4. Bölüm

2221 Kelimeler
“Merhaba!” yine kulenin merdivenlerinde bulmuştum kendimi. Aşağıya inip karşısında durdum,  “Merhaba…” ne söyleyeceğimi bilmediğimden gözlerimi ayaklarıma diktim. Küçük bir taşı ayağımın altına alıp yuvarlattım. Gergindik. Elini, saçlarının arasına daldırıp,  “Bugün olanlar için özür dilerim. Merak ettiğini biliyorum ama şimdilik böyle kalsa daha iyi.” Koruluğun yanındaki dar yolu göstererek, “Hep konuştuk, biraz da hareket zamanı,” dedi. Ellerimi tuttu. “Kontrol bende tamam mı? Kendini bırak.” Nutkum tutulduğu için sadece başımı salladım. Yola doğru yürürken etrafımızı sarı bir ışık sardı. Giderek beyazlaşarak gözlerimi kör edecek hale geldiğinde boştaki elimi gözlerime siper ettim.   Işık, yavaş yavaş yok olurken kendimi kalabalık, gürültülü bir yerde buldum. Gözlerimi kırpıştırıp ortama uydurmaya çalıştım. Kendimi toparladığımda,  “Neredeyiz?” dedim. Etrafı incelerken tramvayları gördüm cevabı bulmuştum. “İstiklal caddesi mi? Nasıl?”  “Nereye gitmek istediğine odaklanıyorsun, bu kadar basit. Hadi gel, bugünü güzel bitirelim,” dediğinde bu an bana çok tanıdık geliyordu. Daha önce bu anı yaşamıştım, yanımda yine Baha varken. Ancak o sadece tanışıklık demişti öyle değil mi? Bu hissi içimden atıp yürümeye başladık. Günüm güzel geçecekti hissediyordum…    “Bizi görebiliyorlar mı?” İstiklalde, Baha ile el eleydim. Bunun kontrolü sağlamak için olduğunu sanmıyordum ve hoşuma gidiyordu.   “Hayır, bizi şuan göremezler. Biz istemezsek. Yine de yollarından çekilmen en iyisi, içlerinden geçtiğin zaman ya da değdiğin zaman ürperirler.” Ayşen teyzenin, ‘Ay! Azrail geçti herhalde’ deyişi aklıma gelince kıkırdadım. Bana bakıp, “Eğleniyorsun ha?” dedi. Başımı olumsuz anlamda salladım.  “Sadece aklıma Ayşen teyze, ürperince söyledikleri geldi.” Söylediklerini hatırlayarak ekledim. “Peki, biz istersek görünebilir miyiz?” genç bir çiftin yolundan çekilirken,  “Evet, istersek yapabiliriz ama sadece etrafındakilere görünebilirsin. Uzaklığa bağlı yani… İçimden bir ses sen istersen buradaki herkese görünebileceğini söylüyor,” dedi. Bana sıcacık gülümserken ben, o kadar da emin değildim. Sokakta gitar çalıp şarkı söyleyen bir grubun önünde durduk. Baha, dudaklarını gerdi. “Görünmeden yapabileceklerinse…” cebinden bozuk para çıkarıp, “İyi seyret,” der demez elindeki bozukluğu kutuya fırlatıp, “Çoban yıldızını söyler misiniz?” dedi. Sokak şarkıcıları, kimseyi göremediler ama bozukluğu gördüler. Başlarını sallayıp çalmaya başladılar. Baha beni kendine döndürüp, “Bugünlük eğlenelim, sonra çok koşturacağız,” dedi.   Onayımı almadan ki almasına gerek yoktu, elini belime yerleştirip yavaş yavaş salınmaya başladık. Güneş son demlerindeydi. Biraz sonra hava kararacak her yeri ışıklar aydınlatacaktı. Keyfime diyecek yoktu yani... Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama zınk diye durduğumuzda,   “Lanet şey,” diye tısladı.  Kulağıma eğilip, “Hadi gidelim,” dediğinde bulunduğumuz yerden uzaklaşmaya başladık. Bir süre sonra hızlanınca ona ayak uydurmak için koşar adım ilerledim. Nefeslenmek için durduk.  “Ne oluyor? Peşimizden atlılar koşturmuyor ya?” yüzüne baktığımda gergin olduğunu gördüm, endişelenmeye başladım. “Ne olduğunu anlatacak mısın?” baktığı yöne bakıp dikkat çekmek için onu sarstım.  “İzleniyoruz. Rüya avcısı olabilir.” Bana bakıp, “Eğer koş dersem koş, izini kaybettir, uyanana kadar kaç, yakalanırsan bana yaptığın gibi onu kendinden uzak tut. Ne kadar acımasız olursan o kadar iyi. Tamam mı?” dedi. Endişeleniyordum. Başımı aşağı yukarı sallayıp onayladığımda bir süre daha ilerledik. Caddeden uzaklaşıp dar bir sokağa saptık. Üç adam önümüzü kestiğinde Baha bana bakıp, “Şimdi koş, geldiğimiz yerden,” diye fısıldadı. Yerimde çakılı kalmıştım, yutkundum. Baha, kolumu hafifçe sıkıp dişlerinin arasından, “Git dedim!” dediğinde ayaklarım, işlevini yerine getirmeye karar verdi. Arkamda Baha’yı bırakarak koşmaya başladım. Ardıma son kez baktığımda Baha, adamlara bir şeyler fırlatıyordu, hızlandım.  İyice uzaklaştığımı düşünerek yavaşladım. Yanlış mı yapmıştım acaba, sonuçta onu tek başına bırakmıştım. Kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım ki izlendiğimi fark ettim. 30’larında gür, uzun saçlı bir adamdı. Önüme dönüp yürümeye başladım. İnsanlara çarpmaktan, içlerinden geçmeyi önemsemedim. Hızlandığımda oda hızlandı. Nefesim kesilmişti. Aldığım nefes dahi ciğerlerimi zorluyordu. Bir yıl boyunca oturmak hamlamama neden olmuştu. Zorlukla da olsa daha çok hızlandım. Birden yere serildim, yakalanmıştım. Üstüme çıkmış, dizleriyle hareket etmeme engel oluyordu. Baha’nın söylediklerini hatırladım. Yarasaları hayal ettim, bir sürü. Gözlerimi kapadım, adam çığlık çığlığa üstümden kalktı. Elleriyle yüzünü örtüyor, üstüne üşüşen yarasaları kovmaya çalışıyordu.   Kalkıp tramvaya doğru koşmaya başladım. Adamın da arkamdan koştuğunu görünce iyice paniklemeye başladım. Hareket halindeki tramvaya binip arkalara doğru süzüldüm. Etrafımdaki insanlara aldırmadan koşuyor, arada bir arkamı kolluyordum. Nefeslenmek için orta da bir yerde durmuştum ki Semih’i gördüm. Anlaşılan o da beni görmüştü ki şaşkınlıktan gözleri açıldı. Sonra arkamdan koşturanı görünce tehlikeyi oda sezdi. İleri atılıp adamın boğazına yapıştı.   Dışarıdan nasıl görünüyordu bilmiyordum ama kimse garipsemedi. Adamın soluğu kesildi, çırpınıyordu. Ayakları havayı tekmeliyor, elleri Semih’in ellerinden kurtulmak için kollarını tutuyordu. Sonra garip bir şey oldu, adam yavaşça solarak kayboldu. Semih’in omuzları çöktü bana dönüp kısık sesle, “Tek başına mısın?” dedi. Aynı ses tonuyla,  “Baha yanımdaydı, adamlarla karşılaşınca gitmemi söyledi,” dedim. İç çekerek,  “O, halleder,” dedi. Yanındaki teyzeye çarpınca özür diledi. Şaşkınlığımı görünce yine kısık sesle, “Uyumuyorum, Baha, anlatmadı galiba. Rüyada yürüyenler, uyusun, uyumasın birbirlerini görebilirler.” Ayaklarıma bakınca, ben de bakmak zorunda hissettim. O adam gibi soluklaşıyordum. “Uyanıyorsun. Sonra görüşürüz...” İki parmağını alnına dokundurup asker selamı verdi. “O zamana kadar, başını derde sokma!”  Uyandığımda kapı yumruklanıyordu. Bedenim sese uyanmış olmalıydı. Kendime çeki düzen vermeden kapıya yöneldim. Açtığımda karşımda Baha vardı.   “Oh! Uyanmışsın.” Bana sarılıp içeriye geçti. Arkasından,  “İçeri geç lütfen!” diye seslendim. Beni takmıyordu ki. Odama geçtiğinde kızmak istedim ama bana göre büyük bir badire atlatmıştık. Sonra onu arkada bıraktığım geldi aklıma, utandım.   “Seni orada yalnız bıraktığım için özür dilerim.” Yatağıma oturup eliyle yatağa vurdu.  “Gel, otur.” Ben oturunca çenemi tutup, “Gitmeseydin seninle ilgilenmek zorunda kalırdım. Gitmen ikimiz için de en iyisi oldu. Elimden kaçırdığım adam seni bulur diye korktum,” dedi. Yaşadığım şoku yeni yeni atlatıyordum. Fazla yakınlaştığını düşünmüş olacak ki çenemi bıraktı. İç çektim.  “Buldu da. Önce onu yarasalarla uzak tuttum.” Yarasa mı? Dercesine kaşlarını kaldırdı. Devam ettim. “Sonra beni yakalayamadan Semih onu halletti. Birkaç şeyi atlamışsın. Semih, uyanıkken beni görebiliyordu.” Bitirdiğimde kendimi yatağıma atıp gözlerimi kapadım. Yatağın hareketiyle onunda uzandığını hissettim. Birden yine o hisse kapıldım bu anı daha önce yaşamıştım. “Deja vu hakkında bir bilgi var mı? Bazen seninleyken çok sık oluyor. Bu olanlarla ilgili olabilir mi?” diye sorduğumda çıtı çıkmadı. Gözlerimi açıp baktığımda, onun da bana baktığını gördüm. éBeni ne kadar yakından tanıyorsun?” Öylesine derin bakıyordu ki heyecanlandım. Birden doğrulup üstüme eğildi. Nefesimi tutmuştum. Yutkunduğumda daha da eğildi. Yanağıma ufak bir öpücük bırakırken,  “Yakın dersem bir şeyler değişecek mi?” diye sordu. Tüm vücudumu bir sıcaklık sararken söylediği şeyi anlamlandıramıyordum. Yakın mıydık, değil miydik? Bu kadar yuvarlak bir cevap vermese olmaz mıydı? İşaret parmağı, yanağımdan dudaklarıma doğru hareketlenince ürperdim. Utanç verici biliyorum ama onu arzuluyordum. Eğilmeye başladı. Evet, biraz daha eğilse benden mutlusu olamazdı ancak odamın kapısı birden açıldı. Serap iki elinde poşetlerle,   “Ta-da!” diye nara atınca Baha, üstümden sıçrayıp yere düştü. Nasıl bir manzaraydı bilmiyorum ama kimse ses çıkaramıyordu. İlk toparlanan Baha oldu.   “Sonra görüşürüz,” deyip hızla odadan çıktı. Serap, arkasından baktı. Dış kapının sesi duyulunca bana dönüp,  “İnanmıyorum! Sen! Beni düşüncesizlikle suçlayan sen!” diye cırladı. Ellerindekileri yere bırakarak, “Daha birkaç saat önce ne diyordun! Ya baban girseydi. Tamam, Erhan amca anlayışlıdır ama…” sözlerini tamamlayamadı. Ellerimle yüzümü kapadım. İç çekip doğruldum. Bıkkınlıkla,  “Yanlış anladın. Göründüğü gibi değil,” dedim. Yanıma oturup,   “Bana klişe cevaplarla gelme. Gayet de göründüğü gibiydi,” dedi. Sırıttı. “Tabii dişlerine bakmıyorsa o başka.” Omzuna vurdum. Sustuğumu görünce dayanamadı, sarıldı. “Tamam, olabilir yani hormonlar falan, anlı…” çimdikleyince cıyakladı. Gülerek, “Tamam, daha fazla şaka yok, ama Allah aşkına daha dün gördüğün çocuk, ben bile o kadar yapmadım,” dedi. Dizlerimi, karnıma çekip kollarımı etrafına sardım.  “Bilmiyorum… Ama ne yapabilirim. Yakınlaşan oydu. Birden gelişti, benim bir suçum yoktu…” Bir süre susup, “… Hem, sen olsan ne yapardın?” diye sordum. Kaşlarını havaya kaldırdığında sorumun yersizliğini anladım. O, koyver gitsin diyenlerdendi. Önüme dönüp dudaklarımı kemirmeye başladım. Serap biraz daha geç gelmiş olsa… Başımı sallayarak ana döndüm. “Ona yakın mıydık diye sorduğumda ne değişecek dedi…” Burnumu kırıştırarak, “Sana söylemediğime, çıtlatmadığıma emin misin?” diye sordum. Başını olumsuz anlamda salladığında inleyip başımı dizlerime yasladım. Bir daha nasıl yüzüne bakardım. Kısa bir zaman sonra yine karşılaşacaktık. Yarın benim yetenek sınavım vardı. Onlarınsa kayıt günü. Babam, bizi birlikte götürecekti. Sallanmaya başlamış olmalıyım ki Serap, beni durdurdu.   “Yapma tamam, oldu bir kere. Çözersiniz birlikte, aklındakileri de sorarsın. Ne demek istediğini...” Gözleri kocaman açıldı. “Ay bu sapık olmasın. Daha önce dedim de yok dedin.” Ayağa kalkıp volta atmaya başladı. “Evine kadar sızdı. İnanmıyorum!”  “Senin bu ‘İnanamıyorumların’ fazla olmaya başladı ama!” konuyu benden uzaklaştırmak için poşetleri gösterdim. “Onlar ne?”   “Ha, dur…” Poşetleri yerden alıp içinden saklama kaplarını çıkardı. “Ayşen teyzeye gittim. Bana bunları verdi, sana getirmem için...” Hepsini çıkardığında anahtarlığından tek bir anahtarı çıkarı bana uzattı. “Sizin evin, Erhan amca vermişti. Arada sırada bakmam için, artık buna gerek yok.” Uzattığı anahtarlara baktım, bugün içeri girmeseydi ne olurdu diye düşündüm. Başımı olumsuz anlamda sallayıp,  “Babam verdiyse o, alır. Hem bugün de gördüğün gibi buna gerek var,” dedim. Günüm yoğun geçmişti. Rüyayı hatırlayınca ürperdim. Elbette buna ihtiyacım vardı. Kapının açılıp birinin beni uyandırmasına... Her şeyi anlatmak istedim. Baha’yı, Semih’i, rüyamı ve ne anlama geldiğini… Anlatsam inanır mıydı? Hayır, zannetmiyorum. Büyük ihtimalle söylediklerimi ciddiye almaz, üstüne ağzına sakız olurdum.   Ayşen teyzenin gönderdiklerini dolaba yerleştirdikten sonra, yemeğe yardım etmek için kaldı. Bir yandan dinlenmiş etleri soslayıp bir yandan da telefonundan açtığı şarkının eşliğinde dans ediyordu. Serap, hep kıpır kıpır bir kızdı, kendimi bildim bileli. Girdiği her ortamı coşturan tiplerden… Duygularını da hep uçlarda yaşar, ya çok üzülür ya da çok sevinir, ortası yok.   Aklıma iki yıl öncesi geldi. Tuhaf bir sevgilisi vardı. Hani şu her şey benimle ilgili diyen tiplerden… O gün Serap, boynuna fular takmıştı. Öğretmenimiz onu çıkarmasını istemişti, o da takmakta ısrar edince müdüre gönderilmişti. Sonrada derse gelmedi, rehberlik servisine gittiğini duyunca onu bekledim. Ağlayarak odadan çıkınca fuların olmadığını gördüm. Yerinde parmak izleriyle morarmış bir ten vardı.   Kimin yaptığını elbette anlamıştım. Okul çıkışı tekrar Serap’ı sıkıştırdığını görünce onun en sevdiği parçasını tekmelemiştim. Sonra da ayrılmışlardı ama hâlâ rahatsız ettiğini biliyordum. Son olayda babam müdahalede bulunmuştu. Kızı evine kadar takip edip tehdit etmişti. Tabii babam görünce ona haddini bildirmişti. Nedense ailesine bu olaydan bahsetmek istemiyordu. Ben de son olayda kabul etmiştim ama bir daha olursa saklayamazdım. Ona baktığımı görünce,  “Ne oldu? Bir şeyi eksik mi yaptım,” dedi. Başımı olumsuz anlamda salladım. Unu çıkarıp sosladığı etleri unladım. Unladıklarımı kızartmaya başladığımda, “Semihin telefon numarasını aldım.” diye bombayı patlattı. Kafamı öyle bir hızlı döndürdüm ki kramp girdi. İnledim, “Hey dikkat et!” ben konuşacakken eliyle susturdu. “Kendisinden almadım, biliyorum kızacaksın ama Ayşen teyze, Semih’i aramamı söyledi. Telefonunda Tl’si yokmuş benimkinden aradık. Numarayı sildim ama istemeden ezberleyiverdim.” Parmağımı sallayarak,  “Hemen unutuyorsun,” dedim. Gözlerini devirerek,  “O kadar kolay değil. Hem rahatsız edecek değilim ki!” İnanmadım. Canı sıkıldığı an arardı, iyi tanıyordum onu. İnanmadığımı anlayınca bezgince, “Tamam, denerim,” dedi. Uzatmamaya karar verdim. Etleri bitirdiğimizde pilav da hazırdı. Yanına salatayı da yapınca,  “Heheyt! Gör kaynana, 10 parmağımda 10 marifet,” dedim. Serap, beni onaylarken,  “Baha’nın, annesinin ismi ne?” diye mırıldandı. İstem dışı elimdeki kaşığı fırlatıverdim. Allahtan eğildi de kurtuldu. Tabii babam, o kadar şanslı değildi. Kaşığı, kafasına yememek için omzuyla karşıladı.  “Hey, bu evde şiddet yok!” dedi. Pişmanlıkla ellerimi kaldırıp,  “Affedersin baba, yanlışlıkla oldu,” dedim. Serap karşı çıktı.   “Hiçte bile Erhan amca, o kaşığı benim kafama atmaya çalışıyordu.” Babam, yerdeki kaşığı alıp kıkırdadı.  “Tahmin edebilirim.”   Serap gittiğinde yemeğimizi yiyip sofrayı toparladık. O salona geçip televizyonu izlerken ben de çay yapıp içeriye götürdüm. Babam çayı alırken teşekkür etti. Çayı yudumladığımda, aklıma annem geldi. Cesaretimi toparlayıp,  “Baba, annem bizi niye bıraktı?” diye soruverdim. Öyle ani bir soruydu ki çay, genzine kaçıp öksürük krizine girmesine sebep oldu. Kendini toparladığında,  “Nereden çıktı şimdi bu?” dedi. Kızgın değildi, sadece meraktandı sorduğu.  “Hiç sormadığımı fark ettim. Bilmeye hakkım var. Değil mi?” başını sallayıp beni onayladı.  “Üstesinden gelemedi, çok gençtik biliyorsun. Ardından hemen sen gelince eh, benimde suçum var tabii, geçineceğiz diye çok ihmal ettim. Bir gün eve geldiğimde sen tek başına öylece uyuyordun. Üstünde sadece, ‘Gidiyorum,’ diyen bir not. Aradım onu ama ulaşamadım. Bulamadım.”   Hâlâ üzülüyordu, bu konuyu açmakla hata mı ettim diye düşünüyordum ki babam düşüncelerimi böldü. “Sana benziyordu. Dur, bir fotoğrafı var, hemen getiriyorum,” deyip odasına geçti. Bir süre sonra geldiğinde elinde bir deste fotoğraf vardı. Birini elime verirken, “Bu, biz evlenmeden bir yıl önceydi. Üniversitenin ilk yılı…” gülümseyerek, “İlk gördüğüm an vurulmuştum. Bizimkisi öyle çarpışıp kitap toplamalarla olmadı. Sınıfa geç girmiştim. Saç baş dağınık…” kıkırdayarak, “İnanır mısın bilmem, ama kazağımı ters giymiştim.” Hayır, inanamıyordum, babam çok düzenli bir adamdır. Devam ederken iç çekti, “Hocamız çok kızmıştı. Beni dışarıya gönderdi. Dersten atılmıştım yani… Ben de dışarıya çıktım. Çok uykum vardı. Arka bahçede bir oturak vardı. Uzandım, uykuya dalmışım. Uyandığımda eğilmiş bana bakıyordu. Önce rüya zannettim, öyle güzeldi ki! Sonra doğrulup kalktım. Gidecekken beni durdurdu. Ne rüya gördüğümü sordu. Uyurken gülüyormuşum.” Birlikte güldük,   “Sonra tanıştık, sevdik, evlenmeye karar verdik. Aileler engel olmaya çalışınca her şeyi arkada bıraktık. Sonrayı biliyorsun zaten.” Biliyordum. Sonrası üzücü bir son… Belki de son değildi, kim bilir…  Yatağıma uzandığımda, aklımda Baha vardı. Umarım yine gelirdi. Soracaklarım vardı… 
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE