bc

NOTALAR MEZARLIĞI

book_age16+
326
TAKİP ET
1K
OKU
dark
possessive
dominant
badgirl
powerful
drama
bxg
city
betrayal
lies
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Hande Alin Akay, doğarken yalnız kalmış ve bu dünyanın acımasız tarafıyla henüz daha küçücük bir çocukken karşılaşmıştı.

Yasemin Akay, kızı Hande’yi doğururken can vermiş, son kez kokusunu içine çektikten sonra bu dünyadan gitmişti. Hande’nin babası, Adil Akay ise yalnız kalmış ve eşinden kendine kalan tek şeyi, kızını büyütmeye başlamıştır.

Hande’nin düşünceleri ise bunun aksini kanıtlar niteliktedir çünkü babası onu hiç büyütmemiş, o zaten doğduğunda kocaman bir yetişkin olmuştur.

Hande bir akşam günü ihanetin en acımasız tarafıyla tanıştığında bir melodiye rastlar ve mikrofonu kendine siper eden adamla gözlerinde yaşlarla karşılaşır.

Birbirini kovalayan olaylar döngüsü ikisinin de yaşamlarını bir şarkıya sığdırır, melodiler onlar için çalmaya başlar ve notalar bir mezarlığa dönüşür.

Notalar mezarlığı, sahipsiz bedenleri ve paramparça olup etrafa dağılan ruhları için bir çift mezarı onlara bahşeder.

Notalar mezarlığı, ıssız bir sokağın her karışını kendi ölüleriyle besler.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
NM 1.KİRLENMİŞ KALPLER
“Biz ki bu sokakların kirlenmiş çocuklarıyız.”  İsteksizce mekanın kapısını açtım ve ayaklarımı içeriye sürükledim.  “İçim çürüdü,” diye fısıldadım. Kapının gıcırtılı sesi kulaklarıma ulaştı ve hemen ardından sert bir çarpılma sesi ortamda yankılandı. Yüzümdeki ifadeden bir haberdim. Üzerimde siyah, kısa sayılmayacak pileli bir etek ve sıfır kol dar bir tişört vardı. Bar taburelerine otururken içeride dans eden bedenlere ve kulağıma gelen müzik sesine yüzümü buruşturdum.  “Feleğini sikmişler gibi durma.” Kemal’in sesi kulaklarıma dolduğunda kolumu bar tezgahına yasladım ve başımı kolumun üzerine bırakarak boşluğu izlemeye başladım. “Feleğimi siktiler.”  Kemal, bulunduğum barda senelerdir çalışan barmendi ve onunla olan arkadaşlığımız eskiye dayanıyordu. Onu sevdiğimi anladığım ilk gün aptallığımı sindirememiş ve kafamı dağıtmak için rastgele bir mekan seçerek buraya gelmiştim. Ben kendime olan öfkemi yine kendimden çıkarırken Kemal de bana eşlik etmiş, beni sakinleştirmeye çalışmıştı. O günden beri her ne kadar insanlardan hoşlanmasam da onunla arkadaş olmuştuk.  Kemal’in yakışıklı diyebileceğim bir yüzü vardı. Siyah dağınık saçları ona farklı bir hava katıyordu ve müşterilerin artışında büyük bir katkısı olduğunu söyleyebilirdim.  “Ozan’la bitirdik,” dedim sessizce, duyabileceğinden emin değildim. “Ha’siktir! Ciddi misin sen?” Başımı yasladığım yerden yavaş yavaş sallayarak onu onayladım. “Beni aldatırken yakaladım.”  “Vay amına koyayım! Kiminle? Şerefsize bak!”  “Aslı’yla.” Sesimin bir mezarlıktan geldiğini, onun da mezarın başında söylediklerimi dinlediğini düşündüm.  “Hande...” “Kemal.” İstemiyorum. İçim çürüyor ve ben teselli naraları duymak istemiyorum. Beni anlıyor musunuz bilmiyorum, içimi parçalıyorlar.  “Viski,” dedim onu umursamadan. Başımı kaldırdım ve yüzümü örten saçlarımı başımı sallayarak arkama savurdum.  Hande Alin Akay. Bu benim ismim.  Kimliğim üzerine karalanmış bir resim ve ömrümün üzerine çullanan acımasız felaketim.  Bu benim ismim ve inanın bana, kendimi hep ben bitirdim.  “Çok kötüsün, bilmiyor muyum?” Kemal viskiyi hazırlarken bir yandan da benimle konuşuyordu. “Hande hiçbir şey olmamış gibi beni aldatırken yakaladım diyorsun. Nasıl mahvolduğunu görmüyor muyum?” Elindeki bardağı önüme koydu ve viskinin kokusu ciğerlerime dolduğunda gevşediğimi hissettim.  “Belki de onu hiç sevmemişimdir, belki de bu yüzden bu kadar soğukkanlıyımdır.” Tepkisini merak ettiğim için bakışlarımı viskiden çekerek ona çevirdim. “Hah.” Alaycı çıkan sesi bana inanmadığını fazlasıyla gösteriyordu. “Sen? Sen Ozan’ı sevmedin öyle mi?” Gözlerini kıstı ve ellerini tezgahın üzerine yaslayarak yavaşça eğildi. “Hande Alin Akay, bu saçmalığa inanmamı beklemiyorsun değil mi? Onu kendinden bile çok sevdin.”  Onu kendinden bile çok sevdin.  Seni kendimden bile çok sevdim.  Bakışlarımı viskiye indirdim ve bardağı elimde olan sıkmaya başladım. Bir bıçak bulup onu içimden söksem, canım yine böyle yanar mıydı?  Gökyüzüne şikayet etsem seni, yıldızlar kapına dayanıp benim için hesap sorar mıydı? “Farkında değilsin ama kendini bastırıyorsun. Ağladın mı buraya gelmeden önce?” Kemal’in sorusu gözlerimi kaçırmama sebep oldu. Başımı iki yana sallayarak viskiden büyük bir yudum aldım. “Tam da tahmin ettiğim gibi, kendini bastırıyorsun.”  “Kendimi bastırdığım yok, işine bak Kemal.”  Kemal’in onaylamaz bakışları üzerimdeyken daha ne kadar bu şekilde tepkisiz kalabilirdim, bilmiyordum. Ozan’ı Aslı’yla onların evinde basmamın üzerinden yaklaşık iki saat geçmişti. Tek kelime etmemiş, tek damla gözyaşı dökmemiş, hiçbir tepki vermemiştim. Kemal’in haklı olduğunu biliyordum, kendimi bastırıyor ve hissettiğim bu felaketi yok saymaya çalışıyordum.  Viskinin midemi ağrıttığını hissettim.  “Hande!” Bade’nin sesi kulaklarıma ulaştığında dudaklarım titredi. İçimdeki vahşet dışarı çıkmak için can atıyordu. Çelimsiz bedenime dolanan kollar boğazımın düğümlenmesine, içimin acıyla sarsılmasına sebep oldu. En yakın arkadaşım içimdeki hüzünü ikiye katlıyordu.  “İyiyim.” Yalan. Hepsi yalan.  Ben iyi değilim, ama yemin ederim olacağım. Ben hiç iyi olmadım, ama yemin ederim öyleymiş gibi yapacağım.  “Keşke... Keşke birine aşık olmanı bu kadar çok istemeseydim.” “Bade seninle ne alakası var?”  “Tabi var!” Sesini yükseltti ve bana sertçe karşı çıktı. “Hep birini sevmeni, birinin seni sevmesini istedim.”  “Ama ben onu sen istedin diye sevmedim, kalbim onu seçti.” “Senin kalbinde de hiç akıl yokmuş...”  Bu anlamsız kavgamıza gülümsedim. “Yokmuş.”  Bade kollarını üzerimden çekerken yanımıza yaklaşan sarışın kız Bade’ye doğru gelerek büyük bir coşkuyla onu sarstı. Neye uğradığını şaşıran Bade şaşkınlıkla arkasına bakarken gözleri irileşti, gülümsedi ve minik bir çığlık attı. “Cemre!” “Bade!” Aralarındaki bu samimiyete anlam veremedim. Viskiden bir yudum daha alırken gevşediğimi hissediyordum.  “Hande, bu Cemre. Cemre, bu da Hande.”  Adının Cemre olduğunu kıza doğru dönerken yüzüme sahte ve itici bir gülümseme yerleştirerek başımı salladım. “Tanıştığıma memnun oldum.”  “Ben de ben de.” Cemre, bu soğukluğuma karşılık bozuldu fakat hiçbir şey söylemedi. Bakışlarını tekrar Bade’ye çevirdi ve sohbetlerine devam ettiler.  “Bu gece Poyraz çıkıyor, eminim sahneyi sallar.”  “İsmini duymuştum, sesi çok güzelmiş.” “Güzel ne kelime...”  “Aşık mısın kızım bu çocuğa?”  “Ne aşkı be?” Duraksadı. “O benim arkadaşım, sadece gerçekleri söylüyorum.”  “Öyle olsun bakalım...” Midem bulanıyordu. Sadece Tuvaleti bulmak istiyordum.  Ayaklandım ve bu Bade’nin dikkatini çektiyse de beni durdurmadı. Nasıl bir halde olduğumu biliyordu. Bar taburesinden kalkarak tuvaletin olduğu koridora girdiğimde her şey daha sessizdi. Müziğin sesi daha azdı ve kanımdaki alkol beni hafif çakırkeyif yapmıştı.  Koridorun sonundaki kızlar tuvaletine ilerlerken bilinçsizce fısıldadım. “İçim çürüdü.”  “Anne. İçimi çürüttüler.” Bir ölüden daha cansız çıkan sesim koridorda yankılandı. “Senin uslanmaz kızın bu kez çok kayıp verdi.”  Erkekler tuvaletinden çıkan beden susmama, duraksamama sebep oldu. Kanımdaki alkolün ve loş ışığın etkisiyle yüzünü seçemediğim, benden oldukça uzun olan adam bir süre erkekler tuvaletinin kapısının önünde bekledi ve bu bana söylediklerimi duyduğunu düşündürdü. Yüzünü seçemiyordum ve silüeti bulanık görünüyordu.  Umursamadım. Duraksayan adımlarımı yanından geçerek kızlar tuvaletine yönelttim ve içeri girince midemde büyüyen bu sikik hissi daha fazla taşıyamayacağımı anladım. Ozan’ı çok sevmiştim. Ozan’ı ilk, Ozan’ı hep sevmiştim.  Ozan’dan nefret ediyordum.  Bade, yalnızlık kokan yaşamımın içindeki nadir arkadaşlarımdan biriydi ve onu gerçekten çok seviyordum. Her şeyden öte, ona çok güveniyordum.  Artık Bade’ye bile yakın hissedemiyordum.  Güvensizliğin kol gezdiği hayatımda güvenebildiğim insanların hiçbiri buna değmezdi, bu gerçekle yüzleştiğimde aynadaki yansımamın yüzündeki sarsılış elle tutulur cinstendi.  Ağlamak istiyordum.  Hayır. Tam şu an, yerin dibine batmak istiyordum.  Göğsümü zorlayan baskı gitgide artarken gözlerimi yansımamdan ayırmıyordum, nasıl mahvolduğumu en ince ayrıntısına kadar izlemek istiyordum. Aldığım nefesler sıklaşıyordu, içimi kazıyan bir canavar vardı ve içim kanlar içinde kalmıştı.  Öfkeliydim. Yansımamın gözlerinin içinde belirginleşen kırmızı damarlar zonkluyordu, göz kapaklarım titriyordu ve bastırdığım her ne varsa gün yüzüne çıkmaya çalışıyordu.  Yutkundum. Boğazımı zedeleyen bir heyelan sonrası yüksekten başıma bir şey düşmüşçesine irkildim. Midemi ve göğsümü zorlayan o his artık orada değildi.  Her ne yaptıysam, kendimi yeniden bastırmıştım.  Korkusuzca savaştığım ve ruhumda hissettiğim yenilgi duygusu artık tam yerindeydi. Aynadaki yansımamın gözlerinin içinde boğulurken akmayan göz yaşlarımın içimi yakarak göğüs kafesime ulaştığını hissedebiliyordum. İçim ne kadar yangınsa, dışım o kadar soğuktu.  Musluğa kısaca bir göz attıktan sonra bakışlarımı yeniden aynaya çevirdim. Musluktan akan suya bile dokunmak istemiyor, hiçbir şeye değmek istemiyordum. Yüreğimin üzerinde öyle büyük bir yorgunluk vardı ki akan suya bile tahammülüm yoktu.  Bu seviyenin üstü olmadığına emindim.  Dilimde kelimeler vardı fakat konuşmak istemiyordum.  Ellerimde kırmızı bir sıvı vardı ve bunun ruhumdan aktığını biliyordum.  Ciğerlerimden kopup avucumun içine yuvarlanan acılarımı taşıyamıyordum ve ölümün bile böyle hissettireceğini sanmıyordum.  Bir anne tarafından hiç tutulmamış ellerim kesikti, bir anne sevgisiyle okşanmamış saçlarım sızlıyordu.  Aynanın karşısından çekildim ve daha fazla bu görüntüyü görmeye tahammülüm yokmuş gibi yüzümü buruşturarak tuvaletten çıktım. İçerideki kalabalığın aksine bomboş olan koridorda ilerlerken gürültünün arttığını fark ettim.  Bu bir gürültü değildi, bu bir tezahürattı.  Bulanık bakışlarımı odaklanmakta zorlanıyormuş gibi bar kısmına yoğunlaştırdım ve insanların tezahüratlarını yok sayarak oturduğum yere tekrar döndüm.  “Bade Cemre’nin yanına uğrayıp döneceğini söyledi.” Kemal’in cümlesine karşılık başımı salladım ve önümde duran boş viski bardağını iterek bakışlarımı sahneye çevirdim. Alkolü sürekli kullanan biri değildim ve bünyem bundan dolayı alkolden etkilenmek için birkaç bardağa ihtiyaç duymuyordu. Bu kez tam anlamıyla sarhoş olmak istiyordum.  Sahne, bar kısmına fazla uzak olmasa da sahnedeki kişiyi tam anlamıyla seçemiyordum. Gözlerimi kısarak denesem de bir süre sonra bunun anlamsız olduğunu fark ettim, bar taburesinde dönerek yenilenmiş viskimi yudumlamaya başladım ve sahneye sırtımı döndüm.  “Biz ki bu sokakların kirlenmiş çocuklarıyız.”  Kulağıma ulaşan ses dikkatimi çeldi ve önümdeki viski bardağıyla uğraşırken kulak kesildim. Hafif bir gitar sesi içeride yankılanırken mekandaki insanların birkaçı şarkıya eşlik etmeye başlamışlardı.  “Yokmuş sevmeye hakkımız, yokmuş mutlu olmaya.”  Şarkıyı söyleyen kişi Poyraz mıydı? Bade’nin arkadaşı Cemre’nin bahsettiği kişi miydi? “Biz ki bu sokakların aklanmış siyahlarıyız.”  Bu hangi şarkıydı? Sevdiğim türde bir şarkı olmadığı kesindi fakat içime bu kadar işleyişini anlamlandıramamıştım.  “Varmış bir bildikleri yar, varmış bir bildikleri.”  Mekanın içindeki sesler gitgide yükselmişti. Önümdeki viski bardağını alıp bir anda bar taburesinden aşağı indim ve kalabalığın içine daldım. İnsanların arasından geçerek sahneye yakın bir yerde durduğumda kalabalığın sağ kısmında yer alıyordum, bu kez gözlerim sahnedeki adamın yüzünü seçebiliyordu. Kıvırcık olmasa da dalgalı, kahverengi ve alnına dökülen saçları, keskin yüz hatları vardı. Gözünü kapattığı için göz rengini göremiyordum ve görebildiğim kadarıyla dudakları da oldukça dolgundu. Oturduğu siyah  “Bir sigara dumanı, sarar bütün yaramı.  Sana hatırlatır, senin olmayanı.  Bir yürek acısı ah bir rakı masası.  Mezesi kokusu, içimde telaşı.”  Farkında olmadan bedenimin sallandığını hissettim, kalabalığa uyarak bedenimi belirli bir ritimle hareket ettirmeye başlamıştım. Sesinin pürüzsüz tonu içimdeki yarayı kaşıyordu.  “Bir kaldırım taşı, bir otobüs durağı.  Sana hatırlatır, senin olmayanı.  Bir güzel anısı ah bir badem ağacı, çiçeği saçında başımın belası.”  Gözlerim yanmaya başlamıştı. Gözlerim deli gibi yanıyordu ve az sonra olacakları tahmin edebiliyordum.  “Bir gece yarısı, bir otel odası.  Sana hatırlatır, senin olmayanı.  Bir gönül davası, bir aşk avukatı.  Kitabı gülüşü, bakışı yasası.”  Dudaklarını mikrofondan uzaklaştırdıktan sonra gözlerini açtı ve kalabalığa bakındı. Rastgele etrafta gezinen bakışları gözlerimle buluştuğunda duraksadı, anlamını bilmediğim bir şekilde gözlerimin içine bakmaya devam etti. Gitarın hafif melodisi çalmaya devam ederken bakışları üzerimden çekildi ve başını gitarına eğdi.  “Sen ki bu sokakların nükseden acılarısın.  Yok mu görmeye hakkım, yok mu tekrar sevmeye?” Göz pınarlarıma akın eden yaşların sıcaklığını hissedebiliyordum, sanki içimdeki cehennemden birer damla gibilerdi.  “Sen ki bu sokakların bitmeyen sevdalarısın.  Vardır bir bildiğin elbet, vardır bir bildiğin.” İçimdeki cehennemden kopup gözlerime yerleşen damlalar bu kez yanaklarıma firar ettiler. Bir çocuk gibi dudaklarımı büzdüm.  Canımdaki yangın artık yanaklarımdaydı.   “Bir sigara dumanı, sarar bütün yaramı. Sana hatırlatır, senin olmayanı.  Bir yürek acısı ah bir rakı masası.  Mezesi kokusu, içimde telaşı.”  Damlalar çoğaldı, yanaklarım öyle çok yanıyordu ki göz yaşlarımın çizdiği yollar büzüşecek sandım.  Kaşlarım çatıldı ve hıçkırıklarım dudaklarımdan uçup özgürlüğünü ilan ettiler. Şu an, eminim ki istediği olmayan bir çocuk gibi duruyordum.  Sorun şuydu ki istemediğim çok şey olmuştu ve istedikleri olmayan bir çocuk olmayı yeğlerdim.   Ben hiç, birinin önceliği olmamıştım.  Gözlerimden birkaç damla yaş daha düştü.  Ben hiç, sevdiğim kadar sevilmemiştim.  Hıçkırıklarımı bastıramayacağımı anladığımda onları özgür bıraktım.  Ben hiç, gerçek bir hisse sahip olmamıştım.  Yaşadığım her ne varsa hepsi sahteydi ve şimdi bütün sahteliklerle büyük bir gerçeğe uyanmak üzereydim. Kaburgalarımın arasından bir ses geldiğini hissettim, kırılan kemiklerim değil ruhumun ince direkleriydi. Ruhumu bedenime bağlamak isteyen ipince, bir saç telinden daha cansız direkler vardı ve hiç bilmediğim bir şarkının ortasında, hiç bilmediğim insanların arasında ruhum bedenimi terk ediyordu.  Boğazıma dizilenin kelimelerden fazlası olduğuna emindim, kelimeler kalbimi parçalasa da ciğerlerime dokunmazdı. Kalbim parçalanırken daha çok acı çekeyim diye ciğerlerimi özgür bırakır, yaşamaya devam ederken o çaresizliği hissetmemi isterdi. Kelimeler acımasızdı, kelimeler gaddardı ve kelimeler vahşiydi fakat ciğerlerim hiçbir zaman o silahın namlusuna hedef olmazdı.  Gırtlağımı kazıyıp kanatan şey gerçeklerdi. Büyük bir boşluk hissi ve beraberinde getirdiği kocaman bir çaresizlikle tamamen içimdeydi.  Kalabalık alkışlarla sahnedeki adamı yüceltirken, içimde yaşanan depremin kimsenin ilgisini çekmediğini fark ettiğimde rahatladım. Aralarında bir kadın hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ve bunu kimse umursamıyordu, bu korkunç körlükleri ilk defa işime yarıyordu.  Sahnedeki adam gülümseyerek tabureden inip olabildiğince ilgisiz bir şekilde kulise dalarken gözleri çok kısa bir süre üzerimde kaldı. Yüzüm kızarmış olmalıydı, dakikalar içindeki bu değişimime anlam verememiş olmalıydı.  Yavaş adımlarla kulise yönlendiğinde etrafımda dağılmaya başlayan kalabalığa ayak uydurarak gözlerimi ellerimle sildim, arkamı döndüm ve Kemal’in yanına doğru ilerlemeye başladım.  Etrafımdan geçip giden kalabalığın arasında oturduğum bar taburesini görebildiğimde Bade’nin de orada olduğunu fark ettim. Kemal’le konuşuyor, endişeli bir ifadeyle kalabalığa bakınıyordu. Beni aradığını anlamıştım.  Anne, keşke senin tarafından hiç yalnız bırakılmış olmasaydım. Belki o zaman gördüğüm her şefkati gerçek sanmazdım.  Adımlarımı hızlandırdım ve bir anda yanlarına ulaştım. Konuşmaları kesilmiş, endişeli gözleri üzerime çevrilmişti.  “Neredeydin kızım? Çantan falan burada, korkuttun bizi.”  Bakışlarımı Bade’ye çevirdim ve gözlerinin içine kırgınlığımın yarattığı soğuk bir öfkeyle baktım. “Ben de sana soracaktım aynısını, en son Cemre’yle olan boş muhabbetinizden sıkılıp tuvalete gitmiştim. Sonra nereye kayboldun?”  Bu ters çıkışım karşısında afalladığını anlamıştım, kaşlarını çattı. “Arkadaşlarıyla tanıştırmaya götürdü, birkaç kişiyi de tanıyordum, bir merhaba demek için gittim.” Hızlı hızlı durumu açıklaması içimdeki öfkeyi soğutmadı, o bu dünyadaki kendimi yakın hissedebildiğim tek kişiydi.  “Ne bu öfke?”  “Hiçbir şey.”  “Hande yapma…”  “Bir şey yapmıyorum Bade. Baksanıza ne diyeceğim…”Bir anda değişen modum onları şoka uğratmış gibiydi. “Bugün ilk kez legal olarak buradayım.”  Kemal ilk kez konuştu. “Farkındayım, serseri. Artık seni kovdurmak için bir bahanem kalmadı.” Hiçbir şey olmamış gibi gülümsedim.  Ruhumun bedeninde derin kesikler olduğunu göremiyorlardı. Dizleri yara bere içinde kalmış, tırnak dipleri cehennem topraklarıyla dolmuş olan harabe yanımı göremiyorlardı.  “Hande iyi misin?” Bade’ye döndüm. “Evet, neden?”  “Neden mi?” İnanamazmış gibi gözlerini açtı.  “Baksana, beni bunaltıp duruyorsunuz. Ozan’dan ayrıldım sadece, çok büyük bir şeymiş gibi davranıyorsunuz.” Çok büyük bir şey değildi. Sadece, kalbimin halatlarla asıldığı göğüs kafesimden karın boşluğuma yuvarlandığını hissetmiştim.  “Biraz yalnız kalsam iyi olur aslında,” dedim ifadesizce. Kemal’le birbirlerine bakarlarken kararsızlıklarını tescillemiş, bunu doğru bulmadıklarını belli etmişlerdi. “Biraz yalnız kalacağım.”  Önünde durduğum bar taburesine çıkarken onları görmezden geldim, Kemal’in kaşla göz arasında doldurmuş olduğu bardağı parmaklarımın arasına aldım ve acımasızca başıma diktim.  Hiçbir şey söylemediler, söyleyemediler.  Bade, isteksizce çantasını aldı ve tabureden inerek birkaç adımda kalabalığa karıştı. Kemal de ondan birkaç saniye sonra bar tezgahının benden en uzak köşesine çekildi ve yalnız kaldım. İstediğim bu değilmiş gibi bu kez de yalnız kaldığım için neredeyse ağlamaya başlayacaktım.  İçinden çıkamıyordum. Göğsümde duran kocaman karmaşayı göz ardı edip yaşayamıyordum. Bir anne tarafından hiç büyütülmemiş biri olarak çocuksu hislerimi artık suçlayamıyordum.  “Bir tane viski, üç tane alkollü kokteyl.”  Duyduğum sesle başımı hızla yanımda içecek siparişi veren adama çevirdim. Bu oydu. Sahnedeki adam, Poyraz oydu. Kemal başını sallayarak içecekleri hazırlamaya yönlendiğinde onu izlemeye devam ettim. Kanımdaki alkol bilincimi arafa itmişti, yaptıklarımın ve yapacaklarımın yalnızca yarısı benim suçumdu.  “Güzel performanstı,” dedim, bakışlarını aniden bana çevirince duraksadı. Bir zaman sessizce söylediği müziği dinlerken, bir zaman aniden ağlayışımı aklına getirmiş gibiydi.  “Eyvallah.” Tek söylediği şey buydu. Sonra hiçbir şey olmamış gibi yeniden önüne döndü ve ben de çantama uzandım. Bar taburesinden aşağı atladığımda dengemi sağlayamamıştım, tam geri geri sendeleyecektim ki kollarımı kavrayan eller bunu engelledi.  “Sarhoşsun,” dedi sert bir ses tonuyla. Aslında kendi sesi sertti ve gırtlaktan gelen derin bir yankıya sahipti. Başımı eğdiğim yerden kaldırdım ve omuz silktim, bu hareketim ellerini üzerimden çekmesine sebep oldu.  Dengemi bulduktan sonra sessizce bizi izleyen Kemal’e döndüm. “Ben gidiyorum, Bade’ye söylersin.” Kemal’in yüzü anında sertleşirken kesin bir reddedişin izlerini gözlerinde gördüm. “Saçmaladığının farkındasındır umarım Hande. Amına koyduğumun şehrinde it kopuk fink atıyor, ben gidiyorum diyorsun.”  “Kemal işleri zora sokma.”  “Sarhoşsun lan! Kendinde bile değilsin!”  Olan biteni sessizce izleyen, adının Poyraz olduğunu öğrendiğim adam sesini çıkarmıyordu.  “Sikmişim sarhoşluğunu. Hesap mı vereceğim?” Poyraz’ın yanından hızla geçerek çıkışa ilerlediğimde Kemal’in arkamdan seslendiğini duydum ama umursamadım. İçki ve ter kokusunun azaldığı girişe geldiğimde ciğerlerime ulaşan oksijen içimin sarsılmasına sebep oldu. dolan temiz hava göğsümü acıttı.  Kemal’e yaptığım şey kabalık değildi, bunu asla istemezdim. Dışarıdan buz gibi görünsem de arkadaşlarıma karşı asla kırıcı olmazdım, olmamıştım. Bu yüzden bu yaptığım sadece basit bir isyandı, Kemal’in de bunu anladığını biliyordum.  Kapının önünde dikilen iki korumayı geçerek dışarı çıktığımda soğuk hava tenimi keskin dişleriyle ısırdı. Üşüyen bedenim öyle çok titredi ki, bunun sadece üşümeden ibaret olmadığını genzim yanarken anladım.  Ayaklarım ezbere bildiği yollarda ilerlerken gri şehrin puslu gecesi zihnimde dağıldı.  Küçük bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan, kaçınılmazın yaşanmak üzere olduğunu anladım. İsmim Hande Alin Akay ve birçok sıfata sahibim.  Bütün kelimeleri bir kenara bırakıp hislerle konuşacak olsaydım, maskemin altında hissettiğim acının tarifini verebilmem mümkün olmazdı.  Annemin katiliyim, bunun için hiç güneşi görmedi ellerim. Yalnızlığın bile bir köşede acı çektiği buz gibi bir geçmişe sahibim ve Tanrı şahidim olsun ki çok bitkinim.  Gözlerimden akan yaşlar tenimi yaktı.  Tanrı şahidim olsun ki...  Hayır. Olmasın.  Ağlarken acıdan parmaklarımı ısırdığım gecelerde bıraktım Tanrı’ya inanmayı, bu yüzden gözlerim hiç gökyüzünde sığınacak birilerini aramadı.  Dudaklarımı birbirine bastırırken inledim ve bu ıssız sokakta çınladı.  Hiçbir şeyim. Hayatta herhangi bir konuma sahip değilim. Ben... Ben sadece ciğerlerimi çürüten bu hislerin sahibiyim.  Hırsla sildiğim gözyaşlarım parmaklarıma yayıldı ve esen rüzgar ıslaklığı alıkoydu. Hıçkırışlarım gitgide şiddetlenirken olduğum yerde durdum, eteğime aldırış etmeden yere çömeldim ve sessizliğin hüküm sürdüğü sokakta kollarımı bacaklarımın etrafına sardım. Başımı dizlerimin üzerine koyduktan sonra sarsılarak ağlamaya devam ettim.  Bazen omuzlarımın üzerindeki yükler öyle çok baskı yapıyor ki omurgama, belimin ikiye büküldüğü noktadan ayırmak istiyorum bedenimi. Bazen içimdeki acı öyle gerçeğe dönüşüyor ki, parmaklarımı boynuma çıkarıp nefes almamı engelleyen şeyi bulmaya çalışıyorum.  Bacaklarımın etrafından yere sarkan saçlarım bedenimle birlikte sarsılırken hıçkırdım, diz kapaklarımı ıslatan göz yaşlarımı umursamadan içimdeki zehrin ruhumu öldürerek dışarı çıkmasına izin verdim.  Seni öyle çok sevdim ki, şimdi senden nefret ediyorum.   Seni öyle çok istedim ki, şimdi senden tiksiniyorum.  Ve seni öyle çok benimsedim ki, benden giderken beni de götürüyorsun.  Anne ayağa kalkıp eve gidecek gücü kendimde bulamıyorum, her neredeysen beni de alır mısın?  “Anne...” diye fısıldadım geceye doğru. Bu fısıltılarım alıp seni bana getirebilecek güçte değil mi?  “Keşke yanımda olsaydın anne...”  Bir damla göz yaşı ve ardından sonu gelmeyecek bir acı. “Anne keşke kaybolmadan beni bulabilseydin. Keşke yanlışlarım içime işlemeden önce beni kurtarabilseydin.”  İçimin islerle kaplı odaları yarattığım yangından sağ çıkamazken, saçlarımın yandığı kasvetli acılarım zihnimi terk etmemişti.  Bir anne şefkatinden uzak yetiştirilmiş bedenim yürüyen bir yalnızlık abidesiydi ve uzanmaya çalıştığım her kavanoz ulaşamadığım raflara yerleştirilmişti.  Hande Alin Akay.  Hande Alin Akay.  Hande Alin Akay. Bedenimi sahiplenen bu ismi ve beraberinde getirdiği ömürlük yenilgiyi tenimden kazıyıp atmak istedim.  Nihayetinde beceremedim.  Arkamda beliren adım seslerini duyduğumda bunu umursamadım, kimin geldiğini bilmiyordum.  Cehennem çukurlarının içinden çıkarılan ruhum annemin rahmine bir şeytan tarafından yerleştirilmişti  Var oluşum meleklerin kaderine yazılmış kocaman bir lekeydi ve ben yitik bir harabeydim. 

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

KAKTÜS| Texting

read
3.4K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
4.1K
bc

Çobanaldatan

read
2.1K
bc

Yasak Sevda

read
85.2K
bc

TYLER (Cherry 2)

read
6.0K
bc

Zor Ajanlar

read
1.5K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
13.0K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook