B E Ş

2224 Kelimeler
Elindeki kavanozu hızla arkasına sakladı. Rezil olmuşluğun verdiği hisle bakışlarını kaçırdı. Annesine rezil olmak önemli değildi ama Nevin Hanım’a rezil olmak kötü hissettirmişti. “Hoş geldiniz.” Önce annesine sonra ise Nevin Hanım’a sarıldı. Ölümcül bakışlarla ablasına bakıp ardından hızla mutfağa gitti. İçi içini yerken ablası girdi mutfağa peşinden. Genç kız bir sağa bir sola yürüyor, Nevin Hanım’a rezil olma hissinden bir türlü kurtulamıyordu. Züleyha, Elif’e bakıp kıkırdadı. Elif’se ablasının koluna çimdik atıp, “Küstüm ben sana,” dedi. Bir çocuk gibi ağlamak istiyordu. Dudağı büzüldü. Ablası ise ona bakıp gülmekten başka bir şey yapmıyordu. Az önceki kaçışmalarını saymazsa gerçekten rezil olduklarını o da biliyordu. “Bana ne küsüyorsun be. Sen başlattın. Hem merak etme sevgili kayınvalideciğin takılmaz öyle şeylere.” Elif, daha fazla kaşını çatıp, “Ne kayınvalidesi abla ya,” deyip çemkirdi. Resmen utanç üstüne utanç yaşıyordu. Olsa da fena olmazdı hani dedi içinden. Elini yüzüne kapatıp, “Neler düşünüyorum Allah’ım ben,” dedi. İki ara bir derede kalmıştı. Züleyha, hâlâ gülmeye devam ediyor, Elif’e, “Ay Elif, annemle Nevin ablanın aralarındaki husumeti bilmiyormuş gibi davranma. Görmüyor musun aralarındaki çöpçatanlığı,” dedi. Fark etmişti elbette lakin kendi hislerinin anlaşılmasını istemiyordu. Utanıyordu zaten onunla ilgili hislerinin anlaşılmasından. “Saçmalama abla. Araları iyi sadece, hem Akif’le ben… Daha birbirimizi tanımıyoruz bile. Olmaz öyle…” “Akif’in olduğunu kim söyledi, ya Halid’se.” Gözlerini belertti. Olamazdı değil mi? Ama Halid ondan kaç yaş büyüktü, “Bekâr kaldı diye yapmazlar, olmaz öyle,” diye fısıldadı kendi kendine. İçinde biriken o kötü hisler bütün vücuduna yayıldı. Olabilir miydi? Sırtından akan terleri engelleyemedi. Züleyha, Elif’in bu hallerinden keyif alırken Akif’e karşı bir şeyler hissettiğini en baştan anlamıştı. Sadece Elif’in kendisiyle konuşmasını daha makbul buldu. Elif, zaten bu konuda tek bir söz etmiyordu. Akif’i diline almaya, gönlüne sokmaya çekiniyordu. Korkuyordu da! Ya genç adam kendisine aynı şeyi hissetmiyorsa diye düşünmekten alamıyordu kendini. Bir ya da iki kere konuşması hevesleneceği anlamına gelmiyordu. “Hım Akif olsa kabul edersin yani!” Elif, ablasına laf yetiştiremeyeceğini anladı. Üzerini değiştirdikten sonra kahve yapıp içeriye geçtiler. Saliha Hanım’la Nevin Hanım oturmuş sohbet ediyorlardı. Tek tek kahveleri verip köşeye oturduğunda ablası Züleyha kulağına eğilip, “Bir gün tuzlu kahve niyetine olur inşallah, âmin.” dedi fısıltı halinde. Elif önce duydular mı diyerek hanımlara bakınca duymadıklarını anlayıp rahat bir nefes verdi. Ablasının bacağına çimdik atıp, “Bana bak, seni dövmeye kaldığım yerden devam ederim.” dedi. İki kız sessizce önlerine dönüp hanımları dinledi. Elif, Nevin Hanım’ı izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Sahi olursa o iş kayınvalidesi olacaktı. Nasıl heyecan yaptığını bilmeden güldü ve o gülüş kıkırtıya dönünce eliyle ağzını kapattı. Sesli düşünemezdi değil mi? Anlamsız bakışların altında hatasını telafi eder gibi elini kaldırıp, “Şey, bugün kızlarla yaptıklarımız aklıma geldi ondan güldüm, affedersiniz,” deyip durumu toparladı. “Sen neler yapıyorsun Elif, işler nasıl gidiyor?” Elif fincandaki bakışlarını Nevin Hanım’a yöneltti. Biraz önceki rezilliğine takılmaması sevindirmişti. “İyi gidiyor çok şükür. Şu an iyi müşterimiz var elhamdülillah ama kış ayına doğru durgunlaşır.” Nevin Hanım, “Bereketle gelsinler,” deyip kıza gülümsedi. Saliha Hanım’la konuştuklarını Elif’le de konuşmak istiyordu ama şimdi hiç sırası değildi. Daha Akif’le konuşmadan Elif’e ümit vermek istemedi. Ama bu gece ilk işi Akif’le konuşmak olacaktı. Ki oğlunu hiçbir şekilde anlamamanın verdiği dilemma vardı. “Âmin,” dedi Elif. Nevin Hanım, kalkacağını söylediğinde ev halkı da onunla beraber kalktı. Son anda aklına bir şey gelmiş gibi, “Ay doğru ya az daha unutuyordum. Yarın akşam çocuklarla hep beraber toparlanacağız. Siz de gelsenize, yemek yiyelim,” dedi. “Bir Ahmet efendiye sorayım, olur derse geliriz.” Nevin Hanım onaylayıp vedalaşarak Saliha Hanım eşliğinde kapıya ilerledi. Kızlar Saliha Hanım’la Nevin Hanım’ın fısıltılı bir şeyler konuşmasını görünce birbirlerine baktılar. Züleyha, ima ile Elif’e kaş göz işareti yapıyordu. “Resmen yarın sizin için oyun oynuyorlar Elif, demedi deme.” “Abla, sen sus.” Züleyha, kıkırdadı, Elif, ters ters bakmaya devam etti. Nevin Hanım gittiğinde rahat bir nefes alabilmişti. Yarın akşam için içi içini yiyordu. Ya ablasının dediği gibiydi, ya onlar için bir oyunsa bu. Sevdi bu oyunu. Belki de onlar için umut vardı. “Kızlar, yemek hazır değil mi yoksa!” Züleyha, gururla ayağa kalkıp, “Ben varken hazır olmaması mümkün mü?” dediğinde laf dönüp dolaşıp Elif’i buldu. “Anne, ablamın biletini ne zaman alıyorsunuz?” Saliha Hanım, ne olduğunu anlamamıştı hala. “Uğraşmayın birbirinizle, birazdan babanız gelir. Hadi masayı kurun.” Kızlar mutfağa geçip son hazırlıkları yapmaya başladılar. Züleyha, salata işini Elif’e verdikten sonra kendisi de masayı kurdu. Elif önündeki salatayı isteksizce yapmaya başladı. Kafasında kurduğu düşünceler yaşanılanlarla birleşince bütün isteğini kaçırıyordu. Kendisi Akif’le bir yola çıkmak istiyordu ama Akif’ten bu ışığı alamıyordu. Ahmet Bey’de çok geçmeden geldi. Hep beraber masaya geçtiler. Tuğçe, yeniden Ahmet Bey’in kucağına oturmuş Züleyha’nın alma çabalarında ağlama krizine girmişti. İki günde dedesine olan düşkünlüğü Züleyha’yı biraz olsun zorluyordu. Gündüzleri sahafa gitmek zorunda kalmaları gibi akşamda yorgun olan Ahmet Bey’in tepesinden inmemesi Züleyha’nın ortada kalmasında en büyük etkendi. Ahmet Bey her ne kadar hâlinden memnunsa Züleyha öyle düşünmeyip dinlenmesi gerektiğini söylüyordu. “Aa darlamayın artık beni, bırak torunumu Züleyha.” Züleyha, başını iki yana sallayıp tekrar sandalyesine geri oturdu. Küçük kız, bunu fırsat bilerek ağlamasını durdurdu. Kimse gerçekçi ağlamadığını bildiğinden ona bir şey demedi. Karşısındaki kıza başını sallayarak baktı. “Yarın akşam için Nevin’ler bizi bekliyor, sana sormadan bir şey demedim bey. Ne dersin haber vereyim mi?” Ahmet Bey, Saliha Hanım’ı onayladıktan sonra, “Zaten biz İsmail’le görüşmüştük, olur gideriz,” dedi. Saliha Hanım, Elif’e bakarak güldü. Bu gülüşü şu anlık kimse fark etmemişti. Bu yaptığını Ahmet Bey duysa kıyameti koparırdı da, şimdilik ondan bile saklaması daha durumun ciddiyetini ortaya koyamamalarıydı. Nevin Hanım’dan bu gece haber bekliyor olacaktı. ... Elif bu gecenin heyecanıyla uyuyamamış, erken vakitte gelip dükkânı açmıştı. Daha hiçbir şey belli değildi ama kalbinde filizlenen o umut bütün heyecanıyla kalbinin hızla atıp atıp durduk yere gülümsemesini sağlıyordu. Radyonun sesini biraz yükseltip elindeki viledayla dans eder gibi yerleri siliyordu. Bu gece uyumamıştı ama enerjisi gayet yerindeydi. Birazda sabahın hafif esintisi kafeye dolarken bu güzelliğe kayıtsız kalamadı. Hafif mırıltı ile şarkıya eşlik ederken bir yandan da birileri geçiyor mu diye bakıyordu. Bu saatte kimsenin geçmeyeceğini bildiğinden de rahat davranıyordu. Saatlerce temizlik yaptı, yorulduğunu anlayınca kendini köşedeki berjere attı. Her yer mis gibi kokmuştu. Kalkıp kendine bir Türk kahvesi yaptı. Şimdi temizliğin üstüne en güzel giden şey şu elindeki kafeindi. Aç karnına özellikle bu saatlerde yapmayı en çok sevdiği şeylerden biriydi köşeye kurulup kahve içmek. Birkaç saat köşede kitabı ile zaman geçirdi. Saat yedi civarında gelen Esra, “Selamunaleyküm,” diyerek içeriye girdi. Elif, elindeki kitaptan bakışlarını kaldırıp selama karşılık vererek kapattığı kitabı köşeye koydu. Epey vakit geçirmenin getirisi ile sırtlarını rahatlatmak adına gerindi. “Sen ne zaman geldin?” Esra, kafedeki temizliği görünce ister istemez şaşırdı. Normalde ikisi yapardı ama bu sabah kafe diğer günlere nazaran daha ayrıntılı temizlenmişti. “Oldu epey, uyku tutmayınca gelmek istedim. Eğer açsan beraber kahvaltı yapalım.” Hem mutfağa yürüyor, hem de konuşuyordu. Esra, elindeki bez çantayı askılığa asarken Elif’in ardından, “Olur, çay suyu koy ben de diğerlerini hazırlayayım,” deyip sıcak poğaçalardan üç tane alıp bir tabağa kesti. Elif kaynayan suyla hemen çayı demleyip ardından dolaptan birkaç kahvaltılık çıkardı ve içerideki masalardan birine taşıdı. “Dün bir uyumuşum var ya, neredeyse öğle namazını kaçırıyordum.” Dün, ikisi de tatil yapmıştı. “Esracığım canım benim cuma günlerini bu yüzden mi tatil yapıyoruz biz? Sen büyük ihtimal verdiğim hatmide okumadın.” Esra, omuzlarını dikleştirip, “Son bir saat kala kendimle gurur duyacak potansiyelle hatmimi tamamladım,” dedi. “Aferin benim kızıma.” Yaptıkları kahvaltıyı toparlayıp gelen müşterilerle ilgilenmeye başladılar. Esra, dünün enerjisi ile hiç söylenmeden yoğunluğa bakıyor, Elif ise dün gece uyuyamamanın verdiği yorgunlukla tek tük müşterilere bakıyordu. “İki tane mocha istediler.” Elif, hazırda olan sütü köpürtüp potta ısıtıp hazırladığı espressoyu diğer malzemelerle birlikte büyük kupa fincanlarla buluşturdu. Esra, dolu tepsiye onları da koyup müşterilere götürdü. Sakin geçen zaman git gide Elif’i biraz daha yoruyordu. Havada düne nazaran daha fazla sıcaktı ve Elif arada gelen uyku isteğine direnmekte zorlanıyordu. “İstersen eve geç sen, bugün ben ilgilenirim.” “Geçerim birazdan, gündüz uyursam başım ağrıyor biliyorsun.” Esra, uzatmadan tepsiyi alıp uzaklaştı. Elif’te diğer müşterilerle ilgilenedururken kapıdan giren ablası ile müşterilerin siparişlerini verip ablasının yanına geçti. “Bu yaramaz evde sıkılmış, ben de teyzesinin limonatalarından içmeye getirdim.” Elif Tuğçe’nin yanaklarını sulu sulu öptü. “Teyzesi ona şimdi harika bir limonata getirecek.” Birkaç dakikanın ardından Elif limonatayı getirip hemen karşısındaki sandalyeye oturdu. İkisi de Tuğçe’ye bakıp gülümsüyorlardı. Züleyha aklındakilerle Elif’e uzun uzun baktı. Kardeşinin son zamanlardaki farklılığını görebiliyordu. “Elif, bana anlatacağın bir şey var mı ablacığım.” Elif, anlamsız gözlerle ablasına bakarken neyi kastettiğini açıklamasını bekliyordu. Züleyha ise Elif’in gayet iyi anladığını varsayıyordu. Elif şu an anlamıştı, utançla bakışlarını kaçırdı. “Defterinde gördüm. Bakma öyle, temizlik yaparken düştü.” Tuttuğu günlük değildi ama bazen ne hissettiğini yazdığı bir defter vardı. Gözü gibi baktığı o defteri masada unutmuş olmanın verdiği pişmanlıkla yüzü düştü. En azından ablası görmüştü, bu da bir şeydi. “Diyecek bir sözüm yok, öğrendin işte.” “Anlamıştım da okuyunca netleşti.” “Nasıl?” “Onun ismini duyunca yüzlerin kızarıyor.” Züleyha, keyifle gülümseyip geriye yaslandı. Elif’in bu tatlı halleri hoşuna gidiyordu. Aralarında neredeyse sekiz yaş vardı, kız kardeşinin böyle büyüyüp serpilmesi bir anne gibi onunda gözlerini dolduruyordu elbette. “Ya,” dedi Elif utanıp şaşırarak. Evet, onun ismini duyunca yüzleri ısınıyor, kalbi pır pır çarpıyordu lakin kızardığını ilk defa ablası söylüyordu, etrafındakilerin de hissetmemesi olmazdı… “Ya, öyle. Akşam içinde saatleri bitiremiyorsun değil mi?” Bu sefer ablasına kötü bir bakış attı. Kendisiyle böyle uğraşırken resmen dilinin de tutulmasında en büyük etkendi. “Abla, istersen sana şöyle bol ekşili limonata getireyim.” Züleyha’nın kıkırdamasına Tuğçe de eşlik etti. Annesini örnek alıp gülmesi en azından Elif’i güldürmeye yetti. “Aa Züleyha abla gelmiş.” Züleyha Esra’nın kendisine yaklaşmasıyla ayağa kalktı. Yanına gelen kızla sarıldılar. “Hoş geldin, özlemişiz seni vallahi.” Öne eğilip Tuğçe’yi kısa bir an sevdi. O da diğer köşeye oturdu. Esra’nın gelmesiyle kapanan konu Elif’i rahatlattı. Züleyha ise şu anlık askıya alınan konuyu en kısa zamanda derinlemesine Elif’le konuşmayı düşünüyordu. “Hoş buldum canım, bende sizi özleyip şöyle on beş günlük bir kaçış yaptım.” Esra Züleyha’ya destek olurken Elif sadece onu dinliyor, bazen de ablasının tuhaf bakışlarına maruz kalıyordu. “Enişteye helal olsun vallahi, ben olsam asla bırakmam.” “O zaman benden çok çekeceğin vardı.” İkisi de bu neşeli tavırlarını sürdürmeye devam ediyordu. Esra ile Züleyha daha sıkı bir sohbete daldı. Elif ise ablasının dediği gibi saatleri geçirmek bilmiyordu. Aklı Akif’teydi. Akşam onu görecek olması heyecanını yenilese de bir yandan umutsuz bir vakaya çarpmış olması omuzlarını düşürüyordu. Umudu bir bir tükenirken olmayacak bir işe giriyormuş gibi hissediyordu. Terbiye edemediği nefsiyle büyük kavgadaydı. İçinden söküp atmak istediği bu hissi bir nebze olsun seviyordu da. Her ismini duyduğunda içi giderken kendisine bakmayan o gözlerde bir umut yoktu. “Ya sevmezse, ya beni görmüyorsa!” Kendi kendine içinden geçen sözler canını hayli yakıyordu. Dalgındı. O an siparişi yanlış müşteriye götürmesine kadar dalmıştı. Esra araya girip, “Bugün anlaşılan dalgınlığın gitmeyecek, git de dinlen,” dedi. Bunu bu sefer kabul edecekti, gidip akşama kadar uyuyacaktı. “Tamam, bir şey olursa ara ama beni.” “Birazdan Haris gelecekmiş, o bana yardımcı olur.” Bu sözü başka zaman duysa takılmadan edemezdi ama biraz önceki duydukları bütün enerjisini alıp götürmüştü. “Hem Züleyha abla da burada olacakmış, aklın kalmasın.” “Peki.” Askılıktan çantasını alıp ablası ve Esra ile vedalaştıktan sonra kafeden çıktı. Dolmuşa kadar kulaklığını takıp yürüdü. Arada etrafa bakınıp duruyor, büyük bir umutsuzlukla tekrar yere bakıp yürüyordu. Bir ara sahafa gitmek istese de vazgeçti. Karanfil sokağın sakinlerine takıldı gözleri. Öğle vakti olmasına rağmen oldukça yoğun olan sokaklar biraz olsun kafasını dağıttı. Hemen ilerideki bakkala girdi. İçeride oturan iki yaşlı çifte selam vermeden duramadı. Çoktandır yanlarına gitmediğini fark edince onları özlediğini anladı. “Kolay gelsin Salih amca.” Gözlüklerin üstünden bakan Salih Bey başını kaldırıp, “Sağ ol güzel kızım, hoş geldin,” deyip hemen yanına gelen genç kızı karşıladılar. Elif önce Münevver Hanım’ın elini öpüp ardından Salih Bey’e gülümseyerek baktı. İkisi de yetmişlerin başında mahallenin büyük emektarlarındandı. Her ne kadar çocukları onlara bu işi bırakmalarını söyleseler de kabul etmiyorlardı. “Gel kızım otur.” Elif, Münevver Hanım’ın dediğini yapıp çektiği tabureye oturdu. Getirilen çayla anlaşılan uzun bir sohbet bekliyordu Elif’i. Zaten her uğradığında da muhakkak Münevver Hanım’la uzun uzun sohbetleri olurdu. Nasılsın, annenler nasıl, iş nasıl gidiyor faslından sonra sıra evliliğe gelince Elif yine gülmeden edemedi. Her seferinde sorulan soruyu Münevver Hanım istisnasız her sohbetlerinde soruyordu. “Valla yok ki şöyle gönlümüzü çalan Münevver teyze.” Alaya almıştı artık. Münevver Hanım, buruşmuş ellerini Elif’in eline koyup, “Sen istemiyorsun ki deli kız,” dedi. Elif bunu inkâr edemezdi. Şu zamana kadar birçok talibi reddetmişti. “Ama sen de kapıma göndermediğin kimse kalmadı ki. Söz evlenirsem ilk davetiyemi sana getireceğim.” Münevver Hanım gözlüklerinin üstünden kendisiyle dalga geçen kıza bir çimdik attı. Elif, minik bir çığlıkla gülmeye başladı. Daha iki gün öncesinde görücüyü kendisi göndermemiş gibi hala görücülerden bahsetmesi Elif’in artık ciddiye almadığı bir durumdu. Hatta bir keresinde hastalığı tutup evli oğluna bile Elif’i istemiş bir süre sonra gelinini Elif zannetmişti. Münevver Hanım’ın ara ara tutan alzaymırı sadece Elif’in başına iş açtırıyordu. Elif, Münevver Hanım ve Salih Bey’le veda ettikten sonra eve geçti. Yorgunluğu anbean artarken sadece feracesini ve eşarbını çıkarıp kendini direkt yatağa attı. Gözlerine binen uyku ve hayallerle kendini uykuya teslim etti.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE