2. Bölüm

2006 Kelimeler
Emine, on altı yaşında güzeller güzeli, yedi gardaşın birtanecik bacısıydı. Babası Musa Efendi 93 Harbine gönüllü gitmişti iki ağabeyi ile beraber. Çetin ve imkansızlıklar içinde, kimin ayağı yalın ayak kiminin sırtında kaputu dahi olmadan, gönüllerinde iman gücü ile kahraman Osmanlı askerleri Ruslara karşı savaşırken şehit haberi geldi Musa Efendi'nin. Ateş düştüğü yeri yakıyordu. Öksüzlüğün ne demek olduğunu nefes aldığı her an ciğerlerine kadar hissetmişti Emine. Babasıyla çok bir anısını hatırlamazdı. Harp öncesi ticarete uğraştı için babası köyde çok durmaz civar köylerde alım satım yapar hasretlik canına tak ettiği vakit dönerdi hanesine. Döndüğünde de çok durmaz diyar diyar ekmeğinin peşinde koşardı. 93 Harbinin haberi geldiğinde gönüllü yazılmıştı babası cepheye. Öksüzlüğü ciğerini dağlasa da gururuydu babası. Ali Osmaniye dara düşmüş denince kapağı gibi tüfeğini yazılmıştı cepheye. Bir kendi değil iki büyük oğlunu da gururla almıştı sağına soluna. İbrahim Ağabey'i yaralı dönmüştü, omuz başına aldığı süngü yarasının şartların imkansızlığı ve cerahat kapması nedeniyle , iki ay çekti bu yaradan. Sonra göz yaşları ve dualar eşliğinde köyün mezarlığına gömüldü. Anasının ciğerleri dağlayan ağıtları hala kulaklarında çınlardı Eminenin. Ne çok saçlarını yolmuş ne çok kanlı yaşları akıtmışlardı. Ağabeyinin yavuklusu vardı. Zavallı kızcağız, istemediği bir adama avrat olduğunda en çok Eminenin gururuna dokunmuştu. Zamanla acıları da kabuk bağlayan yaralar gibi acısi hafiflemiş, herkes kaldığı yerden hayatına devam eder olmuştu. Zübeyir Ağabeyi ise bu savaştan ayağının birini bırakıp gelmişti. Acının her türlüsü uğramıştı evlerine, buna rağmen dim dik kimseye muhtaç olmadan hayata tutunabiliyorlardı. İnsanın derdi dermanı olurmuş, anasına da öyle olmuştu. Kocasız kalmış iki evladından birini vatan uğruna toprağa salmış, kocasını harpte kaybetmiş müstesna bir kadındı. Acısıyla tatlısıyla her günlerine şükrettiler, bilirlerdi ki derdi de sevinci de veren Allah'tı. Rahmetli babası; 'Kul şükretmeyi bilmeli ki, "Sahip olduklarına şükretmeyi bilmeyenin, kaybettiklerine isyan etmeye hakkı yoktur" buyurur Mevlana hazretleri" derdi . 'Sakın ola canınızdan can gitse dahi Yaradan'a şükretmeyi ihmal etmeyin! Unutmayın, 'Cennete ilk çağrılacak olanlar,bollukta darlıkta hep Allah'a şükür edenlerdir' buyuruyor peygamber efendimiz. Babasının sağlığında verdiği güzel öğütler gönlüne dinginlik verirdi böyle kasvetli anlarında. Yedi gardaşın bir bacısı olduğundanmıdır nedir, Emine kız gibi değilde daha çok erkeksi davranışları vardı. Çok güzel ata bilebilirdi, hatta silah dahi kullanırdı attığını iskaladığı hiç görülmemişti. Bunda ağabeylerinin katkısı göz ardı edilmeyecek kadar büyüktü. Kolay değildi yedi gardaşa bir bacı olmak. Bunun incelikleri vardı, bu incelikleri de Emine sonuna kadar kullanmaktan çekinmedi. Varlıklı bir aileye mensuptu, bu yaşına kadar hiç bir şeyden mahrum olmadı. Buna rağmen mal mülk hiç umurunda olmadı. Tek istediği daha fazla acı çekmeden, hayatın güzelliklerinin farkına varmak istiyordu bir o kadar da çekiniyordu. Çeşmeden döndüğünden beri aklı allak bullak olmuştu. Yaptıkları gözünün önüne geldi. Niye o kadar celallenmişti ki? Kadınlar azıcık ikaz edince yaptığından utanmaya başlamıştı. Oğlana haddini bildirdiği için gururu kabarması gerekirken, karyolasının üzerinde elleri basının altında tavanın işlemeli göbeğini izlerken o kimin nesi olduğunu bilmediği oğlanı düşünüyordu. Normal miydi bu durum? Sahi kimdi o oğlan? Bu köyden olmadığı o kadar belliydi ki, belki de çevre köylerdendi, işi düşmüş köylerine gelmişti kim bilir? Neydi o terbiyesizlik? Az buçuk yine celallendi. Hiddetle doğruldu yattığı yerden. Karyola gıcırtıyla onu onaylıyordu sanki. Edepsizdi oğlan! Bakır helkiyi kenara çekip suyunu içeceğine tutup helkinin üzerinden içmekte neyin nesiydi? Ama ne güzel yapmıştı! Bir helki suyu kafasından aşağı yiyince, su nasıl içilir öğrenmiş olmalıydı. Değişik bir ruh halindeydi Emine. Edepdiz oğlana kızsa da bir yanı yazık ettiğini arsızca fısıldıyordu. Kızgın yanı ağır bassa da oğlanı merak eden yanı da yabana atılacak gibi değildi. Düşünmemeliydi oğlanı, bu durum aklına da zarardı körpe yüreğine de... "Tam bir sakar! Nasıl da düştü önümde öyle? " gözlerinin önüne gelen görüntülerle, kendini tutamadı kahkahalarla güldü. Öyle bir gülme krizine gitmişti ki adeta gözlerinden yaşlar geliyordu. Kendini gerisin geri yatağa bırakırken bir yandan da gözlerinin yaşlarını silmeye koyuldu. Ah ah hem sakar hem de çok yakışıklı!" Kalbine inceden bir sızı girmiş gibi hissetti. Bu iğne oyası işlerken işaret parmağına dalgınlıkla bağırdığı iğne açısına eşdeğerdi. Sağ elini kalbinin üzerine koydu. Hafifçe bastırdı. "Sakın!" dedi. "Yağ gibi erime! Ne o öyle? Oğlan gözelse edepdiz, bundan sanane! Sen değil misin onca avradın önünde oğlanı irezil eden, sen değil misin aklı eksik Emine, oğlanın başından aşağı buz gibi bir helki suyu döken? Ne diye elin oğlunu düşleyip duruyon?" Bir hışım yataktan doğrulup kalktı. Başındaki yemenisini unardı. Üzerine çeki düzen verip çıktı odasından. Hayattan (antreden daha geniş ve uzun alan) çıkmadan Muhnise Ana ile karşılaştı. "Nireye giden gız Emine?" Başını bile dönmeye gerek görmeden çıkarken annesini cevapladı, "Ocahlık için eccik çipil keseyim ana" "Elini çabuh tut e mi guzum? Ağanlar gelmeden her bir şeyi hazır edek olur mu guzum?" "Olur ana" Avluya çıktı. Güneşin parlak ışıklarından gözleri kamaşır olmuştu. Azıcık gözlerini kırpıştırdı, gözleri ışığın parlaklığına alışınca avlunun en köşesinde bulunan öbek öbek İnce dallardan oluşan dallara yaklaştı. İncecik bir iki çipili bir araya getirip kütüğe saplı bacağı sağ eli ile kavradı. Maharetliydi Emine bir solukta dünyanın çipilini kesmişti. Odun leğenine doldurup eve doğru yürüdü. İyi gelmişti bu küçücük çalışma Emine'ye. Ne o edepdiz oğlan ne de ona yaptıkları aklının ucundan dâhi geçmemişti. Ama evden içeri girdiği an oğlanın gül yüzü karabasan gibi çöktü yüreğine. Boşuna mı çabalamıştı Emine şimdi? Yine her şey başa sarmıştı. Ah ne güzel gözleri vardı. Kahverengi bir kadifeydi adeta. Hele o kadife gözleri süsleyen dolgun kipriklere ne demeliydi? Ne kadar da gürdü üstelik. Düşünmeliydi oğlanı bir an evvel aklını toplaması lazımdı. Hem bu hâlini ağalari sezse ne yapardı? Böyle söyleniyordu lâkin o genç oğlanı da düşünmeden edemiyordu. Bu hülyalı halleri çok sürmedi ki, annesinin sesiyle kendine gelebildi. "Emine? "..." " "Emine? Ağabeylerin tarladan birazdan gelirler, sofrayı hazırla hemen! " Yetmişti bu uyarı Emine'ye, alâl acele odasına gitti sandığın üzerindeki gümüş işlemeli küçük aynaya uzandı. Ürkekçe çehresine tuttu. Görmeye korktuğu Emine'yi göremeyince telaşla odasından çıktı. Başındaki yemenisini unarıp annesinin karşısına dikildi. "Tamam ana zaten yemekler hazır, ben sofrayı sereyim de hazır olsun," deyip hızlı adımlarla ocaklığın başına geçti, yemeklerini kontröl etti, bir eksik gedik gözükmüyordu. Sofra bezini eline aldı, diğer eline de bakır siniyi ve sininin altına yerleştirilen tahta sini altlığını alıp, hayata girdi. Elindekileri bir kenara bırakıp, özenle sofra bezini serdi üzerine sini tahtasını, onun üzerine de bakır siniyi (tepsi) yerleştirdi. Yemekleri getirip, bakır tabaklara böldü, kuyuda soğuttuğu ayranı da siniye getirmişti ki, ağabeylerinin sesini avludan duydu. Koştu hayatın girişine hazırladığı daha önceden hazırladığı ibriği ve havluyu eline aldığı gibi avluya koştu. "Gel hele Emine " Emin ağabeyinin açtığı nasırlı avuçlara azıcık su döktü. "Aşağıdan dök gızım!" Emin ağabeyinin ssesiyle dalgınlığından sıyrıldı. "Kusura bakmayasın ağabey " Emin ağabeyinin göz kırpması ile mahcubiyeti buruk bir sevince dönüştü. Emin bir başkaydı. Ne lafına darılırdı insan ne sözüne küserdi. Yumuşak tabiatlı, güleç yüzlü, kıpkırmızı yanaklı bir gençti. Şu sıralar tarlada çalışmaktan o al yanakları dalından sabırsızca erken yetmiş domates gibi kıpkırmızı olmuştu. Başka zaman olsa Emine, ağabeyine sataşmadan duramazdı. Ama bugün başkaydı. Ne aklını toplayabiliyordu ne de dikkatini bir şeye verebiliyordu. Sırayla diğer ağabeylerinin de eline su döküp, onların ardları sıra içeri geçti. Kurulu sofra, tarlada kızgın güneşin altında çalışan acıkmış ağalarının iştah kabartıyordu. Hep beraber sofranın başına geçtiler. Abdulah'ın sofra duasını okumasının ardından besmele ile yemeğe başlamışlardı ki, yemekten bir kaşık alan hemen toprak çanaklara doldurulu ayranlarına sarılması bir oldu. Ziya ağabeyi, pek bir sitemliydi, "Ana tarlada o kadar çalışalım,doğru mısmıl bir yemekte yiyemiyek mi? Bacım aşık mısın sevdalı mı? Tuz çoru etmişsin yemekleri!" Abdullah, yaşça en büyükleri olduğundan veya da Emine'yi ufak bir çocuk olarak gördüğünden kimseye ezdirmek istemezdi. Olaya müdahale etmekte geç kalmadı. "Tamam Ziya uzatıp durma! Bacım sen de bize bir sahan çökelek getir hadi gülüm " Gözleri dolu dulu, yüzünde buruk bir gülümseme ile minnet duyarcasına Abdullah ağabeyine baktı "Tamam ağabey, hemen getiriyom" "Onu da tuzdan mundar etme hemi bacım? " Hamza ağabeyinin şen kahkahalarını Abdullah'ın ters bakışları durdurdu. Emine çıkınca Ziya endişesini dile getirdi, "Ana Emine'nin nesi var, bugün pek bir dalgın?" "Nesi varmış ki oğlum? "Yemekleri nasılda tuzlu yapmış görmedin mi?" "Yahu Ziya ne uzatıyon be oğlum, olur insanlık hali, aç mı kaldık? Getirir şimdi mis gibi çökeliği... Ban ekmeği ye şükret oğlum haline şükret. Ha olur olmaz yere Emine gelince de boş boş konuşup da canımı sıkma! " Akşam yemeğini çökelek ve yufka ekmekle idareten yemişlerdi. Sofradan sonra herkes odalarına çekilince Emine sofrayı toparlayıp, bulaşığı da yıkadı o da yatmak için odasına geçti. Gaz lambasının fitilini ateşledi. Işığını birazcık düşürüp usulca soyundu. Saç örgülerini usulca çözerken sandığın üzerine bıraktığı gümüş aynaya uzandı. Kıvır kıvır kırışmış saçlarına dokundu. Tel tel parmaklarının arasından dökülünce yanağına dokundu. Güzel miydi sahi Emine? Eli usulca dudaklarına gitti. Kesme kağıt gibim, derdi anası dudakları için. Ama bilemezdi ki dışarıdan bir gözün nasıl gördüğünü. Bıraktı aynayı aldığı yere. Gaz lambasını söndürüp el yordamı ile yatağına geçti. Sırt üstü uzandı yatağına, çekti üzerine yorganını. Etraf en az gece kadar sessizdi. Karanlıkta başkaları tavanda, kulağı dışarıdaydı. Geveze cırcır böceklerinin ve özden gelen kurbağa viyaklamalarından başka ses yoktu ah bir de yüreğinin gümbürtüsünün sesinden... Eli istem dışı kalbine gitti. Hafifce bastırdı. "Uslu dur! Olur olmaz çarpıp durma!" Kim dinlerdi bu sözleri? Bir kere bir yola sapmışsa yürek kimin gücü yeterdi yolundan alıkoymaya ki Emine'nin gücü yeterdi. Sağına döndü, huzursuzca soluna dündü. Muhnise anayı uyku tutmadı. Huzursuzca yatağın içinde dört dönmüştü adeta. Saat de epey geçmişti. Durdu duramazdı oturumu üzerine geldi yatağında. En sonunda dayanamayıp yattığı yataktan kalktı. Başına beyaz yemenisini takıp Emine'nin odasına yaklaştı. Tereddütte kalmıştı. Gecenin geç saatinde ne işi vardı gencecik kızın odasında? Geri dönecek oldu kulağına karyolanın gıcırtılı sesi gelince eli usulca kapının demir sapına uzandı. Çekti kapıyı önce kendine doğru sonra itti içeriye. Açılan kapıdan usulca süzüldü içeriye. Umduğu gibi Emine uyumamıştı. Yaklaştı kızının yatağına, oturdu emaneten karyolanın kenarına. Tüy yastığın beyaz işlemeli örtüsünün üzerine dökülmüş pamuk kadar yumuşak lepiska saçları okşadı bir iki kez kadın. "Uyumamışsın Emine'm?" Yattığı yataktan doğruldu "Uyku tutmadı ana " "Hasta olmayasın?" "Cık " deyip, başını yukarı doğru kaldırdı "Değilim " "Emine'm seni pek bir düşünceli görüyom yavrum bir derdin sıkıntın mı var?" Ne söyleyebilirdi ki anasına. Hem o bile neyi olduğunu bilmezken üstelik. "Hiç birşeyim yokdur ana" "O zaman ne bu halın?" deyip Emine'nin ipek gibi saçlarını okşadı tekrardan. Sanki karanlıkta anası yüzünü gözünü görürse kendini ele vermekten korkarcasına gözlerini kaçırdı. Odanın tabanına serili geçen sene anasıyla beraber dokudukları dokuma kilimin motiflerine dikti. Motifleri karanlıkta seçemiyordu ama tam nerede olduklarını ezbere biliyordu. Anasının dağlardan boyalı otlardan, köklerden kaynattığı iplerle dokunuşlardı. Her bir nakış bir umudunu, bir hevesini temsil edercesine Emine'nin hünerli ellerinde şekil bulup cana gelmişti. "Yorgunum... uyursam geçer " Muhnise ana, şefkatle bir kez daha bastı bağrına yağrusunu. Aklı pek yatmasa da inanmaktan başka çaresi yokmuş gibi kabullendi kadın. Onun bildiği yorgun canlar geç kurtlu koyun gibi tepinip uykuyu da haram etmezlerdi. " İyi o zaman Allah rahatlık versin yavrum" Yatağın kenarından doğruldu. "Sana da ana " Kadın, kızının sırtını bir iyice örtüp kapıya yöneldi. Tam çıkacaktı ki; "Ana? " Neyin nesiydi bu, bir anlık duygu karmaşası nedeniyle, yattığı yataktan kalktı kapıda bekleyen annesine sarıldı. Annesi bir anlam veremese de hoşuna gitmişti onun küçücük bir kız çocuğu gibi gelipde kollarına sığınması. Büyümemişti ki körpe yavrusu. Muhnise anaya göre küçücük kız çocuğuydu Emine. içinden "Deli kız işte" deyip kızına kollarını sardı sarmaladı... Sabah çok erkenden kalktı, ekmek teknesinde yoğurduğu hamurdan küçük küçük parçalar alıp bezeler açmıştı. Ağaları için tarlaya azık koyacaktı bir kısmını, birazı da sofrada yemek içindi. Bu defa çok temkinli davranıyordu. Akşamki hatatı tekrar etmemek için her şeyi büyük bir dikkatle hazırladı Emine. Sofrayı serdi, ağabeylerini kaldırdı. Sesizlik içinde sofraya oturulup yemekler yendi. Yemekten sonra ağabeyleri tarlaya, annesi bahçeye gitti. Ona da ev işleri kaldı, eline süpürgeyi alıp tüm odaları süpürdü, ahşap döşemeyi sildi. Şöyle bir arkasını dönüp yaptığı işleri memnuniyetle inceledi. Pırıl pırıl olmuştu her yer. Son bir işi kalmıştı, musluğa yöneldi. Aldı eline bakır helkileri çıktı evden. Avluya çıkınca helkileri yere bıraktı. Az bir şey yemenisi kaymıştı, düzeltti. Yerden bakır helkileri alıp, çeşmenin yolunu tuttu. Çeşmeye geldiğinde kimsecikler yoktu. Geçen gün nasıl da hınca hınç doluydu. Şaşkınlığını çabuk üzerinden attı. Helkinin birini çeşmenin kaşına bırakıp diğerini doldurdu. Doldurduğu helkileri iki eline almış tam gidecekken onu gördü. Emine'ye bakıyordu o an göz göze geldiler. Emine başını önüne eğip, doldurduğu helkileri eline alıp çeşmeden hızla uzaklaştı. Hüseyin de onun peşinden... Emine hızla arkasını döndü "Sen beni mi takip ediyon?" "Yok " diyebildi Hüseyin.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE