💥༻4. Bölüm༺💥

1805 Kelimeler
Keyifli okumalar canlar ❤ SİNAN GÜMÜŞ Göz kapaklarımın ardında içeriye girmek için bekleyen ışık yüzüme yansırken yavaş yavaş gelen bilincimle birlikte ona eşlik eden bir ağrı vardı. Gözlerim titrekçe aralandığında hafif loş ışık beklediğim etkinin aksine acı vermemişti. Bu cesaretle daha rahat bir şekilde gözlerimi açıp uzanan vücuduma baktığımda yırtık elbisemin altında bacağımdaki dev beyazlık beni ilk başta şaşırtsa da zihnime dolan görüntüyke gittikçe yüzümü buruşturmamı sağladı. Kırmıştım. Hemde çok fena. O anda hissettiğim acı tekrar hatıralarıma dolarken bacağımdaki ağrı arttı. Bir elimle bacağımı sıkarak acıyı azaltmaya çalışırken odada yanlız olmadığımı anladığımda korkuyla geri çekildim. Ona baktım. Salon benzeri bir odada koltukta uzanıyordum. Karşımdaki tekli koltukta, karanlıkta oturan adama sesimi çıkarmadan bakarken karanlıkta kalan yüzünü göremediğim halde soğuk bakışlarını üzerimde hissediyordum. Kanımı dondurmuştu. "Günaydın," dedi alayla. Erkeksi sesi sarhoşluğu yüzünden kırık çıkmıştı. Elinde tuttuğu içkinin kokusunu olduğum yerden alabiliyordum. Uzun karanlığın ve esaretin ardından her şeyin başındaki bu adam karşımdaydı. Tüm bunları yapan, daha kötülerini yapabilecek olan. Boğazımı kurutup, kanımı yüzümden çeken bu adamın karşında kendimi toparlamaya çalışıp elimden geldiğince doğruldum. Konuşmadan önce sesimi bulabilmek için yutkundum. "Kimsiniz ?" Dedim günlerdir bana işkence eden soruyu ona yönelterek. Sesim fısıltı gibi çıksa da duymuştu. Cevap vermeyip karanlıkta beni izlemeye devam etti. Bu beni daha çok korkuttu. "Neden burdayım ?" Dedim isyanla çıkan sesime engel olamayarak. Sinirliydim. Günlerdir, kaç gğn olduğunu bile bilmiyordum, burdaydım. Kendi isteğim dışında beni kaçırmış ve burada zorla tutmuşlardı. Nedenini bile bilmiyordum. Bana bakarken elindeki bardağı kafasına dikti. Ayağa kalkarak ayak ucuma doğru geldiğinde yüzü karanlıktan aydınlığa çıktı. İşte o zaman gördüm, celladımı. Düzgün yüz hatlarına nazaran oldukça köşeli çenesi yüzünü olduğundan daha iyi gösteriyordu. Kirli sakalı ve delici gözleriyle karşı karşıya geldiğimdeyse tek hissettiğim korku oldu. Ellerini cebine sokup beni baştan aşsğı süzdü. Ben rahatsızca yerimde kıpırdanırken alçılı ayağımı indirip oturmak istesem de giren ağrıyla dudağımı ısırdım. Bacağımdaki ağrı yavaş yavaş başıma çıkıyor ve şakaklarımı sızlatıyordu. "Melek Yağıç," dediğinde alçılı bacağımdaki gözlerimi ona döndürdüm. Tam karşımda dikilirken oldukça savunmasız hissediyordum. Belki ayağa kalkabilsem, kendimi savunabilecek bir pozisyonda olsam çok daha iyi hissedebilirdim. Çaresizce baktığım gözler parladı. Bu arada zihnimde umutsuzlukla yankılandı. Adımı biliyor, yani yanlış kişiyi kaçırmadı. Dudakları hafif bir gülümseyle kıvrılırken gözleri karanlığa büründü. "Sensin," Dediğinde istemsizce yutkundum. "Ben size bir şey yapmadım." Dedim sertçe. Güldü. "Sen değil, ama piç abin yaptı." Sesindeki nefret ölüm akıtıyordu. Abimin konuya girmesiyle karanlığa uyanmadan önce zihnimdeki eksik yapboz parçaları birleşti. En başında eve gelen adamlarda abimi sormuştu. "Abim mi ?" Kaşlarım çatıldı. Nasıl bir belaya bulaşmıştı böyle. "Onu uzun zamandır görmedim." Dedim doğruyu söyleyerek. "Ne yaptı size ?" Cevabını duymaktan delicesine korkuyordum. Tekrar güldü. Bu seferki alay dolu değil, hayatımda daha önce hiç görmediğim kadar nefret doluydu. İnsan böyle bir nefrete sahip olmak için ne yaşayabilirdi ? Bir anda elindeki bardağı karşı duvara fırlatıp tuzla buz ettiğinde beklemediğim bu haraket karşısında çığlık attım. Gözlerindeki nefret oluk oluk taşıyordu. "O piçin hesabını sen kapatacaksın !" Diye bağırdığında kocaman olmuş gözlerle ona bakıyordum. Kalbim deli gibi atarken göz pınarlarım yaşlarla dolmuştu bile. "Ne hesabı," dedim titreyen sesimle. Yanaklarım yavaş yavaş ıslanmaya başlamıştı. " Abim yaşıyor mu ?" Onu en son ne zaman görmüştüm ? "Yaşıyor, ama çok uzun sürmeyebilir," Dedi sesinden zehir akıtarak. Dibime kadar girdi. İki kolunu da beni hapsedecek şekilde iki yanıma koyduğunda kokusuyla da hapsoldum. Zihnim bir şeyler hatırlamak için direndi ama tanıdık olması dışında bir şey yoktu. "Borcunu sen ödemezsen yaşayacağını sanmıyorum." Dedi buz gibi sesiyle. Tehditi karşında, ayrıca yakınlığının, sesimi bir süre çıkartamayıp gözlerindeki karanlıkta kayboldum. Bilincimin yerinde olmadığı zamanlara benziyordu. Bir yamaçtan okyanusa atlayıp en derinlerde kaybolmak gibiydi. "Öderim ben.." dedim sesimi bulmayı başardığımda. "Abime bir şey yapma lütfen. Şu an bir işte çalışmıyorum ama kredi çekerim, hem annemin de işi var, biz öderiz abimin sana olan borcunu." Dedim tek nefeste. "Sadece ne kadar olduğunu söyle." "Borcunun para olduğunu söylemedim." Dediğinde bir süre anlamayarak ona baktım. "Borç para değil Yağıç ! O piçin bana bir can borcu var ve sen o canı bana vereceksin ! Verdikten sonra da siktir olup gideceksin !" Sinirle kükrediğinde korksamda dediklerini anlamlandırmaya çalışıyordum. Mantığım algılamaya çalışsa da mantıklı gelmiyordu. "A-anlamadım, ne canı ?" "Bana bir çocuk vereceksin." Dediğinde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Ne diyordu bu ?! Bu nasıl bir saçmalıktı ! Bacağımı umursamadan zor da olsa ayağa kalkmayı başardığımda karşısına dikildim. "Sen kafayı mı yedin ?" Dedim her kelimenin üzerine basarak. "Ne istediğinin farkında mısın ?! Abimin nasıl sana böyle bir can borcu olabilir ki ! Böyle bir şey asla olmayacak !" "Öyle mi diyorsun ?" Dedi alayla. "Öyle !" Dedim bağırarak. "Zaten annem çoktan polise gitmiştir, şimdi her yerde beni arıyorlardır. Abim, abim eğer beni kaçırdığını duyduysa çoktan yola düşmüştür bile.." diye blöf attığımda inanmasını umuyordum. Annem elbette şu ana kadar ortalığı birbirine katmış olmalıydı ama abimin umrunda olacağından şüpheliydim. "Annen? Şu an senin helvanı pişiriyor olmalı." "Ne ?" Benim kalktığım yere oturup ortadaki sehpanın üzerinden kumandayı aldığında ondan birkaç adım geriye kaçmış, salonun diğer köşesinde kollarımı önümde bağlamıştım. Ayakta durduğum için inanılmaz bir ağrı bacağımdan başıma doğru tırmanırken dişlerimi sıkmakla yetindim. Açılan televizyonla gözlerim onun üzerinden televizyona döndü. Açık haber kanalında kameranın kadrajında yanıp kül olmuş bir ev vardı. Anlamsızca, çattığım kaşlarlarımla televizyona bakarken arkadan olayı anlatan spikerin sesini dinlemeye çalışsam da ancak birkaç kelimesini çıkartabilmiştim, gözlerimi simsiyah olmuş harabeden alamıyordum. Üç gün önce başlayan yangın... iki günde ancak söndürülmüş..ve bir ceset ? Gözlerime tanıdık gelen şeylere zihnim alarm vermiş kabullenmeyi reddediyordu. Kulaklarım çınlamaya başlamış, hararetle ekranda bir şeyler anlatan spikerin sesi gittikçe silikleşmişti. Kulaklarım uğulduyordu. "Anne ?" fısıltıyla çıkan sesimle daha fazla tutamadığım yaşlar bir bir aktı yanaklarımdan. Günler önce çekilmiş haberin kadrajına Bir kadın girdiğinde akıl sağlığımı koruyabilmek için beynimin içindeki çığlık çığlığa olan itirazlar sustu. Gerçek beni öyle çarptı ki nefesim kesildi. Görüntüde yavaş yavaş kararan havaya karşın cayır cayır yanan büyük ev tezatlık oluşturuyordu. Annemin çığlıkları kulaklarımda yankılanırken duyduğum cesedin kim olduğunu deli gibi merak ediyordum. Yoksa abim mi dönmüştü ?! Zamanı tamamen unutmuştum. Sanki olay şu anda oluyormuş gibi kapıya yöneldiğimde spikerin sesiyle olduğum yerde kaldım. "Kırıkkale'de akşam saatlerinde bir binada patlama oldu ve binada tek can kaybının melek Yağıç olduğu tespit edildi.." Melek Yağıç ? "Yangın itfaiye güçleri tarafından yaklaşık iki günde zorlukla söndürülürken yangının sıçradığı diğer evlerde büyük zarar gördü. Ateşi körükleyen şeyin binanın deposundaki kömür ve yakacakların olduğu düşünülürken..." İsmim aklımda yankılanırken yanlış duyduğuma emin olup televizyona tekrar döndüm. Altta yazan isim ve ekranda yanan eve girmek için canı pahasına çırpınan kadına bakarken gözlerim yaşlardan dolayı gittikçe buğulanıyordu. Ekran gittikçe bulanıklaştı. Boğazımda oluşan dev yumruya rağmen koltukta keyifle oturan adama döndüm ve konuştum. "B-bu da ne demek oluyor ?" Sesim titrerken gözlerimin etrafı yavaşça kararıyordu. "Şu demek," ayağa kalktı, ellerini cebine koyup tam karşımda durdu. "Sen öldün." Hayır, hayır... böyle bir şey yaşıyor olamam. Bu gerçek olamaz. Hemen kendime gelip kapıya doğru yöneldim ve kapıyı açıp bahçeye çıktım. Zifiri karanlıkta ilerlerken nerde olduğuma dair hiçbir fikrim olmamasına rağmen bunun beni durdurmasına izin vermedim. Annemi bulmalıydım. Yani bunca zamandır öldüğümü mü düşünüyordu ?! Bu düşünce beni kahretti. Bahçe merdivenlerini bacağımı sürüye sürüye inerken tüm vücudumu uyuşturan acının farkında bile değildim. Bahçedeki karanlığın köşelerinde dikilen adamları karanlıkta fark ettiğimde korksamda çaktırmadan ilerlemeye devam ettim. Bir yandan vücudum iyice gerilmiş, her an beni durdurmak için üzerime atlamalarını bekliyordu. Gitmeme asla izin vermeyeceğinin bilincindeyim..yine de içimdeki son umut kırıntılarını korudum. Bahçe kapısına iyice yaklaştığımda hala karanlıkta dikilmiş adamların diken üstünde hareket etmelerini bekliyordum ama koruduğum umut gittikçe yükseliyordu. Gitmeme izin mi veriyordu ? Dev gibi olan demir kapıyı tutup açmaya çalışırken beni izleyen gözlerin farkındaydım ama özgürlük düşüncesi beni sarhoş etmişti. "Yakalayın." Tek kelimesiyle beni yerle bir olan umudumun altında bıraktığında demir kapıyı çoktan aralamıştım. "Hayır, lütfen !" Aralık kapıyı açtım ve dışarıya adım atmamla belimden kavrayan ellerin beni içeriye çekmesi bir oldu. Demir kapıya yapıştığımda gözyaşlarım istemsizce tekrar süzüldü yanaklarımdan. "Bırak beni !" Adam tutunduğum demirleri bırakmam için beni çekerken parmaklarımdaki acıyı duyumsamadan bırakmıyordum, özgürlüğümü bırakamazdım. "İçeri getirin !" Demesiyle beni yakalayan adam daha sert çekti. Demir parmaklıklar ellerimin arasından kaydığında bir çığlık kopardım. "Hayır ! Lütfen, yalvarıyorum sana bırak beni ! Bırakk !" "Fatih ! Çabuk içeri getir onu !" Dedi elleri cebinde kapının önünde dikilirken. Adam en sonunda bıkmış ve beni omzuna atmıştı. Çığlık atmaya devam ederken bir yandan bırakması için sırtına vuruyordum. Biraz bile etkilenmeden içeriye girdiğinde gökyüzüne veda ettim akan yaşlarımla. Beni koltuğa bırakıp çıktığında keyifle yürüyerek yanıma geldi. "Anladın mı şimdi ? Ben izin verdiğim kadar özgürsün ancak." Dediğinde gözlerimi ellerimle kapatıp ağladım. Tüm bunlar başıma geldiği için, canımı yaktıkları için, annemi özlediğim için ağladım. "Gitmek mi istiyorsun burdan ?" Dakikalar sonra duyduğum sesiyle burnumu çekip alay ettiği için sinirle ona baktığımda yüzünde görmeyi beklemediğim ciddiyet beni şaşırtmıştı. Sesimin çıkacağından emin olmadığım için hafifçe başımı salladım. "Çok güzel o zaman.. Birazdan hoca gelecek dini nikâhı kıyacak .. Sonra sen de bana o can borcunu ödediğin zaman elini kolunu sallaya sallaya gidebilirsin..Anlaştık mı ?" Dediğinde sinirden güldüm. "Sen kafayı mı yedin ?" Dedim fısıltıyla. Gözlerimi yerden kaldırıp onu gözlerine sabitledim. "Sevmediğin, tanımadığın bir kadından neden çocuğun olsun istiyorsun ? Yazık değil mi o çocuğa ?" Mantıklı olmasını istiyordum, istediği şeyin ne kadar saçma olduğunu anlamasını istedim. "Abimin sana nasıl bir borcu olduğunu bilmiyorum, nasıl bir kötülük yaptığını da. Ama bunu bir başkasına tecavüz ederek elde edeceğin çocukla çözemezsin." Yanaklarım hiç durmadan ıslanıyordu bu düşünceyle. "Beni düşünmüyorsan bunu kendi çocuğuna yapma en azından. Lütfen," dedim yalvararak. Güldü. Korktum. "Hiçbir bok bildiğin yok," dediğinde artık gözüm dönmüştü. İnsanlıktan anlamıyordu,eğer istediği şeyleri bana yapacaksa da kaybedecek bir şeyim de kalmamış demekti. Sinirle kalktım ve yüzüne tükürdüm. "Aslaa duydun mu beni aslaa ne seninle evleneceğim ne de senin çocuğunu doğuracağım ! Ölmeyi tercih ederim !" Sertçe ittim. "Beni öldür daha iyi !" Benim sabrım tükendiği gibi onunki de tükenmişti. Gözleri karanlığa büründü. Beni tuttuğu gibi kucağına aldığında amansız çığlık ve direnişlerim yeniden başlamıştı. "Ben sana kendimi anlatamadım sanırım," derken üst kata çıkıyordu. Bir çığlık daha kopardım. "Bırak beni ! Bırak !" "Görelim bakalım benim çocuğumu doğuruyor musun, doğurmuyor musun?" Dediğinde kanım dondu. Bir odaya girdiğinde hiç durmadan bağırmaya devam ediyordum. "Bırak beni !" "Tabii sen yeter ki iste, hemen." Beni sertçe yatağa bıraktığında bacağımın üzerine düşmemele gözlerim acıyla yaşardı. Daha ben kendime gelmeden karşımda üstünü çıkarmaya başlamıştı. Midem korkuyla düğümlendi, kan yüzümden çekildi. Kendimi yataktan atmak için hamle yaptığımda kollarımı yakalayıp sabitledi. "Belki bu anlamama yardımcı olur." "Hayır ! Kalk üstümden !" Elleri üzerimdeki elbiseye gittiğinde akan yaşlarımdan etrafı göremiyordum bile. "Dur, yalvarırım dur," Benim bu lafımla durup yüzüme yaklaştı. "Ben sana evlenelim dedim sen kabul etmedin." Demesiyle hemen başımı salladım. "Ta..tamam.. lütfen kalk üstümden evlenelim tamam lütfen bana bunu yapma.." Ben gözlerim kapalı ağlarken üstümden bir ağırlık kalktığında derin bir nefes aldım. "Bir saat sonra aşağıda hoca ile bekleyeceğim eğer bir dakika gecikirsen nikâhı unut kaldığımız yerden devam edeceğim !" Ardından kapı hızla çarptı. Bense yatakta içim dışıma çıkana kadar ağlamaktan başka bir şey yapamadım.. Kaybettiğim ve kaybedeceğim her şey için çaresizce ağladım.  (Sinan Gümüş) Yeni bölüm en kısa zamanda gelecek inşallah oy ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE