Yol

766 Kelimeler
Akar Han, beni yanında bir atlı birlikle gönderdiğinden bu yana yolda ilerliyorduk. Ta ki bir oba görene kadar. Atın çektiği arabanın tül perdesini hafiften kaldırıp durduğumuz yere baktım. Yaklaşık iki yüz metre ötede yirmi çadırdan oluşan küçük bir obaydı bu. Bu çadırlar halka şeklinde dizilmiş tam ortasında da bir ateş yakılmıştı. On beş yirmi kadar keçi ve bir o kadar da koyun vardı. Köpek havlamaları da olduğumuz yere kadar geliyordu. Etraf ise bozkırın yeşillikleri ile doluydu. O kadar güzel bir manzaraydı ki bu anlatamam... Eskiler ne güzelmiş böyle. Göklere uzanan beton yığınları olmadan sadece çadırlar ve hayvanlar. Etrafında da alabildiğine yeşillik... Ben bu güzel manzaranın seyrine dalmışken yanımızdan ne ara ayrıldığını anlamadığım asker; atı üstünde zayıf, uzun, seyrek sakallı, yaşlı biriyle geri gelmişti. Kim olduğunu çözemediğim yaşlı adam attan inip bana doğru yaklaştı fakat garip bir şekilde de mesafeliydi. "Yaranız nasıl Akar Kanım?" "Yaram?" ilk başta neyden bahsettiğini anlamasam da durumu çabuk toparlayıp bileğimi kastettiğini anlamıştım. "Şey sancı beni öldürmüyor ama gıdıklamıyor da..." Adam bir süre uzaktan inceledikten sonra yanıma yaklaştı. İşinin ehli olan bir hekimdi belli. "Geçmiş olsun." diyerek hemen şişliğe bakıp gerekli tedaviyi yaptı. Şifa diye bahsettiği ilaçlarından da sürüp bileği usulüne göre sardı. Ardından daha fazla oyalanmadan yanımdan çekildi ve dibimdeki asker, hekim olduğunu düşündüğüm kişiye, sanki büyük bir kabahat işlemiş gibi bakarken kuşağından bir adet kese çıkardı. Tahmini olarak içinden de on altın çıkarıp hekime uzattı. Parayı alan hekim de mutlu olsa gerek saniyeler önce korkan telaşlı adamın yüzünde güller açmış, saygıyla önümüzde eğilip yanımızdan hızla obasına doğru uzaklaşmıştı. Böyle sevinmesi normal garibimin. O tarihi paraları ben alsam onun gibi sevinçten uçardım herhalde. Parayı hekime veren asker bu sefer bana doğru döndü. "Siz dinlenin içerde Akar Kanım. Yola devam edeceğiz. Hava kararana  kadar da gitmemiz icap eder." Gerçekten de öyle yapmıştık ve gün batana kadar ben at arabası içinde onlar atın üstünde yola devam ettik. Ta ki atın arkasına bağlı arabam durana kadar. Hava kararmış ve herkes biraz dinlenmek için üstündeki atlardan inmişti. Bir asker de bana talimat vermek için arabanın kapalı ince tül perdesi arkasından onu görmesem bile saygıyla eğildi. "Atlar ve nökerler yorgundur Akar Kanım. Geceyi burada geçireceğiz." Anladım manasında başımı sallayıp önüme dönmüştüm ki askerin hala orda durup öylece beklediğini gördüm. Ah, tabii ya adam buradan benim hareketimi nasıl görsün ki! Bu sefer onayımı sesli bir şekilde yineledim. "Anladım, öyle yapalım." Perde arkasındaki asker tam gidecekken aklıma gelen bir soruyla onu durdurdum. Bu saçma ve garip hava katan perdeyi de askerle daha net konuşabilmek için açtım. Nöker ise benim yaklaşıp perdeyi açmamla bulunduğu yerden hızla bir kaç adım geriledi. "Hey, bu saçma resmiyeti yapmana gerek yok yani rahat ol lütfen." Askerse başını dahi kaldırmadan emin bir sesle tavrını koymuştu. "Akar Kanım'a, Han'a gösterilen saygıdan daha azı gösterilmesi kabul edilemez." Benim aklım bu lafla daha da karışmışken tekrar lafa girdim. "Ama neden? B-benim ne özelliğim var ki?" Önümdeki asker şaşkınlıkla bir kaç saniye de olsa başını kaldırıp yüzüme baktı. Şuan sanki herkes bir şey biliyormuş da ortadaki tek habersiz şahıs benmişim gibi hissediyordum. "Akar Kanım, siz şunun şurasında Han'ın müstakbel eşisiniz..." başını tekrar öne eğerken lafa devam etti. "Size saygı gösterilmesinden daha normal ne olabilir?" "Eş? Kim? Yok daha neler." Tamam yakışıklı herif ama evlilik... Çok hızlı olmadı mı bu?.. Ben kendi düşüncelerimde boğulurken asker açmış olduğum perdeyi kapattı. "Akar Kanım, siz de dinlenin ve verdiğimiz aşı tez yiyin ki kur (dinç) kalın. Yarın sabah erkenden yola koyulacağız." Ben "Tamam" manasında bir işaret yapıp tekrardan araba içinde eski konumumu aldım. Şimdi düşünüyorum da... Bana sürekli Tengri'nin armağanı deyip duruyordu. Bu yüzden mi? Ama o benim gökten geldiğimi nasıl bildi? Tamam, her şeyi geçtim evlilik, eşcinsel olsam bile, benim en büyük hatta Nirvana hayalimdir. Fakat bunun böyle aniden olması çok garip oldu şimdi. Onu tanımıyordum bile! Belki tarihten iki üç şey biliyorum lakin onun haricinde gerçekte nasıl biri bilmiyorum... Of! Geçmişe döndüğüm yetmiyormuş gibi bir de üstüne evlilik meselesi çıktı. Yani sıkıntı saydığım pek söylenemez ama bunlar gerçek anlamda olamayacak kadar olağanüstü bir durum. Bıkkınlıkla başımı oturduğum yerde geriye atıp gözlerimi sıkıca kapattım. Belki de o kadar iyi tanımadan evlenmek kötü fikir olmazdı. Annem hep derdi, "Kişiler birbiri hakkında fazla bir şey bilmeden evlenmeli ki evlendikten sonra hayat sıkıcı olmasın. Yaşadıkça birbirini tanımanın zevki onları esir etsin." Sonuçta karşımdaki de koskoca Han, hem de Hülagü Han... Ne diyeceğim adama? Seni fazla tanımıyorum, hadi ilk başta arkadaş olarak başlayalım mı? Tanrım, ne saçma bir durum içine düştüm ben! İçimdeki bu can sıkıntısını önümdeki yemek tepsisinden almıştım ve neredeyse her şeyi yemiştim. Belki de canımı sıkmayı bırakıp akışına bırakmalıyım?.. Belki de benim için en iyi seçenek annemin ölmeden önce verdiği son nasihatı dinlemektir...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE