İlk görüşte aşk...
Kuzey Demirtaş,
Beş yıl doğu görevimi yaptıktan sonra sonunda tayinim İzmir’e çıktı. Şu an belediyede, vergi dairesinde sıradan bir memurum. 32 yaşındayım. Henüz evlenmedim, hayatımda da kimse yok. Ailem İstanbul’da. Çok sık olmasa da bayramlarda, özel günlerde gider hasret giderir, sonra dönerim.
İzmir’e geleli iki hafta oldu. Emlakçı sayesinde iş yerime yakın, eşyalı güzel bir daire buldum. Yerleşmem uzun sürmedi. Mahalle sakin, köşede fırın var. Her sabah simidimi alıp işe gidiyorum. Doğudan sonra burası bana iyi geldi; denizi, havası, insanı… Memleketime dönmüşüm gibi hissediyorum.
Bir akşam işten çıkıp marketten birkaç şey aldım, eve geldim. Yemek yapıp yedim, duşumu aldım. Yorulmuşum. Işığı açmadan odama geçip yatacaktım ki, pencere kenarından bir hareket dikkatimi çekti.
Çapraz apartmanda bir kız dans ediyordu. Kulaklığı takmış, kendi dünyasında, neşeyle zıplıyor. İster istemez gülümsedim. Işığı açmadan izlemeye devam ettim. Penceresi boydan, sadece tül çekilmişti. Arada bir odaya annesi girdi, biraz konuştular, sonra ışık söndü.
Kendi kendime, “Lan sapık mısın, iki saattir kızı izliyorsun,” deyip yatağa uzandım. Ama dürüst olayım, çok hoşuma gitmişti. Uzun saçları beline kadar, kısa siyah bir şort ve üzerine yapışan siyah bir atlet… Çok doğaldı. Çok güzeldi.
Sabah alarm çaldı, uyanmamla beraber benden önce uyanan başka biri daha olmuştu. “E normal,” dedim kendi kendime. “O kadar akşam düşündün, olacak buydu.” Banyoya girdim, hazırlandım, perdeyi açmadan pencereye göz attım. Ama o yoktu. Hızlıca çıkıp işe gittim.
Akşam olunca yine merak sardı içimi. İş yerindeki yakın arkadaşım Ömer’in sesiyle daldığım yerden irkildim:
“Hayırdır, nereye daldın?”
“Ya bir şey yok, dalmışım.”
“Karşı kafeye geçiyoruz çıkışta, geliyor musun?”
“Yok ya, sağ olun. Evde biraz işim var.”
“Sen mi? Evde duramazdın hani? Her fırsatta kaçardın.”
“Bugünlük böyle olsun. Hem sen de az sonra bizi bırakıp Gönül’le baş başa kalmak için kıvırırsın zaten.”
“Ee, haklısın. Sabah akşam bakışıyoruz işte napalım. Hadi görüşürüz o zaman.”
“Size iyi eğlenceler.”
Eve resmen koşarak geldim. Pencereden baktım, ama o yoktu. Hafif bir hayal kırıklığı… Duşumu alıp yemek yaparken gelip ara ara camdan bakıyorum. Hâlâ yoktu.
Yatma saatine yakın, son bir kez daha bakayım dedim. Ve işte! Gene oradaydı. Bu kez masasında oturmuş, bilgisayar ekranına bakarken bir yandan deftere bir şeyler yazıyordu. Saçları topuz, üzerinde pijama takımı vardı. O doğallık, o sadelik… Tam karşımdaki mutfağa geçtiğinde yüzünü daha net gördüm. Güzeldi. Gerçekten güzeldi.
O geceden sonra, hafta içi her akşam, hafta sonu ise her fırsatta onu izler oldum. Balkona çıktığında, özellikle mutfak tarafında, perde yoktu. Bu sayede onu daha net görebiliyordum. Annesi –ya da belki anneannesi– arada ona kahve getiriyordu. O sahne… Sıcacık bir aile gibi.
Benim boyum 1.90, o ise en fazla 1.70’tir. Yaşı da muhtemelen 22-23’tür. On yaş fark var aramızda. Ama belki daha büyüktür, dedim. Belki… Umut işte.
Tüm hafta boyunca onun ne yaptığını, nereye gittiğini çözmeye çalıştım. Haftasonu evde olduğuna göre ya memur ya da öğrenci olmalı. Ama deftere yazı yazdığını görünce, büyük ihtimalle üniversite öğrencisi diye düşündüm.
Derken aklıma bir fikir geldi. Pazartesi sabahı işe gittim ama midem ağrıyor bahanesiyle izin alıp hastaneye gittim. Üç gün rapor aldım. Böylece hafta içi de onu gözlemleyebilecektim. Ve evet… dürbün de aldım. Bildiğin… röntgenci gibi hissediyordum. Ama niyetim kötü değildi. Sadece… tanımak istiyordum onu. Sadece…
Gece yine ışığı açıldı. Dürbünle bu sefer her şey çok daha netti. Oda düzenliydi. Masası, yatağı, kitapları… Derken dolabın kapağını açtı. Birkaç kıyafet çıkardı, yatağın üzerine bıraktı. Sonra... Siktiiirrrr!!!! Üzerini çıkarıyor...