bc

Devrik İmparatorluk

book_age18+
16
TAKİP ET
1K
OKU
dark
opposites attract
dominant
mafia
heir/heiress
drama
tragedy
bxg
serious
kicking
office/work place
musclebear
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

“Korkuyor musun?” Küstah gülüşü yine dudaklarında yer etti. O dinginliğiyle aldatan bir okyanustu. Derinlerinde kıyamet saklıydı. “Senin cesur olmana gerek yok.” Uzanıp oturduğum sandalyeyi aniden kendine çekti. Yüz yüze, birbirimize fazlasıyla yakındık ama o yetinmeyip üzerime eğildi. “Bütün adımları sana doğru ben atarım.” Büyük elini yüzüme yerleştirdi. Başparmağı dudağımın kenarını okşarken, gözlerinin odağı okşadığı noktadaydı. “Kaçarsan kovalarım.” Yutkundum. Tüylerimi diken diken ediyor ama aynı anda kalp atışlarımı hızlandırıyordu. Bu yepyeni, çok yabancı olduğum bir şeydi. “Ve kollarıma geldiğinde…” Diliyle dudaklarını nemlendirdi. Burası çok mu sıcaktı? “Ne yaparsan yap arkanda dururum.” O belaydı. Uzak durmam gerektiğini zihnim haykırıyordu ama ben ona çekiliyordum. Güce duyduğum hayranlıktandı belki de ama Alaz Moralı tanıdığım en etkileyici adamdı. Ve bütün planlarımı kenara koyup kendimi ona bırakma arzusu uyandırıyordu.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Bölüm 1
Bölüm 1 Hareket et! Çığlıklar zihnimde buğulanıp net, tek bir talimat yankılansa da bedenim derhâl tepki vermekten acizdi. 1, 2,3,4... 4 ayaklarımın ilk adımı attığı andı. Okyanusun dibinden yüzeye ulaşan benliğim nihayet şu anın içindeydi. Kan kokusunu alıyordum. Hayır, bu aklımın düştüğü bir yanılgıydı. Çok kısa bir zaman diliminde küçüğümün gözlerini kapatıp silahımı çekmiştim. Yine de geç kalmıştım. İnci çoktan hiç şahit olmaması gereken bir kâbusu travması olarak hayatına kazımıştı. Bacaklarıma yasladığım minicik varlığı put misali soğuk ve hareketsizdi. Sanki benim dört saniyeme hapsolmuştu. Babamın nabzını henüz kontrol etmemiş olsam da biliyordum, yaşamıyordu. Sağ kolu Cemal'le göz göze geldiğimizde "sağ istiyorum" dedim. Bu Göktuna ailesinin başı olarak verdiğim ilk emirdi. Sorgulamadan başıyla onaylayıp harekete geçti. Nicole kırık Türkçesiyle "ne oluyor, o iyi mi?" diye sorgularken İnci'den kulakları sağır eden bir çığlık koptu. Bu öyle acı bir haykırıştı ki benim bile artık varlığını unuttuğum yüreğim sızladı. Kızına yaklaşmak için diz çökmeye meyleden Nicole'ün omzuna dokundum. Parmaklarım arasındaki silahın teması onu korkutsa da aldırış etmeden cam kapıyı gösterdim. "İçeri." Onları güvenli bir yere götürmeliydim. Korumaların bir kısmı etrafımıza etten bir duvar örmüştü ancak babam kendi evinin bahçesinde vurulmuştu, bu affedilemez bir hataydı. Balonlar, konfetiler ve daha bir sürü süs eşyasıyla dolu olmasına rağmen artık bir kutlama alanından çok uzak olan bahçeyi aşıp eve girene kadar hem Nicole hem de İnci'yi çekiştirip durmuştum. Sırtım cam kapıya dönük, elim hâlâ küçüğümün gözleri üstünde Nicole'e baktım. Şoktaydı. Onu sarsmak istedim ancak vakit yoktu. "Onu al, yukarı çık ve pencerelerden uzak kalın." Çatallanmış sesiyle göğsünü tutarak "D-Dinçer?" diye sordu. Geri dönmeye kalktığında refleksle kolunu sıkıca tutarak engelledim. Yaşla dolan gözleri bana yalvarıyordu. Aralanan dudaklarından tek kelime çıkmasına izin vermeden başımı iki yana sallayıp kızını hafifçe ona ittim. Neyse ki beni ikiletmedi. Birilerini ikna veya teselli edemezdim. Üstelik içinde bulunduğumuz vaziyet bizimki gibi ailelerde sorumluluk almayı gerektirirdi. Nicole ve İnci görüş alanımdan çıktığı gibi yeniden artık sessizliğin hâkim olduğu bahçeye döndüm. Rüzgâr bile esmeyi bırakmıştı. Yas havası böyle mi olurdu? Ağır adımlarım karakterinin aksine heybetli bir görüntüye sahip babama yaklaştı. Yerde öylece, hareketsizce yatıyordu, bembeyaz gömleği kana bulanmış, yeşil gözlerine soğuk, bomboş bir bakış yer etmişti. En başından gittiğini biliyordum, buna rağmen iki parmağımı boynuna bastırdım. Hiçlik… Teni hâlâ sıcaktı fakat kalbi durmuştu. Dinçer Göktuna tam da beklediğim gibi son nefesini vermişti. Yıllardır süren çöküşünün doruk noktası evimizin bahçesinde zavallı bir ölümdü. Koca çınar Asım Göktuna oğlunu görse utancından başı yerden kalkmazdı. Cemal ve diğer korumalar etrafımı sararken sakince doğruldum. Mahcup, üzgün ve endişeliydiler. Bakışları babamla benim aramda gidip geliyordu. En azından bizi düşürdükleri rezilliğe karşı doğru hisleri besliyorlardı. Silahımı kılıfına yerleştirdim. Ellerimle boğacaktım o pisliği. Cemal’e baktım. “Nerede?” Sesimin beklediğimden sakin çıkması beni şaşırtmadı. Ancak bu derece soğukkanlı yaklaşımım onları afallatmıştı. Başını çevirerek arka taraftaki müştemilatı gösterdi. “Polis yakında burada olur.” Muhakkak ki davetliler ağzını yeterince sıkı tutamayacaktı. “Düzgünce karşılayın.” Eğer bu kadar şahit olmasaydı basına kalp krizi olarak yansımasını sağlardım. Sırf bu yüzden dâhi o katile acımayacaktım. Müştemilatın eski, naftalin kokan girişinde yüzümü buruşturdum. Burası düzgün temizlenmiyor muydu? Hiçbir işi ehline teslim etmeyen sevgili babam böyle bir ölümü kendi elleriyle hazırlamıştı. Yerde yatan bedeni gördüğümde kaşlarımı çattım. Sakallı, paçavralar giymiş, uzun saçları pis bir adamdı. Korumalar onu sürükleyerek tam ayaklarımın dibine bıraktılar. Topuklu ayakkabımın ucuyla hafifçe dürttüğüm beden hareket etmiyordu. Cemal’e döndüm. Yüzümde saf bir öfke ateşinin parladığına emindim. Ruhum bomboştu ama onları korkuttuğumu ifadelerinden okuyabiliyordum. “Bu çöpü bana ne diye getirdiniz?” Sesim buz gibiydi. Cemal başını eğip ellerini önünde birleştirirken hiç haddi olmadan bir koruma “efendim biz onu…” diye araya girmeye kalktı. İşaret parmağımı kaldırıp ona doğrulttum. Sorumun muhatabı kimse cevap hakkı da onundu. Hepsini inceledim. Ağzımın içine bakıyorlardı. “Kim öldürdü onu?” İlk emrimi çiğneyecek kadar akılsız biri yanımda yer almamalıydı. Genç, tecrübesizliği belli bir çocuk öne çıktı. Gözleri gururla parlıyordu. Zayıftı. Oysa zayıflık canlıları hayattan koparırdı. Her erksiz, birinin eteğine sığınırdı. Yük taşımaya hiç niyetim yoktu. Silahımı çıkarmamla emniyeti açıp tetiği çekmem bir oldu. Korumaların birkaçının şaşkın çığlıklarını duydum. Genç çocuk ne olduğunu bile anlayamadan cansız bedeniyle yere yığıldı. İktidarımın ilk gününün üç ölümle başlaması ne acıydı. Vücudundan süzülen kan diğerininkine karışırken silahımı yeniden kılıfına yerleştirdim. Artık orada benim için görmeye değer bir şey kalmadığından bakışlarım Cemal ve diğerlerinin üzerinde gezindi. Dehşeti ve itaati tanırdım, oradaydı, zihinlerine mıh gibi çakılmıştı. Tam da istediğim buydu. “Emirlerim sorgulamaya kapalı.” Hepsi bembeyaz kesilmişti. Bir mafyanın yanında çalıştıklarını unutmuşlardı belli ki. “Bundan sonra Göktuna ailesinde tek bir kural var: Kanun benim sözümdür.” Ertesi günün sabahı bir yaz gününe yakışık almayacak kadar sisli, gök gri bulutlarla kaplıydı. Başım ağrıyordu, dünün gürültüsü beynimin içine hapsolmuştu. Sabaha kadar yakılan ağıtlardan odama saklanmıştım, şimdiyse yüzleşme zamanıydı, her şey katlanarak artıyordu. En kötüsü de konuklar dağıldığında bile bunun bitmeyeceğini bilmekti. Siyah güneş gözlüğümü düzelttim. Bu şamata bir an evvel sonlanmalı, babamı öldürme emrini kimin verdiğini aramalıydım. Cenazeye bakınca gördüğüm tek şey onun hayattayken kurduğu çok gösterişli ama kendini zor ayakta tutan sahte imparatorluğun hazin temsiliydi. Saygın birkaç isim ve medya kuruluşu teşrif etmişti. Kimsede sahici bir keder göremiyordum. Bu bir görevdi, her biri en az benim kadar sonunu bekliyordu. Dedemin cenazesindeki izdihamla kıyaslanamazdı. Asım Göktuna her daim saygıyla anılırdı, öldüğünde de vedası ona layıktı. Dünyanın dört bir yanından insanlar akın akın gelmiş, ona son görevini yerine getirmişti. Gerçek bir liderdi. Matemin orta yerinde bulmuştum kendimi. Şimdi gözyaşı dökenler arasında kaçının kalbinde incecik de olsa bir sızı peydah olmuştu? Nicole dışında sahici bir üzüntü yaşayan var mıydı? Kemiklerden nemalanmaya niyetli akbabalarla çevrili bu cenaze bir tiyatro gösterisinden ibaretti. Göktuna soyadının böylesine çürümesi korkunç bir tabloydu. Burnumun ucuna düşen damlayla başımı kaldırdım. Dakikalar sonra hızlanmaya başlayan yağmurla düşündüm ki… Benim akmayan gözyaşlarımla gök mü ağlıyordu babamın gidişine? Onu bir daha hiç görmeyecek olmak canımı hiç acıtmıyordu. Galiba yaşadığım boşluk içinde kaybolacağım kadar büyüktü. Aklımda sadece hastanedeki küçük kardeşim ve hak ettiğim koltuğa kavuştuğum vardı. Elbette yolumu temizlemem gerekecekti. Abim ve İrem’in problem çıkaracağına kalıbımı basabilirdim. İrem biraz ileride Esin’in omzunda abartılı bir ağlamayla ayılıp bayılıyordu. Hayatı şovdan ibaretti. Siyah elbisesi bir cenaze için fazla kısa, hareketleri asillikten son derece uzaktı. Uygar abimse daha uzak bir köşede sigarasını tüttürüyor, kimseye aldırış etmiyordu. İkisi de yalnızca ziyandı. Ailemiz bir aile denemeyecek kadar kopuktu. Dışarıdan bakan biri bile bunu rahatlıkla görebilirdi. Biz bir kaybın dâhi bir araya getiremediği dört kardeş olarak kalmıştık. Sarsılıyor, dağılıyorduk. Yağmur hızlanırken ben tek kelime etmeden Ekrem tepeme siyah bir şemsiye açtı. Sıklıkla ihtiyaçlarımı öngörür, beni yormazdı. Uzun ve can sıkıcı gösteri nihayet son bulduğunda Nicole’ü toparlamak Mediha Teyzeye kalmıştı. Kendine gelmeli, İnci’nin yanında olmalıydı çünkü küçüğümün annesine ihtiyacı vardı. Dünden beri ağzını bıçak açmıyordu. Yine de acısı böylesine tazeyken sivri dilimden nasiplenmemesi için uzak kaldım, sustum. Törenin ardından avukatımız Şahika Hanım’la görüşmek adına çalışma odasında toplandık. İrem içeri Esin’le birlikte geldiğinde kaşlarımı çattım. Bu kız hiçbir şeyi doğru yapmayacak mıydı? Anlamıyordu. Boğazımı temizledim. Dilimi dudağımın üstünden geçirip sakin bir sesle “bu aile meselesi” dedim. Kibar davranmaya çalışıyordum. Eskiden babamın sıkça kullandığı ahşap antika masanın üstü evraklarla doluydu. Yalnızca vasiyetin görüşüleceği bu an değil, hiçbir zaman bir yabancının yer almaması gereken bir odaydı. İrem kıpkırmızı gözlerini üstüme dikmiş, saldırgan bir tavırla “ne saçmalıyorsun” diye çıkıştı. “Babamızı kaybettik, senin gereksiz kaprislerinle uğraşamam. O bana destek oluyor. En yakın arkadaşım, burada olmasında yanlış bir şey yok.” Alayla dudağım yukarı kıvrıldı. Ergenliğini asla atlatamayan kardeşim dişlerini çıkartmakta gecikmemişti. “İyi prenses, arkadaşını gönder şu işi halledelim. Yoksa ben göndereceğim.” Ciddiyetim karşısında herkesi mum gibi karşıma dikebilirdim. Ama o aynı kandan olmamızdan faydalanıyordu. Artı biraz şuursuzdu, kimin karşısında havlamaması gerektiğini öğrenememişti. “Sen kendini ne sanıyorsun? Babam ölür ölmez koltuğuna göz diktin. Açgözlü bir canavarsın. Kutlama da yapacak mısın?” Bağırtısı yeri göğü inletiyordu. En çok sesi çıkanın en haklı olduğuna inanıyordu. Şahika Hanım ve Esin karşısındaki saygısızlığı canımı sıkıyordu. Abim “yeter” diye araya girdi. “Sıkıldım.” Hemfikir olduğumuz nadir anlardandı. “İrem abartma sen de. Şu tantana bitsin dağılalım.” Aile konseyimiz hepimiz için yeterince tatsızdı. Esin İrem’in omzuna elini koydu. “Kapının önünde beklerim seni.” İrem itiraz edecekken avukatın “miras yalnızca aile üyelerine açıklanacak” bilgilendirmesi üzerine çenesini kapadı. Nicole bir köşede, büyük deri koltuğa oturmuş, iç çekip duruyordu. Elindeki peçete artık yırtılmaya başlamıştı. Odada yalnızca biz ve avukat kaldığında Şahika Hanım kemik gözlüğünü düzeltti. Siyah çantasından bir zarf çıkarırken “Uygar Bey, Yankı Hanım, İrem Hanım ve Nicole Hanım” dedi resmi bir tonla. “Burada bildiğiniz üzere Dinçer Bey’in vasiyetini okumak için toplandık. Bütün mirasçılar burada olduğuna göre artık sizleri bilgilendirmeye başlayabilirim.” Uygar homurdandı, bütün gün boyunca fazlasıyla huysuz ve tahammülsüzdü. “Geçelim bu faslı, zaten yeterince zırvalıkla uğraşıyoruz.” Koşarak gideceği bomboş bir işi olduğuna yemin edebilirdim. Şahika Hanım gözlüğünün üstünden bir an Uygar’a baktı ve sonrasında çıkardığı mühürlü zarfı açmaya başladı. Bu zarfı görmüştüm. Ailenin başına geçen kim olursa mirasın açıklandığı gün kendi mirasını yazar, bu özel mühürlü zarflardan birine koyup avukata verirdi. Şahika Hanım sert bir kadın olmasının yanı sıra tuttuğunu koparan da bir avukattı. On iki yıl önce dedemin vasiyetini de yine o bizlere açıklamıştı. “Vasiyete göre Merhum Dinçer Göktuna’nın taşınabilir ve taşınamaz tüm mal varlığı dört çocuğu ve eşi arasında eşit olarak paylaştırılmıştır. İstanbul’daki iki yalı, Antalya’daki üç rezidans ve Bursa’daki iki apartman Uygar Göktuna’ya…” Hepimize kalan taşınmazlar ve banka hesabındaki parayı sayarken evler, arabalar, para zerre umurumda değildi. Nihayetinde vasiyetin sonunda ilgilendiğim kısma gelebilmiştik. “Son olarak Göktuna İnşaat’ın tüm yetkileri ve yönetim kurulu başkanlığı Dinçer Bey’in kızı Yankı Göktuna’ya devredilmiştir.” Onca malın içinde yalnızca dedemin Bursa’daki konağı ve şirketteki yetkiler ekstra olarak bana bırakılmıştı. Yıllardır sabahın köründe kalkıp şirkete gidiyor, it gibi çalışıyordum. Yönetim kuruluna alınmamış olmama rağmen, normal bir çalışan olarak, ortalama bir maaşla kendi şirketimizde çalışmaktan hiç gocunmamıştım. Şimdi bunu benim hak ettiğim inkâr edilemez bir gerçekti. Ama İrem yüzünde anında beliren kıskançlıkla yalnızca mirasın son iki cümlesi varmışçasına öfkeyle parladı. “Bu da ne demek oluyor? Ben neyim, Uygar abim? Biz de Göktuna’yız. Babam neden şirketi ona bıraksın? Bu saçmalık!” Uygar da ondan farksızdı. İkisi bir olsa şirketi iki gün ayakta tutamazlardı. “Ailenin büyüğü olarak şirketin başına benim geçmem gerekirdi.” Aklı başında olan herkes şirketi bana bırakırdı. “Bunu asla kabul etmiyorum.” Yüzümde tek bir kas oynamadı. Onların anlamsız serzenişleri bir sinek kadar dâhi rahatsız etmiyordu. Yıllardır tavırlarına alışmıştım. “Tabii” dedi Şahika Hanım. “Vasiyet açık ve net ancak kabul etmeyebilirsiniz. Bu durumda Dinçer Bey vasiyetinde tüm mal varlığını Yankı Göktuna’ya bırakacağını belirtmiş. Dava açma hakkına sahipsiniz.” “Her zaman sen! Bıktım artık senden.” İrem’in isyanına cevap vermedim. Uygar ise öfkeden köpürse de dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan olmamaya karar vermiş olmalı ki odayı terk etti. Nicole oturduğu yerden kalktı. Ne konuştuğumuzla zerre ilgilenmiyordu. “Ben artık gidebilir miyim? Hastaneye dönmeliyim.” Avukat hanım “vasiyet bu kadardı” diye bilgilendirdi. Nicole başını ağır ağır salladı. O çıkmadan “ben de en kısa sürede uğrayacağım” dedim. İnci’yi görmeye gitmem gerekiyordu ama önce işleri halletmeliydim. İrem yerinde tepinecek gibi görünse de yaygarasının etkisizliğini anlayınca o da çıkıp gitti. Şahika Hanım’la yalnız kalmıştık. “Ben sizi geçireyim.” “Aslında…” diyerek beni durdurdu. “Vasiyetin sadece size açıklamam gereken özel bir maddesi daha mevcut.” “Dinliyorum.” “Rahmetli Dinçer Bey’in ve öncesinde de dedenizin yürüttüğü birtakım operasyonların kontrolünü de size bıraktı. Bunların ne olduğunu açıkça bildiğinizi belirterek bunu size vermemi istedi.” Bunu o söylemese de anlamıştım, vasiyette yer alacağını düşünmemiştim. Bana uzattığı yüzük ailemizin önemli yadigârlarından biriydi. Özel işlenmiş, yıllarca dedemin parmağından çıkmamıştı. Sonrasında babamda birkaç kez görmüştüm ancak o dedem gibi sürekli kullanmıyordu. Yüzüğü avucumun içinde sıktım, artık bende olması çok özeldi. Uygar ya da İrem bu illegal faaliyetleri de yürütemezdi. Onlar sadece Göktuna soyadının getirdiği refahın sefasını süren asalaklardı. Benim için ise şirketle birlikte devraldığım en kıymetli şeydi. Çünkü ikisi dedemin mirasıydı. Daha on beş yaşındayken dedem özel silahını babama değil bana bırakarak bir gün ailemizi benim temsil edeceğimi belirlemişti. Soyadımızı tıpkı onun yaptığı gibi yeniden zirveye çıkaracaktım. “Anlıyorum. Başka bir şey var mıydı?” Şahika Hanım evrak dosyasını toparlamaya başladı. “Şimdilik bu kadar, müsait olduğunuzda resmi devir teslim işlemleri için sizi holdingde bekliyor olacağım.” “Yarın gelirim.” Mümkün olan en kısa sürede harekete geçmeliydim. Odadan ayrıldığımda omuzlarımda tüm ailenin sorumluluğunu hissediyordum. O kâğıtlarda yazmasa da aile bireylerimizin canları da bana emanetti. Bu benim için bir ağırlık değildi, hayatımın yeni sayfasında hizmet edeceğim amaç dedemi onurlandırmaktı. Artık ben Yankı Göktuna, bu ailenin reisiydim.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

30 Days to Freedom: Abandoned Luna is Secret Shadow King

read
313.8K
bc

Too Late for Regret

read
310.0K
bc

Just One Kiss, before divorcing me

read
1.7M
bc

Alpha's Regret: the Luna is Secret Heiress!

read
1.3M
bc

The Warrior's Broken Mate

read
144.2K
bc

The Lost Pack

read
429.7K
bc

Revenge, served in a black dress

read
151.7K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook