, Sude'nin tedavi için Kemal'le birlikte bilinmeyen bir yere gönderildiğini söyleyince sevinsek mi üzülsek mi bilemedik.
Zaman geçti. Günler aylar geçti ama Sude'den bir daha haber alamadık. Zaman akıp geçiyordu ve Selda ile Kürşat'ın düğünü yaklaşmıştı. Bu yüzden okul kapanır kapanmaz Hande, Elif ve ben Antalya'ya geldik. Selda'nın tek başına halledemeyeceği şeyler el birliği ile halledildi. Aydın'da, Selda'nın memleketinde dillere destan bir düğün yaptıktan hemen sonra Erzurum'da adımıza yakışır bir düğün yaptık. Selda ve Kürşat'ın mutluluğu evimize neşe getirmişti.
Bugün Sude gideli tam altı ay olmuşken 40 gündür evimiz de cenaze evi olmuştu. Malasef Fatma anam kalp krizi geçirdikten sonra bir türlü eski günlerine dönememişti. Babam sabah gelip Kazım'ı uyandırdığında içime bir sıkıntı çökmüştü. Babam hiç bir sabah bizim kapımıza gelmezdi. Annemi sabah uyandırmayınca öldüğünü anlayıp Kazım'ı uyandırmaya gelmişti. Konakta ağıtlar duvarları döverken annemin böyle sessiz sedasız ele ayağa düşmeden ölmesi içimize su serpen tek şey olmuştu.
Kazım, Kürşat'ı arayıp uygun bir dille söylemenin yolunu arasa da Kürşat inanmak istememişti. Dışarıda olan tek kişi Kürşat olduğu için o gelene kadar defin işlemleri yapılmadı. Kürşat, Selda, Suzan, Altan ve Sedat bey öğlen 2 gibi geldiler. Kürşat'ı görünce herkes daha çok ağlamaya başladı.
"Anam nerede? Anamı göreceğim!" dedi Kürşat, gözünün yaşı ile.
İnanmak istemeyen bir hali vardı. Selda ise Kürşat'ın hemen yanında gözyaşı döküyordu. Altan, Sedat bey ve Suzan yanımıza gelip baş sağlığı dilerken Kürşat anamın cenazesinin götürüldüğünü öğrenince avlunun ortasına dizlerinin üzerine çöktü. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Turan abi, Selda ve Kazım onu tutup kaldırmak istedi:
"Kürşat! Yapma be oğlum! Bizim de yüreğimiz yanıyor! Kalk oğlum yerden!" dedi, Turan abi gözlerini silerken.
"Anamı göremedim! Ölmeden bir kez olsun görseydim! Hakkını helal et anam! deseydim. Diyemedim, abi. Onu bırakıp başka bir memlekete gittim diye beni affetmiş midir?" deyip tekrar hıçkırdı, Kürşat.
Turan abi ve Kazım onu kaldırıp bir köşeye alırken Selda kuzum öylece içten içten ağlayıp başını öne eğmişti. Belli ki onun da Kürşat'tan pek farkı yoktu. Yanına gidip omzuna dokununca irkildi. Beni görünce boynuma sarılıp hıçkırdı:
"Abla! Annem bize küskün mü gitti? Hep benim yüzümden! Onunla burada kalıp Antalya'ya gitmeseydik belki bu kadar üzülmezdi." deyip tekrar hıçkırdı.
"Olur mu öyle şey! Anam sizinle gurur duyuyordu. Benim oğlum, mühim işler yapıyor. Daha da başarılı olacak. Ben biliyorum. Gelinim de maşallah melek gibi. Allah aralarını bozmasın, inşallah! dedi ölmeden iki gün önce. O sizden razıydı. Böyle düşünme. Gel yukarı çıkalım. " dedim, ağladığım halde.
Onu ve Suzan'ı alıp kadınların oturduğu yere getirdim. İkindi namazına müteakip annemizi defnettik. Öyle bir kalabalık vardı ki yer gök insan kaynıyordu sanki. 40 gün evimiz doldu boşaldı. Selda okulu Kürşat'ta işi olduğu için cenazeden iki hafta sonra istemeye istemeye giderken bile ağlıyorlardı.
Onlar gittikten sonra da her gün gelen giden onlarca insan ağırladı konağımızda ama el ayak çekilir gibi gelen giden azalınca daha iyi anladık acımızı. Herkes odasında ağlar olmuştu. Kazım eskisine oranla daha sessiz, kızlar her köşede ağlar olmuştu.
Babamın ağladığını ilk defa sevdiği kadın ölünce gördüm. Benim gibi çocukları da belki onu ilk defa ağlarken gördüler. Onun döktüğü göz yaşında biz de en az onun kadar yara aldık. Babam misafir geldikçe yanlarında oturdu, ne zaman misafir gitti, odasına çekildi. Her gün sabahın erken saatinde konaktan çıkıp bir iki saat sonra gelmeye başlayınca Kazım ona da birşey olacak diye korkusundan peşine takıldı, bir sabah. Eve geldiğinde yüzü allak bullak olmuştu.
Direkt odaya gidip kapıyı örtünce ne olduğunu anlamak için yanına gittim. Koskoca adamı çocuk gibi ağlarken gördüm. Yatağın üzerine yanına oturup elimi omzuna koydum. Bunu bekliyormuş gibi bana sarılıp ağlamaya başladı.
"Kötü birşey olmadı, değil mi Kazım? Lütfen ağlama!" dedim, benim de gözüm dolarken.
"Babam! Babam, her sabah anamın mezarına gidip onun başında oturuyormuş, Asiye. Bu soğuk havada onunla konuşuyor. Baba kalk eve gidelim dedim. Benim evim burası, bundan böyle oğul! Sen git. Ben gelirim. Biraz daha kalayım dedi. Babama da birşey olursa ben nasıl yaşarım bilmiyorum." deyip hıçkırdı.
Benimde gözümden yaşlar süzülürken, ona daha sıkı sarıldım.
"Yaşarsın, Kazım! Babam nasıl yaşıyorsa sende yaşarsın! Evlatların için yaşarsın! Emin ol, o da şuan sizin için yaşıyor. Anam ölecekte o yaşayacak! Emin ol oda peşinden giderdi. Sizin için yaşıyor, babam. O yüzden siz daha güçlü olup onun omzuna yük olmayarak onun ömrünü uzatacaksınız. Kardeşlerini bir arada tut, Kazım. Onlar sensiz ayakta duramaz. Ağla şimdi! İçini boşalt! Babamın yanında dur sonra! Onu yalnız bırakmayın. Bırakmayalım." dedim, onunla birlikte ağlarken.
"İyi ki varsın, hatun! Babamı çok iyi anlıyorum! Sana birşey olsa ben nasıl yaşarım, bilmiyorum! Lütfen benden önce ölme!" dedi, hala ağlarken.
"Ölmem inşallah! Çocuklarıma cici anne falan getirirsin! Ne me lazım!" dedim, ortamın havasını dağıtmak için.
"Ne diyorsun sen? Ne demek cici anne? Senin üzerine gül koklar mıyım ben? Bunu nasıl düşünürsün, Asiye?" deyip benden ayrılmış, şaşkın şaşkın bana bakarken.
"Benden söylemesi! Atalar yalan mı söylüyor? Erkek ölünce kadın ömür boyu yasını tutar ama kadın ölünce erkek daha kırkı çıkmadan kendine cenazeye gelenlerden eş bakarmış. Aklından bile geçirme, Kazım! Evlatlarıma üvey ana istemem ben!" dedim, sanki ölmüşüm de o bunları yapmış gibi hıçkırarak ağlarken.
"Sen delirdin mi hatun? Durduk yere neden kavga çıkarıyorsun? Allah göstermesin! Ne senin ne de evlatlarımın acısını göstermesin bana! Ağlama lütfen!" deyip beni kollarının arasına aldı.
"Evlenmezsin, değil mi? Ben öl..." derken ellerini ağzıma kapattı.
"Hatun! Bak kızıyorum ama ha! Sen böyle konuşacaksan eğer gidip şimdi bulayım birini! Olur mu?" dedi, kızgınlıkla.
"Kazım! Bak bana böyle şeyler söyleme! Seni mahvederim! Ne demek şimdi başka kadın getirmek? Git gözüm görmesin!" diye çemkirdim, ellerinden kurtulup.
"Siz kadınlar, çok değişik varlıklarsınız gerçekten! Hem kendi kendine bir hikaye ürettin hem de bunun için beni suçlayıp şimdi de beni odadan kovuyorsun! Pes doğrusu! Helal olsun!" dedi, şaşkınlıkla.
"Sonuçta ağlamayı kestin, benim sayemde! O kadınlar olmasa siz hiç birşey yapamazsınız! Şunu bir anlasanız!" deyip ayağa kalktım.
"Vallaha haklısın, hatun! Siz olmasanız ne yaparız, bilmiyoruz! Gel bakalım buraya, başımın tacı! Sen olmasan ben ne yaparım." deyip ayağa kalktığı gibi bana sarılıp saçlarımdan öptü.
Bende onun beline doladım, kollarımı. Onun acısı benim acımdı. Aylarca matem tutmasına izin veremezdim. Anam öldüğünden beri konakta herşeyi bana sorar olmuşlardı. Herşeyi biz yapıyoruz gibi gözükürken anam ne çok şeyi bize hissettirmeden hallediyormuş, daha iyi anladım. Artık bu konakta omzumda daha fazla yük vardı. Ona göre davranmam ve ailemi bir arada tutmam lazımdı.
Bir gün bile bana kaynanalık yapmayan öz anamdan daha çok emeği olan kadın gitmişti.
"Gittiğin yer cennet olsun, anam. Gözün arkada kalmasın. Sevdiğin herkes bana emanet anam, hakkını helal et!"