bc

Karabasan

book_age18+
82
TAKİP ET
1K
OKU
dark
drama
tragedy
sweet
humorous
heavy
lighthearted
serious
mystery
scary
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Daha önce yaşadıklarınızı unuttuğunuz oldu mu hiç? Elbette dünya üzerinde bir takım sebepler neticesinde hatıralarını yitirmiş, binler mi, yüzler mi, yoksa milyonlar mı olduğunu bilmediğim o kadar çok insan var ki bu söylediğim size normal gelmiş olabilir. Fakat anormal bir durumun içersindeydim. Neyi unutmuş olduğum bir tarafa unutkanlık yaşadığımı dahi bilmiyordum. Üstelik ailem bile saklamıştı bunu benden. uyanışım bir rüya ile başladı. O rüya ile gerçeğime döndüm.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1. Bölüm
Türkiye’de bir yılda meydana gelen 500 binden fazla trafik kazasından, 100 bini ölüm veya yaralanma ile sonuçlanıyor. Yaralananlardan 30 bin civarında kişi ise engelli duruma geliyor. Bu 30 binin içerisinde olmam kimin suçu bilemiyorum. Anlık bir dalgınlık mı, hız mı? Kaza ile ilgili ne yazık ki hiçbir şey hatırlamıyorum. Hatırlayabildiğim şeyler lüks bir araç, ani fren ve çarpma sesi… Kendimden bahsedecek olursak, oldukça vasat biriyimdir. Hatta bayağı vasat bir kız olduğumu söyleyebilirim. Sıradan siyah, düz saçlar, 36dan 38e doğru yol alan hatta bence 40’a kadar yolu olan beden ölçümle, ülke ortalamasının tam da ortasında olan boyum var. Tabi tekerlekli sandalyem ile o kadar göstermiyorum, orası ayrı bir konu… Bir yıl önceki zamanlarda normal bir yaşantım vardı, liseyi bitirmiş aldığım yüksek bir puanla sevinçten babamın atölyesine koşarken oldukça lüks bir arabanın altında kalmıştım. O lüks arabanın orada ne işi vardı bilmiyordum ki zaten o da ortalıktan yok olmuştu. Yine zengin bir insancık firardaydı, yani çok korkmuş olmalı ki beni o hâlde orada bırakıvermişti. Doktorlar düzeleceğini söylemişti. Psikolojik olduğunu, yakın bir zamanda sağlığıma kavuşacağımı söylemişlerdi. Ancak bir ilerleme olmayınca başka yöntemlere başvurduk, fizik tedavisi falan hani… Yine olmadı. En kötüsü, bana çarpanın bulunmaması. Zaten hatırlamayışım, kameralara yakalanmamış, bir görgü tanığının da olmaması işleri zorlaştırdı. Tek tesellim ellerimin hâlâ iyi olmasıydı. En azından çizebiliyorum, şu işe bak ki ayaklarım olmadığından beri çizimlerime daha çok vakit ayırıyordum. Eh, tabii ki daha iyi olduğum aşikârdı. Geçen yıl kaçırmıştım yetenek sınavını ama bu yıl kesinlikle kazanacaktım, kafama koydum bir kere iyi bir ressam olacağım. Hayat şimdilik evde resim çizmekten ibaret, hakkını verelim ama rüyalarım da çok renkli. Gerçek hayatta yaşayamadığım aksiyonu rüyalarda yaşıyordum. Tuhaf ama rüyalarım bir serinin devamı gibi. Bir yerde bitip yine aynı yerde başlıyor. Hâl böyleyken uyumalara doyamıyorum, e artan kilolarıma şaşmamak gerek değil mi? 2 hafta sonra büyük bir gün olacak benim için… Heyecandan yerimde duramıyorum. Hayır, tabi ki duruyorum da heyecanlıyım işte! Etrafa gülücükler saçıyorum ama içten içe stresten bir şeyleri parçalamak istiyorum, ayaklarım hareket etse kesin titrerdi. Babam, formu doldurmama yardım ederken arada bir bana bakıp sırıtıyordu. “Daha sınava girmiş değilsin.” Babama aynı genişlikte bir sırıtmayla karşılık verdim. “Ama yolu yarıladım değil mi?” formu göstererek, “Bu da yolun %75’i,” dedim. Babam, sadece kafasını sallamakla yetindi. Formu doldurduktan sonra gerekli tüm evrakları öğrenci işlerindeki yapma sarışına verdik. Yarım saattir bana bakıyordu. Acıyor muydu, yoksa birine mi benzetti bilemiyordum ama rahatsız etmeye başladı. Sandalyemi kavradım. Bugün birlikte oluşumuzun yıldönümüydü. Hayır, bir kutlama ya da yas tutmak gibi bir şey yapmayacaktım. Belki kendime bir güzellik yapıp bir iki çikolata yerdim. Maksat mutluluk hormonlarım çalışsın(!) Kendimi toparlayıp kadına döndüm. “Başka eksiğimiz var mı?” diye sorduğumda nefesi kesildi, bana bir insanın gözleri ne kadar açılabilir diye sorsaydınız kesinlikle, ‘Yapma sarışını’ gösterir, ‘Kendiniz bakın,’ derdim. “Başka eksiğimiz var mı diye sormuştum,” dedim yine. Gözlerini kırpıştırarak, “Hı? Ah yok hayır, sadece şuraları da imzaladıktan sonra tamamdır. Artık geriye yetenek sınavının geleceği günü beklemek kalıyor,” dedi. Ben, gösterdiği yerleri imzalarken yüzüme tuhaf tuhaf bakıp babamla sohbete daldılar. Yapma olmasına rağmen dürüst ve yardımsever birine benziyordu. Biraz da şaşkın… “Heyecanlı mısın?” bu soruyu, bana sormuşu. Belgeleri eline verip, “Çok heyecanlıyım. Uzun zamandır tek hayalim,” dedim. Bana inanmayan gözlerle baktı. “Tek hayalin mi?” buradaki ‘Mi’ tizleşerek soru işaretini peşine taktı. Ne söyleyeceğimi bilemedim, yani beni tanımayan bir insana göre tuhaf bir tepkiydi. Babam, bir bana bir ‘Yapma Sarışına’ bakıp, “Alya resim çizmeye 4 yaşında başladı o zamanlar televizyonda Ressam Bob’u izlerdi ona bakıp bir şeyler karalardı. Tabii o yaştaki bir çocuk ne kadar çiziyorsa o kadardı işte…” diye heyecanla atıldı. Yapma Sarışın, babamı pek dinlemiyordu anlaşılan. Bayağı bir dalgın görünüyordu. Babam, dinlenmediğini anladığında sustu. Tekrar konuşmadan önce, boğazını temizleyerek, “Biz işimizi hallettiğimize göre gidelim, hem sizin de işiniz vardır,” dedi. Yapma Sarışın, nihayet kendine gelebildi. “Ah, tamam. Ben başvurunuzu hemen işleme koyuyorum. Sınavda başarılar Alyacığım. Bir sorun olursa bana gel, halletmeye çalışırız.” Elini uzatarak Kaşlarından birini kaldırdı. “Her konuda…”  ya bu kadının doğuştan sıra dışı bir kişiliği vardı ya da sonradan gizemli kişiliğini geliştirerek millete üç buçuk attıracak manyaklığa doğru gidiyordu. Yazık… Elimi uzatırken, “Çok sevinirim,” dedim. Bugün de incelikten orta yerimden çat diye kırılacaktım. Sevmem ben öyle imalı sözler! Okuldan çıkarken babam, “Hadi hayırlı olsun kızım… Bir yerlere gidip oturalım mı? Hem biraz nefesleniriz, hanımefendi bayağı bir nefes kesti! ” bir an anlayamadım, sonra başımı kaldırıp babama kaşlarımı çattım. “Anlayamadım, o niye o!” bana o çapkın gülümsemelerinden birini atarken, “Öf tamam yeter, Yapma sarışın bir anne istemiyorum haberin olsun. Hem kadın bir tuhaftı fark etmedin mi?” dedim. Arabaya doğru ilerlerken yüzünde muzır bir ifade vardı. “Ben de onu kastediyordum zaten.” Elini göğsüne koyarak, “Nefesimi kesti,” dedi. Beni kucağına alınca kollarımı boynuna doladım. Belini incitmezdi umarım. Zira ağır olduğum su götürmez bir gerçekti. Beni koltuğa yerleştirip geri çekildiğinde kemeri bağladım.  “Kabalaşma ama! Sonuçta o da bir kadın. Duysa ne kadar üzülürdü,” dedim. Gülümseyip sandalyemi toparladı. Bagaja koymak için gözden kayboldu. Tekrar görüş alanıma girdiğinde kapıyı açıp şoför mahalline oturdu. Kemerini bağlayıp anahtarı çevirirken, “Ama sende bir karar ver, sarışın anne istemiyordun hani?” dedi. Gözlerimi devirdim. “Yapma sarışın… Sen de uçlarda yaşama, arada ortalarda da gezin. Of, kimsenin benim ki gibi bir babası yok.” Dikiz aynasına bakıp saçlarımı düzelttim. “Eh, benim gibi bir kızın da böyle bir babası olurdu.” Dudaklarını büzerek, “Narsist!” dedi. Sırıttım. “İyi bir şey söylediğimi kim söyledi,” derken kıkırdamaya başladım. Bu seferde burnunu kırıştırıp, “Şımarık!” dedi. Aracı hareket ettirmeye başlarken, “E, nereye gidiyoruz peki? Yapmak istediğin bir şey var mı?” dedi. İç çektim.  “Hayır, eve gidip uyumak istiyorum. Çok yorgunum, sen de siparişleri yetiştirmeye çalış bugünü hep benimle heba ettin.” Bakışlarını yoldan ayırmadan, “Babalar bunun içindir, ayrıca daha zamanım var. Tabii yorgunum diyorsan o başka…”                                                              Babamı takdir ediyorum, beni tek başına büyütmesi elbette onun için kolaydı ama bu, ‘dı’ idi. Şimdi ben yarımken bütün her şeye o koşar oldu. Bazen büyük bir yük olduğumu düşündüğüm anlar oluyor. Hayatı zaten zordu bir de benimle… Bilemiyorum, son zamanlarda duygusal olarak çökmüş durumdayım. Beni odaya taşıyıp bir isteğim olursa aramamı isteyerek atölyeye gitti. Bu arada babam, acayip iyi bir marangozdur. Özel siparişler alır. İyi olmasının yanı sıra iyi de kazanan bir marangoz yani. Gençlik hevesi diye başlamış ama sonra hayatının büyük bir kısmını ona ayırmış. Belki de annem bu yüzden bizi terk etmiştir. Evlendiklerinde babam 21, annem 19 yaşındaymış. Tabii aileleri yaşlarını küçük bulduğu için izin vermemişler. Onlarda kaçınca aileler reddetmiş. Annem, bizi terk ettikten sonra da babam, ailesine dönmek istemedi. Tam olarak bilmiyorum ama babamın epey bir zengin ailesi varmış, henüz hiçbiriyle doğru dürüst tanışmadım. Demek istediğim, detaylı bir tanışma. Ben henüz 6 yaşlarındayken hayal meyal hatırlıyorum, babam, 40’lı yaşlarının ortalarında, oldukça güzel bir hanımla okulun önünde tartışıyorlardı. Babam okula, beni almaya gelmişti. Ben, babama doğru giderken o hanım, babama bağırıyordu. Nedenini bilmiyordum ama babam, beni görünce endişe ile elimden tutmuş, “Beni rahat bırakın anne,” demişti. Doğrusu onları tanımak istediğimi söyleyemem. Her ne kadar annemi sevmesem de bizi bırakmasını onların suçu olarak görüyorum. Eğer aileleri ikisine de destek olsaydı belki annesiz kalmazdım. Hoş, onun yokluğunu hiç çekmedim, tanımıyorum ki… Biraz doğrularak elime hemen başucumdaki günlüğümü aldım. Bugünü yazdım, benim için yolun %75lik kısmı olan hani… Belki de tamamen kötü bir durumda değilimdir, hâlâ umudum var. Tamam, itiraf ediyorum küçükken okumayı en çok sevdiğim kitap, Polyyanna idi. Tam defteri kapatıp komodinin üzerine bırakırken Ayşen teyze içeri girdi. “Ne yapıyorsun bakalım Ayla, kayıt oldun mu?” Hayatta tanıdığın en orijinal kişilik kim diye sorsanız, Ayşen teyzeyi söylerdim. Kendisi Balıkesirlidir, yuvarlak ama küçük ela gözleri, yine yuvarlak bir yüz ve tombik, kısa bir vücut. Başındaki örtüyü hep çenesinde kavuşturur rengi ile yeleğini kombinlerdi. Babam olmayınca bana baktığı için evin anahtarı ve tüm odalara giriş serbestiyesi olan komşumuz… Çok iyidir, çok çok. Yaptığı börekleri yeseniz parmak kalmaz, o kadar diyorum. Eh, tek kusuru adımı hep yanlış söylemesi, dili dönmüyor ne yapsın kadın! “Evet, Ayşen teyzem oldum. İki sınav, bir mülakat kaldı, bakalım ne olacak.” Ellerini beline koydu. “Ne olacak, kazanacaksın tabii. Senden iyisini mi bulacaklar!” boşuna sevmiyorum Ayşen teyzemi, egoyu tavan yaptırıyor. “Bilmiyorum teyzem belli olmaz.” Saç fırçasını, elime alıp uzattım. “Saçımı tarasana Ayşen teyze.” İhtiyacım olduğundan değil bana iyi hissettirdiği için istiyordum ondan bunu, babaanne figürüne yakın olduğundan… Yatağa oturup fırçayı elimden aldı. Saçımı tararken, “Tütü maşallah! Simsiyah, vallahi seni alan koca yaşadı kız!” diye haykırdı. Hep söylerdi bunu. Ne ironi ama değil mi? “Senin torun gelip alsın madem, yazık yaşasın.” Fırçayla kafama vururken inledim. Elimle vurduğu yeri ovarken,  “Ne vuruyorsun, hani beni alan yaşayacaktı,” dedim. Artık daha sert fırçalıyordu. “Hıh! O, yaşayacak, sen sürüneceksin. Aptal mısın, o iti isteyesin?”  Bu durumun, benim ayaklarımla bir ilgisi yok Ayşen teyzenin torunu Semih, serserinin tekidir. Hiç görmedim ama Ayşen teyze sağ olsun, çok iyi tanır olduk. Mahallede tanımayan yok Semih’i. Çapkın, işsiz güçsüz ama cebi de hep dolu, onlarda nereden geliyorsa artık… Öyle biri yani… Babası sizlere ömür, anne desen, o da başkasıyla evlenince Semih, 11 yaşında ortalıkta kalmış. Ayşen teyze, arada yanına gider ama o hiç uğramadı. Yanına taşınmayı istemiyor anladığım kadarıyla. Tek başına hayat zor olmalı. Daha sert fırçalayınca, “Tamam, ver. Vazgeçtim kel kalacağım sayende,” dedim. Nihayet daha yumuşak davrandı saçlarıma. “Ondan demedim, biliyorsun değil mi? Seni seviyorum ondan…” Ona döndüm. “Biliyorum Ayşen teyzem, şaka yaptım ben de zaten. Hem, daha gencim ben…” bacaklarımı gösterip, “E, bir de bu var,” diye mırıldandım. “Yürüyeceksin ben biliyorum, doktora gidiyorsunuz değil mi?”  Başımı salladım. “Evet, Ayşen teyze. Gidiyoruz, pek bir gelişme yok. Doktor, psikolojik deyip duruyor. Yoksa bir sorunu yokmuş bacaklarımın. Düzelir dediler ama bakalım umutla fakir işte…”   Daha fazla uzatmak istemeyerek, “Aç mısın? Sana yemek yapayım,” dedi. “Yok, sağ ol teyzem ya, ben yorgunum az uyuyayım diyorum.” Yataktan kalkarken fırçayı bana uzattı. “E haydi uyu, ben salondayım bir şey istersen seslen tamam mı?” Fırçayı elinden alırken başımı salladım. “Tamam, seslenirim.” Gülümsedi. Konuşurken uzaklaşmaya başlamıştı bile. “Allah rahatlık versin.” O, kapıdan çıkarken, “Sağ ooool!” diye seslendim. Kalçamdan destek alarak yatağın içine doğru ittim kendimi. Başımı yastığa koyarken esnedim. Biraz uyusaydım hiç fena olmayacaktı…                                                       Yine bıraktığım yerdeyim. Merdivenlere doğru birkaç adım atıp aşağıya baktım. Daha ortalıkta yoklar. Niye hep ben arkada kalıyordum ki? Ne yaptıklarını çok merak ediyordum. Yine de oradan uzak durmam gerektiğini bir şekilde biliyordum. Belki de öğrenmenin vakti gelmiştir diye merdivenlerden aşağıya indim. Bu arada merdivenler, siyah mermerdendi, gökyüzündeki yıldızlara bastığımı düşünecek kadar parlak görünüyordu. Korkuluklarsa tam tersi bembeyazdı. Merdivenlerin sonuna geldiğimde koruluğa baktım. Buraya inmeye bile cesaretim yokken koruluğa doğru yürümem, kalp atışlarımı hızlandırdı. İlerlemeden önce kuleye baktım. Merdivende olduğu gibi kule de baştan sona siyah mermerdendi. Pencereden sızan beyaz ışık ve korkuluklar olmasa orada bir kule olduğunu anlayamazdınız. Kışın nasıl ısınır diye düşündüm daha önce ama burada ne kış ne de yaz vardı. Hep bir sis tabakası ve karanlık… Buradaki tek ışık kaynağı gökyüzündeki yıldızlar ve ağaçlar. Tuhaftır buradaki ağaçlar, yeşil bir ışık yayıyordu. Yürümeye başladım. Hava durgundu, yapraklar kımıldamıyordu bile. Kollarımı, kendime dolayıp derin bir nefes aldım. Etraf o kadar sessizdi ki nabzımı duyabiliyordum. Burnuma parfüm kokusu dolarken şaşırdım. Erkek parfümüydü. Kokulara karşı hassasiyetim vardı. Demek istediğim, koku çok cılız da olsa duyumsayabiliyordum.  Korulukta ilerlerken arkamda bir çıtırtı duydum, arkamda biri vardı. Korkudan önce durdum, arkama bakmamam gerektiğini biliyordum ama şuan o kadar çok korkuyordum ki elimde olmadan arkama baktım. Hiçbir şey yoktu. Önüme dönüp tekrar yoluma devam ederken avucumda kalın bir sopa hayal ettim. Rüyaların en güzel yanı, hayal ettiğin her şeyin anında gerçekleşmesi… Güzel değil mi? Tabii burada hayalleri gerçek olan yalnız ben değilim… Kendimi yeterince güvene aldığımı söylemiyorum ama bu sopanın, kendimi daha iyi hissettirdiğini söyleyebilirim. Etrafıma bakınarak yürümeye başladım. Arkamdaki çıtırtı da benle birlikte ilerlemeye başlarken artık daha hızlı yürüyordum. Ses hâlâ benleydi, karşılaşmam gerektiğinin farkındaydım ama korkunç bir şeyle yüz yüze gelmekten çekiniyordum. Soluğumu tutarak ani bir cesaretle karar verdim. Arkamı dönerek sopayı omzuma doğru kaldırdım ve çıtırtıyı bekledim. “O sopayla ne yapacaksın? Kovalayacak mısın beni? Sopaya gerek yok.” Kollarını genişçe açarak, “Hadi gel,” dedi. Bir kaşımı kaldırarak,  “Nesin sen, komik mi?” dedim. Ellerini saçlarının arasından geçirdi.  “Yok, ben Afrodit’in erkek kılığına bürünmüş haliyim.” Gülmemek için kendimi zor tuttum. Ego denilen kavram çok tehlikelidir. Seni rezil de vezir de… “Vazgeçtim komik değilsin…” Kaşlarımı kaldırarak sopayı yok ettim. Şimdilik bir tehdit yoktu. Bana doğru gelirken sırıtıyordu. “Niyetim komik olmak değildi zaten.” Konuşmasında bir zarafet vardı. Sanki kelimeler, dudaklarından dökülürken her birini sarıp sarmalıyordu. Dişleri, dudağını sıyırdığında çekimine kapıldığımı hissettim. Daha fazla konuşmak istemeyerek omuz silkip yanından geçtim. O da peşim sıra yürümeye başladı. “Nereye gidiyorsun?” Kaybolmasını umdum. Ancak, rüyadaki diğer figürler gibi kaybolmayıp takibe devam etti. Can sıkıcıydı. Ona dönmeden,  “Seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum,” dedim. Söylediğimi duymamazlıktan gelip takibe devam edince hızla ona dönüp, “Peşimi neden bırakmıyorsun?” dedim. Sırıttı.   “Hım, senle arkadaş olacağım ya da erkek arkadaş…” Bir an ciddi mi diye yüzüne baktım. Güzel, yeşil gözler. Nasıl tarif etsem, zümrüt yeşili değil, daha koyu bir yeşil, içinde kahverengiyi de barındıran türden. Koyu kahverengi, dalgalı, enseye doğru kısalarak biten saçlar ve hafif bronz bir ten… Hoş, çok hoş… Çıkık elmacık kemikleriyle de epey bir erkeksi görünüyordu. 1,80 küsuratlık boyu da unutmayalım. Yüzünün tek kusuru, sağ kulağından başlayıp, çenesine kadar uzanan, hafif pembe yara iziydi. İtiraf ediyorum, yarası onu daha iyi göstermişti. Dudaklarımın içini dişlemeye başladım. Kabul edebilirdim ama bu bir rüya ve benim uyanmam gerekiyordu. Önüme dönüp, “Uyanmalıyım, Uyanmalıyım…” diye mırıldanırken o, bir şeyler geveliyordu. Kuleye yaklaşırken kolumu tutup başıyla kuleyi gösterdi. “Oraya mı gideceksin?” Sessiz kaldım. “Oraya gitme. Gidip pembe düşler mi göreceksin diğerleri gibi?” Kolunu kaldırarak koruluğun yanındaki kıvrımlı yolu gösterdi. “Dünyayı keşfetmeye buradan gidilir. Hadi gel!” Diğer elini bana uzattı. Bir gösterdiği yola, bir eline bakıp kaşlarımı çattım. “Orası yasak.” Bana öyle bir baktı ki aptal olduğumu düşündüğünü sezinledim. Gözlerini kırpıştırıp, “Kim demiş,” dedi. Sahi kim demişti. Kimse bana oraya gidemezsin demedi ki. Sadece birkaç kişi arada gidiyordu. Hep aynı kişilerdi. Üçü kadın, dördü erkek… Ne yapmaya gidiyorlardı bilmiyordum ama bir yasağı çiğnediklerini biliyordum. Yasaksa neden kimse onları cezalandırmıyor ya da uyarmıyordu ki? Uyanmam gerekiyor. Uyanmalıyım. Yukarıya, merdivenlere koştum. Yeteri kadar yüksek bir basamağa çıktığımda merdiven korkuluğuna bir bacağımı atıp kendimi yukarıya çektim. “Hey, ne yapıyorsun? İn oradan sana anlatmadan uyanamazsın!” derken kendimi aşağıya bıraktım… Sonunda uyandım. Çok susamıştım, saate baktığımda saatin henüz, 18.37 olduğunu gördüm. Gerinerek kendimi yukarıya çektim. Yaklaşık, 4 saattir uyuyordum. Ayağa kalkmak için üstümdeki örtüleri yana attım. Sarsak adımlarla odamdaki banyoya yürüdüm. Musluğu açıp yüzümü yıkarken suyun sıcak olduğunu fark ettim. Elimi tekrar uzattığımda yaktı, geri çektim hemen. Acısını dindirmezdi ama üfleyip salladım. Musluğu kapayıp elimi şortumla kuruttum. Sonra kafama dank etti. Ben yürüyordum! Başımı aşağıya eğip ayaklarıma baktım, çıplaktı. Parmaklarımı oynatırken bana aitmiş gibi görünüyordu. Tırnaklarım dışa bükülüp uzamaya başlayınca elimde olmadan ufak bir çığlık attım. Başımı kaldırıp aynadaki görüntüme baktım. Yanımda yine o vardı. “Benden kaçamazsın. Dinlemek zorundasın.” Geri çekilip lavaboya yaslandım. Hâlâ uyuyordum, bir rüyanın içindeydim. Uyanmalıydım. UYANMALIYIM! Deli gibi bir çıkış arıyordum. Ne yapsam, ne yapsam… Sonunda aklıma geldi, musluğun patladığını hayal ettim, tavana kadar yükseldiğini… “Kes şunu. Uyanamayacaksın!” Su, musluktan çağlamaya başladı. Suyun yükselmesiyle nefesim kesildi. Boğuluyordum, nefes almak için çırpınırken su ağzıma doluyordu. Su, tavana kadar yükseldiğinde bedenim hareketsiz kalıp yükselmeye başladı. Ne olduğunu görüyordum ama rüyamda ölüyordum. Ciğerlerim, su ile dolmuştu, gözlerim karardı… Gözlerimi açtığımda derin derin nefes aldım. Bebek telsizini almak için elimi komodinin üstünde gezdirdim. Nihayet bulup kulağıma dayadığımda sesim boğuk çıkıyordu. “Ayşen teyze su!” önce Ayşen teyzeden çıt çıkmadı. Sonra telsiz cızırdayıp ses verdi. “He yavrum?” dedi. Yutkunduğumda dilim damağıma yapıştı. Dudağımın kenarında biriken kremsi salgıyı, elimin ayasıyla sildim. “Su. Ayşen teyze, çok susadım.” Başucumdaki sürahiye baktım. Ulaşabilirdim ama şuan birinin varlığına muhtaçtım. Tekrar yutkunup, “Sürahiye ulaşamadım,” dedim. Ayşen teyze onaylayıp kapattı. Beklemeye başladım. Bir süre sonra Ayşen teyze yerine yine o gelince inlememi bastıramadım. Hâlâ rüya görüyordum. “Ayşen teyze kim?” derken eğlenmiş gibi görünüyordu. Rüyanın içine sıkışıp kalmıştım. Rüyadan rüyaya atlıyordum. Hiç uyanmamaktan korkmaya başladım. Birden konuşarak dikkatimi çekti. “Sen farklısın.” Sürekli bir şey söylemeye çalışıyordu. Belki de istediğini söylediğinde bu rüyada bitecekti. Pes ettim. “Tamam, anlat hadi.” Bana inanamayan gözlerle bakıp, “Gerçekten mi?” dedi. Dudaklarımı büzüp konuşması için bekledim. Hemen yanı başıma oturdu. Tüm dikkatimi ona verip beklemeye başladım. “Pekâlâ, nereden başlasam?” Bıkkınlıkla iç çektim.  “Çabuk ol.” “Tamam, bak herkes bu tür şeyleri yaşamaz…” Elleri havada uçuşmaya başladı. “Yani bu, rüyadan rüyaya atlamak, rüyayı kontrol etmek...” Gözlerimin içine baktı. “Lucid dream, yani…” Sözünü kestim,  “Ne olduğunu biliyorum kendi rüyalarımın efendisiyim,” dedim. Rüya ile ilgili birçok şey biliyordum. İnsan, sürekli olarak tuhaf bir şekilde uyanıp uyuyorsa bu tip şeyleri araştırırdı. Ben de öyle yapmıştım. Sabırsızlıkla ellerini salladı.  “Tamam, ama bu biraz eksik… Anlamıyor musun? Ben gerçekten varım ve bu rüyayı ben de görüyorum.” Elini göğsüne koyup, “Ben de senin gibi bu rüyayı kontrol ediyorum. Uyanmana izin vermemem neden sanıyorsun?” dedi. Sözlerinin etkisini görmek için duraksarken ben biraz yüksek sesle, “Bir kısmını zaten anlamıştım!” diye cırladım. Sesim yavaşça yok olurken artık mırıldanıyordum. “Tabi senin bir rüya olduğunu da… Sen yoksun, bu benim paranoyam…” Yine o his, uyanmalıyım artık korkuyordum, delirmekten, gerçek olmayan şeyleri varmış gibi görmekten… Kendimi yataktan aşağıya atarken uyanmayı planlıyordum. “Ah!” sonunda. Rüyanın kırılma noktasında olduğunu anlamıştım. Bunu, rüya gittikçe gerçeğe yaklaştığında anlardınız. Mesela ben, son atlamamda yataktaydım, yürüyemiyordum ve susamıştım. Tabii Ayşen teyzenin sesini de duymam cabası. Muhtemelen uykuyla uyanıklık arasındaki yerdeydim. Ben bunları düşünürken Ayşen teyze odaya daldı.  “Hi! Ne oldu kuzum, düştün mü?” bir yandan beni kaldırmaya çalışıyor, bir yandan da ahlayıp vahlıyordu. Beni yatağa oturturken nefes nefese kalmıştı. “Nasıl oldu kızım? Niye düştün?” kolumla alnımdaki teri sildim. “Su verir misin teyzem?” Ayşen teyze, sürahiyi alıp su bardağını doldurmaya başladı. “Kâbus gördüm. Ondan oldu herhalde.” Ayşen teyzenin uzattığı suyu kana kana içtim. Sonra yatağa uzanmayı denerken ayaklarımı oynatabildiğimi fark ettim. “Ah, yine mi!” onun, bir yerlerden çıkmasını beklerken Ayşen teyzenin dikkati de ayaklarıma kaydı. “Ahahahay ayakların oynuyor!” Sevinçten ellerini dizlerine vuruyor, çığlık atıyordu. O da gelmeyince bunun bir rüya olmadığını anladım. Ayaklarımın oynaması gerçekti yani! Ayaklarım oynuyordu! Elbette yürüyecek kadar değildi, titriyordu. 1 yıldır sürekli egzersiz yapıyordum, aniden şimdi... Neden! Rüyalarla ilgili olabilir miydi? Bu düşünceyi kafamdan kovdum hemen. Onların gerçek olduğunu düşünecek olursam akıl sağlığımdan endişe ederdim. Mantıklı bir açıklaması vardı. Yani muhtemelen… Gelecek bölümden kesit; Doktoru beklerken, elimle ritim tutuyordum. Bir yandan da sürekli geldiğim bu muayenehanenin detaylarını inceliyor, her gelişimde farklı bir şeyler buluyordum. Bugün de perdenin tokasını keşfetmiştim. Gümüş varaklı, ucunda kristal topuzu olan bir tokaydı. Yeşil, kaşmir perde, duvarın buz beyazı rengiyle uygun görünüyordu. Diğer doktorların aksine Ahmet ağabey, stor perde kullanmıyordu. Muayenehanesini evi gibi klasik döşemişti. Kahverengi, oldukça ağır, aşağıya doğru kıvrılarak incelen ayakları olan bir çalışma masasını, yine klasik bir koltukla tamamlamıştı. Muayene masası bile diğer mobilyalar gibi kahverengiydi. 

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Kan Kırmızı (Türkçe)

read
4.1K
bc

Tutku'nun Esiri

read
23.4K
bc

evli kadın evli adama aşık oldu

read
10.2K
bc

Ölüm Yıllıkları

read
1.2K
bc

ALFABETA (+18)

read
29.2K
bc

ÇAPKIN +18 (365 Gün Serisi)

read
24.6K
bc

SENİ HİSSEDİYORUM ( 2 )

read
7.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook